Artık “tekrar seçim” CHP’ye oy basmaktan, İmamoğlu’nu tekrar seçtirmekten öte anlamlar taşımaktadır. İstanbul başta olmak üzere AKP’lilerin kurduğu “mahalle baskısı” tam tersine çevrilecektir. İstanbul kazanılacaksa bir şahsın karizması ile değil, bütün ilericilerin, demokratların, sosyalistlerin ortak emeğiyle kazanılacak ve sahiplenilmesi de birlikte olacaktır...
HER ŞEY DEVRİMCİLERLE GÜZEL OLACAK!
Tayyip Erdoğan, “İstanbul’u vermem” dedi. 31 Mart akşamı yaşanan şoku atlattıktan sonra kurulan tezgah adım adım işletildi ve YSK’ye “seçimi iptal ettiren” karar açıklandı. Açıktır ki bu kararı YSK almamıştır, ona bu karar sadece açıklattırılmıştır. Tüm Türkiye bilmektedir ki Erdoğan ve onun etrafında oluşan/oluşturulan çıkar şebekesi İstanbul’un ellerinden çıkmasına katlanamayacak kadar aciz durumdadır ve İstanbul’a ihtiyaçları vardır. Neredeyse tüm dünyanın gözü önünde, sistemin (çarpık) hukuk kurallarını bile tersyüz ederek şehrin idaresi (tekrar) gasp edilmiştir.
Şu an oluşan atmosfer AKP-MHP blokunun İstanbul’u kazanamayacağı yönünde. AKP’den bıkkınlık, İmamoğlu’nun popüler etkinlikleri ve elbette ki iptalin dayanaklarının tutarsızlığı çeşitli siyasal aktörlerden sermaye sınıfının değişik şahsiyetlerine kadar çok “renkli” bir karşı saf oluşturmuş durumda. AKP’nin zayıfladığını “fark eden” Abdullah Gül’den Ahmet Davutoğlu’na kadar çeşitli aktörler yeni siyasi hedeflere yelken açmaya başladılar bile. AKP’nin sunduğu avantajları yeterli bulmayan “birtakım” patronlar da bu hukuksuzluk durumunu gerekçe yaparak ses çıkarmaya başladı. Akılda tutmakta yarar var elbette, bunların hiçbiri demokrasi ve hukuk mücadelesinin gerçek savunucusu asla değiller.[1] Anlaşılmaktadır ki uzun zamandır var olan egemenler arası hoşnutsuzluk, Erdoğan’ın “meşruiyetimi aldığım yer” dediği sandık çökmeye başladığında artık ortaya dökülmeye başladı. Artık egemenler arasındaki “sessiz çoğunluk”, Erdoğan’ın kitle desteğindeki çatlağını büyüterek pazarlık masasında daha güçlü hale gelebilir. Şimdilik Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı koltuğundan edecek büyük bir risk henüz oluşmaması, hedefi sadece “iktidara ortak olma” ile sınırlandırıyor.
Ancak seçime kadar daha 45 gün var. AKP-MHP blokunun bu atmosferin genişlememesi, hatta bastırılması için birtakım planlar yaptıklarını öngörmek gerek. Erdoğan TÜSİAD üyelerine hemen çıkıştı bile: “Yanlış yapıyorsunuz, herkes haddini bilecek. Eğer böyle konuşursan bizim de size bakışımız değişecek.” Devlet Bahçeli’nin ilk hamlesi ise “mitil”i İstanbul’a sereceği “tehdit”i oldu (Postu sereceğim dese daha yakışırdı ama). Kuşkusuz bu hamleleri başka hamleler de izleyecektir. Erdoğan, Bahçeli ve Binali Yıldırım 45 gün boyunca İstanbulluların yakasından düşmeyecektir.
Bu dönemin en ilginç hamlesi ise 8 yıl sonra Abdullah Öcalan’ın avukatlarına görüş izni verilmesidir. “Neden şimdi?” sorusuna kesin bir yanıt vermek için bir süre daha beklenmesi gerekecek anlaşılan. Çünkü muhatapları henüz sarih açıklamalar yapmadılar. Suriye’de bir süredir tarafların harekete geçtiği ve AKP’nin oralarda elinin zayıfladığı biliniyor. Öcalan’ın “Demokratik Suriye Güçleri’nin Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alması” isteğinin somut adımı nedir, henüz belli değil. “Tekrar seçim” öncesi bu hamle ile Erdoğan’ın sadece Suriye hesabı yaptığını düşünmek de safdillik olur. Asıl kafaları kurcalayan ise avukatların İmralı’ya gittiğini bilmesine rağmen HDP Genel Merkezi’nin bu bilgiyi dört gün neden beklettiğidir.[2]
Kısacası Erdoğan, YSK’ye kararını açıklattırıncaya kadar hazırlamış olduğu planı bir taraftan devreye sokmuş ve devamını da önümüzdeki günlerde tezgahlayacaktır.
Karşı cephede ise CHP’nin bir taraftan savunma diğer taraftan saldırı hamleleri (uzun zamandır ilk kez) Erdoğan’a “işlerin eskisi kadar kolay olmadığını” gösterir nitelikte. Ekrem İmamoğlu’nun yerinde hamleleri, ilgiyi üzerinde tutmasını sağlıyor. Yine uzun zamandır ilk kez başta Almanya olmak üzere “dış güçler”in ilgisine mazhar oldu CHP.[3] Sadece “dış güçler” değil, tekelci sermayenin önemli aktörleri de (ki bunlar aynı zamanda temsil yeteneği olan şahıslar) İmamoğlu ile poz vermekten çekinmedi.[4] CHP’nin en önemli iki hamlesi ise iptal kararından sonra geldi. Kılıçdaroğlu’nun “Ekrem İmamoğlu, CHP’nin adayı değildir bu saatten sonra, 16 milyon İstanbullunun adayıdır” demesi artık “Millet İttifakı’nı da aşma” hedefidir. Diğer yandan yaptığı iptal başvurusunda sadece İstanbul’un 39 ilçesindeki seçimlerin yenilenmesini değil, aynı zamanda 24 Haziran 2018 seçimlerinin de iptalini istemektedir. Bunun anlamı; Erdoğan’ı cumhurbaşkanı olarak değil sadece ve sadece AKP Genel Başkanı olarak muhatap almak ve aldırmaya çalışmaktır.
Ancak açıktır ki CHP’nin daha “çok çalışması” gerekecek. Çünkü karşıda devletin tüm olanaklarını fütursuzca kullanabilen, bunca seçimden sonra seçim kompetanı olmuş ve yalanı alışkanlık haline getirmiş bir iktidar mevcut. Seçim kurullarının doğrudan AKP tarafından “kamu görevlileri arasından seçilerek” belirlendiği, aynı YSK’nin görevini sürdürdüğü, hatta aynı Anadolu Ajansı’nın tek başına seçim sonuçlarını açıkladığı yeni bir seçim günü kabul edilemez.
Madem ki “yeni seçimi boykot etmek, Binali’yi yalnız başına bırakmak ve devamında da tüm siyasi mekanizmaları da (Meclis dahil) boykot ederek bir siyasi kriz ve çözüm olarak da Erdoğan’ın istifasını hedeflemek” tercih edilmedi, o zaman seçim sürecinin kurallarını demokratik hale getirmek, halkı sadece sandıkta oy kullanan seçmen olarak değil siyasetin aktif birer öznesi olarak harekete geçirmek ve seçimden sonraki tüm siyasi programın (Erdoğan’ı indirmenin) mücadelesini ve örgütlenmesini sağlamak gerekecektir.
Açıktır ki bu görevler CHP’den daha çok bu ülkenin sosyalistlerine, devrimcilerine düşmektedir. Bu sürecin siyasal sorumluluğu ne CHP’ye ne İmamoğlu’na devredilebilir ne de o çatı altına sokulabilir. Güncel (anlık) siyasete ilişkin de devrimci tutum/seçenek geliştirmek zorundadır devrimciler.
Ne yazık ki kabul etmek gerekir ki (özellikle İstanbul’da) 1 Mayıs güncel siyasete müdahale açısından yetersiz kalmıştır. Kitleselliğine, coşkusuna rağmen 1 Mayıs gösterileri, 1 Mayıs’ın klasik anlamda tarihsel ve siyasal içeriğinin dışına çıkmamış/çıkarılamamış, ülkedeki siyasal gelişmelere sosyalist bir müdahale gerçekleştirilememiştir. Bu konuda söz konusu olan eksiklik sadece seçim iptali ihtimaline müdahale etmemek değildir. 1 Mayıs işsizlerin, gençlerin, kadınların, beyaz yakalıların, EYT’lilerin, KHK’lilerin, emeklilerin, yani sistemle ve iktidarla derdi olanların aktığı ve oradan hedef belirledikleri bir mecra olmaktan çıkmaktadır. Kuşkusuz burada öznel eksiklikler ön plandadır. Bununla birlikte toplumsal muhalefetin, uzunca bir süredir farklı kanallardan ilerlediğini görmek gerek. Sık sık halkın önüne konan sandıklar ve o sandığa giden sürecin mücadelesi (Hayır, Tamam gibi), ağırlıklı olarak CHP’nin başını çektiği kitlesel eylemler (Adalet Yürüyüşü, İmamoğlu’nun Maltepe mitingi gibi) toplumsal mücadelelerin içeriğini ve biçimini değiştirmektedir (Bu konularda çok daha ayrıntılı değerlendirmelere ihtiyaç var).
Şimdi sosyalistlerin önünde “tekrar bir seçim” var. Ve kesin olarak sınırlandırılmaması gereken iki nokta var. İlki, “İstanbul tekrar seçimi” sadece İstanbul’un sorunu değildir ve İstanbul sınırlarına hapsedilemez. İkincisi, tek amaç sandıktan çıkacak oy sayısının çokluğu olamaz.
Bu seçim “Türkiye’nin tekrar seçimi”dir, tüm ülke bu seçim atmosferini tekrar tekrar yaşamalı ve devrimciler her sokağa ve her meydana yaşattırmalıdır. Sandık günü dahil olmak üzere sandık gününe kadarki süreç CHP’ye tabi olmayan, onun politik hedeflerinden daha ileri hedefleri içeren ve örgütsel olarak da ayrı kanallar kurabilen tarzda pekâlâ yürütülebilir.
Bu dönemin talepleri (hedefleri) büyük ölçüde belirginleşmiş durumda zaten. YSK’nin AKP Genel Başkanı’na bağlı bir alt kurum olduğu tescillenmiştir, hukuksuzdur, kararları yok hükmündedir. Kararlarına uymadığı için kimse suçlanamaz. İptal etmek için uydurulan gerekçeler esas alındığında[5] 24 Haziran seçimlerinin, hatta 16 Nisan referandumunun da derhal iptal edilmesi gerekir. Yani şu an ülkeyi bir cumhurbaşkanı değil, AKP’nin başkanı yönetmektedir, hukuksuzdur, geçersizdir.
“FETÖ” ile ilişkili olanların sandıklarda görev aldığı gibi iddialar dikkate alındığında başkanlık modelinin oylandığı referandum ayrıca şaibeli hale gelir, ki zaten o referandumda şaibe ötesinde bir durum olduğu kesindir. Yani başkanlık modelini oturttukları yasal çerçeve tamamen hukuk dışı, illegaldir. Dolayısıyla Erdoğan’ın tepesinde oturduğu sistem topyekun sorgulanmalı ve reddedilmelidir.
Artık “tekrar seçim” CHP’ye oy basmaktan, İmamoğlu’nu tekrar seçtirmekten öte anlamlar taşımaktadır. İstanbul başta olmak üzere AKP’lilerin kurduğu “mahalle baskısı” tam tersine çevrilecektir. İstanbul kazanılacaksa bir şahsın karizması ile değil, bütün ilericilerin, demokratların, sosyalistlerin ortak emeğiyle kazanılacak ve sahiplenilmesi de birlikte olacaktır.
Seçim sürecinin örgütlenmesinde devrimcilerden CHP’nin seçim komisyonlarına tabi olarak faaliyet göstermeleri beklenemez. Sosyalistlerin ortak örgütlenme modelleri en ufağından en gelişmişine kadar bu süreçte denenmeli ve (paralel olsa dahi) ayrı biçimler altında geliştirilmelidir.
İstanbul’u Erdoğan’a kaybettirmek kadar, kalıcı olarak elde tutmak politik hedeflere ve örgütsel gücün kalıcılığına bağlıdır. Ve bu devrimciler olmadan yapılamaz. (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] İlginç olan İmamoğlu’nun konuşma düğmesine basar gibi “Artık konuşma vakti. Sanatçı da konuşacak” demesiyle menajerlerinden izin alan şarkıcıların sanal aleme akması oldu.
[2] “Metnin gelmesini bekledik” açıklaması yeterli değildir. Metin olmasa bile “Avukatlar görüştü, metni sonra açıklayacağız” pekâlâ denebilirdi.
[3] Almanya’nın eski Cumhurbaşkanı, Ankara Büyükelçisi, İstanbul Başkonsolosu İmamoğlu’nu ziyaret etti. Ziyaret edenler arasında Japonya, Kanada ve Macaristan büyükelçileri de var.
[4] Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç mesela.
[5] YSK, iptal gerekçesini, Mart 2018’de yani 24 Haziran seçimlerinden önce yapılan bir yasa değişikliğine bağlıyor. O yasa ile sandık kurullarında görev alacak olanların kamu görevlisi olma zorunluluğu getirilmişti. Ancak açıktır ki o zorunluluk 24 Haziran seçimlerinde uygulanmadı.
HER ŞEY DEVRİMCİLERLE GÜZEL OLACAK!
Tayyip Erdoğan, “İstanbul’u vermem” dedi. 31 Mart akşamı yaşanan şoku atlattıktan sonra kurulan tezgah adım adım işletildi ve YSK’ye “seçimi iptal ettiren” karar açıklandı. Açıktır ki bu kararı YSK almamıştır, ona bu karar sadece açıklattırılmıştır. Tüm Türkiye bilmektedir ki Erdoğan ve onun etrafında oluşan/oluşturulan çıkar şebekesi İstanbul’un ellerinden çıkmasına katlanamayacak kadar aciz durumdadır ve İstanbul’a ihtiyaçları vardır. Neredeyse tüm dünyanın gözü önünde, sistemin (çarpık) hukuk kurallarını bile tersyüz ederek şehrin idaresi (tekrar) gasp edilmiştir.
Şu an oluşan atmosfer AKP-MHP blokunun İstanbul’u kazanamayacağı yönünde. AKP’den bıkkınlık, İmamoğlu’nun popüler etkinlikleri ve elbette ki iptalin dayanaklarının tutarsızlığı çeşitli siyasal aktörlerden sermaye sınıfının değişik şahsiyetlerine kadar çok “renkli” bir karşı saf oluşturmuş durumda. AKP’nin zayıfladığını “fark eden” Abdullah Gül’den Ahmet Davutoğlu’na kadar çeşitli aktörler yeni siyasi hedeflere yelken açmaya başladılar bile. AKP’nin sunduğu avantajları yeterli bulmayan “birtakım” patronlar da bu hukuksuzluk durumunu gerekçe yaparak ses çıkarmaya başladı. Akılda tutmakta yarar var elbette, bunların hiçbiri demokrasi ve hukuk mücadelesinin gerçek savunucusu asla değiller.[1] Anlaşılmaktadır ki uzun zamandır var olan egemenler arası hoşnutsuzluk, Erdoğan’ın “meşruiyetimi aldığım yer” dediği sandık çökmeye başladığında artık ortaya dökülmeye başladı. Artık egemenler arasındaki “sessiz çoğunluk”, Erdoğan’ın kitle desteğindeki çatlağını büyüterek pazarlık masasında daha güçlü hale gelebilir. Şimdilik Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı koltuğundan edecek büyük bir risk henüz oluşmaması, hedefi sadece “iktidara ortak olma” ile sınırlandırıyor.
Ancak seçime kadar daha 45 gün var. AKP-MHP blokunun bu atmosferin genişlememesi, hatta bastırılması için birtakım planlar yaptıklarını öngörmek gerek. Erdoğan TÜSİAD üyelerine hemen çıkıştı bile: “Yanlış yapıyorsunuz, herkes haddini bilecek. Eğer böyle konuşursan bizim de size bakışımız değişecek.” Devlet Bahçeli’nin ilk hamlesi ise “mitil”i İstanbul’a sereceği “tehdit”i oldu (Postu sereceğim dese daha yakışırdı ama). Kuşkusuz bu hamleleri başka hamleler de izleyecektir. Erdoğan, Bahçeli ve Binali Yıldırım 45 gün boyunca İstanbulluların yakasından düşmeyecektir.
Bu dönemin en ilginç hamlesi ise 8 yıl sonra Abdullah Öcalan’ın avukatlarına görüş izni verilmesidir. “Neden şimdi?” sorusuna kesin bir yanıt vermek için bir süre daha beklenmesi gerekecek anlaşılan. Çünkü muhatapları henüz sarih açıklamalar yapmadılar. Suriye’de bir süredir tarafların harekete geçtiği ve AKP’nin oralarda elinin zayıfladığı biliniyor. Öcalan’ın “Demokratik Suriye Güçleri’nin Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alması” isteğinin somut adımı nedir, henüz belli değil. “Tekrar seçim” öncesi bu hamle ile Erdoğan’ın sadece Suriye hesabı yaptığını düşünmek de safdillik olur. Asıl kafaları kurcalayan ise avukatların İmralı’ya gittiğini bilmesine rağmen HDP Genel Merkezi’nin bu bilgiyi dört gün neden beklettiğidir.[2]
Kısacası Erdoğan, YSK’ye kararını açıklattırıncaya kadar hazırlamış olduğu planı bir taraftan devreye sokmuş ve devamını da önümüzdeki günlerde tezgahlayacaktır.
Karşı cephede ise CHP’nin bir taraftan savunma diğer taraftan saldırı hamleleri (uzun zamandır ilk kez) Erdoğan’a “işlerin eskisi kadar kolay olmadığını” gösterir nitelikte. Ekrem İmamoğlu’nun yerinde hamleleri, ilgiyi üzerinde tutmasını sağlıyor. Yine uzun zamandır ilk kez başta Almanya olmak üzere “dış güçler”in ilgisine mazhar oldu CHP.[3] Sadece “dış güçler” değil, tekelci sermayenin önemli aktörleri de (ki bunlar aynı zamanda temsil yeteneği olan şahıslar) İmamoğlu ile poz vermekten çekinmedi.[4] CHP’nin en önemli iki hamlesi ise iptal kararından sonra geldi. Kılıçdaroğlu’nun “Ekrem İmamoğlu, CHP’nin adayı değildir bu saatten sonra, 16 milyon İstanbullunun adayıdır” demesi artık “Millet İttifakı’nı da aşma” hedefidir. Diğer yandan yaptığı iptal başvurusunda sadece İstanbul’un 39 ilçesindeki seçimlerin yenilenmesini değil, aynı zamanda 24 Haziran 2018 seçimlerinin de iptalini istemektedir. Bunun anlamı; Erdoğan’ı cumhurbaşkanı olarak değil sadece ve sadece AKP Genel Başkanı olarak muhatap almak ve aldırmaya çalışmaktır.
Ancak açıktır ki CHP’nin daha “çok çalışması” gerekecek. Çünkü karşıda devletin tüm olanaklarını fütursuzca kullanabilen, bunca seçimden sonra seçim kompetanı olmuş ve yalanı alışkanlık haline getirmiş bir iktidar mevcut. Seçim kurullarının doğrudan AKP tarafından “kamu görevlileri arasından seçilerek” belirlendiği, aynı YSK’nin görevini sürdürdüğü, hatta aynı Anadolu Ajansı’nın tek başına seçim sonuçlarını açıkladığı yeni bir seçim günü kabul edilemez.
Madem ki “yeni seçimi boykot etmek, Binali’yi yalnız başına bırakmak ve devamında da tüm siyasi mekanizmaları da (Meclis dahil) boykot ederek bir siyasi kriz ve çözüm olarak da Erdoğan’ın istifasını hedeflemek” tercih edilmedi, o zaman seçim sürecinin kurallarını demokratik hale getirmek, halkı sadece sandıkta oy kullanan seçmen olarak değil siyasetin aktif birer öznesi olarak harekete geçirmek ve seçimden sonraki tüm siyasi programın (Erdoğan’ı indirmenin) mücadelesini ve örgütlenmesini sağlamak gerekecektir.
Açıktır ki bu görevler CHP’den daha çok bu ülkenin sosyalistlerine, devrimcilerine düşmektedir. Bu sürecin siyasal sorumluluğu ne CHP’ye ne İmamoğlu’na devredilebilir ne de o çatı altına sokulabilir. Güncel (anlık) siyasete ilişkin de devrimci tutum/seçenek geliştirmek zorundadır devrimciler.
Ne yazık ki kabul etmek gerekir ki (özellikle İstanbul’da) 1 Mayıs güncel siyasete müdahale açısından yetersiz kalmıştır. Kitleselliğine, coşkusuna rağmen 1 Mayıs gösterileri, 1 Mayıs’ın klasik anlamda tarihsel ve siyasal içeriğinin dışına çıkmamış/çıkarılamamış, ülkedeki siyasal gelişmelere sosyalist bir müdahale gerçekleştirilememiştir. Bu konuda söz konusu olan eksiklik sadece seçim iptali ihtimaline müdahale etmemek değildir. 1 Mayıs işsizlerin, gençlerin, kadınların, beyaz yakalıların, EYT’lilerin, KHK’lilerin, emeklilerin, yani sistemle ve iktidarla derdi olanların aktığı ve oradan hedef belirledikleri bir mecra olmaktan çıkmaktadır. Kuşkusuz burada öznel eksiklikler ön plandadır. Bununla birlikte toplumsal muhalefetin, uzunca bir süredir farklı kanallardan ilerlediğini görmek gerek. Sık sık halkın önüne konan sandıklar ve o sandığa giden sürecin mücadelesi (Hayır, Tamam gibi), ağırlıklı olarak CHP’nin başını çektiği kitlesel eylemler (Adalet Yürüyüşü, İmamoğlu’nun Maltepe mitingi gibi) toplumsal mücadelelerin içeriğini ve biçimini değiştirmektedir (Bu konularda çok daha ayrıntılı değerlendirmelere ihtiyaç var).
Şimdi sosyalistlerin önünde “tekrar bir seçim” var. Ve kesin olarak sınırlandırılmaması gereken iki nokta var. İlki, “İstanbul tekrar seçimi” sadece İstanbul’un sorunu değildir ve İstanbul sınırlarına hapsedilemez. İkincisi, tek amaç sandıktan çıkacak oy sayısının çokluğu olamaz.
Bu seçim “Türkiye’nin tekrar seçimi”dir, tüm ülke bu seçim atmosferini tekrar tekrar yaşamalı ve devrimciler her sokağa ve her meydana yaşattırmalıdır. Sandık günü dahil olmak üzere sandık gününe kadarki süreç CHP’ye tabi olmayan, onun politik hedeflerinden daha ileri hedefleri içeren ve örgütsel olarak da ayrı kanallar kurabilen tarzda pekâlâ yürütülebilir.
Bu dönemin talepleri (hedefleri) büyük ölçüde belirginleşmiş durumda zaten. YSK’nin AKP Genel Başkanı’na bağlı bir alt kurum olduğu tescillenmiştir, hukuksuzdur, kararları yok hükmündedir. Kararlarına uymadığı için kimse suçlanamaz. İptal etmek için uydurulan gerekçeler esas alındığında[5] 24 Haziran seçimlerinin, hatta 16 Nisan referandumunun da derhal iptal edilmesi gerekir. Yani şu an ülkeyi bir cumhurbaşkanı değil, AKP’nin başkanı yönetmektedir, hukuksuzdur, geçersizdir.
“FETÖ” ile ilişkili olanların sandıklarda görev aldığı gibi iddialar dikkate alındığında başkanlık modelinin oylandığı referandum ayrıca şaibeli hale gelir, ki zaten o referandumda şaibe ötesinde bir durum olduğu kesindir. Yani başkanlık modelini oturttukları yasal çerçeve tamamen hukuk dışı, illegaldir. Dolayısıyla Erdoğan’ın tepesinde oturduğu sistem topyekun sorgulanmalı ve reddedilmelidir.
Artık “tekrar seçim” CHP’ye oy basmaktan, İmamoğlu’nu tekrar seçtirmekten öte anlamlar taşımaktadır. İstanbul başta olmak üzere AKP’lilerin kurduğu “mahalle baskısı” tam tersine çevrilecektir. İstanbul kazanılacaksa bir şahsın karizması ile değil, bütün ilericilerin, demokratların, sosyalistlerin ortak emeğiyle kazanılacak ve sahiplenilmesi de birlikte olacaktır.
Seçim sürecinin örgütlenmesinde devrimcilerden CHP’nin seçim komisyonlarına tabi olarak faaliyet göstermeleri beklenemez. Sosyalistlerin ortak örgütlenme modelleri en ufağından en gelişmişine kadar bu süreçte denenmeli ve (paralel olsa dahi) ayrı biçimler altında geliştirilmelidir.
İstanbul’u Erdoğan’a kaybettirmek kadar, kalıcı olarak elde tutmak politik hedeflere ve örgütsel gücün kalıcılığına bağlıdır. Ve bu devrimciler olmadan yapılamaz. (SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] İlginç olan İmamoğlu’nun konuşma düğmesine basar gibi “Artık konuşma vakti. Sanatçı da konuşacak” demesiyle menajerlerinden izin alan şarkıcıların sanal aleme akması oldu.
[2] “Metnin gelmesini bekledik” açıklaması yeterli değildir. Metin olmasa bile “Avukatlar görüştü, metni sonra açıklayacağız” pekâlâ denebilirdi.
[3] Almanya’nın eski Cumhurbaşkanı, Ankara Büyükelçisi, İstanbul Başkonsolosu İmamoğlu’nu ziyaret etti. Ziyaret edenler arasında Japonya, Kanada ve Macaristan büyükelçileri de var.
[4] Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç mesela.
[5] YSK, iptal gerekçesini, Mart 2018’de yani 24 Haziran seçimlerinden önce yapılan bir yasa değişikliğine bağlıyor. O yasa ile sandık kurullarında görev alacak olanların kamu görevlisi olma zorunluluğu getirilmişti. Ancak açıktır ki o zorunluluk 24 Haziran seçimlerinde uygulanmadı.