Başkanlığa karşı kampanya, solun sola propaganda yaptığı, geniş kitlelere ulaşmayan içe kapanık çalışma yöntemlerine sıkıştırılmamalıdır. ...
Başkanlığa karşı kampanya, solun sola propaganda yaptığı,
geniş kitlelere ulaşmayan içe kapanık çalışma yöntemlerine sıkıştırılmamalıdır.
En geniş halk kesimlerini hedefleyen ve onların gelecek kaygıları ve
beklentileri ile başkanlık rejimi arasında herhangi bir paralelliğin olmadığını
gösteren bir söylem ve eylem programına ihtiyaç var
TBMM’de “Başkanlık Anayasası” görüşmeleri başladı.
Görüşmelerin seyri nasıl bir referandum süreci yaşanacağının ve nasıl bir rejim
amaçlandığının örnekleriyle dolu. Meclis hem içeriden hem dışarıdan kuşatmaya
alındı. İçeride AKP ve MHP milletvekillerinin “Hayır” oyu vermesini
engelleyecek markajlar kuruldu; Meclis TV’nin yayın yapması engellendi. Dışarda
polis ordusu ve TOMA’larla halk protestosu engellenmeye çalışıldı. Anayasa
değişikliği görüşmelerine başlanması 338, ilk madde 347, ikinci madde 343
“Evet” oyu ile kabul edildi.
AKP’li milletvekillerinin gizli kullanmaları gereken
oylarını açık kullanmaları, Erdoğan’ın kendilerine güvenmemesinden ve tehdit
edilmelerinden kaynaklanmaktadır. “Evet” oyu vermeyenlerin tepesinde, “kripto
FETÖ”cü olarak suçlanıp hapsi boylamanın yanı sıra mal varlıklarına el
konulması, yakın akrabalarının işsiz güçsüz bırakılması tehdidi bir kılıç gibi
sallanmaktadır. Şahsa özel şantajlar da cabası.
Meclis’te risk ve panik
Oylamalar çürümenin boyutlarını gözler önüne seriyor. “Evet
Cephesi” ilk oylamada 338 oy çıkarabildi. Erdoğan’ın Meclis’i feshetme, Anayasa
Mahkemesi’ne üye atama yetkisi gibi kritik maddelerin 330’un altında kalması
işten bile değil. 330’un altında kalan her madde paketten düşer. İş sıkı tutulmazsa
paketin tamamı riske girebilir. Bu değişikliğin riske girmesine tahammülün
olmaması yakalara mini kamera takmaya kadar varabilir.
Anayasa değişiklikleri, oldubittiye getirilmemesi gereken
bir iş olduğundan iki tur görüşme ve görüşmeler arası 48 saat bekleme zamanı
öngörülmüştür. Ancak AKP’nin acelesi var, en hızlı şekilde görüşmeleri
tamamlamak için söz süreleri kısıtlanarak on gün içerisinde tamamlanmaya
çalışılacak; muhtemeldir ki 48 saatlik bekleme süresi bile kaldırılabilir.[1]
Bu tempo ile nisan başında referanduma gidilmesi mümkün.
“Hadi lan! Suç işliyorum…”
Erdoğan’ın bir an önce anayasayı değiştirme telaşında
olmasının nedenleri var.
İktidarda kalabilmenin yolu; dolayısıyla palazlandırdığı
sermaye kesimlerini ayakta tutabilmenin; Suriye savaşında bulaştığı suçlardan
ve 17-25 Aralık’tan yargılanmamanın; kendisinin, ailesinin,
palazlandırdıklarının mal varlığını korumanın; 10 Ekim, Roboski katliamlarının,
bodrumlarda yakılanların hesabını vermemenin yolu başkanlıktan geçmektedir.
Erdoğan, geleceğini parlak görmediğinden, süper yetkilerle donatılmamış bir
başkanın bunlardan kurtulamayacağını bildiğinden süper yetkiler istiyor. Recep
Akdağ’ın sözleri bu modelin özeti gibi: “Hadi lan! Suç işliyorum; sana mı
soracağım.”
Şantaja boyun eğmiş “FETÖ”cülerin ve MHP’lilerin oylarıyla
yapılacak bir anayasa, Erdoğan’ın deyişiyle “verilecek bir kurtuluş savaşı”
başarılı olursa dünyada bir ilk olacak. Sahtekarlık, yalancılık, şantajla
kurtuluş savaşı olmaz, olsa olsa faşizm olur!
AKP’nin çok acelesi var
Aceleciliğin altında yatan neden ise ekonomik ve siyasal
krizin tırmanarak sürmesi. Cumhurbaşkanı’nın ekonomiye dair tüm öngörüleri
çöküyor, doların yükselişi durdurulamıyor, sermaye kaçışı devam ediyor, mega
projeler halkın sırtından sübvanse ediliyor ve rahatsızlık yaratıyor, ücretler
eriyor, tarım ve turizm gelirleri gerilemeye devam ediyor. Doların her 10 kuruş
artışının, 420 milyar dolarlık dış borcu olan ekonomiye ek yükü yaklaşık 42
milyar TL olmaktadır. Bu borcun yarısının özel sektörün olmasından dolayı ya
büyük iflaslara yol açacak ya da zorunlu BES (bireysel emeklilik sigortası)
gibi uygulamalarla halkın sırtına yıkılacak.
Ortaköy Katliamı, cihatçıların terörist saldırılarının
süreceğini; İzmir Adliyesi’ne saldırı girişimi TAK’ın da saldırılarını
sürdüreceğini gösteriyor. Hele iktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi
istihbarat örgütleri de devredeyse, ülkeyi daha da vahim bir tablonun beklediği
ortadadır.
Çökmüş Ortadoğu siyasetini toparlamak da o kadar kolay
görünmüyor. Rejim değiştirici olarak Şam’a gidemeyince, rejim destekçisi olarak
gitmeye çalışmak kolay manevra değil. Şam’a ulaşabilmek (anlaşabilmek) önce
Moskova’yı oradan Tahran’ı oradan Bağdat’ı dolaşmak, tavizler vermeyi,
rızalarını almayı gerektiriyor.
Bu yolculuğun ağır bedelleri ortaya çıkıyor. İhanete
uğradığını düşünen IŞİD ve Nusra’nın, saldırılarını arttırmanın yanında AKP
tabanı üzerinde de ciddi bir ideolojik ve politik hegemonya kurduğu görülüyor.
Ortaköy Katliamı’nın ardından Erdoğan’ın “Ortaköy’de yapılan saldırı ile
Gaziantep’teki saldırı arasında fark var mı? Ortaköy’le ilgili bu kadar feveran
edenler, acaba Gaziantep’teki o 56 kişiyle ilgili ne yazdılar, ne söylediler,
ne konuştular soruyorum” diye “feveran” etmesi doğru değil; zira muhalefet hem
konuştu, hem yazdı, hem de protesto ettiği için polis saldırısına uğradı.
IŞİD ile rekabet
Asıl sıkıntısı, AKP tabanı içinde IŞİD’e ve diğer cihatçı
radikal İslamcı gruplara sempatinin yüzde onları bulduğunun değişik
araştırmalar tarafından ortaya konmasıdır. IŞİD, AKP’nin mezhepçi siyasetinin
etkisiyle radikal İslama kaymış bu kitlelerin düşmanlık beslediği kesimlere
saldırarak “cihada” çağırmakta ve karşılık bulmaktadır. Ne yılbaşı kutlayanlara
dönük katliam tesadüfidir ne de Diyanet İşleri Başkanı’nın kutlamaları gayri
meşru ilan eden açıklaması tesadüfidir; her ikisi de mezhepçi, cihatçı bir
yaklaşımla düşmanlaştırma eylemidir. Şimdi “sokağa salmakta zorlanmayacakları”
bu radikalleşmiş kesimleri elde tutma mücadelesi sürdürülüyor ve Diyanet İşleri
Başkanı tarikatlarla toplantı yaparak bu konuda destek istiyor.
Uzun Şam yolculuğunun başka bir bedeli ise ABD ve AB ile
gerilen ilişkilerdir. İncirlik Üssü’nün kapatılması imalarına kadar varan
restleşmenin Suriye’de bataklığa saplanmış Türkiye’yi daha ağır bedellerle
karşı karşıya bırakacağı ortadadır. Türkiye-ABD ilişkilerinin silahlanmadan,
NATO’ya kadar kolay kolay koparılamayacak derin bağlantıları olduğu
düşünüldüğünde, hamlelerin Ortadoğu siyasetini değiştirmesi beklenen Trump’ın
dikkatini çekmeye dönük manevra olması muhtemeldir.
“Bari Kürtlere karşı zafer elde etsek”
“Büyük devlet”, Ortadoğu’da “oyun kurucu devlet” şişinmeleri
yerini “Kürtleri yenen devlet” olma umuduna bırakmış durumda. Lozan’ı
beğenmeyip, Halep’te, Musul’da, Ege adalarında hak iddia eden Erdoğan, PKK
etkisindeki örgütlerin Şengal ve Münbiç’ten çekilmesi “zaferleri” karşılığında
bunlardan çark etmiş görünüyor. Ancak bu “zafer”lerin referandumdan “Evet”
çıkarmaya yetmeyeceği de ortada. “Benim ayarım değil” dediği İbadi’ye Binali
Yıldırım’ı göndererek, referandum öncesi Kürtler karşısında bir “zaferin”
iznini istemiş olması muhtemeldir: bu zafer, Türkiye’yi yeni bir bataklığa
sürükleyecek olsa da referandumla eşzamanlı Kandil’e bir kara operasyonu
olabilir. Figüranlıkla sonuçlanan “oyun kuruculuk” hayalini, hiç olmazsa
oyunculuk seviyesine yükseltmeyi de bir başarı sayacaklardır. Elbette sınır
ötesinde operasyonel kuvvet rolü üstlenen bir Türk ordusu ile Ortadoğu’da hatta
başka bölgelerde de oyuncu olunabilir; Kürtlere daha büyük zararlar verip
acılar çektirilebilir ancak Türkiye’ye bedelleri çok ağır olur.[2]
Yeni anayasanın nasıl bir ortamda yapılacağı, OHAL’in
uzatılmasının ardından Ankara Valiliği’nin bir ay eylemleri yasaklamasından
belli olmuştur. Valiliğin eylem yasaklama gerekçesinin başına, terör
örgütlerinin bu eylemlere dönük saldırılar planladığına dair istihbaratları
yerleştirmesi niyeti daha da açık hale getiriyor. AKP’nin tek başına anayasaya
evet için demagoji yaptığı, muhalefetin sesini çıkartamadığı bir baskı terör
ortamı yaratılarak, başkanlıkla çıkarları arasında bağ kurmakta güçlük çeken
sağ seçmenin “kafasının muhalefet tarafından karıştırılmasının” önüne geçilmek
isteniyor.
Solun sola propagandasına ihtiyaç yok
Başkanlığa karşı kampanya, solun sola propaganda yaptığı,
geniş kitlelere ulaşmayan içe kapanık çalışma yöntemlerine sıkıştırılmamalıdır.
En geniş halk kesimlerini hedefleyen ve onların gelecek kaygıları ve
beklentileri ile başkanlık rejimi arasında herhangi bir paralelliğin olmadığını
gösteren bir söylem ve eylem programına ihtiyaç var.
Halkevcilerin yakılan askerlerin ardından savaşı teşhir
eylemleri ve Ortaköy saldırısının ardından ortaya koydukları söylem ve
yaptıkları eylemler başlangıç için doğru bir hareket noktası oluşturmaktadır.
Yaratılan beklenti ve itkinin nedeni bu hareket biçiminin AKP’nin karşısında
başarılı olabileceği umududur. AKP’nin sansür, operasyon, tutuklama, yasaklama
gibi yöntemlerle basını, milletvekillerini ve muhalefet partilerini, merkezi
siyaseti etkisizleştirdiği bir ortamda aşağıdan, sokağa, halka dayalı ve
örgütlü bir inisiyatif tarafından sürekliliği güvenceye alınmış bir hareketin
başarısına duyulan umutlar büyütülmelidir.
Hayır Komiteleri ve Meclisleri
Burada kritik şey, sürekliliği sağlayacak bir inisiyatif
merkezinin varlığı; yaygınlığı sağlayacak söylem ve kapsayıcı kanalların
oluşturulmasıdır. Mezhepçi, milliyetçi, sağ söylemleri mahkum ederek, sağa oy
veren kitlelerin başka kaygı ve beklentilerini de dile getiren, kimlikler üstü
kaderlerini dile getiren; işçilerin, kadınların, emeklilerin yaşamlarını ve
geleceklerini, çocuklarını, doğalarını, barış, huzur ve refah ihtiyaçlarını
dile getiren bir söylem kurulmalıdır. En geniş kitlelere ulaşabilmenin ve etkileyebilmenin
başlıca yolu muhalif kitlelerin hareketli, dinamik, örgütlü kılınmasından
geçer. Sokaklarda, mahallelerde, işyerlerinde, ulaşım araçlarında bütün sansür,
baskı ve terörist yöntemleri aşacak bir hareket tarzı bu dinamik kitleler
tarafından kotarılabilir. Hemen, tüm muhalif unsurların aşağıdan katılımıyla
“Hayır Komiteleri” ve “Meclisleri”nin oluşturulmasına başlanmalıdır.
Dipnotlar:
[1] İlk turda tek tek maddeler görüşülüp oylandıktan sonra
ikinci tur görüşmelere geçilir. İkinci tur görüşmelerde birinci tur görüşme
esnasında hakkında değişiklik önergesi verilen maddeler üzerinde görüşme
yapılır, diğerleri sadece tek tek oylanır ve en sonunda tamamı oylanır. İkinci
turda 330’un altında oy alan maddeler paketten düşer. İkinci turda tamamı
oylanıp 330’un üzerinde oy alırsa cumhurbaşkanının onayına gider, cumhurbaşkanı
ya onaylar ya da tekrar görüşülmek üzere Meclis’e iade edebilir. Resmi
Gazete’de yayımlandıktan 60 gün sonra ilk pazar günü referanduma sunulur.
[2] Uluslararası para spekülatörü Soros, 2002’de
“Türkiye’nin Arjantin’den tek farkı stratejik pozisyonudur. Bu stratejik
pozisyonuna bağlı olarak, Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü de ordudur” demişti.
(SENDİKA.ORG)