Bu dava yoksulla fakirin davası olduğu gibi karanlıkla aydınlığın, zorba ile masumun, yobazla çağdaşlığın davasıdır

Şule Çet davasında çıkan görüntü, bir kez daha “Adli Tıp neden bu kadar baştan savma bir rapor hazırladı?” sorusunu gündeme getirdi...


BU DAVA ZENGİNLE YOKSULUN DAVASIDIR

29 Mayıs 2018’de Ankara’da bir plazanın 20’inci katından atılan, 23 yaşındaki üniversiteli Şule Çet’in davası yaklaştı. 6 Şubat saat 10:00’da Ankara Adliyesi 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Kamuoyunun en büyük talebi sanıkların en ağır cezayı almaları yönünde.

Başta dosyanın tüm süreçlerinde büyük yanlışlar yapıldı. Soruşturmanın seyri ise, ilk savcının değişmesi ile birlikte olumlu yönde ilerledi. İlk baştaki yanlışları, “şüpheli nedenler” ile birlikte anımsatmakta yarar var. Hem emniyetin, hem ilk savcının sanıkları korumak istediği göze çarpıyordu. Durum bugün de kirli para ve rüşvet ilişkilerini akla getiriyor.

Emniyet olaydan sonra sanıkları gözaltında birlikte tuttu. Bu sanıklara zaman ve “senaryo yazabilme” imkanı kazandırdı. 2 kez mahkemeye çıkarılan sanıklar, her ikisinde de serbest bırakılıp, üçüncüsünde tutuklandılar.

Olay yeri incelemesi de eksik yapılmıştı:

-Sehpanın üzerindeki bulunan “cinsel saldırı ile bağı olabilecek sıvı” üzerinde durulmadı, 

-7 poşet çöp toplandı, 6’sı kaybedildi,

-Lavabodaki kan dikkate alınmadı,

-Şule Çet’in iç çamaşırları kaybedildi,

-Adli Tıp; hem cinayet hem de tecavüz için “yeterinden fazla olan delilleri” görmezden geldi, “Ne olduğunu anlamadım” dedi.

Böylece sanıklar tarafından anlatılan senaryoya uygun bir görüş ortaya çıktı. Şule psikolojik tedavi görüyordu, intihara meyilliydi ve pencereden atladı!!!


YENİ GÖRÜNTÜ ORTAYA ÇIKTI

Oysa ortaya çıkan yeni bir görüntü bile bunun imkansız olduğunu kanıtladı. Görüntüler, olaydan hemen sonrasına ait.

Şule Çet sözde bu camdan atlamıştı ve sanıklar sözde onu engellemek istiyorlardı,

-Camda parmak izi bulunmadı,

-Çağatay Aksu’nun baş parmağı yaralıydı. Olay sırasında olduğunu söylese de olaydan önce gerçekleştiği tespit edildi,

-Sanıklar Çet’in kendini pencereden atmak istemesini engellemeye çalıştıklarını söylüyordu. Buna göre ikisinin de sehpa ile cam arasına girmeleri gerekiyordu. Oysa bu aralıkta 3 kişinin olması mümkün görünmüyor, 

-3 kişi bu aralığa sığıp, burada mücadele etse bile sehpanın üzerindeki tavlanın dahi olduğu gibi yerinde kalması akla uygun değil, 

-Ne koltuk ne sehpa yerinden hareket etmemiş.

Soru şudur: Adli Tıp kolaylıkla çıplak gözle fikir bile yürütülebilecek bu verileri neden yeterince işlemedi. Nasıl oldu da mahkeme ve kamuoyunu net olarak aydınlatmayı başaramadı?

Kurum tarafından yapılan tek olumlu çalışma, Çet’in kullandığı ilaçların intiharı tetiklemeyeceği yönündeydi.

BABANIN KABARIK HESAPLARI, UÇUK RAKAMLAR

Bir hafta önce, verilen rapora gelelim. Bu raporun sanıkların isteği üzerine mahkemeye sunulduğu anlaşılıyor. Adli Tıp kurumu ile ilgisiz, resmi bağlayıcılığı yok. İçinde kadın düşmanlığından, katil aklama girişimine her şey var. Anımsatalım: “Bir kadın bir erkekle tenha bir yerde içki içmeyi kabul etmişse cinsel ilişkiye rıza göstermiş sayılır.”

Rapor, Prof. Şemsi Gök ve Zeki Soysal’ın 1950’lerde yazdığı çağdışı iki kaynağı referans alıyor. İki kitabın adı da “Adli Tıp.” Raporda “Uzman Doktor” Mehmet Nuri Aydın imzası var. Sadece skandal değil, mahkemeyi etkilemeye yönelik bir suç. 

Katilleri korumak için bunca çaba neden? Cevap için belki de Halk Bankası’ndan astronomik maaşla üst düzey emekli olup, inşaat işlerine giren Sanık Çağatay Aksu’nun babasının kabarık hesaplarına bakmak lazım.

Olayın ilk gününden bu yana yoğun emek harcayan Avukat Umur Yıldırım şunları söylüyor: “Mahkeme yaklaştıkça, özellikle sosyal medyada algı operasyonları çoğalıyor. Hatta sanıkların yoksul ailelerden geldikleri söyleniyor. Ofiste çekilen olay yeri videosu bunun tersini gösteriyor. Sanıkların banka ve ticari ilişkilerine ait evraklarda, inanılmaz rakamlar göze çarpıyor.”

BU DAVA…

Avukat Yıldırım’ın davanın başından beri dikkat çektiği sözleri yineleyelim: “Bu sadece Şule’nin değil bütün kadınların davasıdır. Bu zenginle yoksulun davasıdır. Mahkeme, aynı zamanda emsal bir karar verecek. Verilen ceza kamuoyunun vicdanını rahatlatmalı. Aksi durum, cinayetlerin ve tecavüzün önünün açılması, kurumsallaşması olacak.”

Bir ek yapalım; bu dava yoksulla fakirin davası olduğu gibi karanlıkla aydınlığın, zorba ile masumun, yobazla çağdaşlığın davasıdır. (ERK ACARER - BİRGÜN)
Blogger tarafından desteklenmektedir.