"Her şey bir yana, referandumda bir tek HAYIR oyu için bile
verilmiş onca emek, pratikte, hep birlikte ve sadece Erdoğan’ın istediği
noktaya gelinmek için mi verilmiştir? 23.777.091 tane HAYIR’ın namusu, haysiyeti ve onuru
böyle mi korunur?"
16 Nisan 2017’de, gördüğü tepkiler nedeniyle, adı sonradan “Partili
cumhurbaşkanlığı” olarak değiştirilen “Başkanlık Sistemi”nin ve fiilen yok
hükmüne indirgenen bir meclise milletvekili seçmenin de içinde yer aldığı
anayasa değişiklikleri için bu ülkede bir referandum yapıldı ve bu referandumda
oy kullanan seçmenlerin yaklaşık yüzde 49’unu yakalamayı başarmış 23.777.091
insan, sözünü ettiğim anayasa değişiklikleri için HAYIR oyu kullandı. Bu
referandum için iddia edilen “oy çalma” meselesine girmeyi gerekli görmüyorum,
çünkü işin bu kısmı bu yazının konusu değil.
Şimdi de aynı ülkenin, yani Türkiye’nin önüne, o referandumla
“kabul görmüş(?!)” anayasa değişikliklerinin bir gereği olarak yeni bir seçim
daha kondu. Bu seçimle, başkan ve tuhaf, hatta yok hükmünde bir meclisin aslında
hiçbir anlam ifade etmeyecek olan vekilleri belirlenecek.
Bu arada bu başkanlık nereden çıktı, neden böyle bir şeye
ihtiyaç hissedildi, meclis neden yok hükmüne indirgendi, yok hükmüne
indirgendiyse neden milletvekilleri de seçilecek, ülkenin böyle bir yapıya ve
duruma ihtiyacı var mıydı gibi birçok soruya, tıpkı yukarıda sözünü ettiğim “oy
çalma” meselesi gibi girmeyi gerekli görmüyorum, zira bu sorular ve cevapları
da bu yazının konusu değil.
Bu yazının konusu, 16 Nisan referandumunda yaklaşık yüzde 49’u
yakalamayı başarmış 23.777.091kişi ve bu çok çok önemli kitlenin verdiği HAYIR
oylarıdır. Şimdi bu yüzde 49, referandumda HAYIR dediği bir tezgahı 24 Haziran’da
oylamaya hazırlanıyorsa, bir yazı konusu olmayı da hak ediyor demektir.
Kestirmeden gidip bundan bir önceki yazımda sorduğum soruyu tekrar
sorayım; O referandumda, doğrusunu yaparak, “siktir” çeker gibi HAYIR
çektiğimiz “Başkanlık Sistemi”ni şimdi neden oylayacağız? Ya da o referandumda
neden HAYIR dedik ve neye HAYIR dedik? O zaman mı delirmiştik, yoksa şimdi mi
deliriyoruz?
Bu sorunun ardından, yine o yazımda sorduğum ikinci soruyu
da tekrar sorayım; Sadece “Başkanlık Sistemi”ni oylayacak olmamızla bitmiyor
saçmalamak… Bir de, “Başkanlık Sistemi”ne kuyruklanmış milletvekili seçimi var.
O referandumda "Başkanlık Sistemi"ne HAYIR diyen bizler, bir de buna
HAYIR dememiş miydik?
Ben bu soruları sorduğumda, gelen bütün tepkiler; Erdoğan’ın
dışında kim seçilirse seçilsin, derhal “Türkiye’nin fabrika ayarları”na
dönüleceği etrafında toplandı. Her şey bu kadar basitti yani ve bu kadar kolay.
Bence işin magazin kısmı olan bu karşı çıkışa bu yazıda yer açmanın kendi
hesabıma komik olacağını belirterek sadece şu soruyu sormak istiyorum; “Türkiye’yi
fabrika ayarları”na döndürmenin tek yolu, çok değil, sadece 1 yıl önce HAYIR
denilen bir tezgahı oylamak mıdır? 16 Nisan referandumunda Hayır diyen yaklaşık
24 milyon insan, böylesi bir noktaya nasıl ge(tiri)lmiştir?
İşte tam da bu noktada takdir etmek gerekir ki, Erdoğan’ın çok
büyük başarısı ortaya çıkmaktadır. HAYIR dediği bir tezgahı 60 gün sonra tıpış
tıpış gidip oylayacak olan 24 milyon kişiyi böyle bir noktaya getirebilmek
yabana atılacak bir başarı olmasa gerektir. Hatta ben bu başarıya, Erdoğan’ın
24 Haziran’dan önceki ilk galibiyeti bile diyebiliyorum.
Meselenin bir de ahlaki boyutu vardır. Erdoğan’ı indirmenin
tek yolu sadece 24 Haziran seçimi midir? 16 Nisan’da HAYIR demiş olan 24 milyon
kişinin deneyeceği ya da başvuracağı başka seçenek ya da seçenekler yok mudur?
Yoktur cevabı ve arkasından gelmesi kuvvetle muhtemel “fabrika ayarları”
teranesiyle standart bir ahlak nerede ve nasıl kesişir? Veya kesişebilir mi.
İnançla ve “siktir çeker gibi” çekilmiş bir HAYIR’dan, HAYIR denilen tezgahı
oylama noktasına gelinmiş olmasının herhangi bir ahlaki açıklaması, ahlaki
gerekçesi olabilir mi? Öyle ya, o referandumda neden HAYIR dedik ve neye HAYIR
dedik ki biz? 16 Nisan’da çekilen HAYIR’ın namusuyla, Hayır çektiğimiz tezgahı
oylamaya gitmeyi kim bağdaştırabilir, ne bağdaştırabilir, nasıl bağdaştırabilir
ve nerede, hangi noktada bağdaştırabilir? Her şey bir yana, referandumda bir
tek HAYIR oyu için bile verilmiş onca emek, pratikte, hep birlikte ve sadece Erdoğan’ın
istediği noktaya gelinmek için mi verilmiştir? 23.777.091 tane HAYIR’ın namusu, haysiyeti ve
onuru böyle mi korunur?
Şimdiye kadar söylediğim şeyi bir kez daha tekrarlamanın bu
yazıdaki zamanı gelmiştir. 24 Haziran seçimini de Erdoğan kazanacaktır. Çünkü, arkasındaki
muazzam devlet gücü ve anti demokratik yasalar bir yana, tıpkı 16 Nisan
referandumunda olduğu gibi, oy sayma mekanizması ve sistemi Erdoğan’ın
elindedir. O referandumun sonuçlarının bir, birbuçuk saat gibi çok kısa bir
sürede açıklanmış olması ve alelacele “EVET”in kazandığı(?!)nın ilan edilmesi,
hatta ve hatta, daha oy sayımı bitmeden, ünlü “Balkon”un hazır hale getirildiği
unutulmamalıdır. 7 Haziran seçimlerinin Erdoğan’a aktardığı en önemli
tecrübelerden biri de 16 Nisan’daki işte bu inanılmaz ön alma ile ülke tarihine
geçmiştir.
Bu yazıyı, “tükenmiş ve meşru olmayan bir galibin(!?),
hiçbir şey yokmuş gibi devam etmesi imkansızdır, yüzde 49 HAYIR’ın namusunu
korumak için atılacak her adım, bu ve benzeri tespitlerin akıllardan
çıkarılmamasıyla atılmalıdır” diyerek bitirelim. (HAYRİ GÜNEL)