1 Mayıs, kuşkusuz hem tarihsel anlamı hem işçi sınıfının mücadelesinin sürekliliği açısından yılın politik anlamı en güçlü günü. Bununla birlikte siyasal sürece emekçilerin müdahalesi açısından da en güçlü araç. 1 Mayıs’ın İstanbul seçimlerinin iktidar tarafından yenilenmek istediği böylesi özel bir döneme denk gelmesi çok önemli bir fark yaratmak için değerlendirilmeli...
Söz konusu olan, yıllık 25 milyar lira, beş yıllık 125 milyar lira bütçesi olan İstanbul’u kaybetmek (Ankara’nın bütçesi de 14 milyar). Bu para; AKP sermayesini, AKP kadrolarını ve AKP seçmenini besleyen devasa kaynak. Bu paranın “karşı tarafın” kullanımına geçmesiyle “o tarafın” sermayesinin, kadrosunun ve seçmeninin beslenecek olması darbenin şiddetini iki katına çıkarıyor. Maddiyatın yanında bir de işin psikolojik tarafı var; artık yokuş aşağı yuvarlanan bir AKP, durdur durdurabilirsen!
Böylesi bir tarihsel eşikte duran Tayyip Erdoğan’dan beklenen tüm şartları sonuna kadar zorlaması, hatta istediği sonucu almak için oyunun kurallarını yeniden belirlemesidir. Aslında 1 Nisan’dan itibaren İstanbul’da yaşanan ve Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırının gerçekleştiği Çubuk ile tüm ülkeye yayılmaya çalışılan tarihsel kesit bu amaçla örgütlenmekte.
Anlaşılmaktadır ki 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreci nasıl örgütledilerse, onu başarılı bulmuş olacaklar ki aynısını tezgahlamaya çalışıyorlar. Ancak gerek muhalefet cephesinin ilk günden parçalandığı 7 Haziran sonrası süreçten farklı olarak daha sıkı durması ve iç sorunların muhalefetten çok iktidar cephesinde yaşanması gerekse uluslararası sermayenin ve emperyalizmin o dönemdeki güçlü destek pozisyonlarını terk etmeleri iktidar açısından işleri o kadar kolay kılmıyor.
AKP-MHP seçmeni “kendi kendine” kemikleşmiyorsa ve hala onu etkileyen Ekrem İmamoğlu gibi, Meral Akşener gibi figürler mevcutsa ve hala CHP’ye oy vermiş komşusu bir türlü terörist olarak görülmüyorsa demek ki “özel işçiliğe” gerek var. Kendi kendine bırakılsa “Bizim köyün askerine sahip çıkmak için CHP’nin genel başkanı da gelmiş” denecek cenaze töreni, Bahçeli-Soylu organizasyonuyla tüm ülkeye yayılabilecek bir linç kampanyasına dönüştürülüyor. Kılıçdaroğlu’na yumruk atan saldırganın serbest bırakılması da (kahraman haline getirilmesi demektir bu) bu kampanyanın devamı niteliğindedir.[1] Verilen mesaj açıktır; CHP’lilere saldırmak suç değil, övünç kaynağıdır.
Kuşkusuz burada Devlet Bahçeli’ye daha doğrusu onun sözcülüğünü üstlendiği iktidar ortağı kontrgerilla bloğuna yer vermek gerek. 24 Haziran ile birlikte elde ettikleri Erdoğan’la koalisyon ilişkilerini güçlendirmek için inisiyatif aldıkları ortada. Neredeyse her kritik değişim ilk önce Bahçeli tarafından dillendirilir oldu (Hatırlanacağı gibi 2018’deki erken seçimi de ilk o gündeme getirmişti). Şimdi de durum farklı değil, İstanbul’da büyükşehir belediye başkan adayı olmamasına rağmen YSK’ye itirazı yapan yine MHP, Çubuk’ta saldırıyı sahiplenen yine MHP.
AKP-MHP ittifakının ideolojik ekseninin (ve elbette devletinin paylaşılmasının) Kürt düşmanlığı üzerinden kurulması aynı zamanda Erdoğan’ın da bir tercihidir. Çünkü bu tercih İstanbul’u tekrar ele geçirmenin (ya da karşı tarafı bölerek yönetmenin) tek yolu.
Bu satırlar yazılırken İstanbul’da seçimlerin tekrar edilmesi kararının alınması hala güçlü bir ihtimal olarak duruyor. İster tekrar edilsin isterse kabul edilsin, muhalefet bu aşamada karar süreci içerisinde değil. Ancak “tekrar edilmesi kararı” verildiğinde ne yapılması gerektiğinin kararını şimdiden alabilir.
Açıktır ki bu konuda çok fazla seçenek yok. Ya Erdoğan’ın, oyun başladıktan sonra kural değiştirmesi ve bunu provokatif, hukuk dışı ve kendi demokrasi kurallarına bile uymayan bir biçimde yapması reddedilip seçime girilmeyecek ya da sandıktan tekrar (üstelik daha güçlü) çıkma iddiasıyla kalan bir aylık süreç örgütlenecek.
Fatih Altaylı’nın bile (CHP kulislerinden) aktardığına göre boykot bir seçenek olarak masada.[2] Ancak açıktır ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini boykot etmekle tek başına sonuç alınamayacağı, siyasi krizi derinleştirecek bu sürecin sonuna kadar ilerletilmesi gerektiği ortadadır. Böyle bir kararı (ne yazık ki karar merciinde olmasalar da) sosyalistler mutlaka desteleyecektir.
AKP-MHP cenahında seçimin yenilenmesini istemeyen bir topluluğun olduğu biliniyor. Bunlar Karar ve Türkiye gazetesi ile birlikte Yeni Şafak’ın bir grup yazarının sözcülüğünde seslerini yükseltiyorlar. Bahçeli ve Soylu’nun en yüksek perdeden dillendirdikleri “seçim yenilenmeli” tutumunu benimseyen güruhun bir diğer önemli şahsiyeti, “Piyasalar seçim tekrarını satın aldı” diyerek kendince doların yükselmeyeceği garantisini veren Damat Berat. Ancak açıktır ki (eğer) seçimin yenilenmesi kararı alındığında tüm bu güruh tek ses tek vücut olacaktır. Ancak açıktır ki seçimin yenilenmesi kararı alınırsa çatlak sesler azalacaktır.
Nitekim tüm bu belirsizlik ortamı (en azından) İstanbul için 1 Mayıs’ın sürecinin belirleyeni olmuş durumda. Zaten aksi de düşünülemez.
1 Mayıs, kuşkusuz hem tarihsel anlamı hem işçi sınıfının mücadelesinin sürekliliği açısından yılın politik anlamı en güçlü günü. Bununla birlikte siyasal sürece emekçilerin müdahalesi açısından da en güçlü araç. 1 Mayıs’ın bu döneme denk gelmesi (her ne kadar gündem olma etkisi bakımından şimdilik dezavantajlı bir noktada olsa da) çok önemli bir fark yaratmak için değerlendirilmeli.
Seçimin iptal edilmesi durumunda 1 Mayıs, toplumsal muhalefetin tercihini en güçlü bir biçimde göstereceği bir tepki olarak örgütlenmeli ve sonrasında müdahale edilecek sürecin en güçlü kürsüsü olmalıdır.
Seçimlerin iptal edilmesi iktidar açısından mutlak bir zaferin değil yeni bir boyut kazanmış krizlerin habercisidir. Bu krizin iktidarın yenilgisine dönüşmesi ise gayrimeşru ve kırılgan iktidar karşısında toplumsal muhalefetin boşluk bırakmayan etkin bir karşı koyuş sergilemesi ile mümkün olacaktır.
Seçim sonuçlarının mevcut haliyle resmen kabul edilmesi ise kabul etmek gerekir ki yeni bir mücadele sürecinin başlangıcı olacaktır. Ve bu sürecin duyurusu ve elbette sürdürülmesinin sorumluluğu 1 Mayıs’a düşecektir.
AKP’nin yenilgisinin ardında yatan ve neoliberal kent politikalarına, emek düşmanlığına, kadın düşmanlığına, ayrımcı, gerici, şoven, baskıcı siyasetine karşı on yıllardır verilen mücadelelerle büyüyen halk tepkisi, yeni bir ülke yeni bir dünya kurma iddiasıyla 1 Mayıs meydanlarına akacaktır.
1 Mayıs hakkını alacak ve hakkını da verecektir! (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Anlaşılmaktadır ki bu saldırgana “Sen biraz içeride yat, tansiyon şimdi yüksek, ortalık biraz yatışınca seni çıkarırız” deme tercihinde bile bulunulmamıştır. Salıverilmesi siyasal bir hesabın parçasıdır.
[2] -Seçimlerin adil olmayacağına dair bir kanaat oluşursa, seçimleri boykot edelim. Tekrarlanan seçimlerde aday göstermeyelim.
-Gerekirse seçilen ve mazbatasını almış olan CHP’li belediye başkanları da istifa etsin.
-Bir sonraki aşamada TBMM’deki CHP grubu da tümden istifa ederek çekilsin ve ülkedeki antidemokratik ortamı protesto edelim.
Söz konusu olan, yıllık 25 milyar lira, beş yıllık 125 milyar lira bütçesi olan İstanbul’u kaybetmek (Ankara’nın bütçesi de 14 milyar). Bu para; AKP sermayesini, AKP kadrolarını ve AKP seçmenini besleyen devasa kaynak. Bu paranın “karşı tarafın” kullanımına geçmesiyle “o tarafın” sermayesinin, kadrosunun ve seçmeninin beslenecek olması darbenin şiddetini iki katına çıkarıyor. Maddiyatın yanında bir de işin psikolojik tarafı var; artık yokuş aşağı yuvarlanan bir AKP, durdur durdurabilirsen!
Böylesi bir tarihsel eşikte duran Tayyip Erdoğan’dan beklenen tüm şartları sonuna kadar zorlaması, hatta istediği sonucu almak için oyunun kurallarını yeniden belirlemesidir. Aslında 1 Nisan’dan itibaren İstanbul’da yaşanan ve Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırının gerçekleştiği Çubuk ile tüm ülkeye yayılmaya çalışılan tarihsel kesit bu amaçla örgütlenmekte.
Anlaşılmaktadır ki 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden süreci nasıl örgütledilerse, onu başarılı bulmuş olacaklar ki aynısını tezgahlamaya çalışıyorlar. Ancak gerek muhalefet cephesinin ilk günden parçalandığı 7 Haziran sonrası süreçten farklı olarak daha sıkı durması ve iç sorunların muhalefetten çok iktidar cephesinde yaşanması gerekse uluslararası sermayenin ve emperyalizmin o dönemdeki güçlü destek pozisyonlarını terk etmeleri iktidar açısından işleri o kadar kolay kılmıyor.
AKP-MHP seçmeni “kendi kendine” kemikleşmiyorsa ve hala onu etkileyen Ekrem İmamoğlu gibi, Meral Akşener gibi figürler mevcutsa ve hala CHP’ye oy vermiş komşusu bir türlü terörist olarak görülmüyorsa demek ki “özel işçiliğe” gerek var. Kendi kendine bırakılsa “Bizim köyün askerine sahip çıkmak için CHP’nin genel başkanı da gelmiş” denecek cenaze töreni, Bahçeli-Soylu organizasyonuyla tüm ülkeye yayılabilecek bir linç kampanyasına dönüştürülüyor. Kılıçdaroğlu’na yumruk atan saldırganın serbest bırakılması da (kahraman haline getirilmesi demektir bu) bu kampanyanın devamı niteliğindedir.[1] Verilen mesaj açıktır; CHP’lilere saldırmak suç değil, övünç kaynağıdır.
Kuşkusuz burada Devlet Bahçeli’ye daha doğrusu onun sözcülüğünü üstlendiği iktidar ortağı kontrgerilla bloğuna yer vermek gerek. 24 Haziran ile birlikte elde ettikleri Erdoğan’la koalisyon ilişkilerini güçlendirmek için inisiyatif aldıkları ortada. Neredeyse her kritik değişim ilk önce Bahçeli tarafından dillendirilir oldu (Hatırlanacağı gibi 2018’deki erken seçimi de ilk o gündeme getirmişti). Şimdi de durum farklı değil, İstanbul’da büyükşehir belediye başkan adayı olmamasına rağmen YSK’ye itirazı yapan yine MHP, Çubuk’ta saldırıyı sahiplenen yine MHP.
AKP-MHP ittifakının ideolojik ekseninin (ve elbette devletinin paylaşılmasının) Kürt düşmanlığı üzerinden kurulması aynı zamanda Erdoğan’ın da bir tercihidir. Çünkü bu tercih İstanbul’u tekrar ele geçirmenin (ya da karşı tarafı bölerek yönetmenin) tek yolu.
Bu satırlar yazılırken İstanbul’da seçimlerin tekrar edilmesi kararının alınması hala güçlü bir ihtimal olarak duruyor. İster tekrar edilsin isterse kabul edilsin, muhalefet bu aşamada karar süreci içerisinde değil. Ancak “tekrar edilmesi kararı” verildiğinde ne yapılması gerektiğinin kararını şimdiden alabilir.
Açıktır ki bu konuda çok fazla seçenek yok. Ya Erdoğan’ın, oyun başladıktan sonra kural değiştirmesi ve bunu provokatif, hukuk dışı ve kendi demokrasi kurallarına bile uymayan bir biçimde yapması reddedilip seçime girilmeyecek ya da sandıktan tekrar (üstelik daha güçlü) çıkma iddiasıyla kalan bir aylık süreç örgütlenecek.
Fatih Altaylı’nın bile (CHP kulislerinden) aktardığına göre boykot bir seçenek olarak masada.[2] Ancak açıktır ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini boykot etmekle tek başına sonuç alınamayacağı, siyasi krizi derinleştirecek bu sürecin sonuna kadar ilerletilmesi gerektiği ortadadır. Böyle bir kararı (ne yazık ki karar merciinde olmasalar da) sosyalistler mutlaka desteleyecektir.
AKP-MHP cenahında seçimin yenilenmesini istemeyen bir topluluğun olduğu biliniyor. Bunlar Karar ve Türkiye gazetesi ile birlikte Yeni Şafak’ın bir grup yazarının sözcülüğünde seslerini yükseltiyorlar. Bahçeli ve Soylu’nun en yüksek perdeden dillendirdikleri “seçim yenilenmeli” tutumunu benimseyen güruhun bir diğer önemli şahsiyeti, “Piyasalar seçim tekrarını satın aldı” diyerek kendince doların yükselmeyeceği garantisini veren Damat Berat. Ancak açıktır ki (eğer) seçimin yenilenmesi kararı alındığında tüm bu güruh tek ses tek vücut olacaktır. Ancak açıktır ki seçimin yenilenmesi kararı alınırsa çatlak sesler azalacaktır.
Nitekim tüm bu belirsizlik ortamı (en azından) İstanbul için 1 Mayıs’ın sürecinin belirleyeni olmuş durumda. Zaten aksi de düşünülemez.
1 Mayıs, kuşkusuz hem tarihsel anlamı hem işçi sınıfının mücadelesinin sürekliliği açısından yılın politik anlamı en güçlü günü. Bununla birlikte siyasal sürece emekçilerin müdahalesi açısından da en güçlü araç. 1 Mayıs’ın bu döneme denk gelmesi (her ne kadar gündem olma etkisi bakımından şimdilik dezavantajlı bir noktada olsa da) çok önemli bir fark yaratmak için değerlendirilmeli.
Seçimin iptal edilmesi durumunda 1 Mayıs, toplumsal muhalefetin tercihini en güçlü bir biçimde göstereceği bir tepki olarak örgütlenmeli ve sonrasında müdahale edilecek sürecin en güçlü kürsüsü olmalıdır.
Seçimlerin iptal edilmesi iktidar açısından mutlak bir zaferin değil yeni bir boyut kazanmış krizlerin habercisidir. Bu krizin iktidarın yenilgisine dönüşmesi ise gayrimeşru ve kırılgan iktidar karşısında toplumsal muhalefetin boşluk bırakmayan etkin bir karşı koyuş sergilemesi ile mümkün olacaktır.
Seçim sonuçlarının mevcut haliyle resmen kabul edilmesi ise kabul etmek gerekir ki yeni bir mücadele sürecinin başlangıcı olacaktır. Ve bu sürecin duyurusu ve elbette sürdürülmesinin sorumluluğu 1 Mayıs’a düşecektir.
AKP’nin yenilgisinin ardında yatan ve neoliberal kent politikalarına, emek düşmanlığına, kadın düşmanlığına, ayrımcı, gerici, şoven, baskıcı siyasetine karşı on yıllardır verilen mücadelelerle büyüyen halk tepkisi, yeni bir ülke yeni bir dünya kurma iddiasıyla 1 Mayıs meydanlarına akacaktır.
1 Mayıs hakkını alacak ve hakkını da verecektir! (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Anlaşılmaktadır ki bu saldırgana “Sen biraz içeride yat, tansiyon şimdi yüksek, ortalık biraz yatışınca seni çıkarırız” deme tercihinde bile bulunulmamıştır. Salıverilmesi siyasal bir hesabın parçasıdır.
[2] -Seçimlerin adil olmayacağına dair bir kanaat oluşursa, seçimleri boykot edelim. Tekrarlanan seçimlerde aday göstermeyelim.
-Gerekirse seçilen ve mazbatasını almış olan CHP’li belediye başkanları da istifa etsin.
-Bir sonraki aşamada TBMM’deki CHP grubu da tümden istifa ederek çekilsin ve ülkedeki antidemokratik ortamı protesto edelim.