HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Kesin olan, artık “AKP karşıtı” olmadığımız!

Faşizmi AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarına indirgeyen, sınıfsal içeriği muğlak bir AKP karşıtlığının sosyalistleri götüreceği yer bir sonraki ...

Faşizmi AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarına indirgeyen, sınıfsal içeriği muğlak bir AKP karşıtlığının sosyalistleri götüreceği yer bir sonraki seçimde tıpış tıpış gidip Babacan’a oy vereceğimiz ve “AKP karşıtı” geniş ittifak içinde aksesuar olarak yer alacağımız bir sandık başıdır. O sandıktan da ya yeniden Erdoğan ya da Erdoğan’ın mirasını son yıllardaki arazlarından arındırılmış biçimde yaşatacak yeni bir sistem içi seçenek çıkacaktır...


2019 yerel seçimleri, Türkiye siyaseti açısından biri uzun diğeri kısa iki parantezi kapattı. Birinci parantez AKP’nin iktidara gelmesiyle açılan ve onu alt edebilecek sistem içi bir alternatif bulunmadığının genel bir kabul olduğu uzun dönemdi. Bunun arkasında farklı sermaye fraksiyonlarının beklentilerine aynı anda hitap ederek aldığı egemen sınıf desteği, ABD emperyalizmi ile uyumu sayesinde aldığı uluslararası destek ve defalarca seçim zaferlerinde kendini gösteren güçlü kitle desteği vardı.

Bu koşullarda CHP’nin temsil ettiği ana muhalefet bir umutsuz vaka olarak kalırken, sağ içi iddialı çıkışların ömrü de kısa oluyordu. Ergenekon operasyonunda olduğu gibi, devlet içindeki geleneksel iktidar odaklarıyla mücadelesinde de karşısına aldığı kontrgerilla fraksiyonlarını ezip geçiyor, sonucu değiştirebilecek bir itirazla karşılaşmıyordu. AKP, yalnızca neoliberal ekonomi politikalarını başarıyla uygulayan bir hükümet partisi olarak değil, ülkenin topyekûn neoliberal dönüşümü misyonunu üstlenen ve kendi özel ajandasını da bu misyonun içine yerleştiren bir “kurucu parti” olarak davranıyordu.

Böylece “AKP karşıtlığı” basitçe bir hükümet partisine karşı çıkmak değil, bizatihi düzene, yeniden yapılandırılmakta olan iktidar aygıtlarına ve bu yeniden yapılandırmanın ardındaki egemenlik ilişkilerine karşı çıkmaktı. Sosyalistlerin, sermaye çıkarları üzerinde yükselen ve emperyalistlerin desteğine sahip bir programın demokratikleşme ile sonuçlanamayacağını savunan sınırlı bir bölümü Avrupa Birliği’ne üyelik, Ergenekon operasyonları, 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu sürecinde demokratikleşme maskesi adı altında faşizmin inşasına karşı net tutum aldı. Ne tasfiye edilmekte olan eski iktidar odaklarına yaslanan gerici ve umarsız bir AKP karşıtlığının parçası oldular ne de bir başka gericiliğin iktidar mücadelesini demokratikleşme sanarak AKP’nin kullanışlı aptalı oldular. Onları bu savrulmalardan kurtaran şey halk sınıflarının devrimci demokratik girişkenliğinden başka bir şeye bel bağlamamalarıydı. Sınıfsal egemenlik ilişkilerinden azade bir siyaset okumasına ve işçi sınıfı öncülüğünden azade bir demokrasi ya da bağımsızlık mücadelesi tahayyülüne sahip olanlar ise liberal-ulusalcı saflaşmada bir o yana bir bu yana savruluyordu.

AKP iktidar yolculuğunda ilerledikçe yanılsamalar bir bir dağıldı. AKP karşıtı sosyalistleri iştahla eleştiren solcular ve liberaller faşizmi maliyetli bir faz farkıyla tespit ederken, AKP karşıtı ulusalcılar da zaman içinde AKP’nin yeni kullanışlı aptallarına dönüştü. Bugünün pek çok ateşli AKP karşıtı, siyasi günlükler yerine geçebilecek gazetelere, köşe yazılarına, bildirilere baktığında AKP’yi doğrudan ya da dolaylı nasıl desteklediğini hatırlayacaktır. O dönem de “solcu” olduklarını savunan solcular bu bahsi pek açmak istemez. Ancak çoğunluğu liberal aydınlar olmak üzere şimdi muhalefet saflarında yer alan ve mangalda kül bırakmayan pek çokları, Erdoğan’ın kendi iktidarı için verdiği mücadelenin ülkeyi demokratikleştireceği varsayımıyla ilk döneminde AKP’yi desteklemiş olduklarını, ancak AKP’nin 2011’den sonra bozduğunu savunmaktadır. Ama o kadar “AKP karşıtlığı” bugün bunları yüksek sesle söylemeye başlayan Ali Babacan’da da vardır.

Oysa “AKP karşıtlığı” tam da ülkenin sermaye çıkarları ve neoliberal yeni-sömürgecilik temelinde topyekûn bir yeniden yapılanmaya zorlandığı ve Babacan’ın sahiplendiği o ilk dönemde gerçek ve ayırt edici bir siyasal içerik barındırıyordu. Bugün ise “AKP karşıtlığı” artık bir sosyalistle kendini masum ilan eden sabıkalı AKP’lileri dahi aynı kategoride gösterebilen bir “boş gösteren” haline gelmiştir.

***

Elbette bu noktaya, iktidar sahiplerinin grupsal ve kişisel hırslarıyla hareket etmesi sonucu gelmedik. Ezeli hasımlar Millî Görüş geleneği ile Gülen Cemaati’ni yan yana getiren, sağın birliğini sağlayan ve geleneksel kontrgerilla iktidarını etkisizleştirip AKP’yi hükümet olmaktan devletin sahibi olmaya taşıyan her ne idiyse, 2011’den sonra tersi eğilimleri tetikleyen de oydu. Sermaye fraksiyonları arasındaki çıkar çelişkileri öne çıkıp, AKP’nin bütün fraksiyonların çıkarlarına aynı anda seslenemeyeceği ve ABD emperyalizmi ile ilişkileri eskisi gibi uyum içinde yürütemeyeceği bir noktaya gelinince, görünür planda sağ içi, arka planda da kontrgerilla içi fay hatları belirmeye başladı. Gezi’de sokakta, 7 Haziran’da da sandıkta kendini gösteren toplumsal meşruiyet yitiminin ardından bu fay hatlarının hareketlenmesi sonucu yaşanan pek çok çatışmaya, yeni ittifak ve pazarlıklara da tanık olduk.

AKP bir kurucu parti[1] olarak toplumsal-ekonomik hayatın neoliberal dönüşümünü tamamlasa da devletin yeniden yapılandırılması noktasında menzile erişemeden devletin kendisi krize sürüklendi. Bu kriz, kendisini, kontrgerillanın parçalanması, bir iç çatışmaya sürüklenmesi ve güvenilmez ittifaklara mecbur kalması şeklinde gösterdi.

Sahne önünde kavga eden aktörler ortadan kaldırılabilecek ancak çıkar çelişkileri sürdükçe kavganın kendisi daim kalacak, çatışan çıkarlar kendilerini temsil edecek yeni aktörlerle buluşmakta sıkıntı çekmeyecekti. MHP AKP’ye yanaşırken İyi Parti’nin kurulması, Cemaat’in tasfiyesine paralel olarak boşalan kontrgerilla kadrolarının Ergenekon-MHP-Ağar ekipleriyle doldurulması, nihayet Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek ve Ali Babacan’ın Deva partilerinin kurulması egemen sınıfların derinleşen iç çatışmalarının siyaset sahnesindeki izdüşümleriydi.

Ne var ki bu yeni çatışmalı dönem, AKP’yi alternatifsiz bir iktidar partisi olmaktan çıkarmadı. AKP bunu, sosyalistler açısından acı derslerle dolu ikinci bir parantez açarak başardı. Bu yeni parantezde bir iç savaş iktidarı gibi hareket etti ve savaş, kutuplaştırma, gericilik ve devlet terörü ile kuşattığı toplumu yılda bir önüne koyduğu oy sandıklarında kendisini onaylamaya zorladı. Böylece egemen sınıflara ve sandıkta hesaplaşmayı kabullenen muhaliflerine kendi iktidarını tekrar tekrar kabul ettirdi.

(Sosyalist hareket, Haziran İsyanı’ndan sonra tırmanan, Erdoğan’ın liderlik ettiği ve başkanlık rejimiyle sonuçlanan karşıdevrimci sürece karşı mücadelede başarısız oldu. İsyancı kitlelerin hızla hayal kırıklıklarıyla sonuçlanacak seçimlere yönelmesi, isyanın açığa çıkardığı potansiyelle kuşatmaya niyetlendiğimiz sandıkların baskın gelip bizi kuşatması başarısızlığın görünen yüzüydü. Mesele basit bir sandık-sokak ikileminin ötesinde belirleyici çelişkinin, çatışmanın ve buna karşı mücadelenin doğru tespit edilememesi meselesiydi.)

2019 yerel seçimlerinde ise artık AKP’nin sandıktaki yenilmezlik yeteneğinin ortadan kalktığı, olgunlaşan sınıfsal çelişkilerin artık gericilik ve faşizmle örülen bariyerlerle bastırılamadığı görüldü. AKP açısından asıl büyük yenilgi İstanbul, Ankara, İzmir dahil pek çok büyükşehri kaybetmesinin ötesinde, İstanbul’da seçim sonuçlarını geri çevirmeye yönelik müdahalesinde başarısız olması ve kendi tabanından muhalefete oy kaymasını artık engelleyemez hale geldiğinin görülmesiydi.

***

2019 yerel seçimleri itibariyle AKP artık sandıkta sonuçlarını geri çekemeyeceği biçimde yenilebilir olduğu görülmüş bir partidir. Bunun tekrarının garantisi yoktur ancak bir kere dahi olsa “AKP faşizmi” kazanamayacağı seçime girmiştir ve bu en azından bir sonraki seçime kadar sandıktan beklentileri diri tutacak bir etki yaratmıştır. Bu başarı CHP’nin sağı da içeren (ve bugün artık Babacan ve Davutoğlu’nu da içermeye hazır olduğunu gösteren) geniş ittifak stratejisi ile sağlanmıştır. Bunun gelecek genel seçimde de tekrarlanabileceği düşüncesi yeni sağ partileri, doğrudan Erdoğan’a bağlı olmayan kontrgerilla fraksiyonlarını, AKP karşıtı seçmeni cesaretlendirmiş/heveslendirmiştir. Artık içerde dışarda, egemen sınıfların ve halk kesimlerinin gözünde AKP’nin, sistem içi alternatifleri vardır. Ve bunlar AKP’nin neoliberal dönüşüm misyonunu benimseyen ve özlemle yad eden eski unsurlarını da içermektedir. İlk seçimde iktidarın el değiştireceğini iddia eden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İktidar erki el değiştirdiğinde göreceksiniz, bu değişiklik çok geniş bir toplumsal mutabakatın sonucuyla sağlanacak. Neredeyse herkesin kendisini ait gördüğü bir seçim başarısıyla gelecek bu değişim” sözleri bir kenara not edilmelidir.[2] CHP tarihsel misyonuna uygun şekilde, bir büyük hesaplaşmayı değil bir büyük uzlaşmayı önermektedir. Kontrgerillayla hesaplaşmadan, sermayenin çıkarlarına dokunmadan ne kadar eşitlik, özgürlük, barış, adalet, demokrasi gelecekse o kadarını vaat etmektedir.

***

Bir dönem sistem karşıtlığı ile neredeyse eş anlamlı olan “AKP karşıtlığı” artık sistem tarafından kolaylıkla asimile edilebilir bir politik tutum haline gelmiştir. Erdoğan’dan kurtulmak isteyenlerin gözünü diktiği gelecek seçimin umut vaat eden “AKP karşıtı” ittifakı Babacan’ı ve Davutoğlu’nu da kapsayan asgari müştereklere sahiptir. Bu ittifakta sosyalistlere bile yer vardır ve muhtemelen aksesuar niyetine sosyalist parti ya da kişilerden de ittifak unsurları düşünülmektedir. Ama önemli olan ittifakın kimin öncülüğünde yapıldığıdır, arkadan gidenin hükmü yoktur.

AKP hala iktidarda olsa bile 2019 yerel seçimleri sonrasında artık farklı bir siyasi denklem söz konusudur. AKP kritik bir seçimi kaybetmiş, çözülme sürecine girmiş ve hem mevcut iktidarda hem de müstakbel iktidar gözüyle bakılan muhalefette konumlanmış, o muhalefet de Özal’ı ve AKP’nin ilk dönemini methiyeler düzerek sahiplenecek noktaya geldiği bir dönüşümü tamamlamıştır.

Bu noktada söylemi ve eylemiyle, işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını savunacak şekilde yürütülmeyen bir anti-faşist siyaset, faşizmi de AKP’yi de ıskalayacak, belki AKP’yi yenecek ancak AKP’nin mirasının yaşatılmasına hizmet edecektir.

Faşizm Erdoğan’ın şahsi yönetiminin ötesinde, kapitalist sistemin bugünkü ihtiyacına verilen bir yanıttır. Emek de bugün OHAL sürecinden pandemi sürecine grev yasakları, KHK’ler, güvenlik soruşturmaları, distopik denetim-gözetim uygulamaları, kadın düşmanlığı, göçmen düşmanlığı vb örneklerde görüldüğü üzere faşizmin doğrudan saldırısı altındadır.

Anti-faşist karakterli emek mücadeleleri gerek diğer muhalif toplumsal kesimler açısından gerek sınıfın sağın etkisi altındaki kesimleri açısından sürükleyici ve dönüştürücü potansiyel barındırmaktadır. Söylemi her ne kadar ileri olursa olsun salt AKP karşıtı siyasal ajitasyon ise kitleleri -kendilerini sosyalist hissetseler bile- sağla ittifak içindeki CHP girdabına yönlendirecektir.

Sınıfsal içeriği muğlak ve faşizmi AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarına indirgeyen bir AKP karşıtlığının bizi götüreceği yer, tıpış tıpış Babacan’a oy vermeye gideceğimiz yeni bir sandık başıdır. O sandıktan da ya yeniden Erdoğan ya da Erdoğan’ın mirasını son yıllardaki arazlarından arındırılmış biçimde yaşatacak yeni bir sistem içi seçenek çıkacaktır.

Sosyalistlerin faşizme karşı emek eksenli, anti-kapitalist bir direnişi öne çıkarmaktan başka çaresi görünmemektedir. Aksi halde AKP karşıtlığının sistem içi kanallara sıkışması, sosyalist hareketin kendi elleriyle kendini tasfiye etmesi neredeyse kaçınılmazdır. Bizi bu noktaya getiren Haziran İsyanı’ndan sonra muhalefetin sandığa tıkılmasını kabullenmek zorunda kalmamızdır. Bu gidişi bozacak olan da devrimci bir halk muhalefetinden başkası değildir. Kapitalizmin dünyayı her açıdan felakete sürüklediğini, sınıflar arası uzlaşmaz çelişkileri ve işçi sınıfının belirleyici rolünü görünür kılan şu içinde bulunduğumuz an önemli bir fırsat sunmaktadır. Görmek isteyen görecektir. (ALİ ERGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)

Dipnotlar:

[1] AKP üzerine yürütülen tartışmalarda gerek taraftarları gerek karşıtları, AKP için “kurucu parti” tanımlamasını farklı bağlamlarda kullanmıştır. Egemen sınıfların ve güçlerin AKP’nin ve Erdoğan’ın niyetinden bağımsız olarak ondan beklediği, talep ve empoze etiği “kurucu” misyon, yeni bir siyasi rejiminin kuruculuğunun ötesinde, ekonominin, toplumun ve yeni-sömürge devletinin, neoliberal yeni sömürgecilik programı temelinde yeniden yapılandırılmasıdır. AKP’nin bir dönem için “Müslüman Kardeşler” çizgisinde cisimleşen Neoliberal Siyasi İslamcılığını bu yeni kurucu sürecin resmî ideolojisi haline getirmeyi amaçladığı da bir vakıadır.

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/18/kilicdaroglu-vatandasimiz-ilk-secimde-iktidari-demokrasiden-yana-olanlara-verecek/

Business News