Charles Aznavour 1 Ekim’de hayatını kaybetti. Aznavour
Türkiye medyasında sanatından çok, ASALA, Ermeni Soykırımı ve Karabağ Savaşı
ile haber olmuş, şarkıları, filmleri uzun yıllar yasaklanmıştı…
Fransız ve Ermeni dünyasının en önemli sanatçılarından biri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ifadesiyle “üç kuşağın sevinçlerine ve acılarına eşlik eden” Charles Aznavour, 1 Ekim’de hayatını kaybetti.
Fransız ve Ermeni dünyasının en önemli sanatçılarından biri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ifadesiyle “üç kuşağın sevinçlerine ve acılarına eşlik eden” Charles Aznavour, 1 Ekim’de hayatını kaybetti.
Aznavour’a göre, kendisinin hayata gelmesi bile aslında
sadece bir olasılık, bir tesadüftü.
Emre Aral Altuntaş tarafından Türkçeye çevrilerek Aras
Yayıncılık tarafından yayımlanan “Geçmiş Zaman Olur ki” adlı otobiyografisinin
daha en başında, buna neden olarak ailesinin yaşadığı süreci işaret ediyordu:
“Uzun yürüyüşünde, İstanbul ile Şam arasındaki o kahrolası
çöl yolculuğunda ıstırap çekerek, terleyerek, zorlanarak hayatta kalmaya
çalışan babamın sıvılaşmış sperminde kısılıp kalabilirdim. (…) Zavallı annem
düşük yapıp beni çölün kumlarına bırakabilirdi; ben bu dünyadan göçerken, o da,
bacakları kan içinde, ölüme doğru yavaş ve çetin yürüyüşüne devam edebilirdi.”
Ancak küçük Charles’ın, daha doğrusu gerçek adıyla Şahnur’un
kaderi bu olmadı.
Adapazarı doğumlu annesi Knar Bağdasaryan ile Ahıska doğumlu
ve Charles Aznavour’un deyimiyle “Ermeni asıllı Gürcü” olan babası Mişa
Aznavuryan tehcir felaketinden hayatlarını bir İtalyan gemisine atlayarak
kurtardılar. Aile, önce Selanik’e, ardından Fransa’ya ulaşıyordu. Charles
Aznavour da ABD’ye gitmeye çalışan ailenin bir ferdi olarak 22 Mayıs 1924’te
Paris’te doğacaktı. Şahnur Vağinag Aznavourian adı ile.
Gelecekte kendisini hem Ermeni hem de Fransız hissettiğini
sık sık sık vurgulayacaktı: “Kendimi Fransızdan çok Ermeni olarak mı
hissediyorum? Bu soruya verebileceğim tek bir yanıt var: Yüzde yüz Fransız ve
yüzde yüz Ermeni. Sütlü kahve gibiyim ben; iki malzeme bir kez karıştı mı bir
daha birbirinden ayrılamaz.”
Hem annesi hem babası sanatçı olan Charles Aznavour’un
yıldızı doğduğu Fransa’da parlarken İstanbul’a ilk gelişi 1959 yılında
olacaktı. Gazeteler bunu, “Halen Fransa’nın en meşhur bestekâr ve şarkıcısı
Charles Aznavour 7-11 Mart’ta Kervansaray’da” diye duyuruyordu. Bu onun ilk ve
tek gelişi de olmayacaktı. İleriki yıllarda İstanbul’da yine sahne alacaktı.
Ancak yıllar sonra konjonktür değişecekti. Ermeni Soykırımı önce 1965’te
dünyanın dört bir yanında anılması, ardındansa 1973’te Kurken Mıgırdiç
Yanıkyan’ın Los Angeles Başkonsolosu ve yardımcısını hedef alması ile
Ankara’nın gündemine girmeye başlıyordu.
Charles Aznavour’un bu dönemde, 1975’te yaptığı bir şarkı
Türkiye ile ipleri geriyordu. Kitabında “Nihai çözüm mü? Iskaladınız işte, beni
ele geçiremediniz. Kimilerinin hoşuna gitmese de anılara bağlı biri olarak
kaldım ben” diyen Aznavour, 1975’teki “Ils sont tombés” ile soykırıma atıfta
bulunuyordu.
Ils sont tombés sans trop savoir pourquoi
Hommes femmes et enfants qui ne voulaient que vivre
Avec des gestes lourds comme des hommes ivres
Mutilés, massacrés les yeux ouverts d'effroi
Ils sont tombés en invoquant leur Dieu
Au seuil de leur église ou le pas de leur porte
En troupeaux de désert titubant en cohorte
Terrassés par la soif, la faim, le fer, le feu
Sebebi nedir bilmeden devrildiler
Erkekler kadınlar çocuklar, ki yaşamaktı tek istedikleri
Sarhoşlar gibi ağır ağır devrildiler
Sakat bırakılmış, katledilmiş, korkudan gözleri açık
Tanrı'nın adını anarak yıkıldılar yere
Kilisenin önüne ya da kapının eşiğine
Çölde sürüler gibiydiler, sendeleyip ilerlerken
Susuzluk, açlık, demir ve ateş mahvetti hepsini
Bu dönemden itibaren Aznavour’un adı Türkiye medyasında
farklı yankılanacaktı. Artık yasaklıydı. Hatta bu yasağın “yanlışlıkla”
delinmesi bile tartışma yaratıyordu. 4 Nisan 1977’de TRT’nin “Tobruk’a Bir
Taksi” filmini yayınlayacak olmasına Cumhuriyet gazetesi tepki gösteriyor,
“Hayret bizim milliyetçi TRT’nin gözünden nasıl kaçmış. Filmde şarkıları ile
TRT ekranlarına gelmesi yıllardır yasak, Ermeni asıllı şarkıcı Charles Aznavour
da var” diyordu.
Bunun üzerine TRT yönetimi harekete geçiyor, yasak hızla
geliyordu. Ancak bu yasak da Cumhuriyet’in eleştirisine neden oluyordu.
18 Nisan’daki “Charles Aznavour’un filmi yasaklandı”
başlıklı yazıda, “Cumhuriyet’in küçük notu, TV’nin büyük milliyetçilerinin
gözünü açtı” deniliyor, ancak bu film tartışmasının da “Ermeni propagandasına
yarayacağı” iddiası ile TRT yönetimi bir kez daha eleştiriliyordu:
“Dünya’daki Türkiye ve Türkler aleyhine söylenmedik söz
bırakmayan ve her nisan ayında seslerini daha fazla çıkaran Ermeni
propagandasına karşı, televizyonda üstelik Türkiye aleyhine konuşmaları ile
ünlü sanatçının filmini oynatmak, dünya kamuoyu önünde Türkiye’nin itibarını
artırır mıydı, azaltır mıydı, bunu düşünmediler tabii. Bir silah daha verdiler
ellerine. Şimdi ‘İçinde Ermeni var diye Türkiye’de filmler yasaklanıyor’ diye
kıyameti koparacaklar. İşte TRT’nin milliyetçilik anlayışı!”
Türkiye medyasından Charles Aznavour’a en sert tepki ise
80’li yıllarda geliyordu. ASALA davalarına katılması ve militanlar için
gönderdiği mesajlar tepki çekiyordu. Çünkü Aznavour, Paris Ağır Ceza
Mahkemesi’ne yazdığı mektupta Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu’nu basan dört
ASALA militanının serbest bırakılmasını istiyordu.
Anadolu Ajansı’na göre Aznavour katilleri savunuyor
Anadolu Ajansı’nın haberine göre Aznavour “acıklı ifadelerle
dolu mektubunda mahkemeyi etkileme” amacını taşıyordu. ASALA militanlarının
“Türk Konsolosluğu’nu kana bulayan dört katil” diye anıldığı haberde
Aznavour’un mesajı aktarılıyordu.
Aznavour’un “Genç Ermenilerin günümüz dünyasında
varlıklarını ve kimliklerini aradıklarını” söylemesi, “ABD’nin Kızılderililere,
Almanya’nın da Yahudilere soykırım uyguladığını kabul ettiğini, Ermenilerin
soykırıma uğradıklarının kabul edilmediği ve dünya davalarına kulak tıkadığı
için şiddete başvurduklarını” yazması ve kendisinin şiddete karşı olduğunu
vurguladıktan sonra “Kalben bu kökünden kopmuş gençleri mahkum edemediğini”
ifade edip mahkemeden “Bir defalık olmak üzere onların da affedilmelerini”
istemesi tepki çekiyordu. Haberde Aznavour için “Her zaman olduğu gibi tarihi
gerçekleri çarpıtarak katilleri savunuyor” deniliyordu.
Charles Aznavour 1990’lı yılların Türkiye’sinde, ASALA ile
olmasa da bu kez bir başka gündemle anılmaya başlanacaktı: Karabağ Savaşı.
Hakkındaki iddiaları otobiyografik kitabında da yalanlayacaktı:
“Karabağ’a silah da göndermedim. Azerilerle Karabağ Ermenileri
arasındaki çatışmalar sırasında silah alımı için para da toplamadım. Kadınların
ve çocukların yaralanmasını ya da öldürülmesini amaçlayan bir eyleme
girişemeyecek kadar saygım var insanoğluna.”
Fakat Türkiye medyasında Charles Aznavour karşıtı bir cephe
oluşmuştu bile.
“Aznavur’un Şırnaklılarla alay edercesine propagandasını
yapmak…”
23 Ağustos 1992’de Milliyet gazetesindeki haberde, tıpkı
1977’de Cumhuriyet’in yaptığı gibi Aznavour’a karşı TRT’ye bir çağrı vardı:
“Türk düşmanlığı kokan şarkıları ve faaliyetleri ile tanınan
Ermeni asıllı Fransız şarkıcısı Charles Aznavur dün TRT’de yayınlanan programı
kamuoyunun büyük tepkisine yol açtı. Program devam ederken gazetemizi arayan
okuyucular, TRT’nin vurdumduymazlığını sert dille eleştirerek şunları söylediler:
‘TRT ne yapmak istiyor?’ Sabah televizyonlarımızda Şırnak’tan yapılan
röportajlarda vatandaşlar ‘Bu olayların arkasında Ermeniler var, uyumayalım’
mesajları verip dikkat çekerken aynı gün öğleden sonra Türk düşmanlığı ile
tanınan Charles Aznavur’un Şırnaklılarla alay edercesine üç kez ayakta
alkışlanışını göstermek, onun ve düşüncelerinin propagandasını yapmak da nedir,
kime hizmettir, bu ne gaflettir?
Habere göre Gençlik ve Spor eski bakanlarından Zekai Baloğlu
da devreye girmişti: “Program yayınlanmaya başlayınca İstanbul Televizyonu
Yayın Sorumlusu Giray Dadaşoğlu’nu aradım, ‘Elimden bir şey gelmez’ dedi. Bu
kez Ankara’yı aradım ve TRT Yayın Sorumlusu Cem Erdem ile görüştüm. O da
‘Elimden bir şey gelmez, pazartesi günü şikayetinizi yaparsınız’ dedi.”
Yıllar geçti, Fransa’nın Ermeni Soykırımı’nı tanıması ile
Aznavour yeniden gündeme geldi. Bu Aznavour için tarihi bir andı. “Fransa
Ermeni Soykırımı’nı tanıdı. (…) Sonunda oldu ama ben ülkemin verdiği bu
karardan gurur ve memnuniyet duysam da davamın haklılığıyla pervasızca
böbürlenmiyorum. Zaten bu mesele hakkında hiçbir zaman keskin bir tavrım
olmadı. Annem, babam için önemli olan şey soykırımın tanınmasıydı; tazminat,
toprakların ya da evlerin geri verilmesi temel sorunlar değildi onlar için – kimi
mükemmel, kimi de acı mı acı çok fazla anıyı barındıran o ülkeye geri dönmeyi
hiç istemediler.”
Charles Aznavour’un Ankara için “ılımlı” görünmesi ise
2011’de yankı yaratan sözleri nedeniyle oldu. Aslında bakış açısı yeni değildi.
France-2 TV kanalına verdiği röportajda “Soykırım kelimesi rahatsız edici bir
kelime ve beni de rahatsız etmeye başladı” diyor ve şöyle devam ediyordu:
“Bazı Ermenileri kızdıracağım ama sorun değil, söylemek
istediğim şu: Eğer Türkler kendilerini rahatsız edenin soykırım kelimesi olduğu
dürüstlüğünü gerçekten gösterirlerse, o halde sınırların açılması için başka
bir kelime buluruz ve Türk hükümeti de -Türkler değil, Türk hükümeti diyorum-
bizlerle diyaloga geçmeyi düşünür.”
Diyalogun önemine vurgu yapan Aznavour’un ilerleyen yıllarda
da isteği yeniden Türkiye’ye gelmekti, “Türk halkının amansız düşmanı olmadım
hiç. Bugün annemin doğduğu ülkeyi ziyaret etmek gibi bir hayalim var, ama… ama…
ama…” diyordu. Ve kendisine resmi davet gelmediği için ziyaret edemedi de…
Arkasındaysa “Bir Türk dosta mektup” bıraktı:
Ayağına diken batmış
Kardeşim
Benim de yüreğimde var bir tane
Senin için de
Benim için de
İşleri zorlaştırıyor
Kötüleştiriyor
Gülün dikenleri var
Dikkat edilmezse
Bir damla kan belirir
Parmak ucunda
Ama
Dikkat edilirse eğer
Güzelliğini sunar gül
Günlerimizi güzelleştirir, misletir
Hatta
Damağımızı okşar
Tatlılığıyla hoşluğuyla
Gülü severim
Dikeni var
Elden ne gelir
Kardeşim...
Çıkartmaya karar verseydin
Yüreğimdeki dikeni
Senin ayağındaki de
Yok olur giderdi
Sen de ben de
Özgür olurduk
Ve kardeş.
(SERDAR KORUCU-BİANET)