Meraklanmıştı. Tam doğrulup kalkacakken merdiven başından
kendisine doğru hafifçe itilen çay tepsisini ve tepsiyi iten eli gördü. O
an kalbinin infilak edeceğini zannetti
78 kuşağı için... biz hala ayaktayız!
İZMİR… MAYIS 1980
“Sen deli misin yahu” diye mırıldandı… “Ya kaçamasaydın, ya
yakalansaydın”…
Kimsecikler yoktu halbuki yanında. Koca taraçada tek
başınaydı ama birine bir şeyler anlatır gibi hiç durmadan konuşuyordu. “Yanımdan
ayrılma diye kaç kez tembih etmiştim mahalleden çıktığımızdan beri. Polisi mi
atlatayım, senin peşinden mi koşayım”…
Konuştukça öfkesi artıyor, öfkesi arttıkça sigarasından
çıkarıyordu. “Biz kaçmayı bıraktık, Ballıkuyu’larda küçük hanımı arıyoruz.
Hayır, bu işleri oyun mu sanıyor, anlamadım gitti”… O kadar kaptırmıştı ki,
sesinin giderek yükseldiğinin farkında bile değildi. “Ben senin o eve girdiğini
nereden bileyim. Müneccim miyim. Babana söz vermiştim saat yedide geleceğiz
diye. Ya bulamasaydık birbirimizi”…
Öfkesini “çay ister misin” diyen annesinin sesi böldü. “Bu
kadın da nerede olursa olsun bana sesini mutlaka duyurur” deyip güldü hafifçe. “İçerim”
diye bağırdı aşağıya. Sonra, “ulen sıkıyönetim şartlarındayız, asker de işin
içinde artık ve üstelik de korsan mitingdeyiz” deyip yeniden öfkesine döndü. “O
yokuşu senin için saklana sine kaç defa indim çıktım ben haberin var mı acaba”…
Bir an duraksadı. “Ama geri zekalı demek de olmadı be” diye
geçirdi içinden. “Küser gider tabii kız ulen… on gündür açıp durursun ağzını işte böyle havaya”… Sırtını taraçanın
denize bakan duvarına teslim etmişti. Alp’le Mustafa’nın oturduğu apartmanı
seyretti bir süre. “Bu apartmanın inşaatını bilirim ben anasını satayım” dedi
yavaşça. Duvarın bittiği yerde taraçanın merdivenleri başlıyordu. Güneş İzmir’le
vedalaşmak üzereydi. Birazdan anneannesinin alt taraçadaki çiçekleri sulamaya
geleceğinden adı gibi emindi. Suyu gören yaseminlerle güllerin kokusuna oldum
olası bayılırdı. Tahmininde yine yanılmadı. Anneannesi yanında bitiverdi. “Çiçekleri
sulayalım mı olan, güneş gidiyor zere”… Ulan ya da ulen değil de, hep olan
derdi anneannesi. “Sulayalım vre koca Giritikoz… sulayalım Muharremikom, ayıp
ettin”… diye karşılık buldu yaşlı kadının cümlesi. Gülümseyerek merdivenlerden
indi anneanne.
Kadın gider gitmez bir sigara daha yaktı. Çay geldi aklına. “Rize’ye
mi gittin anne” diye seslendi. Cevap gelmeyince şaşırdı biraz. İki eli kanda
olsa mutlaka bir cevap verirdi annesi. Bir daha seslendi, yine cevap alamadı.
Meraklanmıştı. Tam doğrulup kalkacakken merdiven başından kendisine doğru
hafifçe itilen çay tepsisini ve tepsiyi iten eli gördü. O an kalbinin
infilak edeceğini zannetti. Elin sahibini iyi biliyordu çünkü. Çok
heyecanlandı. Hiç kıpırdamadan öylece bekledi bir süre. Göz ucuyla tepsiye
baktı. İnce belli bir bardakta demli bir çay, biraz pipo tütünü ve eski bir
pipo vardı tepside.
Tütün ve pipoyu görünce sessizce güldü. “Bu tütünle şu eski
püskü pipo da nereden çıktı anne” deyiverdi gülmesini zor tutarak. Sonra devam
etti. “Sen benim bu pipo işlerinden anlamadığımı bilmiyor musun… bir
şezlongumla hasır şapkam eksik… Fahir Bey miyim ben… nereden buldun bunları
sahi… burjuvalar içer pipoyu, biz burjuva mıyız”…
Sözünü tamamlar tamamlamaz “sensin burjuva” dedi tepsiyi
iten elin sahibi.
“Anne sesin ne kadar değişik geliyor… Eda diye bir burjuva
kızı var, tıpkı onun sesi gibi… hem sen burjuva demeyi kimden öğrendin”…
“Elinin köründen öğrendim”…
“Anne yemin ederim sen değil de Eda konuşuyor sanki… Hani şu
başına buyruk, artist Eda var ya… hani peşinden koşa koşa bir hal olduğum”…
“Koşmasaydın… sana koş diyen oldu mu”…
“inanmayacaksın ve ben de inanamıyorum ama asıl koşmazsam
ölürdüm be anne… o Ballıkuyu’larda kalırdım öylece… bulamasaydım, göremeseydim,
sesini duyamasaydım biterdim ben… bu Eda var ya bu Eda… sana yeminle bir başka
be annem”
Eda daha fazla dayanamadı. “Sus artık, bütün mahalle bizi
dinliyor” diyerek yüzünü gösterdi. “Kendi kendine konuşana deli derler bizim
buralarda. Ama hiç şaşırmadım, sen delinin tekisin zaten” dedi sonra ve gülmeye
başladı. “Ne kadar deliyim peki”… “Epeyce delisin”… “Peki sen benim
konuşmalarımı duydun mu”… “Bütün söylediklerini merdivene oturup dinledim”… “Harbi mi... Hepsini
mi”… “Evet hepsini”… “Gel kız buraya”… “Yok yaa, herkes görsün diye mi… delisin
işte oğlum”… “Gel diyorsam gel işte ulen, uzatma”…
HAYRİ GÜNEL
("ŞARKILARI OLAN HİKAYELER: 12, HAYAT BİR KURGUDUR
ASLINDA")