Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

SON EKLENENLER

latest

Sermayeye, süreklileştirilmiş OHAL rejimine, saray cuntasına karşı birleşik mücadelede KESK

Savaşın, faşizmin, gerici karanlığın karşısında bugüne kadar nasıl boyun eğmediysek, KESK iş kolu sendikaları 2020 kongrelerine giderken de...

Savaşın, faşizmin, gerici karanlığın karşısında bugüne kadar nasıl boyun eğmediysek, KESK iş kolu sendikaları 2020 kongrelerine giderken de kamu çalışanları hareketini ileriye taşıma sorumluluğunu üstleniyoruz...


Dünya nüfusunun proleterleşmenin sınırlarına dayandığı, kapitalizmin 2008’de girdiği büyük krizden bir türlü çıkamadığı koşullarda emperyalist kapitalist sistemin ürettiği toplumsal çelişki ve çatışmalar giderek şiddetleniyor. Bir yanda neoliberalizmin yarattığı toplumsal-politik kriz üzerinde sistemin bir yanıtı olarak sahne alan faşizmin yeni yüzleri, diğer yanda isyancı halk kitleleri ve direnişleri yükseliyor.

Kapitalist sistem ve sistemin koruyucusu faşist iktidarlar emeğe, doğaya, kentlere, kadınlara, LGBTİ’lere, göçmenlere saldırırken geleneksel kalıpların dışında gelişen pek çok toplumsal mücadele ayrı ayrı boy veriyor ancak kapitalizm ve faşizm karşı giderek birbirine yakınsıyor. Fransa ve Lübnan’daki gibi vergi adaletsizliğine karşı gelişen isyanlar, Irak’taki gibi kamusal hakların yetersizliğine karşı gelişen isyanlar, Brezilya ve Endonezya’daki gibi kadın ve LGBTİ düşmanlığına karşı gelişen mücadeleler, emeklilik hakkı için Fransa’da gelişen büyük grev, uluslararası ölçekte örgütlenen iklim grevleri, feminist grevler… Sermaye ile uzlaşmaz çıkarları için mücadelede kader ortaklığını keşfederek kendini oluşturmakta olan 21. yüzyıl işçi sınıfı, kendini bu adla ve proletaryanın bağımsız siyaseti ile anmasa bile büyük ölçekli, militan mücadelelerle sahne alıyor.

21. yüzyıl işçi sınıfının muazzam nicel büyüklüğü ve sokağa yansıyan militanlığı, onun bağımsız bir politik güç haline gelmesini engelleyen saldırıları ve iç zaafları aşabilmiş değil. Saldırılar sert, eski mücadele araçları yetersiz, stratejik yaklaşımların eksikliği dünya çapında bir sorun. Ancak bu, saldırılar karşısında geri adım atmayı ya da var olan teorik, pratik, örgütsel birikimi yadsımayı haklı çıkarmıyor. Tam da burada devrimcilerin sorumluluk ve inisiyatif alıp, mevcut mücadele birikimini işçi sınıfının yeni mücadele döneminin ihtiyaçları doğrultusunda bir olanak olarak seferber etmesi ihtiyacı kendini gösteriyor.

Ülkemizde durum

Dünyada bunlar olurken ülkemizde 31 Mart yerel seçimleriyle birlikte AKP’nin yenilmezlik algısı ortadan kalkmış, pek çok büyükşehirde yerel yönetimlerin AKP’nin elinden çıkması ve demokrasi güçlerinin de destek verdiği muhalefet adaylarının kazanması toplumsal muhalefet lehine yeni bir manevra aralığı yaratmıştır. Rant dağıtım mekanizmalarını kaybeden iktidarın nefes boruları tıkanmakla kalmamış, yağma ve talan teşhir olmuş, belediyelerin sunduğu kamusal hizmetlere, kent hakkına ve özel olarak da belediyelerde çalışan emekçilerin sendikal ve özlük haklarına ilişkin taleplerin cesaretle dile getirildiği bir ortam doğmuştur. Sonuç alıcı hak mücadeleleri ve örgütlenme çabalarında olumlu hareketlenmeler başlamıştır. Yerel yönetimlerde AKP’nin kamu emekçileri üzerindeki kontrol aygıtı olarak işleyen Memur Sen’e zorunlu üyelik dayatmasının kalkmasının sonuçları hemen görülmüş, AKP iktidarına paralel olarak Memur Sen’de çözülme ve bu çözülme karşısında ciddi bir örgütlenme çabasına giren Tüm Bel Sen örneğinde görüldüğü gibi, yer yer yeni bir ivme yakalanabilmiştir.

Son dönemde 1 milyon üye kaybı yaşayan iktidar, Resmi Gazete’de şeri hükümler yayımlama, Mehdi’yi beklediğini ilan etme, Diyanet’e çalıştaylar yaptırma gibi İslamizasyon uygulamalarına hız vererek tabanındaki erimeyi durdurmanın yolunu İslamcı kesimleri kemikleştirmekte aramaktadır. Siyasal İslamın yükselişe geçtiği dönemden farklı olarak, bugün başvurulan karanlığın dozunu artırma girişimi İslamcılığın iflasının belgesi niteliği taşımaktadır. Arkasında muazzam bir devlet desteğine sahip olan gericiliğin önüne set çekebilen bu toprakların ilerici-aydınlanmacı akımlarının eli, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun had safhaya ulaştığı dinsel gericiliğin karşısında daha da güçlenmektedir. Öte yandan iktidar bloğu içerisinde şiddetlenen çatışmalar tek adamlığa soyunan RTE’yi çaresiz bırakmaktadır.

Toplumu istediği gibi maniple etme yeteneğini kaybeden iktidar, halkın gerçek gündemi olan yoksulluk ve işsizliğe çözüm üretemedikçe desteğini kaybettiğini görüyor ve paniğe kapılıyor, her atağı halk tepkisi sonrasında geri adımla sonuçlanıyor. Termik santrallere filtre takılmasının ertelenmesi, güvenlik soruşturması, Simit Sarayı’nın Ziraat Bankası tarafından kurtarılması girişimleri örneklerinde olduğu gibi kendi yasa tekliflerini geri çekerek fırtınalı denizde yol alan geminin alabora olmasını engellemeye çalışıyorlar. Kendi korkularını gizlemek için halkın üstüne korku salarak ayakta kalmaya çalışan ömrü dolmuş iktidarın her saldırısının halk saflarında direnişlere yol açtığı ve iktidarın kendini vurmasıyla sonuçlandığı bereketli bir dönemdeyiz.

Dış politikadaki derin stratejik iflas

Hedefindeki Ortadoğu ve kuzey Afrika’yı yeniden şekillendirmenin programı olan Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi-BOP’nin eş-başkanlığını üstlenmeye gönüllü ve hevesli olan AKP, yeni Osmanlıcılık hayalleriyle ve siyasal İslam ajandasıyla bu yeni paylaşım savaşlarının en azimli yürütücüsü oldu. “Stratejik derinlik” üzerinden şekillendirilen bu dış politika, fetihçilik anlayışıyla “Türkiye’nin bölge liderliğini üstleneceği” stratejisine dayandırıldı. Bunun için bölgede başlatılan vekalet savaşında üstlendiği rolü “derin” bir öz güvenle yürüten AKP liderliği, projecilerin yaşadıkları iflasları kavrayamadı (kavramak istemedi), asiller kaybettikçe de vekil olarak kendini  mutlak bir başarıya inandırmaya devam etti. “Arap Baharı” denilen süreçte yukarıdan müdahalelerle Arap halklarının  kazanım ve taleplerini manipüle eden Müslüman Kardeşler-İhvan, Tunus ve Mısır’da iktidara yürüyünce, Libya’da da NATO’nun silah gücüyle iktidar yolu açılınca, derin stratejistler açısında bölgede adeta bir  “AKP Baharı” rüzgarı esmeye başlamıştı ve sırada Suriye vardı. Ancak İhvanlaştırılmak istenen Suriye, bütün müdahaleciler için adeta bir bataklığa dönüştü, keza Tunus ve Mısır’da AKP ile ideolojik kardeşlik bağı taşıyan ihvancılar da bir bir kaybettiler. Fakat AKP bunu göremedi.. Çünkü  hırslardan arınmış, rasyonel temel üzerine inşa edilmiş bir dış politika üretilemediği açıktır. Ve  neticede  ortaya çıkan iflasın tanımı: Hayaller fetihçilikti,  ama gerçekler yalnızca bataklık!.. Büyük iflas yaşamış bir dış politikanın artık strateji üretme şansının olmadığı bu denli açıkken AKP, bu yanlış politikadaki ısrarını sürdürdü. Hatta bir yerdeki iflasa, başka mecralarda savaş kışkırtıcılığı yaparak yeni iflaslar eklemeye devam ediyor. Suriye bataklığından Libya bataklığına, oradan Ukrayna’ya ve hatta Keşmir’e kadar bir kışkırtıcılık söz konusu. Amerika ile Rusya arasındaki mekik siyasetiyle bu iflasların görünmez kılınmak istenmesinin nafile bir çaba olduğu da ortadadır. Ancak AKP, çöküş içindeki bütün rejimler gibi kaybettikçe ve eridikçe “sürekli savaş” stratejisine sarılmaya devam ediyor.

Kadınlar vardır

Neoliberalizmin krizini kadın düşmanlığını içeren beden ve emek politikalarını yükselterek aşmaya çalışan faşist iktidarlar, karşısında kadın özgürlük mücadelesini buluyor. Latin Amerika’da kadınların bedenini, görünür/görünmez emeğini, yaşam alanlarını savunma mücadelelerini birbiriyle kaynaştıran 4. dalga kadın hareketi yükselirken, ‘küresel feminist grev’ gibi yeni uluslararası eylem ve dayanışma biçimleri mücadele literatürüne kazandırmaktadır. Küresel feminist grev hareketi, kadınların görünür ve görünmez emeğinin neoliberalizme karşı mücadelede kurucu rolünü açığa çıkarırken iş yerlerinden ev içine uzanarak grevin içeriğini yeni anlamlarla zenginleştirmektedir. Kadın hareketi ‘grevi’ yalnızca üretim alanıyla sınırlandırmadan kitlesel bir isyan haline getirmeyi başarmıştır. Kadınlar tüm dünyada neoliberalizme karşı yükselen halk isyanlarının öncü kuvvetleri konumunda bulunmaktadır.

Vahşi kapitalizmin ülkemizdeki temsilcisi AKP rejiminin en önemli kurucu unsurlarından biri kadın düşmanlığıdır. AKP, kadınların kazanılmış haklarını yasal olarak sınırlandırmaktan muhafazakar aile politikalarına, dinselleşmeye kadar kadınları denetleyeceği mekanizmaları hayata geçirmeye çalışmaktadır. Toplumsal yaşam, dinci gericilikle yeniden şekillendirilirken en çok da kadınlar üzerinde baskı oluşturulmaktadır. Kamu emek rejimindeki dönüşüme paralel biçimde kadın emeği de cinsiyetçilikle birlikte güvencesizleşmekte ve değersizleştirilmektedir. Asli rolü aile içinde tanımlanan kadınların toplumsal yaşama katılması ancak ev içi rollerini aksatmayacak şekilde yapılandırılmaktadır. Kamu emekçisi kadınların ücretli emeğini belirleyen de yine aile politikaları olmaktadır. Eşitsizliği derinleştiren politikalar kadına yönelik şiddeti artırmakta, kadınlar eşitsiz ve şiddet dolu bir hayata mahkum edilmektedirler. Ev içinde olduğu gibi iş yerlerinde de kadınlar cinsiyetçi şiddete maruz kalmaktadır.

Ve ekonomi: “Burası çok önemli”

IMF ile gizli görüşmenin ardından gelen Yeni Ekonomi Planı ile çalışanlarının maaşlarına göz dikerken, kıdem tazminatını kaldırmaya niyetlenen iktidar emeğe yönelik saldırılarına devam etme niyetini ortaya koymaktadır. Vakıfbank hisselerinin Hazine’ye devredilmesi, Merkez Bankası yedek akçesinin sene başında bozdurulması ekonomik kriz karşısında yeni taklalar atmak gerektirdiğini gösterirken, Diyanet’in TOKİ evleri için helal faiz fetvası vermesi dinin kapitalizmin emrine sokulduğunu en çıplak haliyle açığa vurmaktadır.

Ekonomik kriz daha ağırlaşırken, dibe doğru yarış toplu intiharları yaygınlaştırıyor. Saray’dan yandaş sendikalara kadar lüks ve şatafattan vazgeçemeyerek kendi pisliğinde çürümeye devam eden iktidar kurumları halkın gözünde inandırıcılığını kaybediyor. Dünya kentlerinde isyan dalgası yayılırken, ülkemizde tepki biriktirmenin sınırına dayanıyor, kentlerde devleşen öfkeler emek hareketinin önüne yeni bir yol açma olanağını doğuruyor.

Faşizm yeniden…

“Allah’ın bir lütfu” diye karşılanan 15 Temmuz darbe girişimi AKP’nin arayıp da bulamadığı bir fırsata dönüştü. Barış için imza atan akademisyenlerden, gerçeği yazan gazetecilere, savaşı halk sağlığı sorunu olarak gören hekimlerden deprem vergisinin hesabını soran vatandaşlara kadar bu zulüm düzenine biat etmeyen herkes iç düşman olarak hedef gösterilmekte, mahkemelerde süründürülmektedir. AKP, çok değil daha birkaç yıl önce dilinden düşürmediği “barış”, “demokrasi” hak-hukuk adalet özgürlük “çözüm”, “diyalog” gibi çağrıları ve kavramları “terör” faaliyetleri olarak görmekte, suç kapsamına almaktadır.

Kuvvetler ayrılığının yerine tek adamda toplanan kuvvetler birliği konulup her şey sarayın iki dudağı arasına sıkıştırılarak ülkenin emekçilerin geleceği ipotek altına alınmaktadır. Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarına yapılan kayyum darbesi ülkenin batısına sıçramaktadır. Yakın zamana kadar meşruiyetini sandıktan sağlayan AKP halk iradesini yok sayarak cunta yönetimleriyle benzeşmektedir.

AKP-MHP faşist bloğunun kendi iktidarını sürdürmek için devleti kendine bağlı olarak yeniden yapılandırması, kendi memurunu yaratması, iktidarına sonsuz, sınırsız biat eden kadrolarla yeni bir kadro kuşağı yaratma sürecini özellikle de 15 Temmuz darbe girişimi ile daha açık ve hızlı biçimde yürütmektedir. AKP-MHP faşist bloğu kendi kadrosunu oluşturmada OHAL sürecinde KHK’larla yaptığı ihracı şimdi her bir bakanlığa kurduğu inceleme komisyonları aracılığı ile yapmaktadır. Bir güvencesizleştirme biçimi olarak yürüttüğü bu süreçle kendisine sorun olarak gördüğü kadroları tasfiye ederken diğer yandan yeni aldığı kadroları mülakat ve güvenlik soruşturmaları aşamalarından geçirerek kendi kadro kuşağını oluşturmaya çalışmaktadır. Güvencesizlik aynı zamanda rejimsel bir nitelik kazanmış, AKP’nin “kendisinden” görmediği emekçiler sınıfsal dışlamayı katmerli bir biçimde yaşamaya başlamıştır. Artık muhalif olanın çalışma hakkını bütünüyle yok sayan bir çalışma rejimi oturtulmakta bu da güvenlik soruşturmaları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.

“Darbecilerle mücadele” adı altında emekçilere, işçilere, toplumsal muhalefete bedel ödetildiği, tam anlamıyla bir zulüm döneminden geçiyoruz. OHAL’le, KHK’lerle süren saldırı dalgasından, her dönem darbelerin-sıkıyönetimlerin, OHAL’lerin hedefi haline gelen bir mücadele ve örgüt geleneğinden gelen konfederasyonumuz KESK’de payına düşeni fazlasıyla yaşıyor. Konfederasyon ve bağlı sendikalarımızın merkez yürütmelerinden şube ve temsilcilik yürütmelerine ve üyelerine varıncaya kadar sözde “kokteyl gerekçelerin” öne çıkarıldığı, sendikal eylemlerin “suç” sayılarak KHK’lerle ihraç edildiği bir dönemden geçiyoruz.

AKP-Cemaat koalisyonunun iç çatışması olan 15 Temmuz darbe girişimi AKP-saray tarafından karşı darbeye dönüştürülürken tüm emek demokrasi güçleri gibi sivriltilmiş uç olarak gördükleri ve AKP’nin yeni rejiminde “cihan devletinin liderine sadakat gösterecek memur” tiplemesinin yaygın olacağı süreçte asla yeri olmayacağını düşündükleri  KESK ve bağlı iş kolu sendikalarımız açık bir saldırı ve baskı  altındadır. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak haksız hukuksuz ihraç edilmiş üyelerimizin hukuksal olarak haklarını aramalarını engellemek için AKP ve sarayın hem hakimi hem savcısı olduğu OHAL İNCELEME KOMİSYONU kurularak yapılan haksız hukuksuz ihraçları sözde inceleyerek çok azını (%7) işe iade etmiştir. Kendini hukukun üstünde gören OHAL İnceleme Komisyonu tek adam rejimin ülkeyi anayasasız ve evrensel hukuk kuralları dışında nasıl yönettiğinin tipik bir örneğidir. Sendikal eylemlere katıldıkları için on binlerce kamu emekçisi cezalandırılmış, yıllardır verdiğimiz kararlı mücadelemizin kazanımları bir bir ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Sendika kararıyla yaptığımız eylemler “suç” diye nitelenerek bize yönelik saldırganlığın birer gerekçesi haline dönüştürülmek istenmektedir.

AKP-MHP iktidarı örgütlülüğü kendi yandaş konfederasyonları aracılığı ile iktidarın bir rıza aygıtı haline getirerek anlamsızlaştırdığı bir süreci önümüze koymaya çalışıyor. Örgütten kaçışı özendiren kimi bireysel eylemlilikler kendi sınırlarını zorlayıp bir süre sonra hatırlanmaz hale geliyor. Çeşitli bireysel inisiyatiflerin ortaklaştırılmaya çalışıldığı platformlar anlamlı bir çaba olmakla birlikte örgütlü bir mücadeleye dönüşmediği, (ataması yapılamayan öğretmenler platformu) süreklilik taşımadığı için (şimdilerde KHK’liler platformu) bir süre sonra dağılıyor.

AKP-Saray iktidarı bir yandan sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda devleti şekillendirirken diğer yandan toplum mühendisliğine soyunmuş durumdadır. AKP ve saray oluşturmaya çalıştığı yeni rejimi için itaatkâr, dindar ve kindar insan yetiştirmenin ve toplumu dönüştürmenin eğitim kurumlarından geçtiğini bilerek bu alanda da 4+4+4 ve ardından çıkardığı yönetmeliklerle dinsel ögelerle dolu geri yönde çeşitli değişiklikler yaptı. Eğitim alanı; ihraç edilenlerin yarattığı boşluğun sözleşmeli öğretmenlerle doldurulmasından, müfredatın bilimsel-eleştirel laik içeriğinin çıkarılarak tamamen dinsel, metafizik öğelere doldurulmasına kadar şeriat devleti özlemlerine uygun halde dizayn edildi. Son yapılan müfredat değişikliği ile AKP öncesi dönemin resmi ideolojisinin taşıdığı laikliğin kimi kırıntıları bile aranır noktaya geldi.

KESK ve bağlı sendikaların kuruluşundan bugüne getirdiği yapısal sorunlar

KESK’in bugün boğuştuğu konjontürel sorunların yanı sıra doğumundan itibaren taşıdığı yapısal sorunlar da bulunmaktadır. Kuruluşundan bu yana KESK’in ve bağlı işkollarının temel yapısal problemine değinmemek sorunu belli bir zaman dilimine sıkıştırarak sağlıksız bir değerlendirme ve sonuca yol açar ki bu da KESK’in bundan sonra da sorunlarının artarak devam etmesine yol açar. Bu nedenle KESK’in geçmişten bugüne getirdiği yapısal sorunları da hesaba katarak ağırlıklı olarak son sürecine baktığımız da bazı kerteriz noktalarına değinmek icap etmektedir.

KESK 1995’de kurulurken mevcut işçi konfederasyonlarının yanına bir memur konfederasyonu olarak kurulmasının yol açtığı sonuçlar bu günkü statükocu yapısını ortaya çıkarmıştır. KESK kuruluşundan bugüne önceleri dönemin egemen sendikal yönetsel anlayışları tarafından “sahte”, daha sonra “eksik sendika yasası” denilip 2001 sonrasında tamamen özümsediği 4688 sayılı yasa (bu yasa sadece memur statüsündekilerin örgütlemeye cevaz veren bir yasa) daha sonra kamu alanında taşeron, esnek ve kuralsız çalıştırma biçimleri ortaya çıkınca yetersiz kalmıştır. AKP’nin kendisinden önceki iktidarlardan devralarak en cevval şekilde yürüttüğü neoliberal politikalar ve bunların kamuda özelleştirmelere bağlı olarak çalışma ilişkilerine yansıması, ciddi bir açmaz olarak karşısına çıkmıştır.

KESK’e hâkim olan anlayış 4688 sayılı yasaya uyum göstermeyi emekçilere yabancılaşmaya kadar vardırabilmiştir. Öyle ki yetkili sendika olmaya kilitlenmiş Eğitim Sen, aynı güdülerle hareket eden sarı sendikanın sözleşmeli öğretmenleri üye kaydetmesi hakkında suç duyurusunda bulunmasını şubelerine bildirmiştir. Hayatın garip bir cilvesi olarak eğitim alanındaki ilk güvencesiz çalışanlar devlet güdümlü sendikada örgütlenirken, Eğitim Sen istisnadan kurala dönüşecek olan istihdam biçimini görmek istememiş, onları emekçi olarak kabul etmemiştir.

İlginçtir o yıl Eğitim Sen yetkiyi kaybetmiş, Türk Eğitim Sen yaklaşık 35 bin sözleşmeli memuru üye yaparak yetkiyi almıştır. Bu dönüşümlere bağlı olarak yeni sömürgecilik döneminin yaygın çalıştırma biçimi haline getirdiği esnek, kuralsız, taşeron çalıştırmanın kamu alanındaki yansımalarını görmemesi ciddi bir açmazı oluşturmuştur. Bugün ihraç edilen arkadaşların sendikal düzlemde aktif kılınmasından tutalım da, tüzüğünde olmasına rağmen kimi iş kollarının (örneğin Eğitim Sen) dershane ve özel okul çalışanlarını, torba yasa ile Belediyelerden MEB geçen emekçileri asli üye yapmayarak, fahri üyelikte diretmesi) iş kolunda 4-A (kadrolu) dışında diğer çalıştırma biçimleriyle çalışanları üye yapmaması aynı mantığın devam ettiğinin bir göstergesidir.

KESK ve bağlı sendikalarda oluşturulan yönetimlerin sadece siyasal ihtiyaçlara bağlı olarak biçimlenmesi, siyasal yapıların arka bahçesi olarak görülmesi önemli bir sorundu. Ayrıca soldaki yasallaşma eğilimlerinin sendikal mücadele ve örgütlenme düzlemlerine yansıması, kamu emekçilerinin başlangıçta dayandığı fiili, meşru, militan kitle mücadelesinin yerine kurumsallık adı altında yasal partilere paralel olarak yasalara uyum göstererek statükocu bir anlayışa teslim olmuştur.

Bu temel sorunlar KESK’in kuruluşundan beri var olan yapısal sorunları da doğum lekesi gibi üstünden taşıyarak günümüze kadar gelmiştir. KESK’in kuruluş kongresinden bu yana sorunlara parmak basan, tartışmaya çalışan Devrimci Kamu Çalışanları (DKÇ), anarko-sendikalist, marjinal, kitleden kopuk vb karalamalara maruz kalmış, fakat kapitalizmin kendi mecrasındaki doğal akışı bu suçlamaların sahiplerini “KESK’i yeniden yapılandırmak”, “birleşik mücadele” adı altında bir zamanlar reddettikleri DKÇ tezlerine sarılmaya itmiştir.

KESK’in yapısal sorunlarının yarattığı kültür, kendi statükosuna teslim olmayı ve kimi hatalı yaklaşımları da eklediğimizde kamu çalışanları hareketinin daha ileri taşınmasında ciddi problem oluşturmaktadır. KESK’in son dönemlerine baktığımızda geçmişten getirdiği bu hatalı ve yanlış yaklaşımların, fiili, militan kitle mücadelesi yerine kurumsal ağırbaşlılık, kurumsal aidiyet adı altında sorunlara müdahale etmede ciddi eksiklikler taşıdığını söylemek gerekir.

KESK’li kadınlar

Kadınların yaşadığı eşitsizlik sendikal mücadeleye katılımlarını, sendikal mücadele içindeki konumlarını da belirlemektedir. Kadınlar sendikal mücadeleye tüm bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yükleri ve zorluklarıyla birlikte katılmaktadırlar. Kadınların ev, iş, aile sorumlulukları nedeniyle sendikalardaki hareket alanları da kısıtlanmaktadır. Kesk içerisindeki kadın kotasına rağmen sendikalarda yönetimlerin belirlenmesinden, hareket alanına kadar erkekler kadınlardan avantajlı konumdadırlar.

Kadın mücadelesi sokağın ablukaya alındığı bir dönemde bile toplumsal muhalefetin önünde yer almayı sürdürmektedir. Sendikaların en hareketsiz olduğu dönemlerde sendikalı kadınlar iş yerlerinin dışına uzanacak şekilde Türkiye kadın hareketinin parçası olabilmiş, ortak mücadele içinde yer alabilmiştir. Kadına yönelik saldırıların arttığı bu dönemde de kadınlar şiddete karşı yaşamlarını savunmaya, ücretli ve ücretsiz emeklerinin değersizleşmesine karşı emeklerini savunmaya, dinci gericiliğe karşı laiklik mücadelesini yükselterek eşitlik ve özgürlük mücadelelerini her alana yaymaya devam edeceğinden şüphe duyulmamalıdır.

Genel Kurul’a giderken

KHK’lerle ihraç edilme, açığa alma ve sendikal hakların kullandırılmamasına dönük AKP ve saray rejiminin anti demokratik, baskıcı tutumuna karşı yapılacaklar, ihraç edilen ve açığa alına üyelerimizle ilgili dayanışma (üye aidat ödentisinin arttırılmasından diğer dayanışma biçimlerinin de ele alındığı), kongre döneminde ihraç edilen arkadaşlarımızın seçme seçilme haklarının kullanımı, kongrelerin içinden geçtiğimiz dönemde  örgütü ve mücadeleyi ileri taşıyacak yenileyici bir dinamik olarak ele alınacağı, kongrelerin bu bakış açısıyla geniş, kapsayıcı katılımı önüne koyan tüm demokratik denetim ve katılım mekanizmalarının yaşam bulduğu bir süreç olarak işletilmelidir.

Emek hareketi ve AKP’nin rıza üretme araçları olarak sendikalar

AKP hükümetinin yeni bir rejim ihdas etmeyi planladığı ve bu ‘yeni rejiminde’ toplumsal rıza aygıtlarına da özel önem verdiği görülmektedir. Özellikle uyguladığı neoliberal politikalarının toplumsal desteğini oluşturmak ya da en azından toplumsal tepkiyi etkisizleştirmek için meşruiyet zeminlerine ihtiyaç duymaktadır. Bunun için muhtarlara varıncaya kadar toplumsal destek alanlarını oluşturma çabası içindedir. Bu nedenle yandaşlık kavramıyla kategorize edilecek bir örgütlenme AKP’nin temel politikalarından biri haline gelmiştir. Bunun için özellikle çalışan kesimler üzerinde bir manipülasyon aracı olarak kendi politikalarının onaylayacak olan sendikalar kurma ya da var olanları dönüştürme yoluna gitmiştir.

Tarihin belli dönemlerinde başvurulan bu yöntem hiç de yeni değildir. Bir çeşit korporatif örgütlenme sayılacak bu sendikalar üye yaparken iktidar olmanın çeşitli avantajlarını kullanma, ya da çeşitli baskı kurma (mobbing) yoluna gitmişlerdir. Kamu çalışanları alanında Memur Sen işçi kesiminde Hak İş bu örgütlenmenin en tipik örneklerini teşkil eder. Bu duruma emperyalist sistemin neoliberal politikalarının dayattığı çalışma koşullarının temel zeminini de eklediğimizde çalışma yaşamında emekçiler açısından ciddi sorunları karşımıza çıkarmaktadır. Bu sorunların en başında sendikal hareketin krizi gelmektedir.

Kamu istihdamında taşeron ve 4/c statüsünde çalışanlarla ilgili mevzuat değişikliğine rağmen güvencesizlik ortadan kalkmamış tam tersine daha vahşi biçimlerde hortlamıştır. İş-Kur’un Toplum Yararına Programı ile kamu kurumlarına geçici olarak yerleştirilen personel “geçici gelir desteği sağlama” adı altından ucuz ve kuralsız çalışan işgücü olarak kullanılmakta, üstelik işçi olarak kabul görmemektedir.  TYP katılımcılarının sosyal güvenlik primi ile vergi giderleri İş-Kur tarafından üstlenilmiş ise de bu programın finansmanı İşsizlik Sigortasından karşılanarak işsizler için kullanılması gereken birikim yağmalanmaktadır. İşe alım sırasında imzalanan taahhütname ile çalışanların hakları sınırlanmakta, İş-Kur ise işveren sorumluluğundan sıyrılmaktadır. Kamu personel sisteminde yeni bir statü fiili olarak uydurulmakta, taşeron işçiliği aratacak düzeyde güvencesiz bir çalışma biçimi yaratılmaktadır.

Bugün kamu çalışanları alanında ciddi alt üst oluşlar yaşanmakta, bu alt üst oluşlar nesnel olarak örgütlülüğümüzü güçlendirmemiz açısından önemli avantajlar sunmaktadır. Gerek gerici, piyasacı ve otoriter yönetim anlayışından gerekse çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşmasından kaynaklı olarak AKP’ye karşı kamu çalışanlarındaki öfke artmaktadır. Bu öfkeyi örgütlü mücadeleye seferber etmek başta var olan örgütlenmemizin yenilenerek büyütülmesi olmak üzere mücadelenin önüne yeni kanallar açacaktır.

Kamu alanında meydana gelen değişikliklere bağlı olarak yeni bir mücadele sürecinin yaratılabilmesi açısından yeterince dinamizm bulunmaktadır. Son yıllarda gerek yaşam koşullarında gerekse çalışma koşullarında yapılan sistemli saldırılarla yaşanan hak kayıpları; neoliberal politikaların yıkıcı sonuçları, kamu emekçilerini de mücadeleye yöneltmektedir.

Kamu emekçilerinin yeni istihdam politikalarıyla farklı statü ve ücret uygulamalarıyla parçalandığı, yalnızlaştırıldığı; kamu emekçileri sendikal mücadelesinin yandaş ve güdümlü konfederasyonlarla kuşatıldığı ve boğulmaya çalışıldığı bir durumda parçalanmayı ortadan kaldıracak birleşik bir mücadele zemini yaratmaktan, kamu emekçilerinin sınıfın diğer bileşenleriyle birlikte kendi gücüne dayalı etkili bir hak mücadelesi yürütmekten başka yolu görünmemektedir.

Çözüm olarak;

AKP’nin çalışma rejimini yeniden kurma programının ana yönelimi esnek ve güvencesiz çalıştırmadır. KESK güvencesizliğin farklı statülerle parçalanmış tüm emekçilerin ortak sorunu olduğu tespitinden hareketle örgütlenme perspektifiyle değerlendirmeli, güvencesiz çalıştırmanın yasaklanması talebi ile artan iş cinayetlerine karşı mücadele etme acil ve öncelikli gündem olarak mücadele programına dâhil etmelidir. Bu bağlamda KESK’e bağlı iş kollarında güvencesizlerin örgütlenmesi sendikal hareketimizin dinamizmini artıracağından hareketle, güvencesiz çalışanların üyeliklerinin hiçbir engelle karşılaşmadan yapılması için somut uygulamalara geçilmelidir.

4688 sayılı yasa ile özgür ve gerçek bir toplu sözleşme yapma imkânını ortadan kaldıran siyasi iktidar karşısında, başta kamu emekçileri olmak üzere tüm emek kesimlerinin hak ve özgürlüklerinin meşru savunması temel alınmalıdır.  Kamu emekçileri mücadelesinin 4688 sayılı yasa ile sınırlandırılmasına, yasa ile ıslah edilmeye çalışılmasına izin verilmemelidir.

KESK’in önümüzdeki dönem mücadelesi içinde kadınların kendi gündemlerini yaratmadığı, kendi ihtiyaçlarıyla örgütlenmediği bir sendikal mücadele düşünülemez. İş yerlerinde kadınların özel sorunları sendikal mücadelenin gündemi yapılmalı. Kadın meclislerinin işleyişi yeniden iş yerlerinde güçlendirilecek şekilde yapılandırılmalı, kadın meclislerinin karar mekanizmalarındaki konumu güçlendirilmeli. Kadın meclisleri aracılığı ile alınan kararlar sendikaların ikincil gündemi değil asli gündemi olmalı. Fiili olarak işleyen kadın sekreterlerinin kadın meclisi tarafından belirlenmesi süreci tüm KESK içerisinde ilkesel bir tutum olarak benimsenmeli. Kadın sekreterliği kadın meclisinin iradesi ile belirlenmeli. Kadınlar karar mekanizmalarında doğrudan yer alabilmeli.

Kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, erkek egemenliğine karşı mücadelesi ne yalnızca iş yerleriyle sınırlandırılabilir ne de iş yerlerinden koparılmış bir mücadele düşünülebilir. Güvencesizliğe ve neoliberalizme karşı görünür ve görünmez emek mücadelesini beden ve yaşam alanlarını savunma mücadelesiyle birleştirecek bir kadın mücadelesi sınıf mücadelesi içinde yükseltilmeli.

Kamu emekçileri alanında şimdiye kadar olmayan hareketli günler yaşamaktadır. Hemen her gün kamu alanında düzenleme adı altında çeşitli hak kayıpları içerdiğinden kamu emekçilerinin itirazlarıyla karşılanmaktadır. Yaşanan bu gerilimli durum aynı zamanda bir hareketliliği ifade etmektedir. Ancak bu hareketliliği örgütlü bir itiraz, toplumun yükselen tepkileriyle buluşturabilme güçlüğü ile karşı karşıyadır. Kamu emekçileri önümüzdeki dönem bu hareketliliğin örgütlü, hedefini bilen, sonuç alan eylemlere yöneltilmesi ve toplumun diğer talepleriyle buluşturarak sınıf hareketinin tümüne yaymayı hedefleyecek bir çalışma tarzıyla hareket etmelidir. KESK’in bu doğrultuda yeniden yapılandırılmasını da içeren bir anlayışla öneriler ve pratiklerle hareket etmesi için üyesinden her türlü kademede görev almış yürütücülerine kadar tüm kamu emekçileri bir seferberlik ruhu ile yoluna devam etmelidir.

Bu gelişmeler ışığında içinden geçtiğimiz süreçte ortak aklın oluşturulması, taşın altına elimizi değil gövdemizi koymanın zamanı diyerek tüm demokratik katılımın önünü açan, siyasal mutabakattan ziyade mücadele, örgüt ve elbette programatik mutabakat bağlamında kongre süreci örgütlenmesi gerekmektedir.

Önümüzdeki süreçte nasıl bir KESK ve elbette ki işkolu sendikaları bağlamında nasıl bir sendika sorusuna ilkesel olarak yaklaşımlarımız;

a)-KESK ve bağlı sendikaların kongreler döneminde örgütlenmenin çalışma yaşamındaki değişmeleri göz önünde bulundurarak ele alınması gerekir.

b)- Sözleşmeli, esnek çalıştırmayı göz önünde bulundurarak iş kolundaki tüm çalışanları örgütlemeyi somutlayacak süreci KESK ve bağlı sendikaların önlerine koymalı ve bu düzlemde örgütün yeniden yapılandırılması yönünde programı ortaklaştırmalıdır

c)- KESK ve bağlı sendikalarda işkolunda farklı statülerde çalışanları(kadrolu, sözleşmeli,)  öncelikle ortak örgütlenmesi için ortak iradenin oluşturulmalı.

d)- KESK ve bağlı sendikaların kongreler süreci emek ve demokrasi mücadelesinin yürütülmesinde bütünlüklü bir mücadele programı doğrultusunda ele alınıp bir yenilenme süreci olarak ele alınmalıdır.

e)-KESK, tüm toplumsal yaşamın dinsel referanslarla yeniden yapılandırılmasına karşı laik yaşamın yılmaz savunucusu olmalıdır. KESK ve bağlı işkolu sendikalarının temel mücadele başlıklarından biri “laik yaşam-laik eğitim-laik devlet”  olmalıdır. KESK laikliğin ülkesini kurmada bir emek örgütü olarak temel şiar edinmelidir.

f)-KESK, kamu hizmetlerini tasfiye etmeyi, yurttaşı müşteriye dönüştürmeye çalışanların karşısında en başından beri kesintisiz olarak sürdürdüğü parasız, ulaşılabilir ve nitelikli ana dilinde kamusal hizmet mücadelesi ile barikat olmalıdır.

g)-KESK toplumun en geniş kesimleri özelde kamu emekçileri olarak sıkıştırıldığımız bu cendereden çıkmanın tek yolu sıramızı beklemeden, haklarımızı korumak için zaman kaybetmeden bir arada birleşik mücadeleyi örmelidir.

h)-KESK sadece üç milyon kamu emekçisinin değil, emekten,  demokrasiden, barıştan yana milyonların sesi olmayı hedeflemelidir.

Önümüzdeki sürece dönük olarak KESK ve bağlı sendikalarda somut önerilerimiz:

1- KESK’e bağlı sendikalarımızın ana damarı işyerleridir. Bu dönem zayıflayan iş yerlerimiz için mutlaka işyeri meclisi(konsey) ve komiteleri kurularak işletilmelidir. İşyerlerimizde kamusal hizmet üreten kamu emekçilerini hizmetten yararlanan toplumsal kesimle buluşacak birliktelikler oluşturulmalıdır. İş meclislerinin içinde olduğu bölge meclisleri de oluşturularak hayata geçirilmeli

2- Neo liberal dönüşümlere bağlı olarak sadece 4688 kapsamında (657 sayılı kanunun tasfiye edileceği düşünüldüğünde) değil o iş kolunda çalıştırılan tüm güvencesiz çalışanları da örgütlemeli, kağıt üzerinde üye yapılacak düzenlemelerle yetinilmeyip somut mevzuata takınılmadan fiili olarak mutlaka üye yapılmalı.

3-Sendikal sürece tabanın katılımı, sözün yetkinin çalışanlarda denilen modelde üyelerin sadece seçim dönemlerinde değil tüm karar alma, denetleme ve katılım mekanizmalarında yer alacak düzlemler, organlar tarif edilmeli. Tabanın, üyenin seçimden seçime katılımını sağlamak yeterli değildir. Kuşkusuz demokratiklik açısından doğrudan seçim mevcuta göre daha ileri görünmekle birlikte bunun seçimle sınırlandırılması o sendikanın katılımının demokratik olduğunu göstermez (Meslek odaları örneği) mutlaka meclis modeli yaşama geçirilmelidir.

4-Demokratik katılımda meclisleşmeler ciddi önem taşımaktadır. Günümüzde meclislerin işletilmemesi, meclis üyelerinin buna yeterince önem vermeyişi, modelde bazı giderilebilir eksikliklerin olması meclis modelinin yanlışlamaz. İş kolundan başlayarak iş kolu ve konfederasyon genel merkezine kadar bu meclis modelinin eksikliklerini ortaya koyarak işletmek gerekir.

5-Yürütmelerin sorumluk düzeyi ile meclisin sorumluluk düzeyi arasındaki açı farkı giderilmeli. Yürütmelerin geri çağırılabildiği bir model üzerinde durulmalıdır. Bunun için Yürütmenin bir kısmı meclis içinden seçilmesi bir yol olabilir.

6-Öncelikle ihraç edilmiş veya açığa alınmış, ihraç olup emekli olmak zorunda bırakılmış hukuksal süreçleri (ihraç edilen üyelere dayanışma göstermede yaşanılacak ekonomik zorluk göz önüne alınarak  iş kolu sendika genel merkezleri tarafından emekliliğe yönlendirilmiş) üyelerimizin, seçme seçilme haklarının tüm gerekleri yerine getirilmelidir.

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

SÖZ YETKİ KARAR ÇALIŞANLARA

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ YAŞASIN KESK (Devrimci Kamu Çalışanları)

İŞÇİ GÜNLÜĞÜ