HALKIN HUKUK BÜROSU ÖZEL AÇIKLAMA! "NURİYE VE SEMİH AÇLIK GREVİNİ BIRAKSIN!" DİYENLER! PEKİ BİZ NE YAPALIM? Gazetelerd...
HALKIN HUKUK BÜROSU ÖZEL AÇIKLAMA!
"NURİYE VE SEMİH AÇLIK GREVİNİ BIRAKSIN!"
DİYENLER!
PEKİ BİZ NE YAPALIM?
Gazetelerde okuyor, sosyal medyadan görüyor ve o iki gülümseyen yüzün solmasını istemiyorsunuz. Kimbilir belki kiminiz yakın arkadaşlarısınız. Kiminiz Yüksel Caddesine gelip ellerini sıktınız. Sadece düşüncelerini paylaşmak yakınlığı bile onların her gün yok olmasını izlemeye tahammülsüz hale getiriyor... Haklısınız; dayanmak, katlanmak çok zor... Bu yüzden de çareyi ilk akla geleni yapmakta, "bırakın" demekte buluyorsunuz...
Kuşkusuz isteğinizde de samimisiniz...
Bugün biz de size samimiyetle birkaç şey söylemek
istiyoruz... Dinler misiniz?
Biz hep toplumun en duyarlı, en bilinçli, en insan damarı
ile muhattap olduk...
Herkes evine işine dönerken sokakta kalanların avukatlığını
yaptık...
Kim bir yatağın sıcaklığını, bir ananın huzurunu, yarin
verdiği mutluluğu istemez...
Hayatı, canını güçlü duygularla seven ama toplumsal yaşama
dair hayalleri, istekleri de bir o kadar güçlü kişilerin avukatlığını yaptık.
Düşüncelerinin ve karakterlerinin gücü koca bir dünyaya karşı koymaya, binlerce
yıllık hükümranlıklara kafa tutmaya götürüyordu onları... Duyguları öyle güçlü
idi ki, yoldaşları dayak yerken copun önüne atılıyorlardı. Öyle lafın gelişi
değil sonuna kadar giderek savunuyorlardı birbirlerini. Sahip oldukları her
şeyi kaybetme riskini alıyorlardı. Sadece maşukun değil yoldan geçenin bile
bağlanıp kaldığı sevgilinin kara gözlerine, bacaklarına yapışan ve "sana
ihtiyacım var" diye bakan evladının ağlamalarına karşı koyacak kadar güçlü
idi halka karşı duyguları da...
Onları kimi kez hastane odasında, kimi kez demir
parmaklıkların ardında, kimi kez bir morg sedyesinde gördük... Tutuklanmış bir
sevgilinin arkasından nasıl ağlar bir kadın... Evladının paramparça olmuş
cenazesini teşhis ederken bir ana baba ne hisseder? En yakından gördük,
hissettik...
Kimileri kimsesizler mezarlığına gömüldü, kimileri mezarsız
kaldı, kimileri binlerle uğurlandı...
Velhasıl zordu, çok zordu...
Kimi kez "yeter" deyip kaçıp gitmek
istedik..."Kaldıramadım" desek kim hak vermezdi bize... Kimi kez
avazımız çıktığı kadar bağırıp ağlamak istedik... Anasıyla ana, babasıyla baba
duygularına yakın şeyler hissederek... Ama kaçıp gitmenin vergisi yoktur.
Ağladınız diye hiç bir şey değişmez. Ne ağladınız diye demirparmaklıklar açılır
ne de cellatlar üzülür... Ağladınız bağırdınız diye sizi karakola bile
götürmezler... Ağlamak bir semptomdur ama ilaç değildir. Semptomlardan
kaçamazsınız belki ama ilaç lazım bize... Reçete lazım...
Nuriye'nin annesini gördük. Bize ağlayan gözlerle bakıp
"ne yaparsanız siz yaparsınız" dedi. "Size güveniyorum...
Kurtarın kızımı..."
Bu ne demek biliyor musunuz? Bu nasıl bir sorumluluk...
"Anne, bizim elimizden birşey gelmez" demek
istedik... Bu sorumluluğu üzerimizden atmak, itmek, gitmek istedik... Ama
yapmadık...
"Ne yapalım senin kızın da bıraksın artık bu işi... Sen
kızını ikna et" diye cevap verebilirdik... Böylece sorumluluğu hem annenin
hem de Nuriye'nin omuzlarına bırakmış olurduk. Hem duyarlı, yardımsever hem de
sorumluluk kabul etmeyen olabilirdik, olamadık...
Semih'in annesini tanıyor musunuz? Tek başına çocuk
yetiştirmenin zorluğu nasıldır anlatsın size...
"Bırak bu işi yavrum" dedi. "Sizi aç açıkta
koyacak değilim ya... Şimdiye kadar nasıl yaşadıksa bundan sonra da yaşarız.
Tek sen sağ ol, tek sen sağlıklı ol... Bırak!" dedi...Ama sessizce...
Sadece Semih duydu onu... Anacığını kucakladı...
Semih bırakmayınca da çekip gitmedi. Nuriye'nin annesi ile
kapı kapı dolaştılar Ankara'yı... Bakanlıklar, müdürlükler önünde günlerce kapı
arşınladılar. Sendikalara, derneklere, onlarca kuruma, aydına, sanatçıya
gittiler... Evladı ile birlikte Yüksel Caddesini mesken eyledi Sultan Anne.
Evladı konuşunca öyle hayran hayran bakışı vardır ki,
görmelisiniz... Hayatı boyunca tek bir eyleme katılmamış, oy atmaktan başka bir
siyasi faaliyette de bulunmamıştır. Onun kahramanlığı çocuklarını büyütüp
meslek sahibi yapmaktır. Ama evladının eriyişini izledi... O'na güven veren,
O'nu sevindiren sözler söylemek istedik, söyleyemedik...
Semih tutuklanınca hasta hali ile açlık gevine başladı.
Vücudunu hem viral hem de bakteriyal enfeksiyon kaplayıp sağlığını tehdit eder
duruma gelene kadar açlık grevi yaptı. Hem de yatakta değil sokaktaydı. Kah
hapishane, kah savcılık önünde kah Yüksel cadesinde, Konur sokakta gördünüz
onu... Semih'in annesi "bırak" dedi oğluna ama fısıldayarak... Açlığı
ile yalvarıyor... Açlığı ile hak istiyor... O, sokakta... O, dayak yiyor... O,
hak talep ediyor...
Size son olarak Esra'yı anlatalım. Onlar şimdiki zamanın
Ferhat ile Şirin'i gibiler.
"iyi günde kötü günde" diye kıyılan nikahlarında
birbirlerine verdikleri sözü tutmanın bahtiyarlığındalar hem de...
Esra yeni evli... Esra körpecik... Esra bir kadının bir
erkeğe duyabileceği aşkın en güçlüsünü duyuyor... Esra'nın bedeninde her hücre,
her gün isyan halinde. Sevdiği adamın eriyişine karşı kıvranıyor... Esra
sevdiği adamın, Semih'in ölmesini mi istiyor dersiniz?
Esra... O da Semih ile birlikte ihraç edildi. 29 yaşında eşi
ile birlikte ekmeğinden oldu. Ailesinin onları okutup memur etmesinin sebebi
zaten çaresizlikti. Atadan kalma toprakları, babadan kalma işyerleri yoktu. O
da babası anası gibi ancak emeği ile geçinebilirdi. Ailesi, "Çocuklarımız
memur olursa devlet kapısında güvenceli bir işleri olur" diyerek okuttular
çocuklarını. Başkaları üç beş kuruş biriktirip ev almak, iş açmak tercihinde
oldular ama Esra'nın ana babası, "Hiçbir şey istemeyiz, tek çocuklarımız
okusun..." dediler. Onların yatırımı çocuklarınaydı.
Ama Esra, ihraç edildi diye karalar bağlamadı.
"Ekmeğimizi taştan çıkarırız" diye baktı eşinin gözlerine. Daha bir
an olsun gülümsemeden bakmamıştı ki O'na
Esra, Semih'in de başka yollarla hak aramasını istiyordu.
Tamam, haksızlıktı yapılan; ama daha fazla risk almak, daha fazla zarar görmek
de akıl karı değildi. Ama yapılan haksızlıklara karşı suskun kalmanın Semih'te
yarattığı mutsuzluğu da görmüştü. Tek yolu vardı onun; birlikte mücadele
etmek... Oturma eylemi sürerken sendikalara gitti, kurumlara gitti... Bir
duyarlılık yaratmaya çalıştı. Bu sağır sessizlik bozulmalıydı...
Ne sanıyorsunuz? Yüz küsür gündür aç kalan kocasına eşlik
ettiği 39 günde canının yanmadığını mı? Onun korkuları, onun vicdanı, onun
bağlılıkları, güvensizlikleri yok mu? Çok mu cahil Esra... Sizin gördüklerinizi
göremiyor mu? Çok mu vicdansız, acıma duyguları mı körelmiş? Nedir onu sevdiği
adamı durdurmak, "durmuyorsan ben yokum" diyerek çekip gitmek yerine
40 güne yaklaşan bir açlık ile destek vermeye iten...
Ya Biz... Sizin kırk gündür görmediğiniz hali ile her gün
hücrelerde görüyoruz Semih ile Nuriye'yi... Daha da zayıfladılar... Ve artık
tekerlekli sandalye ile geliyorlar avukat görüşüne... Gözleri iyice çukura
kaçtı... Ve bir süre sonra konuşmaktan bile yorulduklarını gördüğümüz için
görüşmeyi kısa kesip çıkıyoruz...
"Bırakın açlık grevini!" demiyoruz diye onları bu
halde görmek istediğimizi mi sanıyorsunuz? Ya da hayatımız hapishanelerde,
morglarda geçiyor diye artık kanıksadığımızı mı düşünüyorsunuz? Veya siyasi
başarımız olarak görüp "ne güzel medyatik oluyoruz" diye durumdan
paye kaptığımızı mı düşünüyorsunuz?
Bize kalsa değil Semih ile Nuriye'yi, gidip Sierra
Maestralarda Che'yi, Serez Çarşısı'nda Bedrettin'i, Ayasluğ'da Dedem Sultan'ı
almaz mıyız? Denizler'i idam sehpasından, Mahirler'i o kerpiç evin çatısından
sırtımıza atıp getirmez miyiz?.. Bize kalsa İbrahim'i işkencecilerin eline
bırakır mıyız?
Biz hala Seyyid Nesimi'nin, Hallaç Mansur'un davasını
gütmekteyiz...
2000 ile 2007 yılları arasında süren açlık grevlerini
hatırlıyor musunuz? F tipleri ile birlikte halkın ilerici güçlerini susturmak
istediler... Halka gözdağı vermek için 19 Aralık katliamını yaptılar. Tek
istedikleri ranta karşı koyacak İMF kararlarını uygulayacak siyasi atmosferi
yaratmaktı... Beyaz Enerji için katliam yaptılar.
Siyasi tutsaklara değil asıl olarak bütün bir halka 'teslim
ol' diyorladı... Tüm bir halkı tecrit etmek istiyorlardı. Bu yüzden teslim
olmadı siyasi tutsaklar. Tam 7 yıl avukatlık yaptık F tipi hücrelerde. Tam 7
yıl tabut taşıdık. 7 yılımız açlıktan incelmiş bedenleri hastaneden morga
taşımakla geçti. Onların tek istedikleri halkın teslim olmayan iradeyi görmesi
idi. Tek istedikleri halkın da teslim olmaması tecrite yenilmemesi idi...
Bu sessizliği bozmak isteyen, ölümlere son vermek isteyen
Behiç Aşçı ne yaptı peki? Nasıl bitirdi ölüm oruçlarını hatırlıyor musunuz?
Arkasını dönmüş görmezden gelen sendikaları, odaları, baroları nasıl harekete
geçirdi hatırlıyor musunuz? Zulumden yılmış aydınları tekrar mücadele etmeye
nasıl çağırdı?
Velhasıl biz Nuriye ve Semih'e eli boş bir şekilde
gitmekten, "Biz bir şey yapamıyoruz; ama siz yine de bırakın..." demeye
utanıyoruz. Onlara 'bırakın' demek bizim de gaz yemeyi, gözaltına alınmayı,
tutuklanmayı göze alabilceğimiz bir eylemlik içinde olmamızı gerektiriyor. En
azından fişlenmeyi göze almadan onlara bırakın diyemeyiz...
Lafı daha fazla uzatmayalım... Geri kalanı anlayışa
bırakmak, ima etmek, lafı yarıda kesmek huyumuz değil... Dosdoğru söyleyelim
söyleyeceğimizi...
Eğer Semih ile Nuriye'nin daha fazla zarar görmesini
istemiyorsak elimizi taşın altına daha fazla koyacağız...
Peki, tamam, onlar açlık grevi yapmasınlar. Yapmasınlar da;
onların açlıkla savunduğu, açlıkla talep ettiği hakkı biz nasıl savunacağız?
Onu da tarif ediverelim bir zahmet... Ama öyle somut hiçbir şey ortaya koymayıp
"takipçisiyiz, peşini bırakmayız" türü beylik laflar etmeden yapalım
bunu... Gerisi lafügüzaftır, bilesiniz...
CHP'nin adalet yürüyüşüne "yollar yürümekle
aşınmaz" , "lütfettik yürüsünler" diye cevap veren iktidara
karşı kim CHP'ye "Yürümeyin, ne de olsa bu iktidar duyarsız. Siz adalet
istediniz diye adalet vermez" diyebilir.
Kim işten atmalara karşı eylem yapan işçiye "Bak boşu
boşuna polisten dayak yiyor, riske giriyorsunuz. Patron bu, duyarsız. Sizin
sesinizi duymaz ne de olsa, eylemi bırakın" diyebilir...
Hem allah aşkına, Semih ve Nuriye kendi karınları doysun,
işlerine geri dönüp mal mülk sahibi olsunlar diye mi direniyor. Bizim
sessizliğimiz, bizim hareketsizliğimiz bizim duymazlığımız değil mi onları
açlık grevi yapmaya götüren?
Hak, iktidardan talep edilir. İmza toplayacak gücünüz varsa iktidara
seslenin, Semih ve Nuriye’ye değil. Onların kulakları zaten yeteri kadar
duyarlı... Onları kendi sağlıklarının sorumluluğu altında bırakmak değil,
sorumluluk üstlenmek zamanıdır şimdi. Yapamıyorsanız susmayı deneyin, illa bir
şey söylemek zorunda değilsiniz... “Hayır, susamayız, vicdanımız sızlıyor”
diyorsanız, eğer gerçekten vicdanınız sızlıyorsa önce özeleştiri vermeniz
gerekmez mi, "Neden bu insanlar bir deri bir kemik kalana kadar
sustuk" diye... Sezen Aksu'dan önce konuşmayanlarınız varsa, "Neden
yüzbinlerce insanın ekmeklerinden edilmesine ses etmedik?" diye kendini
sorgulaması gerekmez mi...
Semih ve Nuriye'nin açlığına tahvil edilebilecek şey ancak
kitlelerin kararlı ve hedefli eylemleridir.
KESK, üyelerine sahip çıksın diye KESK'e dilekçe yazın.
Hukukçular, hak arasın diye barolara imza vermek için imza toplayın... Ve siz,
aydın sorumluluğunda olduğunu iddia edenler... Siz ne yapacaksınız? Semih ve
Nuriye için değil, kendiniz için, ülkeniz için ne yapacaksınız? Ona karar
verin...
Nuriye ve Semih yalnız iktidara seslenmek için değil asıl
olarak bizlerin duyarsızlığına seslenmek için ölümün sınırına geldiler...
Hiç üstümüze alınmadan sanki AKP ile Nuriye ve Semih'in
sorununu çözmeye çalışıyormuşuz gibi kendimizi meseleye yabancılaştırmaktan vazgeçelim.
Bu ancak sorumluluğumuzu üstümüzden attığımız veya azalttığımız yanılgısı içine
sokar bizi...
Hey, Nuriye ve Semih bıraksın diyenler! Anlattığımız sizin
hikayenizdir... Bu direniş sizin direnişiniz... Bu sorun sizin sorununuz...
#nuriyevesemihei̇mzaversesol
#nuriyevesemihei̇mzaversesol