“Yakın geçmişte AKP’nin diktatörlük yönünde attığı adımları birlikte göğüslemek üzere muhalefetin farklı bileşenlerini bir araya getiren a...
“Yakın geçmişte AKP’nin diktatörlük yönünde attığı adımları
birlikte göğüslemek üzere muhalefetin farklı bileşenlerini bir araya getiren
adı konmamış üç bloklaşma gerçekleşmiştir: Mayıs-Haziran 2013 Gezi isyanındaki
anti-akp bloklaşma; 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ndeki, temelini CHP-HDP
işbirliğinin oluşturduğu HDP’nin barajı aşması ittifakı; 16 Nisan 2017
Referandumu’ndaki Hayır cephesi.
Bugün, CHP’nin başlattığı Adalet yürüyüşüyle bu bloklaşmanın dördüncüsünün
içinde yaşıyoruz. Öyle tahmin ediyorum ki, bu bloklaşma AKP iktidarının sona
ermesine kadar gelişerek ve büyüyerek devam edecektir”
Toplumsal mücadele kaçınılmaz olarak farklı toplumsal
katmanların, sınıfların, güçlerin bir araya gelip bloklaşmasıyla yürür.
Toplumsal mücadelede saflık arayışı saflıktır. Tarihteki bütün büyük mücadeleler
toplumsal bloklaşmalarla yürütülmüştür. Fransız Devrimi’nde de böyledir bu, Rus
Devrimi’nde de, İspanya Devrimi’nde de. Çok pirüpak, çok steril olduğu sanılan
Bolşevikler bile iktidara geldiklerinde bir bloktular. Örneğin Menşeviklerden
kopan Troçki’nin grubu bu blokun içindeydi. Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken’de
(Kaos/Metis) Bolşevik bileşenler içinde yer alan “anarko-Bolşevikleri” anlatır.
Bolşevik adı aslında başlangıçta, Rus devriminin iyice radikalize olan bütün
bir devrimciler blokunu temsil ediyordu. Stalin daha sonradan bu blokun
elemanlarını teker teker tasfiye etmiştir.
Blok toplumsal bir olgudur. Ve sanıldığının tersine
benzeyenleri değil, benzemeyenleri bir araya getirir. Bloklar,
beğendiklerimizle değil, tersine beğenmediklerimizle, eleştirdiklerimizle
kurulur. Zaten çok beğeniyor olsaydık ortak bir blokta değil, tek bir örgütte
yer alırdık. Aslına bakacak olursanız, örgütler bile, farklı bileşenlerin bir
araya gelmesinden oluşur. Bugünkü AKP iktidarı da, yavaş yavaş çözülme ve erime
ya da katılaşma sürecine girmiş bir bloktur aslında.
Türkiye’de bloklaşma zorunluluğunu dayatan, muhalefetin aklı
başında, mantıklı, duygusal tepkilerden arınmış stratejileri değil, AKP
iktidarının adım adım faşist bir diktatörlüğe yönelmesidir. Muhalifler, AKP
iktidarının attığı her diktatörlük adımına önce inanmazlıkla bakmakta, ardından
yeni bir adım gelmeyebileceğine ikna olmakta, yeni bir adım gelince şaşırmakta
ve ancak ondan sonra kıpırdama ihtiyacını duymaktadırlar. Buna şahsen kendim de
dahil bütün muhalifleri ve muhalif
güçleri katıyorum.
Yakın geçmişte AKP’nin diktatörlük yönünde attığı adımları
birlikte göğüslemek üzere muhalefetin farklı bileşenlerini bir araya getiren
adı konmamış üç bloklaşma gerçekleşmiştir: Mayıs-Haziran 2013 Gezi isyanındaki
anti-akp bloklaşma; 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ndeki, temelini CHP-HDP
işbirliğinin oluşturduğu HDP’nin barajı aşması ittifakı; 16 Nisan 2017
Referandumu’ndaki Hayır cephesi.
Bugün, CHP’nin başlattığı Adalet yürüyüşüyle bu bloklaşmanın dördüncüsünün
içinde yaşıyoruz. Öyle tahmin ediyorum ki, bu bloklaşma AKP iktidarının sona
ermesine kadar gelişerek ve büyüyerek devam edecektir. Bu anti-AKP bloklaşma şu
beş temel öğeden oluşmaktadır:
Birincisi, işbirlikçi VP ile yollarını ayırmış ulusalcı
kesimlerden, AKP’nin devleti ele geçirmesiyle devlet ve ordu kademelerinden
ötelenmiş eski devlet mensup ve taraftarlarından, CHP üye ve taraftarlarından,
Alevi kesimlerden oluşan, genel olarak Kemalist olarak adlandırabileceğimiz
siyasal oluşum. Bu oluşum, AKP iktidarının Fetullahçılarla el ele yürüttüğü,
sahte delillere dayanan Ergenekon ve Balyoz davalarının da mağduru olup bugün
de AKP iktidarının baskı ve açık tehdidi altında bulunmaktadır. Bu kesim, son
dönemlerde, Kemalist kılığına girerek ulusalcı sloganlar attıktan sonra,
“Fetullahçılığın tasfiyesine destek”, “vatan savaşı” ve “ABD’ye karşı AKP’nin
anti-emperyalist yönelimlerine olumlu yaklaşma” adına AKP iktidarının yedek
gücü haline gelen, D. Perinçek’in VP ile arayı iyice açmıştır son zamanlarda.
Kemalist kesimin en büyük zaafı, henüz Kürt ulusal hareketine karşı
önyargılarından kurtulamamış olmasıdır. AKP’nin diktatörlüğünü inşa ederken
yararlandığı ve kâh ulusalcılığa, kâh Kürt hareketine yaslanan Bonapartizm
oyununu sürdürmesine neden olan en önemli zaaflardan biridir bu.
İkincisi, komünistlerden, solculardan, anarşistlerden,
feministlerden, Gezicilerden, Hayır meclislerinden, atılmış akademisyenlerden,
çeşitli sol parti ve örgütlerden, Kuzey Ormanları gibi ekolojist kampanya
gruplarından, DİSK-KESK gibi sendika ve mesleki örgütlerden, bütün bunların
toplamından oluşan sol olarak adlandırabileceğimiz kesim. Bu kesim bir hayli
dağınık ve çok parçalı olsa da genel olarak AKP karşıtı blokun en militan sokak
gücünü oluşturmaktadır. Bu kesimin ağırlıklı olarak en büyük zaafı, akılcı
politikalar yürütecek bir asgari birliktelik anlayışından yoksun olması ve
olaylara hâlâ modası geçmiş “öncü örgüt” perspektifiyle bakmasıdır.
Üçüncüsü, Kürt ulusal hareketidir. Son derece kitlesel ve
Türkiye’nin doğusunda ana akım durumunda olan bu hareket geçmişte AKP
iktidarının “barış süreci” zokasını fena halde yutmuş ve daha bu süreç devam
ederken bile KCK tutuklamalarıyla AKP iktidarından darbe yemesine rağmen,
“barış süreci” bozulacak korkusuyla Gezi isyanına omuz vermekten kaçınmıştır.
Gerçi şehirli, genç Kürt kitlesi buna rağmen Gezi hareketinde yer almıştır.
AKP’nin “barış süreci” zokasını Kürt hareketinin ağzından çekip çıkaran HDP
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olmuş ve Demirtaş, “seni başkan
yaptırmayacağız” sloganını yükseltip HDP’nin %7’lik oyunu %13’e yükseltmeyi
başararak kısa bir süre için de olsa AKP’nin parlamentodaki iktidar tekeline
son verebilmiştir. Bunun üzerine AKP, derhal kendini toparlamış ve yeni bombalı
provokasyonlarla bu süreci 1 Kasım “yeniden” seçimiyle zor bela
önleyebilmiştir. Kürt ulusal hareketi bugün esasen AKP diktatörlüğü ile göğüs
göğse çarpışmasına ve yöneticilerinin, milletvekillerinin birçoğu hapse atılmış
olmasına rağmen, bu hareket içinde, örneğin Leyla Zana’nın şahsında belirgin
olarak, küçük bir AKP yanlısı kesim halen varlığını sürdürmektedir. Bu kesimin
en büyük zaafı, geçmişin anılarından hareket ederek ulusalcı kesimlere ve
CHP’ye karşı büyük bir güvensizlik ve önyargı içinde olmasıdır. Bu önyargının
haklı nedenleri de olsa, bu yarığın AKP iktidarınca kaşınmakta olduğu gözden
uzak tutulmamalıdır.
Dördüncüsü, Hüsamettin Cindoruk’un “Milli Merkez”i ve Meral
Akşener’in başında bulunduğu MHP muhalefetinin içinde ana unsur olduğu, ayrıca
AKP’den ayrılan eski AKP’lileri ve hatta halen AKP içindeki muhalifleri de
kapsayan Türk milliyetçisi-muhafazakârı diye niteleyebileceğimiz kesimdir. Bu
kesim giderek büyümektedir; örneğin bir ara VP tarafından marke edilmeye çalışılan
“Milli Merkez”, Adalet Yürüyüşü’nü destekleyerek tavrını açıkça koymuştur. Bu
kesimin büyümesini sağlayan bir kanal da AKP iktidarının Fetullahçılara karşı
mücadele adına yürüttüğü tutuklama ve işten tasfiye operasyonlarının sağ ve
muhafazakâr kesimlerde çok sayıda mağdur insan yaratmış olmasıdır. Bu kesimin
en büyük zaafı, halen şiddetli anti-sol ve anti-Kürt duygular içinde olmasıdır.
Beşincisi, eskiden “İstanbul Dükalığı” diye tanımlanan,
klasik modern burjuvazinin temsilcilerinin de, Avrupa’ya paralel bir şekilde,
AKP iktidarının basını ve fikir özgürlüklerini baskı altına alan gidişatından
hoşnutsuz olduğu çok açıktır. Son Tusiad bildirisinin açıkça AKP iktidarını
hedef almaya cesaret etmesi ve Tayyip Erdoğan’ın “sizi de içeri alırız” yollu
tehdidiyle karşılaşması durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Modern
burjuvazinin en büyük zaafı, AKP iktidarının ekonomik yaptırım sopasından
korkmasıdır. Oysa normal burjuva düzenlerinde iktidarla burjuva sınıfı
arasındaki ilişki tersine işler. Yani siyasi iktidar burjuvazinin ekonomik
sopasından çekinir. Bizim gibi ülkelerde burjuvazinin zayıflığı böyle bir
duruma yol açmıştır.
Bu beşli bileşenden oluşan blok CHP’nin başlattığı Adalet
Yürüyüşü çerçevesinde yeni bir toplumsal kabarışı başarabilecek midir? Bunu bir
ay içinde göreceğiz.
Gün Zileli - 19 Haziran 2017 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com