“Saray Rejimi ile mücadeleden Devrimci Cumhuriyet programına, kitlesel sol odaktan yeni bir kurucu kuşak iddiasına kadar tüm sonuçlarımız, partimizin hayli yol kat ettiği Devrimci bir Komünist Özne olarak yeniden kuruluş sürecini ilerletmesi gerektiğini işaret etmektedir. Devrimci Komünist Özne işçi sınıfı davasına, sosyalizme ve örgütlü mücadeleye bağlı; toplumsal mücadeleler içerisinde öncü; iktidarı hedefleyen ve siyaseten cesur; dar örgütsel çıkarlarını emekçi sınıfların ve memleketin çıkarlarının önüne koymayan; direngen ve sermaye düzeniyle uzlaşmaz devrimci kadroların ellerinde yükselecektir”


1 Dünya, sınıflı toplumlar tarihi boyunca yaşanan en acımasız ve kitlesel barbarlık dönemlerinden biriyle karşı karşıyadır. Dünya kapitalist sisteminin çıkarları doğrultusunda, halklar en ağır sömürü koşullarına mahkum edilmekte, yerkürenin neredeyse tamamında emperyalist operasyonlar yürütülmekte, milyonlarca insan kışkırtılmış iç savaşlar, göç, önlenebilir sağlık sorunları, iklim değişiklikleri, güvencesizlik, cihatçı terör gibi nedenlerle ölüme sürüklenmekte, insanlığın tüm ilerici birikimi yok edilmektedir. İnsanlık, kapitalist sömürü ve eşitsizlik koşulları altında son derece keskin bir yol ayrımına doğru ilerlemektedir. “Ya sosyalizm ya barbarlık” deyişimiz, bugün her zaman olduğundan daha anlamlı hale gelmiştir.

2 Dünya kapitalist sistemi, ekonomik, siyasal ve ideolojik boyutlarıyla birlikte bütünsel bir kriz içerisindedir. Söz konusu kriz, ne kâr oranlarının düşmesine bağlı bir ekonomik krizden ne de uluslararası ilişkilerdeki gerilimlere indirgenebilecek siyasal bir krizden ibarettir. 200 yılı aşkın bir geçmişi bulunan ve dünya sosyalist sisteminin ortadan kalkmasıyla gerçek kimliğine bürünen kapitalist egemenlik modeli tükenmiştir. Bu tükeniş kendisini bütünsel bir kriz yoluyla açığa urmaktadır. Tüm dünyada dizginsiz biçimde uygulanan neo-liberal ekonomik politikalar emekçi halklara en ufak bir refah sağlamadıkları için sorgulanmaya başlanmış, siyasal iktidarların sermaye sınıfına hizmette birbiriyle yarışması düzen siyasetinin inandırıcılığını aşındırmış, ayrıca cazibesini yitiren küreselleşmeci/piyasacı ideoloji de kitleler nezdinde işlevini sürdüremez noktaya gelmiştir. Ancak kapitalist sistemin tükenişi, aynı zamanda onun yıkılışı anlamına gelmemektedir. Kapitalist sömürü düzeni tüm dünyayı barbarlık koşullarına çekerek egemenliğini sürdürmektedir. Dünya kapitalist sisteminin yıkılışı ve insanlığın bu barbarlıktan yeni bir uygarlık yönünde kurtuluşu, emekçi halkların mücadelesiyle gerçekleşecektir.

3 Dünya kapitalist sisteminin krizini irdelerken, emperyalist hiyerarşide ve işleyişte son dönemlerde gözlenen eğilimlere özel bir önem vermek gerekmektedir. Emperyalist ilişkiler ağı içerisinde görece alt basamaklarda yer alan kimi ülkeler geçmişe kıyasla daha fazla inisiyatif kullanmakta ve bunun sonucunda karşı karşıya gelebilmektedir. Sermayenin artı-değerin realizasyonuna ve dünya pazarlarının paylaşımına ilişkin beklentilerinin artmasına paralel biçimde, ulus-devletlerin kendi burjuvazilerine daha fazla kâr ve koruma vaat etmesi sonucunda, yerkürenin birçok bölgesi çıkar çatışmalarına sahne olmaktadır. Söz konusu karşı karşıya gelişlerin en açık gözlendiği yerler başta Orta Doğu ve Kafkaslar’ı kapsayacak şekilde bölgemiz ile Asya-Pasifik ve Afrika coğrafyalarıdır. Bu durumun ilk sonucu, emperyalist hiyerarşi ve işleyişteki istikrarsızlıktır. Aynı durumun yarattığı ikinci sonuç ise, emperyalist hiyerarşideki ve işleyişteki istikrarsızlığı bir boşluk olarak değerlendiren bağımlı aktörlerin kendi gündemleri doğrultusunda inisiyatif almaya yönelmesidir. Ülkemiz açısından değerlendirmek gerekirse, Türkiye’nin özellikle bölgesel politikalar bağlamında sergilediği cüretin temelinde de bu durum yatmaktadır. Saray Rejimi’nin zaman zaman ABD, Almanya veya Rusya gibi emperyal güçlerle karşı karşıya gelmeyi göze almasında, emperyalist işleyişteki bu istikrarsızlığın farkında olması ve bunu inisiyatif alma fırsatı olarak değerlendirmesi pay sahibidir. Ancak, bu tür bir politikanın uzun vadeli olması, doğası gereği, mümkün değildir. Ayrıca, bu politikanın temelinde anti-emperyalist veya bağımsızlıkçı bir tutum değil, emperyalist düzen içerisinde yükselme ve/veya ödüllendirilme beklentileri yer almaktadır.

4 16 Nisan referandumundan bu yana gerek muhalefet cephesinden elde edilen tüm veriler gerekse iktidar cephesinin tutum ve davranışları gerçekte Hayır’ın kazandığını göstermektedir. Her türlü hile ve sahtekarlık sonrasında resmi olarak açıklanan şaibeli referandum sonuçlarının aksine, Hayır oylarının Evet oylarını geride bıraktığı belli olmuştur. Sol/sosyalist örgütlü güçlerin ve halkın somut tepkilerinin Hayır’ın kazandığını tescil ettirme imkanı olmamışsa da önümüzdeki dönemin çözümlenmesinde başlangıç noktalarından biri Hayır’ın kazandığı, ancak bu kazanımın Saray Rejimi tarafından gasp edildiği gerçeğidir.

5 Hile ve sahtekarlık yoluyla tescil ettirilmiş sonuçlar dikkate alındığında dahi, Saray Rejimi’nin Türkiye’nin idari, siyasi ve hukuksal biçiminde ve toplumsal yapısında gerçekleştirmeyi düşündüğü köklü gerici dönüşüme halkın onay vermediği açıktır. Bir başka ifadeyle, referandum öncesindeki yasak, baskı, şiddet ve tehdit atmosferine, referandum sırasında ve sonrasında açıkça belgelenmiş hile ve sahtekarlıklara, YSK eliyle hayata geçirilen hukuksuz uygulamalara, ana muhalefetin teslimiyet ve hatta ihanetine rağmen, Saray Rejimi gerici dönüşüm için gerekli olan toplumsal seferberliği yaratacak meşruiyeti kazanamamış, aksine kendi hakkındaki şaibelere son derece güçlü bir yenisini eklemiştir.

6 Saray Rejimi’nin Cumhuriyet’i ve cumhuriyetçiliği devletten tasfiye etmesiyle birlikte Türkiye’de bir dönem kapanmıştır. Emperyalist odakların, düzen siyasetinin ve sermaye sınıfının bu dönüşüme köklü bir itiraz yöneltmesi için ciddi bir neden görünmemektedir. Beklenmesi gereken, emperyalizmin, düzen siyasetinin ve sermaye sınıfının verili durumu kabul edip siyasetin ve toplumun bundan sonraki yeniden yapılanma süreçlerine dahil olmasıdır. Türkiye siyasetindeki verili durum göz önünde tutulduğunda, önümüzdeki dönemde Saray Rejimi’ne ve onun yeniden yapılanma girişimlerine karşı mücadele edecek tek güç ülkemizin sol/sosyalist birikimi ve ilerici, emekçi halk kesimleridir.

7 16 Nisan referandumunun sonucu ne açıdan yorumlanırsa yorumlansın, Saray Rejimi halihazırda iktidarı kullanmaya devam etmektedir ve önümüzdeki süreçte asıl olarak Cumhuriyet’in birikiminin ve kazanımlarının toplumsal yaşamdan tümüyle tasfiyesine yönelecektir. Bu süreç, hem yerleşik bir siyasal/hukuksal çerçeve olarak hem de yüz yıla yaklaşan bir devlet biçimi olarak Cumhuriyet Rejimi’nin sonunu işaret etmektedir. 1923 Cumhuriyeti’nin tarihsel gelişimi içinde oluşmuş siyasal çerçeveye yaslanarak muhalefet yapmanın imkanı kalmamıştır.

8 Modern Türkiye tarihi boyunca 1923 Cumhuriyeti’nin siyasal/hukuksal çerçevesi tarihsel açıdan meşru görülmüş ve sol/sosyalist hareket de dahil olmak üzere siyasal mücadeleler bu zeminde yürütülmüştür. Günümüzde ise, Saray Rejimi’nin inşasına giriştiği yeni rejim ve onun siyasal/hukuksal çerçevesi hem halk düşmanı ve gerici olması hem de hırsızlık ve hukuksuzluk eseri olması nedeniyle gayrimeşrudur. Saray Rejimi’nin ve onun siyasal/hukuksal çerçevesinin, 1923 Cumhuriyeti’nin uzunca bir dönem sağladığı gibi, sol/sosyalist harekete ve ilerici muhalefete bir zemin sunması mümkün değildir. Yeni rejimin sınırları ile egemenlik kaynağı, iktidarın kullanımı, halk iradesinin temsili konularındaki yaklaşımını kabullenen, onun meşruiyetini tartışma konusu etmeyen bir muhalefetin
başarı şansı bulunmamaktadır.


9 Cumhuriyet Rejimi devletten tasfiye edilirken, son derece güçlü ve direngen bir cumhuriyetçi toplumsal hareketi de açığa çıkarmıştır. AKP’nin iktidar yılları boyunca süren siyasal ve ideolojik mücadelelerin sonucunda, bir rejim olarak Cumhuriyet ve cumhuriyetçilik devletten tasfiye edilmiş ancak halk içinde belirginleşen cumhuriyetçi dinamik militan ve uzlaşmaz bir karaktere yönelerek kendisini açığa vurmuştur. Bu, aynı zamanda, cumhuriyetçi damarın özgürleşmesini, cumhuriyetçiliğin, resmi ideolojinin bir bileşeni olmasından kaynaklanan sınırlamalardan kurtulmasını olası kılmaktadır.

10 Türkiye’de Saray Rejimi tarafından hayata geçirilen gerici dönüşümün genel profili ve hedefleri uzun zamandır bilinmektedir. Yine de Saray Rejimi’nin yönetiminde Türkiye’nin yeniden yapılanması hâlâ birçok belirsizlik içermektedir. Bu belirsizliğin tartışma ve çözümleme yoluyla tümüyle netleştirilmesi mümkün olmasa da şimdiden açığa çıkan kimi temel eğilimler mevcuttur. Türkiye İslamcılığının toplumsal tabanı, daha önce gözlenmeyen bir nicelikte cihatçı militanlaşma profili edinmiştir. Türkiye’nin gerici dönüşümü sürecindeki siyasal mücadelenin fiili karşı karşıya gelişlere, hatta sıcak çatışmaya dönüşmesi ihtimali ihmal edilemeyecek düzeydedir. Halkın gerici çetelerden korunmasını da içeren böylesi bir mücadele başlığının büyük bir ciddiyetle ele alınması gerektiği, Türkiye’de bu kapsamda ve ağırlıkta bir görevi yerine getirme imkanına hiçbir tekil odağın sahip olmadığı açıktır. Dolayısıyla, Türkiye ilericiliğinin örgütlenmesi bu cihatçı militan tabanı gözetmek ve yaygın bir güçlenme/dayanışma perspektifini hayata geçirmek durumundadır.

11 Türkiye’de yaygın bir alışkanlık olan parti siyasetinin geçirdiği değişim de dikkat çekmektedir. Özellikle son yıllarda partili siyaset ve partiler aracılığıyla siyasete katılım giderek zayıflamaktadır ve bu zayıflamanın devam etmesi beklenmelidir. Sol/sosyalist mücadele açısından bu durum ikili bir görevi beraberinde getirmektedir. Birincisi, Türkiye’de köklü bir geçmişi bulunan “particilik” ve partilere göre dağılımla belirlenen siyasal aidiyetler yerine, farklı temsil düzeylerinde buluşan dinamiklere sahip, burjuva siyasetinin hızına yanıt verebilecek, süreklileşmiş bir hareket tarzına dayanan örgütlenmelere gereksinim duyulmaktadır. Bunun sonucunda hem klasik parti formundan farklı örgütlenme/mücadele aygıtları hem de toplumun geniş kesimlerine seslenen ve önderlik becerisi sergileyen liderlik biçimleri önem kazanmaktadır. İkincisi, sözü edilen türden süreklileşmiş hareket tarzındaki örgütlenmelerin garantörü olacak, onları programatik bir eksende tutacak ve mücadelenin sürekliliğini sağlayacak öncü ve devrimci komünist partinin güçlendirilmesi  gerekmektedir.

12 Referandum yoluyla aradığı onayı ve desteği kazanamayan Saray Rejimi’nin baskı, şiddet ve tehdit içeren uygulamalara daha fazla başvurması, yani zor aygıtının kullanımını artırarak devam ettirmesi beklenmelidir. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu gerici dönüşüm programının referandumdaki sonuçlar nedeniyle geri çekilmesi veya yumuşatılması imkansızdır. Öte yandan, referandum sonuçlarına yönelik güçlü itiraz, söz konusu gerici dönüşümün önündeki en büyük engel olmayı sürdürmektedir. Saray Rejimi’nin bu engeli aşmak için kullanabileceği ideolojik kapasite ise son derece kısıtlıdır. Geçmişte ortaya atılan sivilleşme, demokratikleşme, çoğulculuk gibi söylemlerin tekrar gündeme sokulması imkansızdır. Bu anlamda, Saray Rejimi ideolojik barutunu büyük ölçüde tüketmiştir ve önümüzdeki dönemde ılımlılaşma ya da kapsayıcılık gibi yönelimlere girmeyecektir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde genel olarak toplumu, özel olarak da ilerici çevreleri hedef alan zor kullanımı, iktidarın başlıca yönetme aracı olmayı sürdürecektir.

13 Türkiye siyasal/ideolojik olarak üç parçaya bölünmüştür. Bu bölünmenin tarafları, AKP tabanını oluşturan gerici/milliyetçi kesim, cumhuriyet ekseninde toplanan ilerici kesim ve Kürt halkı ile temsilcilerinden oluşan kesimdir. Bu bölünme parti ve oy tercihlerinin ötesinde anlam taşımakta, toplumun temel insan ve yurttaşlık haklarından yararlanmasına izin verilenler ve verilmeyenler olarak ayrıştırılmasını ve iktidarın toplumu dost-düşman biçiminde yararak kutuplaştırmasını yansıtmaktadır. Bu biçimde ve derinlikte bölünmüş bir ülkeyi üniter bir idare altında yönetmek için de zor’un başat rol oynaması kaçınılmazdır.

14 Her ne kadar Saray Rejimi’nin zor’u başat bir enstrüman olarak kullanacağı açıksa da hiçbir iktidarın sadece zor aygıtına dayanarak süreklilik sağlayamayacağı da ortadadır. u bakımdan, artan zor kullanımına paralel olarak, Türkiye’nin cumhuriyetçi ve ilerici toplumsallığının dağıtılması, yalnızlaştırılması ve eylemsizleştirilmesi için ideolojik manipülasyonlar da devreye sokulacaktır. Bu manipülasyonların en olası biçimleri, bir yandan ilerici yerelliklerin kuşatılarak gettolaştırılması, bir yandan da Türk ilericiliği ile Kürt ilericiliğinin buluşabileceği ortak zeminlerin imha edilmesidir. Böylece Saray Rejimi bölünmüşlüğü kendisi için bir avantaja çevirmeye çalışacaktır.

15 Türkiye’de siyaset alanının devrimci müdahaleye açıklığı ve siyasal mücadelelerin tayin edici önem kazanması, partimizin uzun zamandır dile getirdiği bir tezdir. Ancak bu tez, basitçe siyasal mücadeleye çağrı anlamına gelmeyip, içinden geçtiğimiz dönemin özelliklerine dair teorik dayanaklara sahip bir çözümlemedir. Bu çözümleme, esas olarak kapitalist neo-liberal birikim biçiminin siyaset alanında ve toplumsal yapıda yarattığı dönüşümlerden hareket etmektedir. Neo-liberal birikim biçimi, yaygın kanının aksine, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve sömürü oranlarının artırılması için hayata geçirilen uygulamalardan ibaret değildir. Neo-liberalizmin bir tür “ekonomik tedbirler paketi” olarak görülmesi, eksik olmanın ötesinde, devrimci mücadelenin gündemleri hakkında yanıltıcı bir yaklaşımdır. Neo-liberal birikim biçimi, aynı zamanda bir devlet ve toplum projesini de ifade etmekte, bu anlamda bütünlüklü bir karakter arz etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, en temelde neoliberal birikim biçiminin öncelikli hedefi siyaseti, ekonomik programlar, kaynakların kullanımı ve devri, temel paylaşım ve bölüşüm ilişkileri gibi sınıfsal ilişkiler alanından koparıp, kimlik ve kültür sorunlarına dair bir uzlaşmaya/münazaraya indirgemektir. Bir devletin ayırt edici yanının toprak, ekonomi ve ordu üzerindeki egemenlik olduğu düşünülürse, neo-liberal birikim biçiminde bu alanlar halkların egemenlik talep edecekleri alanlar olmaktan, bu anlamıyla siyasi mücadelenin konusu olmaktan çıkarılmaktadır. “Ulusal egemenlik sahası”, sermaye iktidarını dokunulmaz kılmak üzere, daha fazlakimlik ve kültür alanları üzerinden tarif edilmeye çalışılmaktadır. Tüm dünyada gerici, akıl dışı, uygarlık öncesinden kalma eğilimlerin ve söylemlerin yükselmesinin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, etnik, dinsel veya mezhepsel saldırganlığın artmasının nedenlerinden biri de, hükümetlerin egemenlik sahası olarak kimlik ve kültür alanlarına dozu artan bir biçimde yüklenmesidir.

16 Ancak neo-liberal birikim biçiminin ekonomi ile siyaseti birbirinden koparmak ve böylelikle kapitalist üretim ve piyasa ilişkilerini güvence altına almak yönündeki eğilimi istenmeyen sonuçlar da yaratmıştır. Bu sonuçlardan birincisi, siyaset alanının toplumsal yapıdaki pek çok çelişkinin üst üste yığıldığı bir zemin haline gelmesidir. İkincisi, hükümetlerin “egemenlik sahası olarak” kimlik ve kültür alanlarını istismar etmesi sonucunda, toplumun birçok kesimi gerçek mağduriyetler yaşamaktadır. Neo-liberal birikim biçiminin toplumun geniş kesimlerini ekonomi alanından uzak tutmasının yolu, toplumsal ve siyasal alanın her türlü çağdışı, irrasyonel, uygarlık karşıtı, gerici değer ve inançla boydan boya yarılması, kimlik ve kültürlerin birbiriyle kıyasıya savaşının körüklenmesidir. Neo-liberal birikim biçiminin siyaseti kimlik ve kültür alanındaki performanslara indirgemeye çalışması, gerçek mağduriyetlerin basitçe “kimlikçilik” olarak yaftalanıp bir kenara atılmasının mazereti olmamalıdır.


17 Neo-liberal birikim biçiminin kimlik ve kültür alanlarında yarattığı mağduriyetlerin de ötesinde toplumun farklı katmanlarında yarattığı tahribat çarpıcı boyutlara ulaşmıştır. Devletin tüm kamusal işlevlerinden uzaklaşması ve temel insan ve yurttaş haklarının kullanımının bile keyfi hale gelmesi gibi sonuçlarını saptayabildiğimiz bir tür “sosyal gelişmesizlik” olgusu, işçiler ve emekçiler başta olmak üzere toplumun birçok kesimini mağdur etmektedir. Sözü edilen sosyal gelişmesizlik toplumsal ilişkilerden kentsel yaşama, eğitim süreçlerinden kültür ve sanat alanlarına kadar tüm dokuyu çürütmekte ve yozlaştırmaktadır. Ancak bu gelişmesizlik alışılmış çürüme ve yozlaşma yaklaşımlarıyla anlaşılamayacak denli boyutludur. Zira ortaya çıkan sonuçlar, basitçe toplumsal yaşantıdaki bir eksiklik ya da “zevksizlik” değil, toplumun büyük bir kısmının temel haklar düzlemindeki sosyal kapasitesinin kısıtlanması, insani gelişme imkanlarının yurttaşların elinden alınması anlamında bir yoksunlaşmadır da. Bu yoksunlaşmanın sürekliliğinin sağlanmasında en etkili araçlardan olan dinci gericiliğin bir iktidar aygıtı olarak örgütlenmiş olması, söz konusu sosyal gelişmesizlik olgusunu derinleştirmekte ve aynı zamanda bir muhalefet başlığı haline getirmektedir.

18 Sosyal gelişmesizlik koşulları altında ciddi mağduriyet ve yoksunluk yaşayanları, sola ve insani değerlere yakınlık duyanları, sosyalizme aidiyet duymasa da mevcut düzenle sert bir çelişki içinde olanları kapsayan farklı toplum kesimlerinin arayış içinde olduğu görülmektedir. Emekçi sınıfların ekonomik sömürüsü yanında, toplumun çok farklı kesimlerinin öznel/kültürel yoksunlaştırılması anlamına da gelen sosyal gelişmesizlik, farklı kesimleri bir araya getirebilecek mücadele stratejileri açısından dikkate alınması gereken sonuçlar yaratmıştır. İşçi sınıfının toplumun farklı kesimleriyle eklemlenmesi biçiminde düşünülebilecek mücadele stratejisi, böylesi bir çözümlemenin doğal sonuçlarındandır. Hem teorik çözümlemede hem de siyasal pratikte işçi sınıfının öncülüğü ve merkezi konumu tartışmasız bir gerçek olmayı sürdürmektedir. Bununla birlikte, işçi sınıfının farklı toplum kesimleriyle ortak mücadele zeminlerinde yan yana gelebilmesinin, toplumsal muhalefet güçlerinin işçi sınıfının öncülüğü altında buluşmasının somut olanakları ve başlıkları da değerlendirilmelidir.

19 Türkiye kapitalizminin tarihi boyunca biriktirdiği çelişkilerin neredeyse tümü Saray Rejimi’nde bir araya gelmiş ve hareket kazanmıştır. Saray Rejimi’nin bu çelişkileri örtmesi mümkün olmasa da yeni bir kuruluş sayesinde bunların önemsizleştirilmesi mümkündür. İster bu çelişkiler şiddetlenerek gelişmeye devam etsin, isterse Saray Rejimi söz konusu çelişkileri önemsizleştirmeyi başarsın, böylesi bir kurucu dönem, siyasetin müdahalesine açıktır. Türkiye’de siyaset alanının devrimci müdahale ve mücadeleye her zamankinden daha fazla alan tanıdığı açıktır. Böylesi bir müdahale ve mücadele çizgisinin baskın bir biçimde emekçi karakteri taşıması, işçi sınıfının hem tarihsel hem güncel  çıkarlarını kılavuz edinmesi, kaçınılmaz olmanın ötesinde tek gerçek kurtuluş yoludur. Özellikle de ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırmaya, diğer bir deyişle sömürü ve eşitsizlik gibi konuları toplumun gündeminden ve müdahalesinden uzak tutmaya çalışan neo-liberal birikim biçimi koşullarında, siyasetin sınıfsal çıkarlardan türetilmiş bir halkçı mücadele tarzıyla yürütülmesi gerekmektedir. Günümüz ve dönemimiz açısından halkçılık, sınıf mücadelesinin pozitif bir siyasal program olarak örgütlenmesinin başlıca yollarındandır.

20 İlerici muhalefet güçlerinin AKP karşıtlığı zemininde ortak mücadele pratikleri geliştirmesi, birçok örnekte görüldüğü üzere Saray Rejimi açısından sarsıcı sonuçlar yaratmış ve böylelikle haklılığını kanıtlamıştır. Öte yandan, AKP karşıtlığı ile tanımlanan bu duruş, günümüze ait özgün bir yaklaşım olmayıp, 60’lı yıllardaki AP veya 70’li yıllardaki MC karşıtlığı ile benzerlikler taşımaktadır. Bugünkü durumun özgün yanı ise, AKP karşıtlığı temelinde buluşan geniş yığınların, bu karşıtlık dışında son derece dağınık ve parçalı bir görünüm sergilemesidir. Bir başka biçimde söylersek, geçmişteki örneklerden farklı olarak günümüzde sosyalist hareket, AKP karşıtlığında buluşan kesimleri, bu ortak zeminin ötesindeki bir siyasal hatta çekmeyi, az çok tanımlı ve belirgin öbekler halinde sadeleştirmeyi başaracak güçten ve etkiden yoksundur. Bu koşullar altında, AKP karşıtlığı temelinde bir araya gelebilen geniş kesimler, başka konularda son derece heterojen, hatta çelişkili ve çatışmalı pozisyonlara oturabilmektedir. Sosyalist hareketin güçsüzlüğü ve etkisizliği nedeniyle bu çeşitlilik bir zenginlik yaratmamakta, aksine birlikte hareket etmeyi riske sokan sürtüşmelere yol açabilmektedir.

21 Günümüzde mevcut rejimle çelişki içinde olan ve mağduriyet ile yoksunluk yaşayan kesimlerde toplumsal bağlanma ile siyasal örgütlenme arasında geniş bir boşluk gözlenmektedir. Başta Gezi Direnişi gibi örneklerde gördüğümüz üzere, kitlelerin bir araya gelmek, esnek bağlar çerçevesinde ve dayanışma temelinde hareket etmekkonusunda çekinceye sahip olduğu söylenemez, ancak aynı kesimlerin bağlayıcı ve süreklilik taşıyan siyasal örgütlenmelere yaklaşımı belirgin biçimde olumsuzdur. Bu, kolayca “örgüt düşmanlığı” ya da “örgütsüzlük kültürü” olarak yaftalanamayacak özgün bir durumdur.Ülkesine karşı sorumluluk sahibi olan bir sosyalist hareketin görevi, toplumsal bağlanma ile siyasal örgütlenme arasındaki bu boşluğu dolduracak ve iki zemin arasındaki geçişin köprüsü olacak aygıtın inşa edilmesidir. Bu tür bir aygıtın, öncü partiyi ikame edecek bir yaklaşımla ele alınması son derece sakıncalı sonuçlar doğuracaktır. Söz konusu aygıtın bir parti, platform, ağ ya da meclis gibi biçimler alabileceği ne kadar açıksa, bir komünist partinin görevlerini yerine getiremeyeceği de açıktır.

22 Partimiz 2014’te ortaya çıkan merkezi hizip ve ardından gelişen ayrışma süreçlerini gündeminden çıkarmıştır. Partimiz söz konusu zemini devrimci bir atılımla aşmış ve geride bırakmıştır. Ayrışmanın görünen ve bilinen nedenlerinin altında, yukarıda devrimci siyasal müdahaleye gereksinim duyulduğuna ilişkin olarak yaptığımız saptamalar yatmaktadır. Temel özelliği devrimci siyasetin çeşitli biçimlerde ve içeriklerde geri dönüşü olan neo-liberal dönemde, ideolojik mücadelenin öne çıktığı ve savunma döneminin koşulları altında kurulmuş ve buna uygun olarak biçimlendirilmiş parti aygıtı yeni ihtiyaçları karşılayamamıştır. Sosyalizm mücadelesini ideolojik mücadelenin ötesine taşıyarak siyaset alanına devrimci müdahalelerde bulunma iradesi ile sosyalizmi bir tür kimlik siyasetine indirgeyen yaklaşım arasında çatışma ortaya çıkmıştır. Bu çatışmanın çözümü adına ise partinin devrimci kadrolarının tasfiyesine niyet edilmiştir. Partimizin kuruluşuyla somutlaşan devrimci atılım, hem bu çatışmanın çözümü hem de tasfiye niyetinin boşa düşürülmesi anlamına gelmektedir.

23 Türkiye sosyalist hareketinin tarihindeki ayrışmalar kabaca iki gruba ayrılmaktadır. İlkinde, bir geleneğin ya da örgütün kendi iç gündemleriyle ilgili tartışmalar başattır ve farklı ekollerin bu tartışmalara dahli söz konusu olmamıştır. İkincisinde ise, sol/sosyalist hareketin bütününe yansıyanve bütününde tartışılan, dolayısıyla bütününü etkileyip yeniden konumlandıran tartışmalar gündeme gelmiştir. Sosyalist harekette 60’larda yaşanmış tartışmalar ikinci türdendir ve asıl olarak strateji konusundadır. Partimizin tarafı olduğu tartışma basitçe bir geleneğin iç tartışması olarak değerlendirilmemeli, strateji başlığına yerleştirilerek sosyalist hareketin bütünü tarafından dikkate alınmalıdır. Partimizin “sosyalist hareketin yeniden kuruluşu” sözüyle kast ettiği de bu yaklaşımdır.

24 Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde, birbirini izleyen kuşaklarca sürdürülen siyasal ve örgütsel bir gelenek bulmak neredeyse imkansızdır. Adı aynı olsa bile, her örgüt veya gelenek, atılım dönemlerinde yeni bir kuşak tarafından yeniden kurulmuştur. Bu anlamda, Türkiye sosyalist hareketinde kuşaklar arasında bir aktarma ve taşıma ilişkisi yerine, her kuşağın kendinden önceki birikimi yeniden inşa ettiği “kuruculuk” misyonu öne çıkmıştır. Sosyalist harekette sürekliliğin sağladığı birikim kadar, atılım dönemlerinin sıçramaları da belirleyici önemdedir. Bu saptama, partimizin varlığı ve misyonu açısından da objektif bir gerçekliğe işaret etmektedir. Sosyalist harekette yeniden kuruluş sürecinin öncüsü olmak iddiasında olan partimiz, kendisinden önceki devrimci birikimi bir bütün olarak değerlendirme, ileri birikimi kapsama ve yeni kuşaklara taşıma görevlerinden de kaçmayacaktır. Türkiye sosyalist hareketindeki kuşakların kuruculuk dönemlerinde etkilerinin yayıldığı ve hızla kadro edindiği alanların başında gelen gençlik ve aydın alanlarına yönelik çabalarında ısrar edecek, bu alanlarda yeni kuruluş döneminin taşıyıcısı ve temsilcisi olan birikimi yaratmak konusundaki çabalarını sürdürecektir.

25 Partimiz Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda bir kitlesel sol odağın inşasını acil görevlerden saymaktadır. Bu, bilinen anlamıyla bir birlik projesi olmamakla birlikte, farklı güçlerin yan yana gelmesine de açık bir tasarıdır. Öte yandan Türkiye sosyalist hareketinde zayıflık ve etkisizlik dönemlerinde ya içe kapanma ya da birlik peşinde koşma tutumlarına başvurulduğu bilinen bir gerçektir. Partimizin devrimci çıkışı, bu denklemin ilk kısmına karşı güçlü bir itirazdır. Ancak partimiz, tersinden, içeriksiz bir birlikçiliğin de aynı ölçüde karşısındadır. Partimizin gündeme taşıdığı kitlesel sol odak inşası, örgütsel zayıflıkları ve sıkışmaları aşmayı değil, Türkiye’nin ilerici ve devrimci mücadelesinin ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır. Bu başlığın, bir tür “birlik” fikri olarak anlaşılması ve yansıtılması hem yanlış hem de zararlıdır. Partimizin inşasına öncülük etmeye çalıştığı kitlesel sol odak, bir birlik projesine indirgenemez. Kurucusu olduğumuz ve başından bu yana taşıyıcılığını da üstlendiğimiz HAZİRAN Hareketi de, hem yarattığı olumlu ve ilerletici sonuçlar açısından hem de karşı karşıya kaldığı ve aşmakta zorlandığı sorunlar bakımından kitlesel sol odak hedefinin haklılığına işaret etmektedir. Partimizin perspektifi HAZİRAN’la birlikte eşik atlayarak kitlesel sol odağın inşasını gerçekleştirmektir.

26 Partimiz çeşitli gündemler vesilesiyle Türkiye’de sosyalist hareketin bir harmanlanma ihtiyacının bulunduğunu saptamıştır. Harmanlanma ihtiyacından söz edildiğinde, ilk akla gelenin “geleneksel sol” ile “devrimci demokrasi” kulvarları arasındaki harmanlanma olması bir noktaya kadar anlaşılır olmakla birlikte esasında yanıltıcıdır. Partimiz, tam olarak ifade etmek gerekirse, geleneksel sol ve devrimci demokrasi arasında bir harmanlanmayı değil, geleneksel sol ve devrimci demokrasi tasnifinin güncellenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Zira, Türkiye’de devrimci demokrasi olarak adlandırdığımız ve esasen 60’lı yılların tartışmalarındaki farklılaşmayla anımsanan kulvarın klasik tezleri düşünüldüğünde, hem geçmişteki hem de bugünkü pozisyonumuz açısından herhangi bir teorik, siyasal ya da örgütsel harmanlanmanın imkanı ve gereği yoktur. Dahası, geçmişte savunulan konumlar gözetilerek “devrimci demokrasi” kategorisine sokulan siyasal ve örgütsel geleneklerin günümüzde aynı tezleri savunmadığı bilinmektedir. Sosyalist devrim, işçi sınıfı perspektifi, anti-kapitalizm ve anti-emperyalizm, öncü parti gibi temel başlıklarda partimizin konumu, geleneğimizin geçmişiyle tutarlılık içindedir.

27 Partimizin harmanlanma ile kast ettiği, Türkiye sosyalist hareketinin bugüne kadar yarattığı birikimin bütününün günümüzün devrimci görevleri açısından ele alınması ve harmanlanmasıdır. Bu harmanlanmanın hem konusu hem de sonucu devrimcileşmedir. Bu açıdan bakıldığında, partimizin gündeminde olan devrimcileşme, sermaye düzeninin yıkılması ile iktidarı hedeflemek arasındaki ilişkinin doğru ve sağlıklı bir şekilde kurulması anlamında Rusya’daki “Legal Marksizm” akımı ya da İkinci Enternasyonal tezlerinde izleri olan, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde karşılıkları bulunabilecek tartışmalara verilecek güncel bir yanıttır. Bu haliyle tartışmamız, iki gelenek arasında ve onların harmanlanması/sentezlenmesi hakkında değil, komünist hareket içindeki bir tartışmadır ve özü bolşevikleşme veya devrimcileşmedir. Türkiye’nin özgün burjuva devrim süreçlerinin ve aynı zamanda Komintern’in dönem dönem dünya komünist partilerine yaptığı iktidar hedefini ikincilleştiren telkinlerin de etkisiyle, Türkiye’deki sosyalist hareket devrimcilik konusunda yanlış algılara sahip olabilmiştir. Görevimiz, Türkiye marksizminin, komünist hareketinin devrimci bir yaklaşımla yeniden kuruluşu için harmanlanmadır. Devrimcileşme çok çeşitli açılardan ele alınması ve programatik çizgiden örgütlenme tarzına, hatta kadro tipine kadar birden fazla boyutta yeniden üretilmesi gereken bir hedeftir. Ancak en genel ve doğru tanım, iktidar arayışı için savaş ve emekçi sınıfların temsilcisi olmak anlamında halkçı bir toplumsallaşma perspektifidir. Bugün tartıştığımız devrimcileşme, bu iki temel özelliğin lafzi kabulünden öteye geçip bu özellikleri hayata geçirecek pratiği işaret etmektedir.


28 Bir diğer tartışma gerektiren başlık ise, Türkiye’de cumhuriyetçi damar ile sosyalist hareket arasındaki ilişkidir. Bu iki akımın siyasal, ideolojik ve teorik temelleri ve gelecek perspektifleri açısından bir örtüşme söz konusu değildir, olmayacaktır. Bu iki akım arasındaki ilişkide, sosyalist hareketin bir yandan cumhuriyetçiliği pozitif bir unsur olarak içselleştirmek, bir yandan da cumhuriyetçiliğin sosyalist bir ufka kavuşabilmesi için öncülük sergilemek gibi görevleri vardır. Öte yandan, daha önceleri Türkiyelileşme kavramıyla ifade ettiğimiz bir ihtiyaç halen geçerlidir ve partimiz bu konuda belirgin bir mesafe kat etmiştir. Sözünü ettiğimiz Türkiyelileşmenin en önemli eşiklerinden birinin de Türkiye’nin ilerici cumhuriyetçi birikimi ile tarihsel ve güncel düzlemde ilişki tesis etmek, hem tarz ve kültür hem de siyasal öncelikler bağlamında bu topraklara ait bir hareket yaratmak olduğu açıktır. Önümüzdeki dönemin teorik meselelerinden biri de bu ilişkinin nasıl ve hangi başlıklar üzerindentesis edilebileceği, ne gibi çıktı ve sonuçların hedeflenmesi gerektiğidir. Bu noktadaki arayışımızın kılavuzu, bir kez daha yaygın ve güçlü toplumsal örgütlenme ile iktidar için savaşımı kesiştiren bir siyasal mücadele tarzıdır.

29 Türkiye’nin geleceğinde hem rejim hem sol/sosyalist hareket hem de halk muhalefeti açısından kesinliği ortaya çıkmış durum şudur: Türkiye’de sözcüğün hiçbir anlamıyla hukuk kalmamıştır. Adalet/yargı sistemi bir kenara, toplumun üzerinde mutabık kalacağı ve kişilerin iradesinden bağımsız bir siyasal/hukuksal çerçeve söz konusu değildir. Dolayısıyla, yürütülecek mücadelenin başlık ve tarzından bağımsız olarak, mevcut rejim sınırlarını zemin alan hiçbir çaba başarılı olmayacaktır. Sol/sosyalist hareketteki atalet, düzenin meşruiyet sınırları ile sol/sosyalist hareketin meşruiyet sınırlarının örtüşmesi sonucunu yaratmıştır. Partimiz bu sınırlara mahkum edilmek istenen mücadeleyi devrimci bir atılıma dönüştürmek, düzenin çizdiği meşruiyet sınırlarını aşmak hedefindedir. Bugün itibariyle Türkiye’de, halkçılık, eşitlikçilik ve özgürlükçülük gibi nitelikleri de kapsayacak şekilde “Devrimci Cumhuriyet” hedefinin hem bir program hem de bir örgütlülük olarak var edilmesi esas görevdir. Söz konusu Devrimci Cumhuriyet hedefi Saray Rejimi’yle uzlaşmasız bir programı ve militan bir örgütlülüğün inşasını dayatmaktadır.

30 Partimiz Devrimci Cumhuriyet mücadelesinin öncüsü olmaya taliptir. Devrimci Cumhuriyet mücadelesi, Türkiye’de farklı cumhuriyet programlarıyla tartışmaya girmek zorunda kalacaktır. Bunlar arasında Meral Akşener etrafındaki Milliyetçi Cumhuriyetçilik, Kürt siyasi hareketi kaynaklı Demokratik Cumhuriyetçilik, CHP’de cisimleşen Uzlaşmacı Cumhuriyetçilik teşhis edilebilmektedir. CHP ve HDP’de somutlanan programların ise geniş kitlelerin cumhuriyetçi arayışlarını temsil edebilmesinin yapısal ve sınıfsal sınırları görülmektedir. Devrimci Cumhuriyet’in hem bu akımlardan bağımsızlaşması hem de bunlar üzerinde hegemonya kurabilmesi, başta partimizin öncülüğüyle, sosyalist hareketin farklı unsurlarının da katkılarıyla mümkün olabilir.

31 Devrimci Cumhuriyet programımızın önemli görevlerinden biri, Saray Rejimi’nin Türkiye’nin Doğusu ile Batısı, Türkler ile Kürtler arasında bir bölünmüşlük yaratarak yol alma planını boşa düşürmektir. Partimiz, Türkiye’nin mevcut bölünmüşlüğünün üç parçalı yapısını ve kutuplaşma dayatmasını kabul etmemekte, Türkiye’yi ilericilik-gericilik ekseninde ayrışmış bir cepheleşme mantığıyla değerlendirmektedir. Bu açıdan, Türk ilericiliği ile Kürt ilericiliği arasındaki ilişkilerin korunması, düşmanlaşma emarelerinin ortadan kaldırılarak gericiliğe karşı mücadelede eşgüdüm sağlanması partimizin savunduğu cepheleşme ve Devrimci Cumhuriyet hedefi açısından hayatidir.

32 Baştan bu yana dile getirilen çözümlemelerden sonra ortaya atılan bütün görevler ancak partimizin mücadele sürekliliği ve kararlılığı sayesinde yerine getirilebilir. Bu görevlerin yerine getirilmesinin güvencesi ise Devrimci Komünist Özne olarak partinin güçlenmesi, etkili siyasi müdahaleleri ve kadrolarıdır. Saray Rejimi ile mücadeleden Devrimci Cumhuriyet programına, kitlesel sol odaktan yeni bir kurucu kuşak iddiasına kadar tüm sonuçlarımız, partimizin hayli yol kat ettiği Devrimci bir Komünist Özne olarak yeniden kuruluş sürecini ilerletmesi gerektiğini işaret etmektedir. Devrimci Komünist Özne işçi sınıfı davasına, sosyalizme ve örgütlü mücadeleye bağlı; toplumsal mücadeleler içerisinde öncü; iktidarı hedefleyen ve siyaseten cesur; dar örgütsel çıkarlarını emekçi sınıfların ve memleketin çıkarlarının önüne koymayan; direngen ve sermaye düzeniyle uzlaşmaz devrimci kadroların ellerinde yükselecektir.
Daha yeni Daha eski