Bu yazı bir süre sonra kendisini imha edecek.

Hayır, ajan filmlerindeki gibi kendini yakarak değil. Koyunda saklanan yasaklı aşk mektupları gibi küçük parçalara da ayrılmayacak. Neyse ki, Türkiye hâlâ bir hukuk devleti. Bu yüzden hukuksuz işleri hukukçulara yaptırabiliyorlar.

Bir sulh ceza hâkiminin önüne bir dilekçe konacak. Hâkim, “şikâyetçi” bölümünde Cumhurbaşkanı’nın oğlunu görünce toparlanacak. Bacağını diğerinin üzerinden indirip yanına koyacak. Gözlerini ovuşturup derin nefes aldıktan sonra sağ elinin işaret parmağıyla cüppesindeki düğmeye dokunacak. Değiştirmek istediği eski arabasını, çocuğunun okul taksitini düşünecek. Sonra, “gereği düşünüldü” diye yazıya erişimi yasaklayacak.

“Nereden biliyorsun” derseniz, “yaşadıklarımdan” derim. Bu köşede daha önce okuduğunuz “Cumhuriyet Bilal Erdoğan’ın babasının malı değildir” yazısını şimdi bulamıyorsanız, sebebi bu.
Oysa kâğıda, yüreğe ve akla yazılan yalnız eskir, ama silinmez.

Bilal Erdoğan’ın vakıfları

İstanbul seçimlerinde herkesi tartıştık da, bir Bilal Erdoğan’ı konuşmadık. İşin ilginci, Bilal Erdoğan da hemen her konuda konuşuyor da o da İstanbul bahsini açmadı. 

Oysa ben en çok onun ne düşündüğünü merak ediyorum.

Ekim ayının ilk günüydü. İbn Haldun Üniversitesi açılıyordu. Salonda profesörler oturmuş, kürsüde Bilal Erdoğan konuşuyordu. Mutlaka tesadüf değil. Zira üniversitenin başkan vekiliydi. Erdoğan’dan sonra kürsüye kim mi geldi? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal. Bilmiyordum, meğer o da aynı üniversitenin mütevelli heyeti üyesiymiş. Hem belediye başkanı hem de üniversite yöneticisi olarak yaptığı katkıları anlattı. 16. yüzyıldan kalma Süleymaniye Külliyesi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından üniversiteye verilirken, İstanbul Belediyesi de üstüne düşeni yapmıştı. Sürpriz değil, üniversitenin ilk kampusu da sonraki inşaatları da Uysal’ın daha önce başkanlık yaptığı Başakşehir’de idi. 

İbn Haldun Üniversitesi, aslında bir TÜRGEV projesiydi. Nitekim üniversitenin sitesinde belediye ile TÜRGEV’in muhabbetinin eskiye dayandığı şöyle anlatılıyor: “Vakfımız 1996 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, bugünkü T.C. Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde kurulmuştur.”

Nitekim Bilal Erdoğan da, İstanbul Belediye Başkanı Uysal da aynı anda TÜRGEV’in yönetiminde.
Vakıf, “kamunun eğitim yükünü hafifletmeyi” amaçlıyor ama malvarlığının önemli bölümünü belediyeden elde ediyor. Hangi birini sayalım? İBB Meclisi’nde, “Orta ve yüksek öğrenim öğrenci yurtlarına ilişkin ortak hizmet projesi” adı altında, bir günde 6 binanın yurt olarak kullanılmak üzere TÜRGEV’e tahsis edildiğini unuttuk mu? Bugün İstanbul’un değişik yerlerinde, birçoğu belediye sayesinde, TÜRGEV’in 24 farklı yurdu var. Bir sürü bina, milyonlarca liralık destek. Çiğdem Toker’in ortaya çıkardığı 2018 yılına ait İBB Raporu sadece TÜRGEV desteğinin 52 milyona vardığını göstermişti.


Bilal Erdoğan’ın resmen içinde olduğu vakıflar bu kadar değil.

Daha TÜGVA var, YETEV var, Kartal Eğitim Vakfı var, İnsan ve İrfan Vakfı var, İlim Yayma Vakfı var, var, var, var. Çoğunluğunu İBB destekliyor. 

Geçen kasım ayında Fatih’teki Kariye Mahallesi’nde bulunan, İBB’ye ait binanın, 25 yıl bedelsiz olarak Türkiye Gençlik Vakfı’na (TÜGVA) verilmesi hatırımızda. Vakıf, İstanbul Belediyesi sayesinde birçok binanın üzerinde oturuyor. 

Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyetinde olduğu, bünyesinde bir spor kulübünü ve bir araştırma enstitüsünü barındıran Okçular Vakfı, İstanbul Belediyesi’nin tahsis ettiği arazi ve binalarda faaliyet yürütüyor. 2010’da açılan, Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyeti üyesi olduğu İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı’na Gülhane Parkı’ndaki binalar, müze yapması için verilmişti. İBB söz konusu vakfın birçok projede destekleyicisi.

Vakıflar deniziyle kurulan düzen 

Bilal Erdoğan’ın vakıflarına Başakşehir’de en büyük desteği veren, ardından İstanbul Belediyesi’nde sürdüren, kendisi de bu vakıflara üye olan Mevlüt Uysal’ın aday gösterilip kaybettiği Büyükçekmece’de AKP’nin yenilgiyi bir türlü kabullenememesi tesadüf mü? 

Vakıflar, Osmanlı düzeninin en önemli kurumlarından biriydi. Mülkiyet; bireyin olmaktan çıkıyor, kamunun faydası için kullanılıyordu. Devletin bile dokunamadığı, kendi özel amaçları olan vakıflar konu İstanbul olunca bugünlerde farklı bir hal alıyor.

Sanki merkezinde Bilal Erdoğan’ın olduğu bir vakıflar denizindeyiz. Zaten kamunun olan belediye binaları, malları, paraları doğrudan kamu için kullanılmak yerine Erdoğan bağlantılı vakıflara devrediliyor. Bir ideolojik örgütlenme olduğu aşikâr olan çeşitli vakıflar ise sanki kendilerinin marifetiymiş gibi, bu mallar eliyle türlü işler yapıyor. Yardım alan eller “Allah razı olsun” lafını belediyeye ya da devlete değil, onun mallarını dağıtan Bilal Erdoğan’ın vakıflarına söylüyor.
Küçümsemeyin...

Örtülü ya da açık desteklerle, hibelerle, kiralamalarla milyarlık bir ekonomiden söz ediyoruz. Politik örgütlenmenin, yeni kuşakların ideolojik dönüşümünün vakıflar eliyle yürütüldüğü bir sistemden bahsediyoruz.

Birileri İstanbul’a “vakıf gibi olmayan vakıflar” eliyle kurduğu düzenin sürekliliği için yapışıyor olabilir mi?

“Cumhuriyet” için söylememiz yasaklandı ya, öyleyse İstanbul için söyleyelim:
İstanbul, Bilal Erdoğan’ın babasının malı değildir. (BARIŞ TERKOĞLU - CUMHURİYET)
Daha yeni Daha eski