"Şahin Alpay, belki de yetiştiği aileye ve çevreye uygun olarak son derece kibar bir insandı. Biz haşin devrimci gençlerin yanında bu k...
"Şahin Alpay, belki de yetiştiği aileye ve çevreye uygun olarak son derece kibar bir insandı. Biz haşin devrimci gençlerin yanında bu kibarlığı iyice göze batıyordu. Gençlik hareketlerinden uzak durur, o da Erdoğan Güçbilmez gibi, teorik çalışmalara eğilim gösterirdi. O günlerde fakültelerde çatışmalar yoğunlaşmıştı. PDA’cılar olarak özellikle Mahir Çayancılar tarafından “pasifist” olmakla suçlanıyorduk. Bu suçlamadan iyice rahatsız olup çatışmalarda boy göstermeye çalışıyorduk. İşte böyle anlarda Şahin Alpay, o her zamanki kibar haliyle, “arkadaşlar, benden elime sopa alıp dövüşmemi beklemeyin, benim doğam buna uygun değil” derdi."
Milli Demokratik Devrimci (MDD) hareket 1968 yılında zirvesine ulaşmıştı, dolayısıyla bu hareketin bir teorik dergiye ihtiyacı da ortadaydı. Bunun öncülüğünü, elbette Mihri Belli’nin destek vermesiyle, o zamanki MDD’ci harekette ön plana çıkanlardan Doğu Perinçek ve Vahap Erdoğdu yaptı. Aslında, iki yıl sonra ortaya çıkan “Kırmızı Aydınlık”, “Beyaz Aydınlık” bölünmesinde görüleceği gibi, bu iki şahsın önerileriyle oluşan yazı kurulu bir koalisyondu. Doğu Perinçek’in önerisiyle yazı kuruluna giren, kendisi gibi iki genç asistan (bu üçlüye “asistanlar grubu” denirdi) daha vardı: Şahin Alpay ve Erdoğan Güçbilmez. Vahap Erdoğdu’nun önerisiyle yazı kuruluna girenler ise, o sırada ODTÜ’de asistan olan, eşi Seyhan Erdoğdu ve ODTÜ öğrencisi (Seyhan’ın yakın arkadaşı) Münir Ramazan Aktolga’ydı. Fakat yazı kuruluna, Doğu Perinçek’in önerisi ve Vahap Erdoğdu’nun onayıyla, gençlik mücadelesinde ve FKF içinde, Ankara’daki fakültelerde ön plana çıkan gençlik önderlerinden bazıları da alındı: DTCF’den Gün Zileli, SBF’den Cengiz Çandar, Hukuk Fakültesi’nden Atıl Ant. Aynı çevreden Ömer Özerturgut (Fen Fakültesi) ve Oral Çalışlar (SBF) da vardı, fakat onlar o sırada, belki de yazı kurulu üyelerinin sayısı fazla kabaracağından Yazı Kurulu’nda yer almamışlardı. Halil Berktay ise o sırada henüz Amerika’da, Yale Üniversitesi’nde okumaktaydı. İki yıl sonra, bölünmenin hemen öncesinde dönecekti Türkiye’ye.
Bölünme olunca, Vahap Erdoğdu, Seyhan Erdoğdu ve Münir Ramazan Aktolga, Mihri Belli-Mahir Çayan ittifakının yanında yer aldı. Derginin sahiplik belgesi Münir Aktolga’da olduğundan Aydınlık Sosyalist Dergi bu kesimin elinde kaldı. Bölünmeden sonra çıkan 14. Sayının (Ocak 1970) kapağı kırmızı renkte olduğundan bu kesim “Kırmızı Aydınlıkçılar” olarak anıldı. Doğu Perinçek, Şahin Alpay, Erdoğan Güçbilmez, Gün Zileli, Cengiz Çandar ve Atıl Ant’tan oluşan yazı kurulu çoğunluğu ise “Aydınlık” başlığının üzerine küçük bir “Proleter Devrimci” ekleyerek beyaz bir kapakla çıktı. Bu yüzden, bu kesim “PDA’cılar” ya da “Beyaz Aydınlıkçılar” diye anıldı.
1971’e doğru Mihri Belli-Mahir Çayan ittifakı da bozuldu ve Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü ve Münir Ramazan Aktolga ayrı bir hareket oluşturdu. Bu hareket, daha sonra THKP-C olarak yoluna devam etti. Vahap Erdoğdu ve Seyhan Erdoğdu ise Mihri Belli’nin yanında yer aldı bu bölünmede.
Ben bu yazıda, Aydınlık Yazı Kurulu üyelerinin sonraki kaderleri üzerinde duracağım.
Doğu Perinçek: Kendisinin nasıl bir çizgi izlediği ve bugün nerede olduğu herkesin malumu olduğundan üzerinde durmayacağım. Şu anda AKP iktidarının müttefiki ve destekçisi Vatan Partisi’nin başkanıdır.
Erdoğan Güçbilmez: “Asistanlar grubu”nun gözde üyelerindendi. Aydınlık Sosyalist Dergi’nin, o ayki olayları yorumlayan “Aydınlık’ta Dünya ve Türkiye” bölümünün çoğu yazılarını o yazardı. İyi bir teorisyen ve yetenekli bir yazardı. Gençlik eylemlerine pek katılmaz, daha çok teorik sorunlarla ilgilenirdi. PDA’nın 1970-71 yıllarında keskin Maoculuğa yönelmesi ve Kültür Devrimi’ni taklit ederek kendi taraftarları arasında “proleterleşme” kampanyaları açıp insanların evlerindeki teyp vb. gibi “lüks” mallara hareket adına el koymaya başlamasıyla birlikte kibarca ve açıkça kendisinin bu gidişe ayak uyduramayacağını söyledi ve hareketten çekildi. Buna rağmen 12 Mart döneminde içeri alındı bir süreliğine. Yıldırım Bölge’de kısa süre aynı koğuşta kaldık. Burada beslemekte olduğum kedim yatağının altındaki konserve karper peynirini yürüttüğünde gelip bana şikâyette bulundu. Peynirin üzerindeki tırnak izlerinin oluşturduğu inkâr edilmez “suç delillerini” gösterince kendisinden özür diledim. Kısa süre sonra tahliye oldu. Bir daha da kendisini ne gördüm ne de sol hareket içinde ismine rastladım. Müteahhitlik yaptığını duymuştum bir aralar.
Şahin Alpay: Ayvalıklı, zeytinyağı zengini bir aileden geldiğini biliyorum. Kolej eğitimi almıştı. Yazı Kurulu’ndaki, teorik bakımdan en gelişmiş arkadaş olduğunu söyleyebilirim. Tayin edici teorik yazıları o yazar, fakat bu yazılar satır satır yazı kurulunun sıkı denetiminden geçerdi. Derginin, yanılmıyorsam 12. Sayısında çıkan ve “bugün proletaryanın öncülüğünün objektif ve sübjektif şartları henüz oluşmamıştır” mealindeki yazısı, (bu yazı, Doğan Avcıoğlu hareketiyle MDD hareketi arasındaki ittifakın temellerini izah etmek için yazılmıştı ve esasen Mihri Belli’nin “öncülüğü” “asker sivil aydın zümre”ye bahşeden tavrını savunmayı amaçlıyordu) daha sonradan “Kırmızı Aydınlıkçı” olacak kesimin, özellikle Mahir Çayancı kanadının hedefi oldu ve bölünmede PDA’cıların aleyhine epeyce kullanıldı.
Şahin Alpay, belki de yetiştiği aileye ve çevreye uygun olarak son derece kibar bir insandı. Biz haşin devrimci gençlerin yanında bu kibarlığı iyice göze batıyordu. Gençlik hareketlerinden uzak durur, o da Erdoğan Güçbilmez gibi, teorik çalışmalara eğilim gösterirdi. O günlerde fakültelerde çatışmalar yoğunlaşmıştı. PDA’cılar olarak özellikle Mahir Çayancılar tarafından “pasifist” olmakla suçlanıyorduk. Bu suçlamadan iyice rahatsız olup çatışmalarda boy göstermeye çalışıyorduk. İşte böyle anlarda Şahin Alpay, o her zamanki kibar haliyle, “arkadaşlar, benden elime sopa alıp dövüşmemi beklemeyin, benim doğam buna uygun değil” derdi. PDA’nın “köylücü-Maocu” çizgisi nedeniyle PDA bürolarını taşradan ziyarete gelen köylülerle temasta da çekingendi. İçeri girer, yazısını verdikten sonra, orada bulunan köylülere selam vermeden çıkıp gitmek isterdi. Doğu da peşinden koşar, onu yakalar ve getirip köylülerle tanıştırırdı. Şahin, yüzünde donuk bir gülümsemeyle köylülerle el sıkışır, fakat yine fazla oturmadan çıkıp giderdi.
Buna rağmen, bir süreliğine de olsa, PDA’nın o çılgınca “proleterleşme” kampanyasına ayak uydurmaya çalıştı. O sırada henüz adı belirlenmemiş bir illegal örgütlenmeye girişmiştik (daha sonra TİİKP adını alacak örgütlenme). Şahin Alpay, kamuoyu önünde PDA’nın teorik önderlerinden biri olarak görünmesine ve Maoculuğu teorik bakımdan en sıkı bir şekilde savunmasına rağmen, bizim Maocu-köylücü zihniyetimiz (bu zihniyetin en sivri temsilcisi İstanbul’daki PDA önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’ydı) çerçevesinde aslında gözden düşmüştü. Her ne kadar evindeki teypi harekete vermek zorunda kalmış olsa da “kitlelerle” kaynaşma konusunda kötü not alıp duruyordu Şahin. Bu yüzden, kurduğumuz yeni illegal örgütlenmede sadece sıradan bir üye, hatta belki de aday üyeydi. Ve biz “üsttekiler” onun ne kadar “proleterleştiğini” sınamaya pek hevesliydik. Bu yüzden onu inşaatlarda amelelik yapmaya bile yolladık. Elbette inşaat işçileri, aralarına katılan bu gözlüklü “ameleye” bıyık altından epeyce gülmüşlerdir. Sanırım ancak bir hafta dayanabildi bu işkenceye Şahin ve evine kendini zor attı. Disiplin adına bile dayanılacak şey değildi bu.
12 Mart’tan sonra sıkıyönetim gelince PDA yazı kurulu toptan aranmaya başladı. İsimlerimiz radyolardan ilan edildi. Hepimiz kaçak duruma düştük. Bunun üzerine TİİKP yönetimi (aslında buna Doğu da diyebiliriz) arananların bazılarını Filistin’e göndermeye karar verdi. Bu bağlamda Şahin Alpay ve Cengiz Çandar da Filistin’e gönderilenlerin arasında yer aldı. Sanırım bu göndermede, bilhassa Doğu’nun, “işe yaramaktan çok ayak bağı olacakların” bir an önce ülke dışına gönderilmesi düşüncesinin de payı olmuştur. Özellikle Şahin Alpay, böyle “zorlu” bir dönemde, sanırım barışçı ve yumuşak doğası nedeniyle “ayak bağı” olarak görülüyordu. Bu tür örgütler, özellikle kadro siyasetlerinde son derece bencil ve vefasızdır.
Filistin’deki PDA’cı kadro, özellikle hareketin 1972’de yediği ağır darbe ve İbrahim Kaypakkaya bölünmesi nedeniyle büyük bir bunalıma girmiş, bu bunalımlı koşullar nedeniyle aklını kaçıranlar bile olmuştu. Orada neyin nasıl olduğunu tam olarak bilmiyorum ama sanırım Bora Gözen ve sekiz arkadaşın İsrail komandoları tarafından öldürülmesinden önce Şahin Alpay ve Cengiz Çandar hareketten ayrılıp kendilerini Avrupa’ya attılar.
Şahin, Avrupa’dayken hem TİİKP ile hem de Marksizm-Leninzmle ve Maoculukla her türlü bağını koparttı. 1974’ten sonra da Türkiye’ye döndü.
Bundan sonrasını çok iyi izleyemedim ama izleyebildiğim kadarıyla, çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptı ve batı tipi bir sosyal demokrasiyi savundu. Bu görüşlerini de daha sonra değiştirdi mi, yoksa hâlâ sosyal demokrat mıdır bilmiyorum, fakat 1990’lardan itibaren (tam tarihini bilemeyeceğim), Zaman gazetesinin istikrarlı yazarlarından biri oldu.
Bir iki gün önce, hakkındaki somut suçlamayı bilemediğim için buraya yazamıyorum, diğer bazı Zaman yazarları gibi o da polis tarafından gözaltına alındı.
Cengiz Çandar: Yukarda (dün) belirttiğim gibi, Cengiz Çandar da, “ayak bağı” olarak görülüp Şahin Alpay’la birlikte Filistin’e gönderilmişti. Filistin’deki bunalımlı koşulları o da yaşamasına rağmen, dış politika meselelerine olan merakı nedeniyle orada Arapça öğrendi ve Filistin kurtuluş hareketinin liderleriyle yakın bağlar kurdu. Aydınlık hareketi içindeki bölünmeden sonra Şahin Alpay’la birlikte hareketten ayrılıp Avrupa’ya geçti. 1974 affından sonra da Türkiye’ye döndü. O da Şahin Alpay gibi, Marksizm-Leninizmle ve solculukla her türlü bağını koparttı.
Bundan sonraki süreçte dış politika, özellikle Ortadoğu konusunda uzmanlaşan bir gazeteci olarak temayüz etti. Amerikan “düşünce kuruluşlarıyla” yakın bağlantı içinde oldu ve olayları esasen Amerikan “düşünce kuruluşlarının” bakış açısından değerlendirdi.
1980’li yıllarda Özal’ın dış politika danışmanı oldu. Daha sonra AKP iktidarını destekledi ve bu iktidarın Cemaat aracılığıyla yürüttüğü Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlara destek verdi. Öte yandan, Kürt hareketine dost bir çizgi izledi.
Gezi’yle birlikte AKP iktidarına karşı net bir tutum aldı ve eleştirel yazılar yazmaya başladı. Radikal de kapandıktan sonra yazmayı bıraktığını açıkladı. Son olarak, Şahin Alpay ve Nazlı Ilıcak’ın gözaltına alınmalarının ardından, tok ve cesur bir yazı yazarak AKP iktidarına karşı muhalif tutumunu bir kere daha vurguladı.
Atıl Ant: 12 Mart döneminde tutuklandı, işkence gördü ve TİİKP davasından bizlerle birlikte yargılandı. 1974 yılında hapisten çıkıldıktan birkaç yıl sonra hareketten koptu. Karısı Füsun Orhan’la birlikte (o da TİİKP davasında yargılanmıştı) 1980’li yıllarda AFA yayınlarını kurdu ve güzel kitaplar yayınladı. Fakat AFA yayınları 1990’larda kapandı. Daha sonra ve şu sıra ne yaptığını bilmiyorum.
Vahap Erdoğdu: Aydınlık bölünmesinde “Kırmızı Aydınlık” saflarında kalan Vahap Erdoğdu, hatırladığım kadarıyla, 12 Mart döneminde “Mihricilere” karşı yürütülen polis operasyonları sırasında arandı. Tutuklanıp tutuklanmadığını bilmiyorum. Bilen arkadaşlar aydınlatırsa sevinirim. Daha sonraki süreçte ulusalcı bir çizgi izlediğini duydum.
Seyhan Erdoğdu: O da Vahap Erdoğdu’ya benzer bir çizgi izledi. Geçtiğimiz dönemde CHP Genel Başkan yardımcısı olarak rastladım adına. Halen bu görevde midir bilmiyorum.
Münir Ramazan Aktolga: THKP-C’nin önceli olan dörtlü bildiriyle ilan edilen hareketin dört imzasından birinin sahibidir (diğerleri: Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü). 12 Mart döneminde tutuklandı. Kısa süre birlikte kaldığımız Yıldırım Bölge Cezaevinden kaçtı. Daha sonra, THKP-C hareketi içinde ortaya çıkan Yusufcular-Mahirciler bölünmesinde Yusuf Küpeli’yle birlikte hareket etti. Yeniden yakalanıp tutuklandı. Cezaevindeyken, İrfan Uçar’la birlikte, devrimci gençlik hareketinin Süleyman Demirel iktidarına karşı mücadele ederek CIA’ya ve ABD’ye hizmet ettiğini ileri süren tuhaf ve teslimiyetçi bir teori geliştirdi. Bu teoriye göre, AP iktidarı ülkede kapitalizmi geliştirmek, ABD ise bunu önlemek istiyordu. Kapitalizmin gelişmesi işçi sınıfının ve sosyalizmin lehineydi. Dolayısıyla AP iktidarına karşı mücadele edenler ABD emperyalizmine hizmet etmiş oluyordu. Rusya’daki “legal Marksistler”den ve Menşeviklerden de bazı öğeler taşıyan bu teori, 1980’lerdeki “sivil toplumculuk” diye bilinen harekete ve günümüzdeki “yetmez ama evet”çi liberalizme evrilmiştir.
Şu anda Almanya’da yaşamaktadır. Herhangi bir siyasi bağından haberdar değilim.
Gün Zileli: 12 Mart döneminde tutuklanıp üç yıl hapis yattı. TİİKP davasından yargılandı. 1974 affıyla çıktı. Bundan sonra Aydınlık hareketinin önderlerinden biri oldu. Bu dönemde, Aydınlık hareketinin, “Sovyet sosyal emperyalizmiyle mücadele” adına hâkim sınıflarla ittifak yapma ve solu ihbar etme siyasetlerine ortak oldu. 12 Eylül sonrasında aranmaya başladı. Türkiye’de on yıl kaçak yaşadı. 1980’lerde Aydınlık hareketi içinde “anti-Stalinist” kampanyanın başlatıcısı oldu. 1989 yılı başında bir grup arkadaşıyla birlikte Aydınlık hareketinden ayrıldı ve Sosyalist Birlik dergisinin kuruluşuna destek verdi. Fakat burada da “reformist” bir çizgi izlediklerini düşündüğü Oral Çalışlar ve Halil Berktay’la ihtilafa düşüp, aralarında Yavuz Alogan’ın da bulunduğu küçük bir grup arkadaşıyla birlikte Sosyalist Birlik’ten ayrıldı.
1990 yılında ülke dışına çıktı ve İngiltere’ye iltica etti. Burada, 1992 yılı sonunda anarşizmi benimsediğini açıkladı ve anarşist yayın organlarında yazılar yazdı. Halen www.gunzileli.com sitesinde yazılarını yayınlamaktadır.
Gün Zileli - 29-30 Temmuz 2o16 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Hiç yorum yok