Projeksiyonlara baktığımda hemen herkesin top çevirdiğini, temel sorunu ortaya cesaretle koyarak somut olarak bir çıkış önerisi getirmek...
Projeksiyonlara baktığımda hemen herkesin top çevirdiğini, temel sorunu ortaya cesaretle koyarak somut olarak bir çıkış önerisi getirmekten kaçtığını görüyorum.
Elde yeterli veri olmaması bu sonuçlarla yüzleşmenin, kendini ve tüm toplumu kandırmanın bir gerekçesine dönüşmüş bulunuyor.
Yok Fransa’da hasta ve ölüm oranı şu kadarmış, yok Çin’de bu kadarmış ve durdurulmuş vs. vs. herkes ayrıntılara yoğunlaşarak gelen felaket hakkında somut bir resim oluşturmaktan ve olacakların adın koymaktan ve bütün bildiklerimizi temelden değiştirmemizi gerektirecek tedbirleri ifade etmekten kaçıyor.
Halbuki bu çok zor bir iş değil. Ayrıntılarda söyle ve böyle sapmalar olabilir. Ama genel gidişi ve neyle yüzleşileceğini anlamak için bunlar yeter.
Bazı sabitler vardır, bunlara dayanarak da neyin ne olacağı bilinebilir. Örneğin bir cismi büyüttüğünüzde onun dış yüzeyi karesi kadar artar, hacmi küpü kadar. Bu adeta bir matematik sabittir. Bir tür fizik yasasıdır. Bunun birtakım sonuçları olur, örneğin her hayvan bu sabitin sonuçlarına başka çözümler bulur ama bu temel bir yasadır. Filler bunun yarattığı sorunlardan biri olan hacmin dolayısıyla ağırlığın taşınmasına kalın ayaklarla, ısının artmasına kocaman kulaklar ve kalorifer peteği gibi yüzeyi genişleten bir deriyle çözüm bulmuştur. Dinozorlar, havayı kemiklerinden geçirerek. Şimdi dinozorlarda başka, fillerde başka diyerek o sabiti görmekten gelmek gibidir söylenenler. Halbuki bizzat o başka gibi görünüşler bile o sabitin yol açtıklarıdır.
Aynı durum koronavirüs salgınında da var. Şimidi bu salgının sabitlerini görelim ve ona göre bizleri nelerin beklediğine ilişkin çok kaba, genel eğilimi belirten hesaplar yapalım.
Öncelikle şunu bilmeli, salgınların hareket yasaları doktorların konusu değildir. Salgının alacağı boyut esas tehlike olmakla birlikte hep doktorlara danışılıyor. Bu baştan yanlıştır ve insanları yanıltmadır.
Doktorlar salgının vurduklarını tedavi ederler. Salgınlar epidemolojinin salgınların hareket yasalarını inceleyen bilimin konusudur, ayrı bir bilimdir, tıptın ziyade sosyolojiyle ilgilidir, birtakım yasaları ve sabitleri vardır. Daha ziyade matematik modellerle çalışırlar.
*
Şimdi bizi bekleyen felaketin ne olduğu hakkında kaba da olsa bir fikir edinmek için, birtakım sabitleri ele almaya çalışalım.
İlk yanlış “koronavirüs salgını ile savaş”, onu “engelleme” gibi sözcüklerde toplanıyor. Bunlar gerçek sorunun kavranmasındaki en büyük engeller. Bunlar sorunun ne olduğunun anlaşılmadığının ve hala eski bir dünyanın kategorileriyle sorunun ele alındığının en esaslı kanıtı.
Hayır baylar, koronavirüs ile savaşılamaz ve de savaşmamak gerekir. Onun hepimize bulaşmasını engelleyemeyiz. En kesin tedbirlerle engellesek bile tedbirler azıcık gevşediğinde aynı hızla tekrar ortaya çıkar. Koronavirüsle birlikte yaşayacağız, onunla yaşamayı öğreneceğiz bütün diğer virüslerle olduğu gibi. Sorun bu öğrenme sürecini minimum kayıpla nasıl sürdürüleceğidir.
Onunla birlikte yaşamayı öğrenmemiz demek, ona karşı bağışıklık kazanmamız demektir. Pandemi ancak böyle son bulur. Bu işin alfabesi. Bu işin alfabesi. Bu alfabeyi hükümet ısrarla gizliyor ve muhalefet de flaşını ilan ederce sorun bile etmiyor.
Bağışıklık da iki türlü kazanılır. Hastalığa yakalanarak veya aşı olarak.
Şu an elde aşı olmadığına ve bulunup geliştirilmesi, denenmesi, üretilmesi en azından bir veya iki yıl gerektirdiğine göre, virüs dünya nüfusunun yuvarlak hesap yüzde yetmişine bulaşana kadar PANDEMİ devam edecek. Ondan sonra ancak normale dönülebilir.
Bu birinci sabitimiz.
İkinciye gelince. Hastalık, birine bulaştığında, 2 haftalık bir kuluçka dönemi var. Sorun bu dönemde bir belirti olmasa bile bulaşan bulaştırmaya devam ediyor. Bu nedenle kontrolü olağanüstü zor. Ayrıca virüsü kapmış bir insan başlangıçta testte negatif de çıkabiliyor. Bir süre sonra ikinci bir testle ancak daha kesin bir sonuca ulaşılabiliyor. Özetle birisi virüsü almış, negatif çıkmış olabilir ama hastalığı yaymaya devam edebilir.
Bu da ikinci sabitimiz.
Üçüncü ye gelince. Herhangi bir özel ve etkili bir önlem alınmadığı takdirde, hastalık katlanarak yayılmaktadır. Yani “exponential” ya da “geometrik diziyle”. Bu ne demek? Önce hafif yükselen bir eğri ile başlar ama bir noktadan sonra adeta dimdik yükselir. Şu an hafif yükselen eğrideyiz, yani başlardayız.
Bu da üçüncü sabitimiz.
Yarım tedbirler, yani örneğin nüfusun evde kalmasını söylemek, toplanmaları engellemek, 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı koymak, sokağa çıkma yasağı geleceğini veya seyahat yasağı geleceğini önceden bildirmek vs.. Hastalığın yayılma hızını hiçbir şekilde kesmez, aksine hızlandırıcı bir etki yapmaktadır İtalya örneğinde görüldüğü gibi. Yani kesin yavaşlatıcı sonuç verecek tedbirler almadan hastalığı yayılma hızı yavaşlatılamaz ve yayılması (hastalık değil, yayılması) kontrol altına alınamaz. Ancak salgının çok başında doğru kararlar alınarak bu sağlanabilir ki (Japonya ve Kore gibi ülkeler bunu başardı.) şu an neredeyse bütün ülkeler bu olanağı yitirmiş bulunuyorlar. Tekrar edelim kesin sonuç alıcı olmayan yarım tedbirler hiçbir işe yaramadığı gibi aksine sonuç verir.
Bu da dördüncü sabitimiz.
Bugüne kadarki veriler, olağan koşullarda hastalığın 2,5 günde bir ikiye katlandığı yönündedir. Yani virüsü her kapan iki buçuk gün sonra iki kişiye daha bulaştırmaktadır. Bu en iyimser ve düşük orandır.
Özellikle bu noktada, elde yeterince veri yok denerek ileriye yönelik hesaplamalardan kaçınılıyor. Biz bu itirazı işlevsiz kılmak için, ikiye katlanmaya bol bol zaman verelim ve haftada bir diye kabul edelim.
Aslında herkes çok daha fazlasına bulaştırıyor ve çok daha az zamanda bulaştırıyor ama, işin özünü vurgulamak için en iyi olasılığı var sayalım. Yani hastalık haftada bir ikiye katlanarak katlanarak yayılıyor diyelim.
Bu da beşinci sabitimiz.
Hastalık aslında nüfusun ezici bir çoğunluğunda çok hafif belirtilerle geçiriliyor. Birçok insan farkına bile varmıyor. (Bu da yayılmayı hızlandıran bir etken)
Örneğin Almanya’nın hazırladığı ve sorunun ne olduğunu anlatmaya yönelik bir eğitici videoya göre, hastalığa yakalananların yüzde doksanı onu kolayca atlatıyor. Ancak yüzde onu tıbbi bakım gerektirecek bir ağırlıkta geçiriyor, bu yüzde onun yarısı, yani bulaşanların yüzde beşi de Yoğun Bakım yani suni solunum gerektiriyor. (Bu tıbbi bakım ve yoğun bakım farkına ve yoğun bakımın da aslında suni solunum cihazına bağlanmak anlamına geldiğine dikkat edelim) Bunların da üçte ikisi kurtarılabiliyor.
Bir Türk profesör yakalananların yüzde onu yoğun bakım gerektiriyor diyor. Biz bunu değil de Almanlarınkini, yani yüzde beşin yoğun bakım gerektirdiği onun hastane bakımı gerektirdiğini alalım yüzde beş yoğun bakımı da yüzde üç gibi kabil edelim. Bunu rakamları abartıp panik yaratıyorsun gibi itirazlar olmasın yaklaşan felaketin ne olduğu ve çapı anlaşılsın, kafalara dank etsin, özü dikkatten kaçıracak ayrıntılar gündemden düşsün diye böyle yapıyoruz.
Toparlarsak, hastalığın bulaştıklarının yüzde üçü yoğun bakım gerektiriyor. Yoğun bakım dediğimiz de bu hastalık söz konusu olduğunda özünde suni solunum cihazına bağlanmaktır. Yoğun bakımdakilerin üçte ikisinin kurtuluşu buna bağlıdır.
Bu da altıncı sabitimiz.
Suni solunum cihazına bağlananların en az iki hafta kadar bu cihaza bağlı kalması veya yoğun bakımda bulunması gerekmektedir. Ama biz uzman dar kafalılığı veya politik hesaplarla yapılacak itirazlara karşı, yine bonkör davranalım ve yoğun bakım gerektiren her hastanın bir hafta yoğun bakımda kalacağını var sayalım. Yani bir hatada alet ve yatak bşalacak.
Bu da yedinci sabitimiz.
Türkiye’de kaç yoğun bakım yatağı var.
“Yeteri kadar var deniyor?” deniyor. Bir çok Avrupa ülkesinden bile iyiyiz deniyor. Pek rakam verilmiyor. (Aslında devletin yurttaşları aydınlatma ve tehlikenin büyüklüğü hakkında bir fikir verme gibi bir derdi olsaydı ilk yapması gerekenlerden biri bunu açıklamaktı.)
İnternette araştıra araştıra sonunda 25.000 yoğun bakım yatağı olduğunu öğrendim. Almanya’da 28.000
Biz yine bonkör davranırık, her yoğun bakım yatağı için bir suni solunum cihazı olduğunu, bu cihazı kullanabilecek eğitimli, gerekli araçlarla maskeler, koruma önlemleri vs.) donatılmış bir eğitimli personel olduğunu var sayıyoruz.
Personel niye çok önemli?
Suni solunum cihazını oksijen maskesiyle karıştırmamalı. Suni solunum cihazı çok komplike bir alet ve onu kullananın özel olarak onu kullanmayı öğrenmiş olması gerekiyor.
Öte yandan bu yoğun bakım yataklarının normal zamanlarda bile en az yarısı dolu olur. Biz haydi hepsi boş ve hazır diye var sayalım. Yani elimizde her biri birer hefta kullanıldığında serbest kalacak 25.000 yoğun bakım yatağı var.
Bu da sekizinci sabitimiz.
İyi bir matematikçi bunlara dayanarak pek ala güzel bir cebirsel formül oluşturabilir.
Ama biz bir matematikçi değiliz, sadece dürt işlem yapacak kadar hesaplamayı biliyoruz. Aslında bu sorunda fazlasını bilmek de gerekmiyor. Amacımız kesinlikler değil, dört işlemle bile yapılabilecek olan, bir genel bir eğilimi tespit etmek. Bu tespit sonucunda itiraz edilemeyecek kesin bir sonuç çıkarmak.
Şimdi gelelim işin dört işlemle yapılabilecek hesaplama kısmına ve Türkiye’ye.
Türkiye’nin nüfusu ne kadar?
83 milyon
Bunun yüzde yetmişi ne eder?
58 milyon.
Biz buna yine yuvarlak hesap 60 milyon diyelim. Aslında konumuz bakımından bunun hiç önemi yok. Sadece yüzde yetmişe ulaşmayı biraz geciktirir.
Yukarıdaki sabitlerden kolayca çıkarılacak birinci sonuç nedir?
Demek ki, Türkiye’deki 60 milyon insan bu hastalığa yakalanacak ve yakalanmalı ki Pandemi en azından Türkiye’de son bulsun ve bir bağışıklıklı (koronavirüse şerbetli) insanlar denizi oluşsun.
Bu birinci sonuç.
Şimdi gelelim hastalığa yakalananlar içinde yoğun bakım gerektireceklerin oranına, buna yüzde üç demiştik. Yani her yüz hastadan üçü yoğun bakım gerektiriyor. Yani hastaların yüzde üçü solunum cihazına bağlanmak durumunda olacak ki iyileşme olanağı bulabilsin.
Peki 23 Mart tarihinde Türkiye’de koronavirüs hastası olmuş insan sayısı ne?
Devletin resmi rakamını alalım. Aslında elbet biliyoruz salgının çok önce başladığını, az test yaparak ve koronadan ölenleri zatürre veya soyunum yetmezliği diyerek gizlediklerini vs., vs..
Ama bilmezden gelelim aptal gibi davranalım.
23 Mart tarihinde yuvarlak hesap 1000 kişide
23 Mart’ta 1000 vaka ile başlarsak (24 Mart 1529 olmuş resmi beyana göre), haftada bir ikiye katlanarak 60 milyon, yani nüfusun yüzde 70’i ne zaman enfekte olmuş ve bağışıklık kazanmış olur?
Temmuz ortasında.
Yani 13. Temmuz’da 65,5 milyon insan enfekte olmuş ve bundan sonra kısa bir zamanda pandemi artık hızlı bir inişle bitmiş olacaktır.
Böylece “normal hayata” dönülebilecektir?
Yani yuvarlak hesap dört aylık bir dönem var önümüzde. Biraz dişimizi sıkalım denebilir.
Yan dört ay sonra Türkiye’de pandemi bu günkü tedbirlerle yayılmaya devam edecek ve pratik olarak bitecek.
Bu ikinci sonuç.
Ne olacak bu kadar zaman evlerde dayanılabilir. Ekonomi sürdürülebilir diye düşünenler olacaktır. Hükümetin de düşündüğü gibi.
Ancak şeytan ayrıntıda gizlenir diye bir söz vardır. Şimdi o ayrıntıya gelelim.
Bir de bizim şu küçük yüzde üçümüz vardı yoğun bakım gerektirecek?
Bir de 25.000 de yoğun bakım yatağımız.
Ve yatağa yatanın da en az bir hafta yatması vardı.
Şimdi bir hesap yapalım.
Varsayıyoruz ki yatan herkes solunum cihazıyla yaşatılıp bir hafta sonra taburcu ediliyor. Hiç kayıp yok.
Yayılma haftada bir ikiye katlanarak, günlük o yüzde üç ne zaman yatak sayısıyla eşitleniyor?
25 Mayıs’ta.
Yani iki ay sonra hastalığa yakalanan 512.000 kişinin yüzde üçü olan 25.600 kişi yoğun bakım gerektirecek. Tüm yataklar dolmuş olacak.
Bu da üçüncü sonuç
Bu andan itibaren, yoğun bakım gerektirenlerin hiçbiri artık pratik olarak yoğun bakım göremeyecek.
Peki bu ne demek?
Bu şu demek: bu insanlar acılar içinde hastane koridorlarında, yollarda, hastaneye alınmayıp evlere yollanmışlar ve gözden uzak ölsünler diye evlere yollanmışsa evlerde, hepsi acılar içinde, nefes alamadan boğularak ölecekler.
Bu da dördüncü sonuç
Öleceklerin miktarı ne mi?
13 Temmuz’da bu şekilde ölenlerin sayısı, hastaların yüzde üçü olan 3.276.000 olacak.
Biz haydi bunu indirelim ve yuvarlak hesap 3 milyon (rakamla: 3.000.000) diyelim.
Muhtemelen daha fazla ve çok daha önce bu duruma gelinecek ama haydi hesap hatası, dalgalanma vs. diyelim bir milyon daha indirelim.
Yaz ortasına kadar en az 2 milyon, (rakamla 2.000.000) insan acılar içinde boğularak ölmüş olacak.
Yaklaşan felaket budur.
Hükümet bunu bilmekte ve kendi iktidar ve kar hırsı için bunu gizlemektedir.
Bunu bilen nice insan hükümetin korkusundan ifade edememektedir.
Sorunun böylesine korkunç olduğunu bilmesine rağmen muhalefet iflasını ilan etmektedir.
Bunu gizlemek, tüm toplumu bu felakete karşı harekete geçirmemek bir cinayettir.
Bu cinayet teşebbüsü karşısında öz savunma en temel insan hakkıdır.
Bu sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyledir neredeyse. Uygarlık bir çöküşün arifesinde bulunuyor.
Oyun bitti.
Hiçbir şeye eski kavramlarla çözüm bulunamaz. Herkes hala oyunun bittiğinin farkında değil.
Bugünkü iktidarlar, henüz öldüklerini anlamış değiller.
*
Bu felaketi önlemek mümkün mü?
Aşağıda önereceğimiz tedbirler alınırsa, en azından ölecek insanların çok büyük bir bölümü kurtarmak ve toplumsal genel bir çöküşü ve kaosu önlemek mümkün olabilir.
Hükümet rakamları gizlediği, küçük gösterdiği, gereken tedbirleri hala almadığı, günü kurtarma politikası izlediği için, başlangıcı geç bir tarihte gösterdiği için şu an çok büyük sayıda insana hastalık bulaşmış olmalıdır.
Bir iki hafta içinde patlama olacak ve kapasite sınırı yukarıdaki hesaptan çok daha önce muhtemelen birkaç hafta içinde aşılacaktır. Ama en azından durdurularak öleceklerin sayısı düşürülebilir.
Burada temel sorunu açıkça koymak gerekmektedir.
Toplum bu insanların böyle ölmemesi, kurban verilmemesi için, en büyük fedakarlıkları yapmaya, dayanışmaya hazır mıdır?
Eğer hazır değiliz, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, ölenle ölünmüyor deniyorsa, bu toplumsalın sonu olur.
İnsanı hayvandan ayıran parçanın bütüne tabi olması kadar da bütünün en küçük bir parçasını savunmak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olması ve yapmasıdır.
Diğer bir deyişle “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mi?
Yoksa korkunç bir bencillik içinde “ölen ölür kalan sağlar bizim” mi?
Bu ikilemle herkes yüzleşmek ve bir karar vermek zorundadır.
Biz çürümenin ve bencilliğin “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” noktasına gelmediğini düşünerek, olabildiğince çok insanı yaşatmak ve bunun için en acil tedbirleri olarak şunları öneriyoruz:
İlk elde derhal yapılması gereken tek şey vardır: hastalığın yayılma hızında ani bir düşüş sağlamak ve yavaşlatmak.
Bunun derhal atılması gereken ilk adımı genel ve mutlak sokağa çıkma yasağıdır.
Derhal genel istisnasız bir sokağa çıkma yasağı koyulmalıdır.
Bu acil birinci adım.
Ancak bununla iş bitmemektedir.
İlk elde evine hapsolmuş insanların iaşe ve ibadesini yani temel ihtiyaçlarını sağlamak gerekmektedir.
İkinci olarak bu sokağa çıkma yasağı çok uzun bir dönemi kapsamak zorundadır.
25.000 yatak var dedik. 30.000 diyelim. Bu arada yenileri üretilmiş olsun.
3.000.000 milyon yoğun bakım gerektirecek insanın 3.000.000 boş bakım yatağına ihtiyacı olacaktır ve her bir yatan en az bir hafta o yatağı meşgul edecektir.
Bu sokağa çıkma yasağının kaç hafta sürmesi gerektiği buradan çıkarılabilir. 3.000.000/30.000=100 hafta. Tabii bunlar en iyi hesaplar. Yani yuvarlak hesap iki yıl. (Bu aynı zamanda bir aşı bulunursa onun geliştirilmesi, kontrolü ve uygulanmasına kadar geçecek bir zamandır.)
O halde iki yıl boyunca sokağa çıkma yasağı ile yoğun bakım gerektirecek hasta sayısını 30.000 altında tutmak, ve ihtiyaç duyacak herkese bu olanağı sağlamak gerekmektedir.
Yani aslında sadece Türkiye değil, bütün neredeyse bütün uluslar böyle uzun sürelerde aynı şekilde davranmak zorundadırlar.
Bu Arjantin devlet başkanının dediği gibi “Ekonomi mi insanlık mı” seçimidir.
İnsanlığı seçenlerin yapacağı ve yapması gerekendir.
Tüm ekonomi, hisse senetleri, faizler, gelirler falan hepsi hiçbir anlamı olmayan nesnelere dönüşecektir.
Toplum en temel yaşama ve dayanışma, ayakta kalma üzerinde yeniden örgütlenmek zorunda kalacaktır veya yok olacak ve bir “Mad Max” dünyası ortaya çıkacaktır.
Kesin sokağa çıkma yasağı ilk adımdır dedik.
Bir gereklilikten söz ettik ama bunun nasıl uygulanacağına gelmedik.
Oraya da geleceğiz ama öncelikle yapılması gerekenler hakkında bir fikir oluşması, dolayısıyla durumun ne olduğunun kavranması gerekiyor. Hükümet sokağa çıkma yasağı ilan ederse eski refleksleriyle bunu toplumun habersiz ve dağınık kalması, tepkilerin kendine yönelmemesi için ilan edecektir. Biz başka, içine girdiğimiz dönemin kavramlarıyla düşünmeliyiz.
Böyle bir sokağa çıkma yasağında toplumun en temel ihtiyaçların karşılayacak bir tek örgütlü güç vardır. Devlet cihazı ve onun da en örgütle kesimleri sırasıyla Ordu, Polis, ve diğer devlet memurları.
Ordu insanları öldürmek ve ulusu korumak için örgütlenmiştir. Düşmanların içeride solcular, bölücüler ve diğer ülkeler olduğu düşünülerek örgütlenmiş ve mevzilenmiştir.
Artık bunların hiçbir anlamı yoktur.
Ordu bir pandemiyi yavaşlatmak yani artık insanları öldürmek için değil, yaşatmak için, ülkelere, yurttaşların bir kesimine karşı değil, bir virüsün yayılma hızına karşı mevzilenmeli ve örgütlenmeli, yeni bir görev tanımı yapmalıdır. İnsanları öldürmek değil yaşatmak.
Sadece Ordunun hiçbir devlet organının görevi artık eskisi gibi süremez.
Başta ordu olmak üzere, tüm polis, bekçi teşkilatları, diyanet memurları ve diğer memurlar evlerine kapatılmış insanların temel ihtiyaçlarını gidermekle görevlenmelidir.
Devletin temel işlevi ve amacı bu olmalıdır.
Bunun için başka ülkelerdeki, hudutlardaki tüm birlikler bu ihtiyaca göre mevzilenmeli ve bu göreve göre yeniden örgütlenmelidir.
Eğer bu baskıcı ve keyfi devlet halkı terörüyle yıllardır örgütsüz bırakmasaydı, halk kendi öz örgütlenmeleri ile belki bunları örgütleyebilirdi. Ama şu an, bir kaosu engelleyebilecek ve pandeminin yayılma hızını yavaşlatabilmek için gerekli önlemlerin alınmasını sağlayıp uygulayabilecek biricik örgütlü güç devlet ve ordudur. Dolayısıyla bu gücün yeni koşullarda yeniden görevinin belirmesi ve yapılanması gerekmektedir.
Sokağa çıkma yasağı anından itibaren, tüm ekonomik faaliyetler, borçlar, alacaklar, kiralar vs. bütün ödemeler vs. hepsi dondurulur. Yani zaman durdurulur. (Aslında eski zamana, hisse senetlerine vs. bir daha dönmek mümkün olmayacaktır ama şimdilik insanlar bunu kabul edinceye kadar böyle olmak zorundadır.)
Devlet her yurttaşa eşit olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir para, yani eldeki kullanım değerlerinden başkalarıyla eşit olarak kendi payına düşeni alabilmesi için, verir.
Diyelim ki, her tek yurttaşa 1500 Lira. Mutlak bir eşitlik.
Param var istemiyorum diyen almayabilir elbette.
Ama parası olanların da ancak her yurttaş kadar, yani 1500 Lire harcama hakkı olur.
Yani tüm yurttaşların eşitlenmesi, elde var olan ürünlerin tüm yurttaşlara eşit olarak dağıtılması temel hedef olur. Bu başlangıçta tamamen bu döneme has (yani en az iki yıllık) bir uygulama olmalıdır ve olmak zorundadır.
Sonra “Normal”e dönüldüğünde, tabii insanlar “normale” dönmek isterlerse, tüm faaliyet yine belli bir anda aniden, durdurulduğu gibi belli bir andan itibaren kaldığı yerden devam eder. Ama oralara daha çok var ve gelinip gelinemeyeceği de belli değil henüz.
Bunlar ilk elde yapılması en acil tedbirlerdir. Önce yangını söndürmek gerekmektedir.
Elbette böyle sonsuza kadar evlerde oturulamaz.
Üretim, dağıtım, bölüşüm işlerinin örgütlenmesi gerekir.
Bu dönem boyunca herşey devletleştirilmiş kabul edilmelidir. Başka bir çare yoktur.
Komünizmin en ilkel ve kötü ve de zorunlu biçimini dünyaya bu komünizm düşmeni devletler getirmek zorunda kalacaklardır. Tarihin ince alayı budur.
Daha sonrasının ayrıntısı önce kesin tedbirlerle yayılma hızı düşürüldükten, kaos ve planlanmış bu katliam engellendikten sonra daha iyi planlanabilir, yurttaşların örgütleri ve inisiyatifi hareket geçirilebilir.
Örneğin ilk elde tüm hastanelerin yönetimi sağlık personelinin kontrolüne verilir.
Medyanın tamamı sivil toplum örgütlerinin kontrolüne verilir.
Örneğin kimi kanallar tamamen evde eğitime ayrılır vs.
Bunlardan sonra ne yapılacağına halk tartışarak karar vermeli ve bunum koşulları oluşturulmalıdır.
Ama ilk olarak acilen yapılması gerekenler yukardakilerdir.
*
Peki bunları kim yapacak?
Erdoğan ve Hükümet yapmadı ve yapmamak için her şeyi yapacaktır. Ayrıca yaparsa da yol açacağı ve hazırladığı katliamı gizlemek, tepkileri bastırmak için bazılarını yapacaktır. Örneğin olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı gibi.
Ama toplum öyle bir durumda ki, geriye dönüş olamayacağından bu da ayağına dolaşacaktır büyük bir ihtimalle ve daha büyük bir kaosa yol açacaktır.
Milyonun üzerinde insanın öleceği çok açık olmasına rağmen bu konuda hiçbir aydınlatma yapmadan, her şeyi gizleyerek, yalan söyleyerek, doğru bilgi sızdıranları korkutarak bilerek ve isteyerek bir cinayet girişimi vardır ortada.
Erdoğan ve hükümet suçludur.
Bu cinayet teşebbüsüne karşı nesi müdafaa her yurttaşın hakkı ve görevidir.
Şimdi buradan bütün muhalefet partilerine ve eğer iktidar partisi milletvekilleri içinde de vicdan sahibi ve biraz cesareti olan insan kalmışsa hepsine sesleniyorum.
Meclisi derhal toplayınız ve milletin planlanan ve bir virüs salgını aracılığıyla yürütülecek, özellikle de toplumdaki yaşlı ve hastaları öldürecek kitle katilamına karşı yurttaşların öz savunması için, Erdoğan’ı azlettiğinizi, mahkemeye çıkaracağınızı açıklayıp yukarıda kısaca yazılmış kararları alıp tüm toplumu, tüm devlet cihazını sizi üst yönetim organı olarak tanımaya çağırınız.
Mecliste olmazsa başka bir yerde. Daha da olmazsa muhalefet partileri liderleri bir araya gelip böyle bir çağrı yapabilir.
Katliamı ve Kaosu engellemek için ilk olarak böyle bir adım bile atılabilir.
Bunu yaptığınızda milyonlarca insan yanınızda olacaktır.
Böylece büyük bir dağılmaya, kargaşaya neden olmadan barışçıl bir biçimde yeni bir yönetime geçilebilir.
Şu an kaybedilen her saniye boğularak ölecek insanların sayısını tahmin edilemeyecek bir hızla arttırmaktadır.
Ve bundan sonra meclis sürekli toplantı halinde bulunarak meclis olarak tüm ülkeyi yönetmeli ve en kısa zamanda gereğinde elektronik imkanlardan yararlanarak yeni bir kurucu meclis toplamalıdır. Ama daha bunları tartışmaya zaman var. Şimdi tartışma değil hızlı davranma zamanı.
Eğer bunu yapmazsanız ölecek milyonlarca insanın ölümünün suçlusu siz de olacaksınız.
İşin kötüsü, bunlar derhal yapılmadığı takdirde, yakınlarının hastane koridorlarında, her yerde binlerle boğularak öldüğünü görecek ve aynısının başına gelebileceğini görecek milyonlarca insan, ne yapacağını bilmeden isyan edecek, tam bir kaosa ve karmaşaya düşecek bu sefer çok daha korkunç bir “Mad Max” dünyası ortaya çıkacaktır.
Eski dünya bitti.
Oraya bir daha dönüş yok.
Bunun en az zararla, en barışçıl biçimde gerçekleşmesi için elimizden geleni ardımıza koymayalım.
Ben ki bu devletin ve var olan partilerin düşmanı bir devrimciyim.
Ama bu devletin ordusunu, polisini bu acil durumda tek örgütlü güç olduğu için, daha korkuncunu engellemek için bir araç olarak kullanmayı denemeyi önerebiliyorum.
Ben ki, var olan partilerin ve meclisin hiçbir işe yaramadığını ve iktidarın suç ortağı olduğunu biliyorum.
Ama yine onları en azından daha az sancılı bir geçişin aracı olmaya çağırıyorum.
Peki neden böyle yapıyorum?
İnançlarımı değiştirmiş değilim, tam da onların gereği olarak bunları öneriyorum.
Çünkü artık içine girdiğimiz dünyanın kavram ve sorunlarıyla düşünmeye çalışıyorum.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 24 Mart 2020 Salı - demiraltona@gmail.com)