'Sessiz konuş oğlum duyan olur. Şey ııııııı... Komünist küfür gibi bir şey işte oğlum! Nereden bileyim bu mevzu bizi aşar işimize bakalım.'
Memet ustanın öfkesini yüklediği çekiç demiri inletiyordu. Kasları gömleğe sığmıyor, kırışık yüzü terden parlıyordu. İri cüsseliydi. Asık suratıyla ateşe baktığı gibi baktı mı, karşısında demir bile erirdi. Öte yandan ipek gibi kalbi vardı, karıncaya bile yol verecek kadar kibar ve alçak gönüllüydü. Saçlarının beyazında akıp gitmişti zaman. Gözleri çukura gömülmüş kara elmas gibiydi. En iyi Mahmut bilirdi ustasının kalbini. Aynı vardiyada çalıştığı için mutluydu.
Mahmut’un hafif sarıya çalan saçları, kırılmaya hazır kibrit çöpü gibi bedeni, yuvarlak yüzü, geniş alnı, yeni terlemiş bıyıkları ve yosun yeşili gözleri vardı. Gülümseyince bütün bedeni eşlik ederdi. Genç adam atölyenin neşe kaynağıydı. Tükenmeyen enerjisi bütün atölyeyi aydınlatırdı. Memet usta ile Mahmut dev eksantrik pres makinesinde çalışırlardı. Makinenin verdiği baskı gücü yüzlerce balyoz darbesi kadar güçlüydü. Sıcak demiri peynir gibi eziyordu. Mahmut bu mucizevi makinenin işleyişine hayran kalırdı. Yorulduğunda makinenin sesi beyninde zonklardı.
“Usta! Usta! Makinenin sesi kafamı şişirdi gece vardiyası bitmiyor, bitmiyor!” derdi.
Bakışlarını yere eğdi Memet usta. Koca ömrü çürüyüp gitmişti bu sesi duyarak...
Ellerinin nasırına baktı, demirden de sertti. Ağır ağır kaldırdı başını. Mahmut’un gözlerinden kaçırdı gözlerini ve makineyi kapattı:
“Yüzümüz gülecek oğlum elbet yüzümüz gülecek” dedi.
Başını kaldırıp tekrar Mahmut’a baktı. Mahmut yüzündeki teri yere döküp:
“Birazdan gün aydınlanacak usta gündüz vardiyası gelecek. Cafer usta bize meyveli gazoz getirir, serin serin içeriz içimiz ferahlar” dedi.
Mahmut konuştukça coşkulu sesi, mutluluk veriyordu.
Meyveli gazoz nasıl kutsal bir şey, şişelere neşe doldurmuşlar diye düşünürdü Memet usta.
Gün aydınlandı mı serin rüzgar taze çiçek kokusu ile eserdi atölyenin kapısında. Dışarıya mermi gibi fırlardı Mahmut. Kollarını açar, gözlerini kapar, rüzgar yüzünü öpünce serinliğiyle damarlarında müthiş coşku akardı. Çocuksu gülüşü yüzüne yayılır, mayışırdı, kalbi yerinden oynarcasına coşardı:
“ Usta! Usta! Beni sevgili öptü!” derdi sevinçle...
Memet ustanın kırışık yüzünde tebessüm oluşurdu...
Makineyi tekrar açar:
“Oğlum aynada baktın mı kendine? Seni öpen zehirlenir” derdi o an.
Mahmut gülümser, Memet ustayla kahkahalar atarlardı. Gece güne kavuştuğunda Mahmut’un midesinin boşluğunda alarm çalardı.
“Annem sabahları taze somuna sana yağı sürer, yanında çay kebap gibi gelir. Usta sahi kebabın kokusunu biz alırız da kebabı kim yer, günah bize biçilmiş kaftan da sevabı kime kalır?” dedi.
Memet usta Mahmut’un sabaha karşı saçmalamasına anlam veremezdi ama alışmıştı.
“Oğlum geceyi devirdin sabahı görünce cesaretlendin. Yine tekerleme gibi peş peşe soruları sormaya başladın sus oğlum! Sus! Bize komünist derler işten atarlar.”
“Usta komünist ne demek?”
“Sessiz konuş oğlum duyan olur. Şey ııııııı... Komünist küfür gibi bir şey işte oğlum! Nereden bileyim bu mevzu bizi aşar işimize bakalım.”
Mahmut aklından geçenleri dile getiriverdi. Kızgın demir gibi yüreği tavlansın istiyordu:
“Hayatımda biri olsun istiyorum be usta! Kalbimi dolduracak biri. Boylu poslu kara kaş kara göz de istemiyorum, yüreği temiz olsun. Onun kalbini ben doldurayım yeter.”
Mehmet usta,
“Hop yavaş git be oğlum! Sarışın mı olsun esmer mi?” dedi.
Mahmut ustasının alaylı gülüşüne kırılmıştı.
“Yok be usta sesi sesimde yankılansın nefesi nefesime değsin yeter. Sabahları sıcak ekmeğe sana yağı sürsün, bir de çay demlerse... Şeker yerine de gülüşünü katsın yeter. Anam her bir şeye yetişemiyor artık be usta!” dedi.
Mehmet ustanın yüzünde kırışıklıklar derinleşti, kalbine bir yumruk oturdu, sesini yükselti:
“Şiir gibi konuştun be oğlum! Ama çok şey istiyorsun çok... Dalma oğlum böyle hülyalara, işine bak kaptıracaksın kolunu prese! İşine bak oğlum işine bak!”
Mehmet usta yüreğini yırtarcasına bağırdı:
“Mahmuttttt!”
(KAZIM DEMİR-MEKANİK İŞÇİSİ-EVRENSEL)