Ekim Devrimi’nin 101. yıl dönümünü Türkiye’de ekonomik kriz tartışmaları ile karşılıyoruz. Ekonomik sorunların geniş bir coğrafyaya yayılması (Venezuela, Arjantin, İran) ve her ülkede farklı biçimlerde ortaya çıkması, tartışmaları çeşitlendirdiği gibi asıl odakta da kaymaya sebep oluyor. Örneğin Türkiye’de kapitalist üretim biçimi ve bunun yapısal sorunu olarak ortaya çıkan ekonomik problemler “finansal aksiyonlar, merkez bankasının işlevi ve uygulamaları veya uluslararası ilişkilerdeki gerilimlere” indirgeniyor. Her ülke de krizin ortaya çıktığı biçim veya yüzeysel sebep tartışmanın şeklini belirliyor. 
Ancak kapitalizm 19. yy’dan beri krizlerle, bu krizlerin şiddetli etkileriyle sarsılıyor ve işçilerin, emekçilerin kazançları, kazanımları üzerine basarak ayakta durmaya çalışıyor. Bunlardan en sarsıcı olanı ve gözlemlenebilir alternatif bir üretim biçiminin var olduğu 1929 krizi Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde sosyalist ekonomi modelini anlamak ve bugünkü tartışmaları doğru bir odağa oturtmak için ele alınmaya oldukça müsait. 
1929 KRİZİ 
Öncelikle hangi ülkede nasıl ortaya çıkarsa çıksın tüketim kapasitesini aşan üretim ve bunun sonucunda üretilen ürünlerin satılamaması, kapitalist üretim biçiminde krizlerin/ekonomik sorunların temel sebebidir. Yani üretimin; pazarlardan hızlı büyümesi ve buradan krizin de temelini oluşturan aşırı üretimin ortaya çıkması; kaçınılmaz alarak önce stokların artmasına, üretimin kesintiye uğrayarak sürmesi ve büyüme hızının düşmesine, kapanan, üretime geçici ya da uzun süre ara veren işletmelerin artmasına ve kapitalist işletmeler arasındaki ticaretin düşmesine neden olurken, işsizliğin artması, gerçek ücretlerin ve alım gücünün gerilemesine bağlı olarak tüketim malları pazarının da daralmasına yol açıyor. 
1929 krizinde de temel neden bu olmasına rağmen ilk başta bir finans krizi olarak görülmüş, sebebi de bankaların kötü yapılanmasına ya da tek başına tröstlerin varlığına indirgenmişti. Ancak etkilerinin finansal olacağı tahmin edilen süreç kısa süre sonra Büyük Buhran olarak anılacaktı ve krizin ortaya çıktığı gün “Kara Perşembe” olarak tarih kitaplarında yer bulacaktı. Ve bugün krizin asıl sebebi “talebe oranla aşırı üretimin uluslararası alanda fiyatların düşmesine neden olması, piyasa ekonomisini izleyen ülkelerde fiyatların düşmesi ile işletmelerin üretimlerini durdurması ve kapanması ve bunun tetikleyici etkisi” olarak açıklanıyor. Yani finansal piyasalardaki gelişmeler sadece fitili ateşlemişti. 
Faturası oldukça ağır olan bu kriz dünyanın en güçlü ekonomisi olarak anılan Amerika Birleşik Devletlerinde uluslararası ticaret hacmini yüzde 25 daraltmış, işsizlik, ABD’de çalışan nüfusun yüzde 25’i düzeyine çıkmıştı. Amerikan endüstrisindeki üretim fazlalığından doğan bunalımı, ciddi bir tarımsal bunalım ve mali bir çöküntü izlemişti. 1930’da, 1929’a nazaran iflaslar yüzde 46 arttı. Çelik üretimi yüzde 35, pamuk sarfiyatı yüzde 37, yevmiyelerin toplam miktarı ise yüzde 28 düştü. 
Amerika’da bankalar ya iflas etti ya da ödemelerini erteledi. Fabrika işçilerinden, ustalara; terzilere doktorlara, katiplere varana kadar, hemen her iş kolunda işsizlik hakimdi. 1932 yılının başlarına kadar tespit edilen işsiz sayısı 7.5 milyon kişiyi buldu. Her işsizin üç kişilik bir ailesi olduğu düşünüldüğünde, parasızlık çeken insan sayısı 22.5 milyondu. Bu durum, Amerika nüfusunun beşte biri kadar bir rakamı ifade ediyordu. Amerika’da işsizlikle birlikte açlık tehlikesi de baş gösterdi. Açlık yürüyüşleri düzenlenmeye başlandı. 300 açlık yürüyücüsü başkent Washington’da seslerini hükümete duyurmaya çalıştı. Aç insanlar sokaklarda gezmekteydi. 
Avrupa’da da durum pek farklı değildi. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, 1932 yılına kadar büyük bir “İşsizler Ordusu” meydana getirdi. “İşsizler Ordusu”, Almanya’da 7, İngiltere’de 4 milyon kişiyi topladı. Kriz Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri için neredeyse İkinci Dünya Savaşı’na kadar böylece devam etti. 
ANARŞİK ÜRETİME KARŞI PLANLI ÜRETİM 
Peki tüm bu felaketler artık tahmin edilebilir olduğu halde neden aşırı üretime devam ediliyor. Çünkü Kapitalist üretim modelinde temel motivasyon kârdır. Serbest piyasa modeline göre örgütlenen ekonomide aynı ürünü üreten birden fazla şirket vardır. Bu şirketler merkezi bir planlamadan bağımsız daha çok satmak, daha çok kâr elde etmek için anarşik bir şekilde üretime devam ederler. Bununla birlikte sadece bir avuç patron için doğal kaynaklar gereksiz yere tüketilir, işçiler uzun saatler çalışmak zorunda kalarak sosyal hayattan kopartılır. Karikatürize edecek olursak kapitalist üretim tarzının hakim olduğu bir bölgede, merkezi bir planlama olmadığından, bir ürün birçok firma tarafından ihtiyacın üzerinde üretilir. Toplamda 500 adet olan ürün ihtiyacın çok üzerindedir. Ancak firmalar merkezi bir plandan ve birbirlerinden bağımsızdır. Ellerindeki ürünleri satmak için reklam sektörü gibi tüketimi teşvik eden metotlar geliştirirler. Bunun içinde fazladan doğal kaynak ile insan gücü harcanır. Temel motivasyon kâr olduğu için üretim hiçbir zaman tatmin etmez. Ve en nihayetinde krizi tetikleyen aşırı üretim birikimi meydana gelir. Yani yukarıda ortaya koyduğumuz tablo. 
Sosyalist iktisadi modelde ise temel motivasyon ihtiyaçları karşılamaktır. Üretim, yerellerin ihtiyaçları ve önerileri üzerinde yükselen merkezi bir planlamaya bağlıdır. Ürün fiyatları katıdır. Dolayısıyla enflasyon da yoktur. İhtiyaç temelli üretim olduğu için doğal kaynaklar gereksiz yere tüketilmez. Çalışma saatleri kapitalist ülkelere göre çok daha düşüktür. İşçiler sosyal hayatın bir parçasıdır. Kendilerine ve sosyal yaşamlarına daha çok vakit ayırırlar. İşsizlik yoktur. Plan işçiler ile birlikte hazırlanır. Her ürün için aynı süreç uygulanır. En nihayetinde bunun karşılığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde refahın artması ve adil bir biçimde paylaşılması olmuştur. 
Bu ekonomi politikalarının daha somut karşılaştıracak olursak 1929-1932 arası bütün dünya krizin ağır koşullarını kaldırmaya çalışırken, milyonlarca insan işsizliğin pençesinde kıvranırken, Sovyetlerde tek bir kişi bile işsiz değildi. Yine aynı dönemde Amerika’da açlık yürüyüşleri yapılıyorken Sovyetlerde en vasıfsız ve düşük ücretli işçi bile 125 ruble (ortalama 270 ruble) alıyordu. Kira 2-3 ruble, elektrik, su faturaları 1 ruble kadardı. Yine bu ekonomi politikaları sayesinde Sovyetlerde 1929’da 7 saatlik iş günü uygulamaya konuldu. Çalışma koşullarının ağır olduğu bir dizi sanayi dalında ise 6.5 ve hatta yer yer 4 saatlik iş günü uygulandı. Sovyetler Birliğinin sabit fiyatlarla milli geliri, 1928-1937 döneminde yılda yüzde 5 ile yüzde 5.5 arasında artmıştı. Bu oranlar, o dönemin dünya ekonomilerinin büyüme hızlarıyla kıyaslandığında, en yüksek büyüme hızıydı. Ki gelişmiş kapitalist ülkelerin altyapısının en az iki yüz yıllık bir sömürgeci birikime dayandığı gerçeğine rağmen. Yani kısaca bu ekonomi modeli, tarihe “Büyük Buhran” olarak geçen krizden bile etkilenmeden yoluna büyüyerek devam etti. (YAĞIZ SANEM-EVRENSEL)
Daha yeni Daha eski