“Yanlış hayat doğru yaşanmaz” der Adorno. Çok doğru bir değerlendirmedir. Doğru yaşamak için önce hayatı doğru kılmak gerekir. Spor ve futbol düzeninde her şey doğru, sadece hakemlik kurumu yanlış olamaz...
Bir ülkede üstyapı neyse altyapı da odur. Çünkü altyapıyı üstyapı belirler. Altyapı ise üstyapınızın hayatiyetini sağlar. Özetle iyi altyapılar inşa etmeniz, üstyapılarınızı iyi kılmaz. Ama iyi üstyapılar, iyi altyapıları gerekli kılar. Bu, sporda böyledir. Dahası bu, iş hayatının tüm alanlarında da böyledir. Üretim ilişkilerini belirleyen şey üretim araçlarının mülkiyeti, üretim araçlarının mülkiyetini belirleyen şey de siyasal sisteminizdir. İktidar olmak belirleyici olmak için önemli ve gereklidir.
Bir ülkede spor ve futbol yönetimi, yani üstyapılarınız ve üstyapıların yönetimleri asıl işleri ve amaçları spor ile değil de başka faaliyet alanları ile meşgul kişi ve kişilerden oluşuyorsa, o ülkede spor ve futbolun üstyapısı kaos, düzensizlik, kargaşa ve çıkmaz içindedir.
Futbolda kaosun, yönetemiyor oluşun, kargaşanın son örneği Rizespor-Galatasaray müsabakasıdır. Lakin bu tek örnek değildir. Son örnek de olmayacaktır.
Ama söz konusu müsabaka üzerinden ve meseleyi sadece hakemin veya hakemlerin yanlış kararları üzerinden konuşursak gerçek fotoğrafı görmekten çok uzaklaşırız.
Meseleyi bir müsabaka üzerinden ve sadece ayak kırılma pozisyonundaki yanlış kırmızı kart uygulaması ve haksız penaltı olayı konularıyla ilişkili tartışırsak asıl sorundan ve çözümden uzaklaşmış oluruz.
Bu durumda örneğin, Rizespor tarafından koyulan 2,8 milyonluk liralık primin bir defada ve sadece Galatasaray müsabakasına denk getirilmiş olmasını da konuşmak gerek. Ama bu da gerçek sorunu ve çözümü konuşmak demek olmayacaktır.
Ama Rizespor kulüp başkanının, Beşiktaş kulüp başkanı Fikret Orman’ın 11 Mayıs Salı günü mali ve idari genel kurulda birilerini kastederek “karılar gibi arkadan konuşanlar” şeklindeki düzeysiz, cinsiyet ayrımcısı sözde eleştiri ifadesine benzer, “Yanımda silah olsaydı ben bu adamı vururdum” ifadeleri üzerinden, kulüp yöneticiliği ve yönetici profillerini konuşmak asıl meseleyi konuşmak olsa gerektir.
Başkanın adamları… Evet, asıl mesele “başkanın adamları” meselesidir. Bu konuşulmadan, bu konudaki gerçekler görülmeden, bu ülkede spor ve futbol adına alınacak olumlu bir mesafe yoktur. Bakınız her yer “başkanın adamları” ile dolu. Sporun ve özellikle futbolun her noktasındalar. Her şeye karışıyor, müdahale ediyorlar ve bilfiil içinde yer alıyorlar.
Devletin spor ile ilgili bakanlığında, bakanlığa bağlı başta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) başkanları ve Gençlik ve Spor il ve ilçe müdürlüklerinde, üst düzey tüm yöneticiler, amir pozisyonunda olan tüm kişileri tek tek analiz ediniz, çoğunun spor insanı olmadığını görürsünüz. İçlerinde hiç azımsanmayacak oranda referansları sadece imam hatipli, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, ilahiyatçı ve iktidar partisi il-ilçe teşkilatları olmaktan ibaret olan, liyakatin yerlerde süründüğü spor teşkilatları asıl meeledir. Ya da meselenin aslıdır.
Güya özerk olan, ilgili yasa hükmü gereği kendi başkanını seçme tasarrufunda bulunan TFF, kendince “taban birlikleri” diye romantik ve emekten yana bir kavram ile kavrayıcı ve katılımcı bir seçim yöntemi ile yola çıkıp, ama yoldaki süreçte kulüpler birliği adıyla kendi düzenlerini perçinleyen Süper Lig kulüpleri başta olmak üzere, ticaret-para-devlet ile ilişkili ne kadar insan varsa işin bir şekilde içinde yer aldığı ve siyasetçilerin at koşturduğu bir düzen kurdular.
Son TFF başkanını düşünün. Beşiktaş’ı borç batağına saplayan, ardından bu başarısı nedeniyle olsa gerek TFF başkanı yapılan, bu süreçte Türkiye futbolunu siyasetin emrine sunan ve dibe vurduran ama yine bu süreçte kendi iş ve ticari alanını iyice genişleten, kendisine sağlanan özel Ziraat Bankası kredileri ile bedava medya imparatorluğu kuran ve utanmadan TFF başkanı iken şans oyunları ihalesine katılıp kazanan ve en sonunda başkanlıktan ayrılmak zorunda kalan, “futbol ile iktidar ile el ele güzel günlere” düzeni, konuşulması ve çözümlenmesi gereken asıl mesele değil midir?
Böylesi bir futbol düzeninde asıl mesele sadece yanlış hakem kararları veya taraflı hakemler meselesinden ibaret olabilir mi? “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” der Adorno. Çok doğru bir değerlendirmedir. Doğru yaşamak için önce hayatı doğru kılmak gerekir. Spor ve futbol düzeninde her şey doğru, sadece hakemlik kurumu yanlış olamaz. Her şeyin doğru olduğu bir bütünde, bütün parçalar doğru olmak ve doğru işlemek zorundadır. Bu konuda meseleyi sadece hakemlik müessesi ile sınırlı tutanların öncelikle oturup, Başakşehir Futbol Kulübü’nün bütün müsabakalarını izlemeleri gerekir. Bozuk işleyen düzende hakemlik kurumu ve hakemlerin de sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları bir gerçektir. Ama bir de o camianın siyasal ve ekonomik ilişkilerine ve futbol düzeni içinde nasıl konumlandırıldığına iyi bakma gerekmez mi?
Başkanın adamlarından birisi olan Rıdvan Dilmen ile bitirelim yazıyı. Rizespor-Galatasaray maçını kastederek “Bu maçı Başakşehir kulübü bu şartlarda kazansaydı ne olurdu? Siyasete dönerdi iş. Yapmayın” diyerek, siyaseti futbola karıştırmanın örneklerinden birisini daha vermiştir. Bu tiplerden iktidarların müdahil olduğu bir spor ve futbol düzeni eleştirisini asla duyamazsınız. Örneğin, Başakşehir takımı 8 puan öndeyken AKP liderinin “Başakşehir takımını ben kurdum, iyi gidiyoruz, şampiyon olacağız inşallah” cümlesine karşı kör, sağır ve dilsiz olan şeytan Rıdvan, Galatasaray Divan Kurulu üyesi Hayri Kozak’ın Ekrem İmamoğlu’na destek açıklamalarını ve son dönemde statlarda Ekrem İmamoğlu için atılan sloganları kastederek, “Birinin divan kurulunda siyaset yaparlar, birinin salonunda başka bir şey derler. Öbür statta başka bir şey derler” diyerek hiç de kör, sağır ve dilsiz olmadığını göstermiştir. Spora ve futbola siyasetin girmesini istemediğini her fırsatta söyleyen bu tipler, aslında “Spora ve siyasete emek yanlısı, adalet ve eşitlik savaşçısı sol siyasetler girmesin” demek istemektedirler. Aksi halde böyle düşünmeseler, 2017 tek adam rejimi Anayasa referandumunda sosyal medya hesabından “Evet” kampanyası başlatarak “Vatanımız, ülkemiz çok zorlu bir süreçten geçiyor, adeta bir İstiklal Savaşı. Güçlü bir Türkiye istiyoruz. Güçlü bir Türkiye için evet ben de varım, Sevgili Arda sen de var mısın?” diye sorarlar mıydı? (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)
Bir ülkede üstyapı neyse altyapı da odur. Çünkü altyapıyı üstyapı belirler. Altyapı ise üstyapınızın hayatiyetini sağlar. Özetle iyi altyapılar inşa etmeniz, üstyapılarınızı iyi kılmaz. Ama iyi üstyapılar, iyi altyapıları gerekli kılar. Bu, sporda böyledir. Dahası bu, iş hayatının tüm alanlarında da böyledir. Üretim ilişkilerini belirleyen şey üretim araçlarının mülkiyeti, üretim araçlarının mülkiyetini belirleyen şey de siyasal sisteminizdir. İktidar olmak belirleyici olmak için önemli ve gereklidir.
Bir ülkede spor ve futbol yönetimi, yani üstyapılarınız ve üstyapıların yönetimleri asıl işleri ve amaçları spor ile değil de başka faaliyet alanları ile meşgul kişi ve kişilerden oluşuyorsa, o ülkede spor ve futbolun üstyapısı kaos, düzensizlik, kargaşa ve çıkmaz içindedir.
Futbolda kaosun, yönetemiyor oluşun, kargaşanın son örneği Rizespor-Galatasaray müsabakasıdır. Lakin bu tek örnek değildir. Son örnek de olmayacaktır.
Ama söz konusu müsabaka üzerinden ve meseleyi sadece hakemin veya hakemlerin yanlış kararları üzerinden konuşursak gerçek fotoğrafı görmekten çok uzaklaşırız.
Meseleyi bir müsabaka üzerinden ve sadece ayak kırılma pozisyonundaki yanlış kırmızı kart uygulaması ve haksız penaltı olayı konularıyla ilişkili tartışırsak asıl sorundan ve çözümden uzaklaşmış oluruz.
Bu durumda örneğin, Rizespor tarafından koyulan 2,8 milyonluk liralık primin bir defada ve sadece Galatasaray müsabakasına denk getirilmiş olmasını da konuşmak gerek. Ama bu da gerçek sorunu ve çözümü konuşmak demek olmayacaktır.
Ama Rizespor kulüp başkanının, Beşiktaş kulüp başkanı Fikret Orman’ın 11 Mayıs Salı günü mali ve idari genel kurulda birilerini kastederek “karılar gibi arkadan konuşanlar” şeklindeki düzeysiz, cinsiyet ayrımcısı sözde eleştiri ifadesine benzer, “Yanımda silah olsaydı ben bu adamı vururdum” ifadeleri üzerinden, kulüp yöneticiliği ve yönetici profillerini konuşmak asıl meseleyi konuşmak olsa gerektir.
Başkanın adamları… Evet, asıl mesele “başkanın adamları” meselesidir. Bu konuşulmadan, bu konudaki gerçekler görülmeden, bu ülkede spor ve futbol adına alınacak olumlu bir mesafe yoktur. Bakınız her yer “başkanın adamları” ile dolu. Sporun ve özellikle futbolun her noktasındalar. Her şeye karışıyor, müdahale ediyorlar ve bilfiil içinde yer alıyorlar.
Devletin spor ile ilgili bakanlığında, bakanlığa bağlı başta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) başkanları ve Gençlik ve Spor il ve ilçe müdürlüklerinde, üst düzey tüm yöneticiler, amir pozisyonunda olan tüm kişileri tek tek analiz ediniz, çoğunun spor insanı olmadığını görürsünüz. İçlerinde hiç azımsanmayacak oranda referansları sadece imam hatipli, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, ilahiyatçı ve iktidar partisi il-ilçe teşkilatları olmaktan ibaret olan, liyakatin yerlerde süründüğü spor teşkilatları asıl meeledir. Ya da meselenin aslıdır.
Güya özerk olan, ilgili yasa hükmü gereği kendi başkanını seçme tasarrufunda bulunan TFF, kendince “taban birlikleri” diye romantik ve emekten yana bir kavram ile kavrayıcı ve katılımcı bir seçim yöntemi ile yola çıkıp, ama yoldaki süreçte kulüpler birliği adıyla kendi düzenlerini perçinleyen Süper Lig kulüpleri başta olmak üzere, ticaret-para-devlet ile ilişkili ne kadar insan varsa işin bir şekilde içinde yer aldığı ve siyasetçilerin at koşturduğu bir düzen kurdular.
Son TFF başkanını düşünün. Beşiktaş’ı borç batağına saplayan, ardından bu başarısı nedeniyle olsa gerek TFF başkanı yapılan, bu süreçte Türkiye futbolunu siyasetin emrine sunan ve dibe vurduran ama yine bu süreçte kendi iş ve ticari alanını iyice genişleten, kendisine sağlanan özel Ziraat Bankası kredileri ile bedava medya imparatorluğu kuran ve utanmadan TFF başkanı iken şans oyunları ihalesine katılıp kazanan ve en sonunda başkanlıktan ayrılmak zorunda kalan, “futbol ile iktidar ile el ele güzel günlere” düzeni, konuşulması ve çözümlenmesi gereken asıl mesele değil midir?
Böylesi bir futbol düzeninde asıl mesele sadece yanlış hakem kararları veya taraflı hakemler meselesinden ibaret olabilir mi? “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” der Adorno. Çok doğru bir değerlendirmedir. Doğru yaşamak için önce hayatı doğru kılmak gerekir. Spor ve futbol düzeninde her şey doğru, sadece hakemlik kurumu yanlış olamaz. Her şeyin doğru olduğu bir bütünde, bütün parçalar doğru olmak ve doğru işlemek zorundadır. Bu konuda meseleyi sadece hakemlik müessesi ile sınırlı tutanların öncelikle oturup, Başakşehir Futbol Kulübü’nün bütün müsabakalarını izlemeleri gerekir. Bozuk işleyen düzende hakemlik kurumu ve hakemlerin de sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları bir gerçektir. Ama bir de o camianın siyasal ve ekonomik ilişkilerine ve futbol düzeni içinde nasıl konumlandırıldığına iyi bakma gerekmez mi?
Başkanın adamlarından birisi olan Rıdvan Dilmen ile bitirelim yazıyı. Rizespor-Galatasaray maçını kastederek “Bu maçı Başakşehir kulübü bu şartlarda kazansaydı ne olurdu? Siyasete dönerdi iş. Yapmayın” diyerek, siyaseti futbola karıştırmanın örneklerinden birisini daha vermiştir. Bu tiplerden iktidarların müdahil olduğu bir spor ve futbol düzeni eleştirisini asla duyamazsınız. Örneğin, Başakşehir takımı 8 puan öndeyken AKP liderinin “Başakşehir takımını ben kurdum, iyi gidiyoruz, şampiyon olacağız inşallah” cümlesine karşı kör, sağır ve dilsiz olan şeytan Rıdvan, Galatasaray Divan Kurulu üyesi Hayri Kozak’ın Ekrem İmamoğlu’na destek açıklamalarını ve son dönemde statlarda Ekrem İmamoğlu için atılan sloganları kastederek, “Birinin divan kurulunda siyaset yaparlar, birinin salonunda başka bir şey derler. Öbür statta başka bir şey derler” diyerek hiç de kör, sağır ve dilsiz olmadığını göstermiştir. Spora ve futbola siyasetin girmesini istemediğini her fırsatta söyleyen bu tipler, aslında “Spora ve siyasete emek yanlısı, adalet ve eşitlik savaşçısı sol siyasetler girmesin” demek istemektedirler. Aksi halde böyle düşünmeseler, 2017 tek adam rejimi Anayasa referandumunda sosyal medya hesabından “Evet” kampanyası başlatarak “Vatanımız, ülkemiz çok zorlu bir süreçten geçiyor, adeta bir İstiklal Savaşı. Güçlü bir Türkiye istiyoruz. Güçlü bir Türkiye için evet ben de varım, Sevgili Arda sen de var mısın?” diye sorarlar mıydı? (İSMAİL TOPKAYA - SENDİKA.ORG)