Türkiye’nin savaştaki en büyük kaybı, en çok Kürt nüfusunun yerleşik olduğu üç parçadaki tüm Kürtleri karşısına alma sürecini tamamlamak o...
Türkiye’nin savaştaki en büyük kaybı, en çok Kürt nüfusunun
yerleşik olduğu üç parçadaki tüm Kürtleri karşısına alma sürecini tamamlamak
olacak. Yani sonun başlangıcı…
Kendi evinde yıllardır Kürt meselesini çözmekte karınca boyu
yol kat edememiş Türkiye, şimdi Erdoğan’ın faşizan saldırganlığı ile gündemin
sıcak konusu Afrin saldırısıyla birlikte Kürt meselesinde bataklığın dibine
doğru yol alıyor.
Mesele sadece askeri anlamda, Türkiye’nin Afrin’e girmesi,
kazanması, kaybetmesi veya bu savaşı yürütüp yürütemeyeceği değil. Türkiye’nin
ve bizlerin böyle bir savaştaki en büyük kaybı, son dönem Irak Kürdisitan’ına
dönük yaklaşımını da hesap edersek, en çok Kürt nüfusunun yerleşik olduğu üç
parçadaki tüm Kürtleri karşısına alma sürecini tamamlamak olacak. Yani sonun
başlangıcı…
Askeri olarak Türkiye’de ve Suriye’de, diplomatik olarak ise
(Abadi ile ilişkileri) Irak’ta Kürtlere karşı savaş açmış bir Erdoğan
Türkiye’si gerçeği ortaya çıkacak. Peki Kürtlerin bir kısmını veya tamamını
düşman olarak karşısına almış bir Türkiye’nin bunda kazancı ne olacak?
Kürtlerle sürekli bir savaş halinde olan Türkiye gerçekten ayakta kalabilir mi?
Kürtlerin bir kısmını karşısına almış Türkiye’nin son otuz
yıllık halini ve özellikle son iki yıldır yaşanan düşmanlık ve savaş
siyasetinin sonuçlarını hepimiz yakından görüyoruz, hissediyoruz. Bu savaş
neticesinde Türkiye’nin geldiği nokta, en son darbe girişimiyle birleşen
diktatöryel bir rejime dönüşmek oldu. AB’ye girme vaatleri, Kürt illerinde
OHAL’i kaldırma, demokratikleşme, vesayeti kaldırma gibi hamasetlerle iktidara
gelen AKP ve Erdoğan’ın Türkiye’yi taşıdığı son nokta, AB’den kopuş, tüm
Türkiye’de süresiz OHAL, faşizan tek adam yönetimi, anayasanın, hukukun,
parlamentonun askıya alınması ve nihayetinde bir parti devletine dönüşen AKP ve
Erdoğan vesayetidir. Ağır aksak işleyen demokrasi bile yok oldu. Ne pahasına?
Kürtleri karşısına alma pahasına.
Türkiye’nin son dönemdeki kendi Kürtlerine ve Kürt
meselesinin çözümüne yaklaşımının da gösterdiği üzere genel olarak Kürtlere
yaklaşım, Türkiye’nin kaderini tayin ediyor. Ki bu Türkiye’deki pek çok
aklıselim insanın rahatlıkla görebildiği, anlayabildiği ve öngörebildiği bir
durum. Kendi Kürtlerine yaklaşımın Türkiye’yi sürüklediği durum ortadayken
Suriye Kürtlerini de savaşarak karşısına alacak bir Türkiye’nin varacağı
noktayı tahmin etmek, güç olmasa gerek. Hele ki şu an sadece Efrin'le sınırlı
gibi görünse de aslında bir bütün olarak Rojava’yı kendisine bir tehdit olarak
gören ve ne pahasına olursa olsun buraya müdahale için fırsat kollayan Türkiye,
Kürtleri uzun soluklu bir savaş ve düşmanlık çemberinde karşısına almanın
getireceği sonuçları idrak etmiyor.
Parçalanmışlıklarına, yıllardır yaşadıkları sömürgeci devlet
politikalarına rağmen Kürtlerin ortak bir ulusal reflekse sahip olduğunu
hepimiz 6-7 Ekim Kobane sürecinde deneyimleyip gördük. Kobane’de IŞID
barbarlığına karşı verilen onurlu kurtuluş mücadelesi, bugün tüm Kürtlerin ve
dostlarının hafızasında canlı bir örnek olarak yer alıyor. Türkiye Kürtleri,
bir halkın arasına çekilmiş suni devlet sınırlarını adeta “yürüyerek” yerle bir
etmişti. Günlerce Kürdistan sokaklarından evlerine çekilmedi. Bu ruh sayesinde,
Kobane’deki direniş, tüm Kürtlerin ortak tarihi haline geldi. Kürtler bu ortak
tarih yazımında Erdoğan’ın “Kobane düştü düşecek” sözünü üst başlığa taşıdı. Bu
söz, sadece AKP’li olmayan Kürtleri değil, bizzat AKP içinde artık kendi
varlığını inkar duruma gelmiş Kürtleri bile rahatsız etmeye yetmişti.
Şimdi Türkiye, Erdoğan’ın saldırgan Kürt politikasıyla
birlikte Efrin’de yeni bir dönemece daha girecek görünüyor. Kürt cephesinden
gelen kararlı ve inançlı açıklamalar, Erdoğan’ın hiçte hesap edemeyeceği bir
sonuçla karşılaşacağını gösteriyor. Ki Erdoğan’ın açıklamalarının sertliği de
karşı tarafın “kolay lokma” olmadığını anlamaya yetiyor. Öyle ki Erdoğan,
Cerablus’a girerken IŞID’e karşı bile bu tonda açıklamalar yapmamıştı. YPG/YPJ
öncülüğündeki Kürt ordusu, hem sahadaki askeri deneyimleri, hem sahip olduğu
askeri olanaklar hem de Suriye savaşı boyunca Kobane ve Rakka’nın IŞİD’ten
temizlenmesi gibi tarihi önemdeki askeri başarıların verdiği özgüven ve
motivasyonla Efrin savunmasında Kürtlerin ortak tarihine yeni bir sayfa yazma
kararlığında görünüyor.
Böyle bir savaşın Türkiye’ye en büyük maliyeti ise, hem
içerdeki hem de en yakın sınır komşusu Kürtleri de kapsayacak biçimde Kürtlerin
tamamını karşısına almak ve Kürtlerle arasındaki her tür köprüyü yıkmak olacak.
Türkiye bir anlamda Kürtler konusunda bir harikiriye girişiyor. Tarih
kitaplarında bu dönemler, Türkiye ile Kürtlerin “ayrılık savaşlarının”
başlangıcı olarak yazılacak. Bu savaş hezeyanları, böyle bir savaş, kısa süreli
dahi olsa, kazananı ya da kaybedeni dahi olmasa, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın düşmanlığının
kadim olduğunu Kürtler’in kollektif hafızasına kazımaya yetecek.
Kürtlerle birlikte yaşamak için, Kürt meselesini çözmek için
demokrasi, eşitlik ve barış dışında başka bir yol yok... (ÇETİN GÜRER-ARTIGERÇEK-gurercetin@artigercek.net)