Taş döşeli sokakları; tek katlı, en büyüğü iki katlı bahçeli
evleri; teneke saksıların içindeki birbirinden güzel çiçekler; mahalle
aralarında akşama kadar top oynayan erkek çocukları, ip atlayıp, beş taş, sek
sek oynayan kız çocukları; her sokakta yer alan açık hava sinemalarıyla
Eşrefpaşa’ya bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?
ANILARLA İZMİR
Çevrenizde yaşayan dostlarınız ve arkadaşlarınızın
konuşmalarına bir kulak kabartırsanız bazı ortak istekleri seslendirdiklerini
fark edersiniz.
Herkes bir yerlere gitmek istiyor.
Bazıları şehrin boğucu atmosferinden uzak; yeşili, ağacı bol
bir kır evini hayal ediyor. Bazıları deniz kıyısından kumsala yakın bir
kulübede yaşamak istiyor. Issız bir adada yaşamak isteyenler var. Başka
ülkelerde yeni bir yaşam kurma isteği olan o kadar çok tanıdığım var ki şaşırırsınız.
Bana hak verdiğinizi duyar gibiyim. Evet, sizin de yukarda
saydığım insanlar gibi bir yerlere gitmek isteyen çok tanıdığınız var. Belki
bunlardan biri de sizsiniz.
Peni, neden?
Çünkü milenyum denilen bu çağdaki yaşam, insanları boğuyor.
Bu koşuşturmanın içinde eziliyorsunuz. Tüketim çılgınlığı içinde mutluluk
aramak, samanlıkta iğne aramak gibi… Adeta imkânsız hale geliyor.
Cep telefonu, internet, televizyon otomobil, marka giysilere
sahip olma arzusu, sınıf atlama, parayı bulma güdüleri anafor gibi sizi de
içine çekmiş savuruyor.
Aşklar bile çıkar çatışmalarının kurbanı olmuş. İhtiras
treni nerede durursa orada inmek zorunda bırakmış sizi. Bütün bunların
farkındasınız aslında.
Durup bir an düşününce bu kısır döngüden kurtulup bir
yerlere gitme isteği içinizde büyüyor. Dingin ve mutlu bir yaşam arama arzusu
içinizi kavuruyor. Biliyorum bu sıkıntılı dönemi atlatmak için hayalleriniz
var. Hiç olmazsa onu kaybetmemeye bakın. Çünkü elinizde kalan yalnızca hayalleriniz.
Ben şimdi sizlerle beraber küçük bir dünya kurmak istiyorum.
Bir ütopya. Bana ortak olun, kendinizi de o dünyanın içinde bir yerlere
yerleştirin. Hayal edin. Böyle bir dünyada yaşamak ister misiniz?
Öküzbaş çiviti ile maviye boyanan evler
Taş döşeli sokakları; tek katlı, en büyüğü iki katlı bahçeli
evleri olan bir mahallede yaşayalım. Evler kireç ile badanalanmış olsun. Biz
deniz insanlarıyız. Uzaktan da olsa denizin maviliği ara sıra gözümüze çarpıp
ruhumuzu okşamalı. Pencereler, kapılar “öküzbaş çiviti” ile mavi renge
boyanmalı ki denizi evimize taşımış olalım. Evlerin bahçelerindeki erik
ağaçları, bademler dallarındaki meyveleri sokaklara sarkıtmalı. Teneke
saksıların içindeki yaseminler, güller, fesleğenler, sardunyalar sokağı
gökkuşağı gibi renklendirmeli.
Bazı bahçelerin içindeki küçük tavuk kümeslerindeki Denizli
horozları; sabahları parlak tüylerini kabartarak serenat yapar gibi ötsün. At
arabasına koyduğu domat kasalarını, radikaları, turp otlarını, şevketi
bostanları, marulları, dereotlarını, mücevher gibi dizmiş manav Arap Ali, arada
bir kadife sesi ile “Domat, biber, patlıcan… patlasın kocan…” diye bağırarak
evinizin önünden geçsin.
Giritli balıkçı Halilaki “Bakalyera” diye bağırarak tavuk
balıklarını koyduğu el arabasını sokağın çeşmesinin yanına koysun. Sokağa çıkan
kadınlar ellerinde sepetler ile çıkıp akşama yapacakları yemeklerin
malzemelerini seçerlerken, bir taraftan da komşularına yemek tarifleri
versinler. Akşama da yaptıkları yemeklerin bir tabaklarını komşularına
göndererek sofralarını bir şölene çevirsinler.
Evlere hapsolmayan, özgür çocuklar
Erkek çocuklar mahalle aralarına dağılıp onlarca boş arsada
trafik canavarından uzak, iki taş koyarak yaptıkları kalelerde bağırıp
çağırarak, akşama kadar top oynasınlar. Kız çocukları ip atlayıp, beş taş, sek
sek oynasınlar. Susayınca şişelerin içine hapsedilmiş para ile satılan ölü
suları değil de, mahallenin çeşmesine ellerini dayayarak kana kana içtikleri
taze su ile serinleyip, acıkınca annelerinin içine güneşi koyduğu salçalı ekmek
ile dünyanın en lezzetli yemeğini yiyerek karınlarını doyursunlar.
Mahallerin gençlerinin kurdukları futbol takımının formalarını
anneleri diksin. Başka mahallelerin futbol takımları ile maç yapacak semtimizde
üç tane futbol sahası olsun. Bisiklete binmek için devasa boş araziler olsun.
Bazı çocuklar çelik-çomak oynarlarken bazıları uçurtma uçursun, ceviz oynayıp
toka çevirsinler. Delikanlılar tarlalardaki ulu dut ağaçlarının altında mangal
yakıp iki buçuk litrelik Hitit şarabını açıp Zeki Müren şarkıları söylesinler:
“Şimdi uzaklardasın. Gönül hicranla doldu.”
Her sokakta açık hava sineması
Mahallenin kadınları toplanıp küçük çocuklarını Kızılçullu
çayına götürüp, kendileri piknik yaparken onlara fındıklı pınar göledinde yüzme
öğretsinler. “Akşam hangi yazlık sinemaya gidelim?” diye tartışsınlar.
Öyle ya; Şenocak sinemasında Türkan Şoray, Ferah
Sineması’nda Belgin Doruk filmi var. Lozan Sineması’nda ise Elizabeth Taylor
filmi oynuyor.
Aptal kutusuna (televizyon) buralarda yer yok. Açık hava
sinemaları her sokakta olsun. Yıldızların altında çiğdem çitleyip, gazoz içen
genç kızlar ile genç erkekler, birbirleri ile utangaç bakışlarla flört
etsinler.
Mahallenin bir ucunda meyhane bir ucunda cami olsun. Ya da
cem evi yahut bir kilise veya bir havra. İsteyen istediği mekânda dizini kırıp
otursun. Kimsenin kimseye karışmadığı bir iklimde yaşayalım. Kürdü, Arap’ı,
Tatar’ı, Arnavut’u, Boşnak’ı, Laz’ı, Giritlisinin birbirine bir üstünlüğü
olmasın.
Çocuklar okullara yürüyerek gitsin. Servis derdi olmasın.
Okullarımızın öğretmenleri Cumhuriyet öğretmenleri olsun. Okul müdürlüri ve öğretmenleri aynı
okulda 40 yıl hizmet edip sonra emekli olsunlar.
Karadut şerbetinden süt darıya doyumsuz lezzetler
Öğleden sonra evlerimizin önüne koyduğumuz taburelerde
oturarak, karadut şerbeti satan Libyalı Arap Mehmet’i, süt darı satan Dancı
Fazlı’yı, Aşureci Kovboy Mustafa’yı evlerinde hazırladıkları doyumsuz
lezzetlerini tatmak için bekleyebiliriz.
Ressam İhsan’ı elinde fırçalar ve boyalar ile film afişi
yaparken izleyebilir, Arabacı Nasuh’un kocaman demir çemberleri; at arabasının
tekerine, ateşin gücüyle takmadaki ustalığını, nalbant Cemal’in; Eşeklerin,
atların, katırların ayaklarına bebek patiği giydirir gibi, hayvanları
incitmeden ustalık ile taktığı parıldayan nalları şaşkınlıkla seyredebiliriz.
Roman kahramanlarını aratmayan delikanlılar
Haksızlığa, hukuksuzluğa, baskıya boyun eğmeyen, ezmeyen ama
ezdirmeyen, Ayakkabıcı Behlül’ün yaptığı yumurta topuk seviri burun
ayakkabıları ile Roman kahramanları gibi kapınızın önünden geçen delikanlıları
güvende hissedebilirsiniz.
Yalın; hırstan, kavgadan, entrikadan uzak, sakin ve huzurlu
bir hayata hiçbiriniz hayır demezsiniz biliyorum.
Şimdi hayal gibi görünse de yukarıda yazdığım duyguları bana
yaşatan semtim Eşrefpaşa’yı ve güzel insanlarını sevgi ve minnet ile anıyorum.
(Yazı: Adnan Turgut - Fotoğraflar: Alpay Sönmez – Onur Şan –
İZMİR, KÜLTÜR VE TURİZM DERGİSİ)