"PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet hareketlerinin, Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve Türk devletindeki faşist, ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini; yapılacak böyle hareketleri tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı olmayacağını; bu tür eylemlerin doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak halinde bulunan Türk devletinin içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı güçlerin provokasyonları olarak değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir. Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır"
Hiç lafı uzatmadan damardan girelim.
PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet hareketlerinin,
Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve Türk devletindeki
faşist, ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini; yapılacak böyle
hareketleri tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı olmayacağını; bu tür
eylemlerin doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak halinde bulunan Türk
devletinin içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı güçlerin
provokasyonları olarak değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir.
Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır.
PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Türkiye’deki
demokratik güçlerin; gelen faşist dikta rejimine hayır diyenlerin ve demek
isteyenlerin, önümüzdeki iki ay içinde verecekleri ölüm kalım mücadelesinde, en
azından olumsuz bir işlev görmekten kendini korumuş olur.
PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Erdoğan’ın
Beştepe’ye yuvalanmış kanun dışı ve gizli aparatının; özel savaş dairesinin, en
intikamcı ve anti demokratik güçlerin hareket alanını daraltmış olur.
Geçmiş böyle bir davranışın ne kadar etkili sonuçları
olacağının örneğini sunmuştur.
Örneğin, Öcalan’ın “barış süreci” denen ateşkesi ilan eden
ve Ortadoğu çapında yeni perspektifler açan Diyarbakır mesajı ( 2013 Mart sonu)
ortamı gevşetmiş ve ulusalcılığın baskısı altında sinmiş bulunan demokratik
özlemlerin iki ay sonra (Haziren başı) Gezi hareketinde ortaya çıkışını mümkün
kılmıştı.
Bugün yapılacak böyle bir açıklama, aynı ölçüde büyük
sonuçlar yaratmasa bile, 7 Haziran’dan sonra girilen moral bozukluğu ve çöküş
sürecinin son bulmasına; demokrasi güçlerinin tekrar toparlanmasına imkân
sağlayabilir. Bunu sağlamasa bile en azında daha da kötüleşmesini
engelleyebilir.
Ve yine böyle bir açıklama tersinden, Erdoğan’ın ve onun
faşist tek adam projesini destekleyenlerin silahlarını önemli ölçüde ellerinden
almış; hareket alanlarını daraltmış olur.
Bir karıncanın gücünün bile hayati önemi olduğu bu
mücadelede, böylesine bir açık duruş, hiç küçümsenmeyecek bir güç dengesi
değişiminin kapılarını açabilir.
Bu kritik momentte hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyor ama
milyonlarca insan sizden böyle bir duruş, böyle bir sorumluluk bekliyor.
Bunu açıkça bu satırların yazarı dile getiriyor ama bu
aslında milyonlarca umutsuz durumdaki insanın dillendiremediği dileğidir.
Lütfen bu sese kulaklarınızı tıkamayın.
*
Buraya kadar kısa ve öz olarak talebimiz ve kısa gerekçesi
budur.
PKK yukarıdaki önerileri yapmadığı takdirde, artık
gelişmeleri ve dünyayı okuma yeteneğini tümüyle yitirdiğini; bir gerileyiş ve
kendini tekrarlama dönemine girdiğini fiilen ve kesin olarak ilan etmiş olur.
Maalesef gerek doğrudan gözlemlerimiz; gerek Kürt
medyasındaki yayınlar, buralarda öne çıkarılanlar, yorumlar vs. PKK’nın
yaklaşan referandumda bir yenilginin sonuçlarının büyüklüğünün farkında
olmadığı izlenimini pekiştirmektedir. Bu da son duruşmada dünyayı ve
gelişmeleri okuyamamakla ilgili olabilir.
Türkiye’de bu referandumdan Evet oyu çıkması demek,
Hitler’in iktidara gelmesi veya İran’da molla rejiminin iktidara gelmesi gibi
çok köklü bir değişiklik; Türkiye’de tüm demokratik muhalefetin ve Kürt
muhalefetinin ciddi bir şekilde ezilmesi; en büyük Kürt nüfusunun olduğu bu
ülkede tüm hinterlandını kaybetmesi ve soluk alamaz duruma gelmesi; aynı
zamanda diğer ülkelerde de ciddi bir kuşatma altına girmesi demektir.
Bu durumda PKK yöneticilerinin, (örneğin Duran kalkan’ın
birkaç gün önce, “ Sonucun zafer olacağı kesindir” başlığı altında “2017
direniş yılında özyönetim mücadeleleri doğru tarz, üslup ve yeterli tempoyla
yürütülürse, bunun sonucunun zafer olacağı kesindir” sözleri gibi) hala bu yıl da yeni bir zafer
vadeden konuşmaları ise bu gerçeklik karşısında çok anakronik kaçmaktadır.
Böyle bir yaklaşım içindeki PKK yöneticilerinin durumun
ciddiyetini görüp bu yazının başındaki öneriyi ciddiye almaları küçük bir
ihtimal olarak görülmektedir.
Ama biz yine de canlı ve kitlesel temelleri olan bir
hareketin her şeye rağmen kendini yenileme ve eleştirme yeteneğine ya da
eğilimine güvenmek istiyoruz.
*
Bu vesileyle çok uzun zamandır gözlemlediğimiz kimi çok
temel yanlış ve sorunlara kısaca değinilebilir.
Aslında bunları daha geniş ve derinliğine ele alıp tartışmak
gerekir ama en azından şu önümüzdeki Referandum sürecinde, ateş bacayı
sarmışken, bu maddi ve psikolojik olarak neredeyse olanaksızdır.
Ama burada kısaca yine de bir çıtlatma kabilinden bazı temel
sorunlara değinilebilir.
Aslında Kürt hareketinin ve PKK’nın ihtilacı olan şey
strateji ve program değişimidir.
Türk devleti nasıl strateji değiştirerek, birden bire
Suriye’de tecrit ve felç olma durumundan çıkıp belli bir inisiyatif kazandıysa;
önceden de PKK’yı ve Kürt hareketini Türkiye’de tecrit edip şu an fiilen
etkisiz bir güce dönüştürdüyse ve yakında benzerini muhtemelen Suriye’de de
yapabilir bir duruma gelebilirse; Kürt hareketinin de, yok olmamak ve yeniden
toparlanmak için bir program ve strateji değişikliği yapması gerekmektedir.
Duruma uygun bir program değişimi ve strateji dönüşümü
yapmadan, sadece askeri taktiklerle veya örgütlenme çalışmalarıyla temel
yanlışlar giderilemez, hatta bunlar bu temel zaafı gizlemenin araçları olurlar.
Bir strateji ve program dönüşümünün nasıl hayati bir önemi
olduğunun örneğini bizzat Öcalan kendi pratiği ile sunmuştur. Herkesin bitti
dediği noktada, ABD ve İsrail tarafından Türk devletine teslim edildiği
noktada, yaptığı strateji değişikliği, Ortadoğu’nun en büyük ve etkili
demokratik hareketinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Şu an ihtiyaç olan benzeri bir değişimdir.
Ne var ki ortada böyle bir değişikliği ön görecek ve kabul
ettirebilecek bir Öcalan yok. Bu ağır görev bugünkü PKK’nın yöneticilerinin
sırtına binmiş bulunuyor. Onların ise bu görevin ağırlığı altında ezilecekler
midir, yoksa altından kalkabilecekler midir? Bu henüz ucu açık bir sorudur?
Ancak 7 Haziran’dan beri gösterilen performans ezilindiği algısını
güçlendirmektedir.
Çok uzun süredir yaptığımız gözlemler, PKK’nın gelişmeleri
okuma kapasitesini büyük ölçüde kaybettiği ve daha da ilginci aslında Öcalan’ın
çizgisini de fiilen terk ettiği düşüncesini bizde uyandırmış bulunmaktadır.
Bu konuya eğer kısmet olursa imkân ve zaman bulduğumuzda
tekrar döneriz.
Ama geçici olarak birkaç gözlemi dile getirmek gerekiyor
olabilir.
1) PKK Öcalan’ın
zaten hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamadığı ve kavrama yollarını kendisine
Öcalan’ı tartışılmaz kılarak yasakladığı çizgisini terk etmiştir.
2) Bu terk
edişte, ulusu Kürtlükle tanımlayanların, yani demokratik bir ulustan çok bir
Kürt ulusu oluşturma; demokratik bir devletten çok bir Kürt devleti yaratma
hedefi olanların ağırlığı belirleyici olmuştur.
3) 7 Haziren
sonrasındaki gelişmeleri mantıki olarak ancak böyle açıklamak mümkündür. Çünkü
Öcalan’ın çizgisi bakımından intihar edercesine, akılsızca görünen mücadele
biçimlerinin aslında bir Kürt devleti ve ulusu kumayı öne almak bakımından
belli bir iç tutarlılığı olduğu görülmektedir.
4) Çünkü
Öcalan’ın çizgisi Bölge halklarını ve Türkleri kurtarırken Kürtleri de
kurtarmayı strateji olarak belirler. Dolayısıyla kendini ezen ulusun çoğunluğun
nasıl kazanacağını temel sorun olarak ele alır. Kürt ulusalcıları ise, bu sorunu
yanlış bulurlar ve Kürtlerin kendi göbeklerini kendilerinin kesebileceği;
uluslararası durumun uygun olduğu gibi bir yaklaşıma sahiptirler. Bu stratejide
ise, ezenin ezilenlerinin ve çoğunluğunun kazanılması değil; sadece Kürtlere
dayanılması ve bu arada bölge devletlerinin ve dünya güçlerinin arasındaki
çelişkilerden yararlanılması stratejisi izlenir. ‘ haziren sonrasında PKK’nın
izlediği strateji ve taktikler ise, Öcalan’ın stratejisiyle değil, bu ulusalcı
stratejiyle uyum içindedir ve bu strateji açısından başarılı bile denebilir.
Kürt hareketi, Türklerin çoğunluğunu kazanma gibi bir derdi olmadığını fiilen
ilan etmiş bulunmaktadır.
5) Biz şahsen,
PKK’nın denenmiş kadrolarının Öcalan’ın böyle çiğnenmesine ve anlaşılmamasına
olanak vermeyeceğini düşünüyor ve 7 Haziran’dan sonra yapılanları açıklamakta
zorluk çekiyorduk.
6) Ama Öcalan’ı
hiçbir zaman benimsememiş ama benimser görünerek fiilen, gizlice veya açıktan
onu karşı alttan alta mücadele edenlerin hedefleri açısından bakınca bütün bu
davranışların belli bir iç tutarlılığı olduğu görülmektedir. Özetle bu günkü
PKK artık Öcalan’ın çizgisindeki PKK değildir. Öcalan adına kampanyalar
yapılması, sürekli gündemde tutulmaya çalışılması Öcalan’ın çizgisinin
izlendiği değil; aksine izlenmediği anlamına gelir. Bütün dünya tarihi, karşı
devrimlerin bayrağını kullandığını; fikirlerin içeriği boşaltılırken biçimler
üzerinden insanların yanıltıldığının örnekleriyle doludur.
7) Öcalan için
Avrupa veya başka yerde yapılan kampanyalar Öcalan’a bağlılığın göstergesi i
olmaz. Aksine bu Öcalan’ı çiğnemenin, bunu örtmenin bir sis perdesi işlevi
görür. Muaviye karşı devrimini askerlerinin mızraklarına Kuranı Kerim
yaprakları taktırarak sağlamıştı. Stalin, Lenin ve Leninizm diyerek Lenin’i bir
firavun gibi mumyalayıp bir mezara koyarak Lenin’i yok etmişti. Şimdi aynısı da
Öcalan’a karşı da yapılmaktadır.
8) Keza Türk
devleti içindeki Kürtlerin haklarına düşman güçlerin de bu çizgiyle nesnel bir
uyum ve çıkar birliği içinde oldukları görülmektedir. Çünkü bizzat bu güçler
Öcalan’ın dış dünya ile ve Kürt hareketi ile bağını keserek, Kürt
ulusalcılarının üstünlük kazanmasına el ve bel vermekte böylece birbirilerini
desteklemektedirler.
9) Öcalan aslında
bir programdır. Ama kendini sürekli geliştirmeye çalışan, ulusların ve
ulusçuluğun nasıl bir çıkmaz olduğunu gören bir program. PKK ise bu programı
alıp geliştirecek, ruhunu savunacak yerde, fiilen onu Kürt ulusu ve ulusal
devleti kurmanın ve kimi güçleri yedeğe almanın bir aracı olarak
kullanmaktadır.
10) Elbet bu durumda
Öcalan’ın bu yöndeki arayışlarının sınırlılığının da bugün içine girildiği
görülen çıkmazda bir yeri vardır. Çünkü Öcalan, Demokratik Ulus’u ilke olarak
savunmakta ama ulusu yine de bir dil, etni ve tarih ile tanımlamaya devam
etmekte; yani bu gerici ulusçuluğun ufku içinde kalmakta; bu ufku aşamayan
ulusçuluğunu, ırkçı ve emperyal Türk ulusçuluğundan farklı olarak demokratik ve
ilerici öğelerle doldurmaya çalışmaktadır.
11) Ne var ki, bu
henüz demokratik ulus değildir. Demokratik ulus, ulusun, yani politik olanın,
yani herhangi bir politik birimin, bir dile, dine, etniye, soya sopa göre
tanımlanmasını reddetmektir. Öcalan’ın programı ve Rojava’da uygulananlar ise,
dil ve dinleri politik birimler olarak tanıyıp onların eşit ilişkilerini
hedeflemektedir ki, bu olanaksız bir şeydir ve sonucu Balkanlaşma ve
Lübnanlaşmadan başka bir şey olmaz.
12) Bu fiilen
Rojava’da görüldüğü gibi, okulların ayrılığını; devletin vergilerle kurduğu
okullarda, Kürtlerin Kürt tarihi ve Edebiyatı, Türklerin Türk tarihi ve
edebiyatı okumaları sonucunu doğurur. Okulların ayrılığı her zaman gericilerin,
ırkçıların bir talebi olmuştur. Bunun demokratik ulus adına savunulması ise
tarihin ince bir alayıdır.
13) Demokratik bir
ulusta, dilin, dinin, etninin, soyun sopun politik bir anlamı olmaz. Yani
Devlet bunların körü olur. Demokratik bir ulusta, herkes kendi dilinde ama aynı
tarihi, aynı edebiyatı, yani bütün dillerden, dinlerden tarihçi ve
edebiyatçıların yazdığı kitapları okurlar ve okullar ayrılmaz.
14) Demokratik bir
Ulus ve devletin ikinci koşulu ise, merkezi ve bürokratik cihazın tasfiyesi;
yapısı yukarıda tanımlanan, dil, din, etni körü bir ulusun gerçekten kendini
yönetebilmesi; bu ortak yönetim aygıtının kendisinden bağımsızlaşmaması;
gerçekten kendi iradesinin aracı olabilmesi için; merkezi ve bürokratik yapının
parçalanması; tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ve eşitliği ortamında tüm
organların seçimle belirlenmesi ve silahlı güçlerin bu seçilmiş yapıların
kontrolünde olmasıdır.
15) Böyle bir sistem
mantığı gereği konfederasyon mu, federasyon mu; birlikte mi ayrılma mı
tartışmasına girmez. Çünkü böyle bir sistemde, birlikte olmayı zorlayan ekonomi
dışı bir güç olmaz.
16) Her birimin
kendisinin yöneticilerini özgürce seçtiği ve gücünün ne kadarını nereye
devredeceğini kendisinin belirleyeceği bir demokratik yapıyla şimdiden böyle
bir tartışma bağdaşmaz. Bu o demokratik ulusun yurttaşlarının nasıl bir seçim
yapacağına şimdiden ipotek koymak anlamına gelir. Sorunu yanlış bir mecraya,
klasik gerici ulusçuların mecrasına sokar.
17) Federasyon mu,
konfederasyon mu tartışmasını, dile dine göre tanımlanmış politik birimler
değil; dil ve din körü, mekâna göre tanımlanmış birimler merkezi ve bürokratik
bir cihazın olmadığı bir devlet içinde yaparlar ve yapabilirler. Bu koşul
olmadan Federasyon vs. tartışması ve programı Demokratik Ulus şiarıyla
kovulanın, Federasyon veya konfederasyon şiarıyla bacadan girmesidir.
18) PKK, atı arabanın
önüne koşarak Federasyon, Kürtlerin ve Kürtlüğün tanınması gibi hedeflerin
peşinde koşmaktadır. Peşinde koşulması gereken, demokratik olan, Türklüğün de
tanınmaması olabilir ve olmalıdır. Ancak böyle bir program Türkleri de
demokrasi mücadelesine kazanabilir ve oradan Kürtler üzerindeki baskıya da son
verebilir.
19) PKK’nın Suriye
için önermesi gereken de, Federasyon ya da Konfederasyon değil; ulusun
demokratik olarak tanımlaması ve merkezi ve bürokratik devletin tasfiyesi
olabilir. Böyle bir talep ve kurtarılan bölgelerdeki bu talebe uygun bir düzen
en kısa zamanda orta doğuyu bir saman yangını gibi sarar. Böyle bir talebi
olanın Kürt kantonlarını birleştireceğim diye bir derdi olmaz. Arapları da bu
programa nasıl kazanırım derdinde olur. Bütün uygulanan politika göstermektedir
ki, PKK ve YPG Öcalan Posterleri ve tabulaştırılması altında aslında Öcalan7a
karşı mücadele etmektedir.
20) Bu nedenle
PKK’nın yapması gereken, aslında baştan sona program ve stratejisini tartışmaya
açmak, gözden geçirmek olmalıdır. Ancak bunu yapabildiği takdirde bugünkü
açmazdan hem kendini hem de bölge halklarını kurtarabilir.
21) Burada Türk
solunun ve sosyalistlerinin çok büyük günahı da bulunmaktadır. Bunlar aslında
canlı bir kitle hareketine dayanan Kürt hareketine perspektif verecek, onun
önünü açacak yerde, onun içindeki en gerici eğilimlerle filli ve nesnel bir
ittifak içinde olmuşlardır. Bu nedenle de PKK’nın kendi hatalarını görmesinin
de önünde bir engel oluşturmuşlardır ve de oluşturmaktadırlar.
Evet, şimdilik kısaca bunları belirtiyoruz. Ama bunlar daha
uzun vadeli, daha derinliğine ele alınması gereken ve temel sorunlar.
Bunlara geçmeden önce ve geçebilmek için ilk ve acil olarak
yapılması gereken en başta söylediklerimizdir:
PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet
hareketlerinin, Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve
Türk devletindeki faşist, ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini;
yapılacak böyle hareketleri tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı
olmayacağını; bu tür eylemlerin doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak
halinde bulunan Türk devletinin içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı
güçlerin provokasyonları olarak değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan
etmelidir.
Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır.
23 Ocak 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
https://www.youtube.com/user/demiraltona
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA