"15 Temmuz gecesi Harbiye’de, Taksim’de, Saraçhane’de, Vatan
Emniyet Müdürlüğü önünde toplanan kitle ile biraz vakit geçirdik. Orada da
gördük ki ne darbeyi durduran şey sokaklara dökülen halktı ne de sokağa
çıkanların demokrasiye sahip çıkmak gibi bir derdi vardı"
İktidar ve bir kısım muhalefetin iddiası o ki, “15 Temmuz
darbe girişimini, demokrasi için direnme hakkını kullanan halk durdurdu.” İki
kere yanlış. Darbeyi durduran şey sokağa çıkan sivil halkın direnişi değildi ve
sokağa çıkan sivillerin direnişi de demokrasi için değildi.
Bu darbe girişimi, ABD ve AB’nin desteğini almadığı ve
Genelkurmay’ın inisiyatifi dışında ve iletişim aygıtları üzerinde asgari bir
kontrolü bile sağlayamayacak bir plansızlıkla gerçekleştiği için başarısızlığa
mahkum oldu.
NATO ordusu TSK’nın, ABD ve AB’ye (yani NATO’ya) ve komuta
kademesine rağmen başarılı bir darbe gerçekleştirmesi zaten mümkün değildi.
Başarısızlığa mahkum darbe girişimine karşı sokağa çıkan
siviller, bir tarafında kendilerinin diğer tarafında darbecilerin hizalandığı
bir direnişte değil, asıl olarak iktidar aygıtları arasındaki çatışmada polise
yedeklenmiş bir topluluk olarak çatıştı, kalkan ya da denek olarak öne sürüldü
ve yer yer de kurşunlara hedef oldu.
Erdoğan-AKP taraftarlarından ibaret bu “sivillerin” bir
kısmının, iktidarla yakın ilişki içinde Suriye ve Irak’ta savaş deneyimini
çoğaltan İslamcı örgütlerin ya da tarikatların üyeleri olduğunu da bir kenara
not etmeli.
Ayrıca, sokağa çıkan topluluk; iktidarın doğrudan çağrıları,
diyanetin camileri kullandığı yoğun dini ajitasyonu ve polisin silahlı koruması
altında harekete geçmesine rağmen, sayısal olarak da direngenlik anlamında da
pek iç açıcı durumda değildi. AKP açısından unutulmaz bir ölçüt olan Gezi
direnişçilerinin yanına yaklaşmaktan uzak bir topluluktu.
Bütünüyle halkın özgücüyle ve yoğun devlet terörüne rağmen
gerçekleşen Gezi Direnişi’nde devletin kendi rakamlarına göre dahi sokağa
çıkanlar milyonlarla ifade ediliyordu. Hükümetin, emniyet teşkilatının,
Diyanet’in ve belediyelerin bütün teşvik, koruma ve desteğine rağmen 15 Temmuz
gecesi sokağa çıkanların toplam sayısı ise iyimser rakamlarla birkaç yüz bin
kişide kaldı.
İstanbul sokaklarında kim vardı?
Harbiye’den Taksim’e, Saraçhane’den Vatan’a gece sokağa
çıkan kitle arasında daha yakından görme şansı yakaladığımız manzara ise şuydu:
Bir yanda yürüyüşünden sloganına belli bir disiplin içinde
hareket eden ancak sayısal olarak ancak yüzlerle ifade edilebilen cübbeli,
sarıklı, sancaklı topluluklar… Bir yanda da çoğu kitlesel bir direniş
deneyiminden yoksun olduğunu belli eden, içinde bulunduğu ortama yabancı duran,
ürkek, biçimsiz topluluklar.
Çatışmanın sertleştiği yerde topluluk kısa sürede dağılıyor,
kitlesel toplanma ancak güvenliğin sağlanması ile mümkün oluyordu. Bu
toplulukların “militanlığını” askerin teslim olduğu, silahları kullanmadığı,
tankları sürmediği yerde gördük. O “militanlık” da teslim olmuş erleri linç
etmek, gırtlağını kesmek, teslim alınmış tankların üstünde poz vermek şeklinde
kayda geçti.
16 Temmuz günü TBMM Genel Kurulu’nda muhalefet partilerince
de bir aymazlık eseri “demokrasi direnişçileri” olarak tanımlanan bu kitle,
anti-demokratik bir müdahaleye karşı savunduğu iktidarın anti-demokratik
karakterinde sorun görmeyen, darbe karşıtlarından değil fanatik AKP’lilerden
oluşan, demokrasi değil şeriat ve ölüm sloganları atan faşist bir kitleydi.
Bu kitle, bir yönüyle de kaybedeceği bir kavgada ısrar
etmeyecek ama güvenceli bir galibiyet varsa kolayca vahşileşebilecek, çatışma
sertleşince arazi olan, karşı taraf teslim olunca gırtlağına bıçak dayayan bir
kitleydi.
Vatan’ı kim korudu?
Saat 02.30’u geçerken Vatan Emniyet’e yaklaştığımızda yolun
beklentinin aksine polis araçları tarafından değil belediye araçları tarafından
kesildiğini gördük. İş araçlarını yollara barikat kurmak üzere gönderen
belediyeler pek çok noktada polisten daha görünürdü.
Vatan Emniyet önünde bekleyen kalabalık içinde sarıklı
cübbeli ve çember sakallı kişilerin yoğunluğu dikkat çekiyordu. Ajitatörler
sürekli kitleyi emniyet önünde kalmaya ikna etmeye çalışıyor, “Tek silahlı
gücümüz polis, burayı terk etmeyelim, bugün buradayız” diyordu. Ajitatörlerin
çağrılarına “Darbeci subaylara ölüm” bağrışmaları eşlik ediyordu. Camilerden
okunan selalar eşliğinde cübbeli sarıklı topluluklar nizami kortejlerle Vatan
Emniyet’e doğru yürüyordu. Yenilgiye mahkum bir darbe girişiminin üstüne
çıkarak şeriat sloganları atmak… AKP’nin demokrasi şöleni de bu kadardı!
Aslında darbe girişiminin başarısızlığı belirginleşinceye
kadar sokakta siviller sürekli bir tereddüt içinde yer almış, polis teşkilatı
da “beklenti altı” bir varlık göstermişti. Darbeci askerlerin
hareketsizleştirilmesi ve teslime zorlanması da, yoğun bir direnişten çok TSK
komuta kademesi başta olmak üzere potansiyel destekçileri tarafından yalnız ve
çaresiz bırakılması ile söz konusu olmuştu.
Polisin ve kitle tabanının darbe girişimi karşısında
sergilediği mütereddit tutum, AKP iktidarı açısından muhakkak not edilmiştir.
Polis teşkilatının önümüzdeki dönemde operasyonlara maruz kalması sürpriz
olmaz. Kitle tabanı ise, şimdi karşı tarafın yenilgisinin sağladığı avantaj
sayesinde uyduruk kahramanlık öyküleriyle cesaretlendiriliyor.
Demokrasi direnişi
15 Temmuz’da sokağa çıkan Erdoğan-AKP taraftarları, abartılı
sunumlarla demokrasi direnişçileri diye bütün AKP tabanına rol model olarak
sunuluyor. Aleni vahşet ve linç görüntüleri bir yana, medyaya yansıyan
“demokrasi için büyük direniş” görüntüleri de büyük ölçüde mizansendi. Bu
mizansenlerden birine gece saatlerinde epey tenha olan Taksim’de şahit olduk.
Asker kurşunuyla yaralananlardan biri, “Asker yere kurşun
sıktı, üzerimize geldi. Gelin bakın” diye sesleniyordu. HaberTürk muhabiri
hemen atılıp darbe karşıtı büyük bir demokrasi direnişi sergilendiğinden söz
etmeye başladı. İlk deneme, yaralı göstericinin arkasında bayrak sallayan
kadının kendini tutamayıp gülmesiyle başarısız oldu. İkinci denemede yaralı
adam muhabirin istediği konuşmayı yapmadı. Üçüncü denemede, yaralı adamın
“asker yere sıktı, üstümüze geldi” diye birkaç kez tekrarlamış olmasına rağmen,
muhabir “asker doğrudan üstünüze sıktı değil mi” dedi, yaralı adam da pes etmiş
olacak “evet” dedi.
Saldırıları ya da darbe girişimini masumlaştırmak,
çatışmaları karikatürleştirmek, ölümleri önemsizleştirmek değil niyetimiz. Ama
gerçekte yaşanan ve gözlerimizle gördüğümüz şey, kendi kendini yenilgiye mahkum
etmiş bir darbe girişimi ve bu anti-demokratik girişim karşısında yine
anti-demokratik saiklerle harekete geçen bir iktidar ve onun kitle tabanıdır.
Tabanını “sorun çözülene kadar” sokağa çıkmaya çağıran AKP, fırsattan istifade
kendi diktatörlük projesini “halkın aşağıdan hareketine dayanan bir demokratik
hamle” olarak topluma dayatma çabasındadır.
AKP’nin diktatörlük projesini dayatmaya yönelik bu
girişimini başarısızlığa uğratmak için de “15 Temmuz darbe girişiminin
demokrasi için direnme hakkını kullanan halk tarafından durdurulduğu” yalanı ve
harekete geçirdiği kitlelerin faşist karakteri teşhir edilmelidir. Ve de
demokrasi için direnme hakkının, “Ne darbe ne İslamcı diktatörlük!” diyenlerin
Gezi’de ortaya koyduğu üçüncü seçenek olduğu hatırlatılmalıdır. (ALİ ERGİN DEMİRHAN-SENDİKA.ORG)