Sağa yatmış bir gemi görünümü veren iktidardaki büyük
koalisyonun kendinden daha sağcı kesime oy kaptırması kaçınılmazdı
Baştan şunu söylemek gerekiyor ki, seçim sonuçları ne seçmen
açısından ne de partiler için bir sürpriz oldu.
Şimdi seçimi kazandık diye nara atan Angela Merkel’in yüzde
9 oy kaybıyla seçimi nasıl kazandığı ortada iken buna sevinmesi partisinin ne
kadar toplumdan uzaklaştığını da göstermekte. Merkez partilerin yüzde 9’lara
varan bu oy kaybı aslında uygulanan neoliberal politikaların sonucu olarak
seçimlere yansıdı. Sağa yatmış bir gemi görünümü veren iktidardaki büyük
koalisyonun kendinden daha sağcı kesime oy kaptırması kaçınılmazdı.
Dünya sıralamasında dış ticarette ilk sıralarda olan Alman
ekonomisi, 2017 yılının ilk yarısında devlet bütçesini 18,3 miyar avro artı ile
kapattığını duyurdu. Tüm bu ekonomik büyüme rakamlarına rağmen sosyal politika,
eğitim, sağlık alanlarında iyileşmeler şöyle dursun çalışanların ve işsizlerin
yaşam koşulları daha da zorlaştı. Ekonomideki bu büyümeye rağmen
dillendirdikleri krizin faturası emekçilerin sırtına yüklendi. İstatistik
verilere göre “dev” bir ekonomiye sahip olan Almanya’da açlık sınırında yaşayan
insan sayısı 13 milyona yakın. Bu da Almanya’da yaşayan insanların yüzde 16’sı
anlamına geliyor.
AfD’nin çıkışı sürpriz mi?
Krizi aşma gerekçesiyle uygulanan neoliberal politikalar
iktidardaki iki büyük parti (CDU-SPD) arasındaki farkları da yok etti. Her iki
parti de (diğer partiler de bunlardan pek farklı bir çalışma yürütmedi) tüm
seçim programlarını başından itibaren, ülkedeki sorunların kaynağını açıklarken
göçmenler, mülteciler ve güvenlik gibi üç başlıkta sürdürdüler. Adeta partiler
arasındaki farklılıklar ortadan kalktı. Sağa kayan söylemleri ile partiler
birbirleriyle yarış haline girdiler. Bu da göçmenler ve mültecileri hedef
haline getirerek toplumda zaten var olan ırkçılığı daha da geliştirdi. Doğal
olarak merkez partiler seçmenden uzaklaşırken, kendi sağlarında bulunan
partilere de yer açtılar. Bu boşluğu doldurmak AfD (Almanya İçin Alternatif)
için pek zor olmadı.
Yabancılar, göçmenler açısından her şey aslında bütün bu
seçimlerde olduğu gibi; yaşanılanlar, yabancı olduğumuz şeyler değil. Örneğin
yıllardır süren gelen yabancı düşmanı, ırkçı ve bölücü politikaları özellikle
ön planda tutan CDU 1980’den bu yana her seçimde ve krizde bu tür söylemleri
seçim çalışmalarında yaygın olarak kullanmasıyla bilinmektedir. Bu sebeple
Irkçı-Sağcı Parti AFD’nin meclise girmesi bazı Almanları kızdırsa da bu ülkede
yaşayan yabancılar, solcular açısından hiç de sürpriz bir şey değil.
Her ne kadar seçim süresi boyunca büyük partilerin “Naziler
parlamentoya girecekler” diyerek kararsız seçmeleri korkutup etkilemeye
çalışsalar, hatta kendi kullandıkları söylemleri daha da sağa çekerek çalışma
yürütseler de bırakın kararsızları etkilemeyi, kendi seçmenlerinin aşırı parti
AFD ye akmasına dahi engel olamadılar. Kısacası “korku” ve daha sağa kayarak
sağ seçmeni kendilerine çekme çabaları bir sabun baloncuğu gibi ellerinde
patladı. Parlamentoda temsil edilen partilerden AFD’ye geçen oyları gösteren
aşağıdaki tablo bir hayli dikkat çekici.
Naziler parlamentodan eksik oldu mu ki!
Dışişleri Bakanı Gabriel’in seçim kampanyası sürecinde
“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Naziler Parlamento’ya girecek”
uyarıları boşa gitti. Zaten bu bilgi doğru da değil. 14 Aralık 2011’de Sol
Parti, Meclis’te İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman Parlamentosu’nda ne kadar
Nasyonalist Sosyalist Partisi (NSDAP) üyesi olduğuyla ilgili bir soru önergesi
vermişti. Bu soru önergesi sonunda, eskiden Nasyonalist Sosyalist Partisi
(NSDAP) üyesi olup savaş sonrasında CDU, SPD, FDP ve diğer partilere katılan
siyasilerin listesi yayımladı. Liste o kadar uzun ki burada tek tek isimleri
saymanın anlamı yok. Sadece Wikipedia’ya bakıp savaş sonrası oluşturulan
parlamentoda kaç tane Nazi’nin oturduğunu ve sonraki dönemlerde de birçok
Nazi’nin siyasete girdiğini okumak mümkün.[1] Ayrıca Avrupa genelinde ele alırsak,
AfD’nin de diğer ülkelerden gelen aşırı sağcı partiler gibi yıllardır Avrupa
parlamentosunda zaten oturduğunu görürüz.
Sol ne birlik istedi ne güven verdi
Dört sene önceki seçimler sonucunda SPD “seçmen bizi büyük
koalisyon için görevlendirdi“ diyerek matematiksel olarak mümkün olan Yeşiller
ve Sol Parti ile kurabilecekleri (bir oy farkla) koalisyonu reddetmişti. Yine
bu seçimlerde de benzeri, olası bir koalisyona karşı olduklarını sık sık dile
getirdiler.
Başbakan Merkel’in atom santrallerinin fişini çekmesi ile
zayıflayan Yeşiller’in yeni seçmenleri ve kendi kemikleşmiş kitlesini dahi
motive edememesinde, son zamanlardaki uyguladıkları politikalarında etkisi
belirgin bir şekilde görüldü. Örneğin, atom santrallerinin yıkımı ve
kimyasal/radyoaktif atıklarının kaldırılması için kurulan komisyonda
milyarlarca avroya mal olacak giderlerin faturasının şirketlerin değil de
halkın sırtına yüklenmesini öngören anlaşma metninin altında Yeşillerin eski
Çevre Bakanı Trittin’in imzasının olması da seçmen tarafından unutulmadı.
Son olarak Yeşiller Partisi’nden Baden Wüttenberg Eyaleti
Başbakanı Kretschmar’in Dizel Skandalı sonrası otomotiv sanayisinin çıkarlarını
halkın sağlığının üzerinde tutması, ekolojiye önem veren seçmenlerde
güvensizlik yarattı. Kısacası yeşillerin neoliberal politikalara açık tavır
alamaması sandığa yansıdı.
AfD gökten inmedi
AfD gökten inmedi, kadrolarının çoğu uzun zamanlar çeşitli
sağ partilerde çalışmış yerel parlamentolarda oturmuş insanlardan oluşuyor.
Örneğin parlamentoya giren AfD milletvekili ve yöneticisi Alexander
Gauland 1973 yılından 2013 yılına kadar
Başbakan Merkel’in partisi Hıristiyan Demokratik Birlik Partisi (CDU) üyesi
olarak siyaset yapmış. Son seçimlerde aldıkları oyların nereden geldiğine
bakılırsa daha düne kadar büyük partilere oy verenlerin şimdi AfD’ye kaymış
olmaları da bu seçmenlerin ne kadar Nazi olup olmadığı konusunda fikir veriyor.
Yapılan yaygaranın hedefinde aslında büyük partilerin seçmenleri ve bugüne
kadar seçimlere katılmayan tarafsızlar vardı. Daha fazla oy alabilmek için
medya aracılığı ile AfD’yi öcü olarak gösterip oy kaybını en aza düşürme telaşı
içine düşen partiler diğer yandan kendi politikalarının merkezine göçmenleri,
mültecileri ve güvenlik sorununu koyarak sağ söylemleri seçim malzemesi yaptılar.
Bu da sorunların asıl sebebi olan savaşın, eşitsiz dağılım, sosyal haklardaki
daralmalar, güvencesizleşme gibi neoliberal politikaların tartışılmasını
engelledi. Amaç da zaten oydu.
Seçim sonuçlarının belli olduğu 25 Eylül gecesi ve ertesi
günü, Almanya’daki sağa kayışı protesto eden kitlelerin sokağa çıkması tabii ki
olumlu bir gelişme. Ama maalesef parlamento dışı muhalefetin örgütsüzlüğünden
dolayı, geçmiş dönemlerde de görüldüğü gibi, sürekliliği olmayan bu
protestoların çok kısa bir zamanda içleri boşalıyor. Herkes AfD’yi protesto
ediyor ama sistemin bir parçası olan, şu an AfD diye anılan, ırkçı politikalara
dokunulmuyor. Ne yazık ki parlamento dışı muhalefetin örgütlenmesi ise şu an
hiç kimsenin gündeminde yok.
Yabancılar, göçmenler…
Yarım asıra yakın Almanya’da yaşayan hayatlarının merkezini
buraya taşımış yabancıların seçim hakkı gibi demokratik bir haktan muaf
tutulması “ileri demokrasinin“ gereği olsa gerek. Onlar üzerinde karar alma
mekanizmasında yeri olmayanlara karşı yürütülen ve sağa oy kaptırmama adına
yürütülen ırkçı politikaların bu seçimlerde iflas ettiğini de görmüş olduk.
Yabancıların da içinde olabileceği ve onların haklarının savunulmasına da
hizmet edecek bir oluşumun olmaması/yaratılamaması yabancıların toplumdan her
geçen gün biraz daha uzaklaşmasına hizmet ediyor ve onları gettolaşmaya itiyor.
Göçmenlerin “dar yapılanmaları“, “grupçukları” da parlamento
dışı muhalefet içinde yer almak yerine büyük partilere ya da küçük derneklere
üye olmaktan öte bir çaba içerisine girmiyorlar. Bu şekilde yerel ya da genel
parlamentoya girmeyi başaran yabancı kökenli vekillerin sayısı da parmakla
sayılacak kadar az. Bu vekillerden istisna olan birkaç kişinin dışında çoğu
gelişmelere karşı aktif katılım göstermiyor, gösteremiyor. Kendi seçmen
kitlesini dahi temsil edemiyor.
Diğer yandan uzun bir süredir Almanya’nın çeşitli
şehirlerinde neoliberal politikalara karşı parlamento dışı bir muhalefet
arayışının varlığı da yavaş yavaş kendini hissettiriyor. Bu potansiyel son
olarak Hamburg’daki G20 protestolarında kendini gösterdi. Olumlu olan bu
gelişmelerde maalesef yabancıların, göçmenlerin yer almaması önemli bir sorun
olarak ortada duruyor.
Radikal bir sol politika için
Fakat umut veren gelişmeler de var. Birçok şehirde sol
kesimlerden devrimciler bu konularda tartışıyor ve sokağı neoliberal
politikalar karşısında boş bırakmama iddiasındalar. Alman ve yabancı
kökenlilerin birlikte oluşturdukları devrimci mahalle çalışmaları henüz yeni
olmasına karşın küçükte olsa meyve vermeye başladı bile.
Örneğin Bremenli devrimcilerin, “Kolektif Gurubu’nun
hazırladığı “Radikal sol bir politika için temelden yenileşme açılımı –
Eleştiri & Örgütlenmeye bakış açısı ve Devrimci Pratik” adlı broşürün[2]
Almanya ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yarattığı ilgi, en azından hissedilen
bir boşluğu doldurması açısından, böylesi bir ihtiyaç olduğunu gösterdi. Bu
çabalar, bu tür tartışmaların sürmesi ve ilk adımların atılması, yeni bir tarz
siyasetin başlatılması açısından umut arz ediyor.
(SAFFET SOYLU – SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1]
https://de.wikipedia.org/wiki/Liste_ehemaliger_NSDAP-Mitglieder,_die_nach_Mai_1945_politisch_tätig_waren
[2] Şu ana kadar Almaca broşürün İngilizce ve Farsça
tercümeleri yapıldı; Türkçe tercüme de bitmek üzere. Yakında tüm dillerde PDF
olarak freiesicht.org’dan indirebilirsiniz.