Melamilik, kendini grup ve tarikat olarak ortaya koyan bir mevcudiyete sahip olmamasına rağmen, Sufilere ve dönemin tarikatlarına karşı bir düşünce ve hal olarak var idi...
Melamilikten farklılaşarak ortaya çıkan derviş grupları, Melametiliğin takva sahibi olan ve bundan dolayı toplumda herkes gibi olma ve herkes gibi görünme, ileri çıkmama, mütevazi bir yaşam sürme, başkalarının hatalarını görmeme ve kendi hatalarını açık kılma ve kendi ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışma gibi hallerini başka bir boyuta, toplumdan daha da uzaklaşma noktasına taşımışlar. Toplumda görünmez olan Melamilerin aksine toplumdan ayrılarak ve kınanmayı tercih ederek, toplum, adet, gelenek ve göreneklerinin tersine davranarak görünür olmayı tercih etmişler. Bu halde 12. yüzyılda ortaya çıkan derviş grupları İslam’da mal sahibi olma ve hatta ticaret yapmayı (bu mal biriktirme anlamına gelmiyor kanaatimize göre) öneren hadisleri dahi görmezden gelerek, dönemin konjonktüründe başını alıp giden mal sevgisi ve iktidar heveslilerinin hallerine bir tepki olarak (konu üzerine yazan tüm tarihçiler Sufiliğe ve tarikatlara bir tepki olduğunda hemfikirdir) ortaya çıkmış olmalıdır.
Bu derviş grupları Melamilikte temel kavramlardan biri olan Nefs’in kınanmasını (devamlı şekilde bir özeleştiri) daha ileri boyutlara taşıyarak, toplum dışı ve fakat kendi cemaatleriyle gezginci dervişler olarak ortaya çıkarak aslında kurumsallaşmayı engelleyen duruş sergilemişler, yaşamlarını dilenmekle ve devamlı surette Allah korkusuyla ve devamlı surette öbür dünyaya dönük olarak bir ölçüde bu dünya da iken hep o dünya için, Allahın rızasını elde etmek için, O’ndan korkarak O’na aşklarını ispatlamak ve göstermek için kendi içlerindeki nefslerini öldürme yoluna girmişlerdir. Aslında bu şekildeki fakr anlayışının Melamilerden önce de var olduğunu Şakik Belki’nin düşüncelerinde de görmek mümkündür ki kendisi Melamilerin öncülü olarak da anılır.[1] Şakik’e göre insan zenginliğini kaybedeceğinden korkması gibi fakirliğini de kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek anlamda fakir olamaz.
Melamilikten farklılaşmış olarak ortaya çıktığını söylediğimiz Kalenderilik, Melamilikten tam bir kopuşa oturmuş mudur? sorusuna kesin cevap vermek mümkün olmamakla beraber bir mevcudiyet olarak tarihsel oluşundan kendini farklılaştırarak olmuştur demek mümkündür. Melamilik, kendini grup ve tarikat olarak ortaya koyan bir mevcudiyete sahip olmamasına rağmen, Sufilere ve dönemin tarikatlarına karşı bir düşünce ve hal olarak var idi. Melamiliğe ve Kalenderiliğe zamanının existansiyalizmi denmektedir İslam Ansiklopedisinde. Fakat Kalenderilik tarikat olmamakla beraber bir grup ve toplumsallığı reddeden gezginci, tarikat olmayan bir hal ehli olarak mevcut genelde.
Anadolu Selçukluları döneminde kaleme alınan ve daha çok Kalenderilerden bahseden Muhamed b. El-Hatib’in Füstatü’l-Adele isimli eserine dair Kalenderiler (1992 TTK Basımevi) isimli (belkide bu konuda yapılmış ilk kapsamlı araştırmadır) kitabında yapmış olduğu göndermede A.Y. Ocak, “O devir Anadolusunda bunların tam anlamıyla anarşist bir zümre teşkil ettiğini anlatmaktadır” demektedir. 1994’te yazılan ve biten ve 2006’da Oneworldbook tarafından yayınlanan “God’s Unruly Friends” isimli kitabından Ahmet T. Karamustafa, Melamilere değil fakat Kalenderiler ve diğer gruplara gerek fikri ve gerekse hal olarak anarşist yakıştırmasını yapmaktan bir sakınca görmemektedir. Şahsi olarak bu fikre itirazım olmamakla beraber, Melamilerin Anarşizme değil uzak, tam tersine Batılı bir fikir ve hareket olan anarşizmin temel fikri ve dünya algılama biçimlerine anarşizmden daha içkin olduğunu söylemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Belkide anarşizm açısından onlara dair dikkati çeken en temel hal, Melamilerden başka diğer hareketler olan Kalenderiler, Hayderiler, Abdallar gibi hareketlerin (zaten toplumu reddetmek gibi hallerinin olmasından hareketle de) hiç bir kurum ve devlet işleriyle ilişkiye girmemeleri ve onları tamamıyla reddetme halleridir. Melamiler büyük oranda Ahi teşkilatlarının içinde de olmuşlardır. Ve devlet işlerine müdahil olmamak ve uzak kaçmak gibi kesin duruşlarını 16. yüzyıllara kadar korumuşlardır. Bu fikirde gerek A.Y Ocak, A. Gölpınarlı, A.T. Karamustafa, T. Yazıcı hemfikirdir. Ahilerin ise devlet işlerine ve kurumlarına yaklaşmadıkları konu üzerine yazan tarihçiler ( S. Güllülü, M. Bayram, N. Çağatay ) tarafından belirtilir.[2]
Kalenderilik üzerine yazan tarihçiler Budist ve Maniheist rahiplerin Mezapotamya yöresinde dolaştıklarını ve bazı sufi dervişlerin bu çevrelerle ilişki içerisinde olduklarını vurgulayarak Kalenderilerin hal ve erkanında Budizm ve Manihenizm etkilerine temas ederler. Bu konuda A.Y. Ocak, Goldziher’in Cahız’ın“Kitabü’l-Hayavan” isimli eserinde bahsettiği rahiplerin Budist ve Maniheist dervişler olabileceği fikrine destek vermektedir.[3] Fakat başka bir kaynaktan bunun tersininde mümkün olduğunu Şakik-i Belki’nin hikayesini örnek vererek olası kılıyor ki her iki fikrin doğru olduğunu farzedebiliriz.
“Anarşist dervişlerin” aşağı kültür ve popüler din arasında derin tarihsel kökleri vardır”[4] demekte A. T. Karamustafa Kalenderîleri kastederek.
Tüm Ortadoğu’yu ve çevre coğrafyasını saldırılarıyla hallaç pamuğuna çeviren Moğol saldırılarının Başı Hulagu’nun Kalenderilerle karşılaşıp “Kim bunlar?” sorusuna Nasr-al-Din Tusi’nin (İsmaili bir alim olduğuve Alamut kalesinin düşmesinden sonra Hulagu’nun öldürmeyip yanına aldığı bilinir) vermiş olduğu kötü yanıt üzerine tüm Kalenderilerin katledildiği bilinen bir tarihi gerçektir.
Dervişlerin dinsel tarzları tüm diğer dinsel hallerden farklı bir yerden durur. Özellikle toplumu şok eden dinsel toplumsal davranışları ve toplumsal konformizmi kınayan tavırları bunda etkindir.[5] Bir diğer taraftan ne eski düzene karşı yeni bir düzen önermişler, ne de toplumu yeni bir reforma yönlendirmeyi amaçlamışlardır. Tüm toplumsal, kültürel norm ve yapıları reddetmişlerdir. “Kendi anarşist gündemlerini uygulamak için toplumun kabul etmeyeceği birçok uygulama içine girmişlerdir.”[6] Bu dervişlerin duruşlarında iki kategori var: biri zahidane yaşam, diğeri ahlaki normların tamamen dışına çıkmak. Zahidane yaşam tercihinde esasen İslam toplumunun tüm kurumlarını reddetmek vardır. Bu fakirlik, seyahat, dilenme, cinsel ilişkiyi reddetme ve kendi kendine acı verme şeklinde görünür olur.
Anarşist dervişler, onlara karşı olanlar tarafından suçlandıkları gibi cahil kalabalıklar olarak adlandırılamazlar. Aksine bir çok Müslüman şair, alim ve yazarın sempatisini kazanmışlar. Anarşist dervişlere göre yaşanmakta olan toplumsal yaşam dinsel kurtuluşla uyumlu değildir. Ve insanlığı Tanrıdan uzak tutmaktadır. Kurtuluş insan kültürünün açık, aktif ve toptan reddi ile mümkündür. Bu sapkın dervişler vahşi doğadan çekilmeyip, toplumun ortasında kendisi için toplumsal bir vahşi doğa yaratmaya çalışır ki o alandaki anti-sosyal aktiviteleri Allah’a ulaşmada toplumun başarısızlığının eleştirisi olarak işlev görür. Dolayısıyla bu hareket temelden toplumsal reddediştir ve kendini anti-establishment (tüm kurumlara karşı olmak) olarak kurar.
Mal ve mülk sahibi olmayı reddetme dervişliğin en önemli özelliğidir. Farsça olan Derviş kelimesinin karşılığı fakirdir ki Arapçadır. Dervişin tüm varlığı şunlardan oluşur: Hayvan postu, yün ya da keçe elbise, kep, dilenme kabı, kaşık, kemer, zil, küçük balta, lamba ya da kandil, traş bıçağı, iğne, bir müzik aleti (def, davul ya da ney), esrar kesesi,sopa ve torba.
Kalenderi olarak adlandırılan bu dervişlerin önde gelenleri ve isimleriyle de hareketlerini belirleyen şahsiyetler olan Cemalettin Savi, Kudbettin Haydar ve Utman Baba’nın uzun süre elbise giymedikleri söylenir. Kalenderler, fakirliği iki dünyanın üstünden gören Hz. Muhammed’i bu tavırlarına emsal gösterirken, Abdalan-ı Rum’lar, Hz.Adem’i hiç mal-mülk sahibi olmayıp, çırılçıplak cennetten sürüldüğü an’ı anarak emsal gösterirler.
Toplumun ekonomik olarak yeniden üretimine katılmayı kesinlikle reddetmişler. Ekonomik yeniden üretimden A. T. Karamustafa Kapitalizmin yeniden üretimini kastetmez. Aslında ekonomi denen kavramı tanımı itibarı ile kapitalizmden başlatmak daha doğru bir bakış açısı olur. Burada ifade ettiğimiz şey onların çalışmak yoluyla da topluma katılıma karşı oluşlarıdır. Ve hatta bir başkasının malına dokunmayı bile zül addetmişlerdir. Gezginlik ve dilenme ise mutlak fakirliğin kontrol altında olmasının garantisi gibidir aslında. Doğal olarak gezen insanın bir kaç zaruri ihtiyacından başka bir şeye ihtiyacı yoktur.
Tevekkül içinde ve kazanç için çalışmama pratik merkezi bir manifesto olmuş kalenderîlerde. Bu dönemlerde bu fikre ve tavra karşı birçok hadis devreye sokulmuş. Özellikle Muhammed Al-Şaybani’nin “Kitab al-Kasb”ı bu gözden düşürme çabasına bir örnektir. Bu karalamaya, onların çalışmayı reddetme de dahil tüm hallerini Hıristiyan Monklara benzerliklerine vurgu yaparak gitmiştir.[7]
Birçoğu evlenme ve cinsel ilişkiye girmeyi; seksüel yaşamın kutsal olana adanmayı engellediği gerekçesi ile reddetmiştir. Oruç ve namaz kılmazlar, bir çeşit ritüel olarak ancak tekbir getirirler ve hac’a ise gezgin olduklarından hareketle gitmiş olabilecekleri ihtimal dahilindedir.
Kalenderler “çar darb” dedikleri saç, bıyık, sakal ve kaşlarını tamamen kazırlar. Bu hal “insan suretinin ilahi güzelliği yansıtması” ile gerekçelendirilir. Bu hal Haydari, Şems-i Tebriziler, Celaliler, Abdalan-ı Rumlar ve Bektaşiler tarafında değişik varyasyonlarla kullanılmıştır. Haydariler ve Camiler bıyıklarını uzatıp sakallarını keserlermiş. Karamustafa, Bunun açıkça Muhammed’insünnetinden uzaklaşma demek olduğunu ve saçların olmamasının Ortadoğu’daki İslam coğrafyasında onurun kaybedilmesi anlamına geldiğini belirtir. Şems-i Tebriziler ve Camilerin alkol tükettikleri, diğerlerinin ise esrar kullandıkları (çiğnedikleri) variddir. “19. Yüzyılda kahvehaneler” üzerine yapılan bir çalışmada Dervişlerin esrar içmeye devam ettikleri ve üzerine şiirler yazdıkları anlatılmaktadır.
Bu dervişler, demir yüzük, halka, bilezik, kemer, halhal ve zincir giymeyi severler, dans ve müzikten büyük zevk alırlar. Diğer gruplardan farklı olarak Abdalan-ı Rumların vücutlarına isim ve çeşitli figürler kazıdıkları biliniyor. Bir kısmı toplumun yeniden üretimine meyyal olmayacak cinsel ilişkiyi reddetmeyip, diğer tarz cinsel ilişkiyi reddederlermiş. Maksatları kendi inanç ve doktrinlerini merkezi dinsel formların yerine ikame etmek olduğu söyleniyor. İnançlarında Fena fillah, fakirlik, tecelli ve evliyalık temel başlıklar. Ölmeden önce ölmek fikrine de inanırlar ki bu fikri biz Hristiyan mistisizminde Maister Eckhart’ta da görmekteyiz. Onların anti-sosyalliklerinde ve özellikle bulundukları mekân olarak mezarlıkları seçmelerinde bu fikir temel önemdedir.
Toplumdan uzaklaşmayı motive eden faktör yaşamdan sonra (öbür dünya) meydana gelebilecek şeylerden derin kaygı ve asıl olarak Allah korkusudur. Bunun pratik yansıması ise evliliğe karşı olmak, yalnızlığı tercih etmek, aşırı açlık, vejetaryenlik, fakirlik ve dolayısıyla ekonomik aktivitelerden uzak durmak ve mezarlıklara çekilmek (bu devamlı surette ölümün varlığını anmak ve görmek ve bu dünyanın faniliğini hatırlamak manasında ve kişiyi dünyevi uğraşların biganeliğine derinden inanmaya motive eden bir çeşit düzenli olmayan fakat devamlı yapılan bir ritüel olarak algılanabilir ki nefs’i her daim öldürmeyi motive eder) olmuştur.
Karamustafa sözü geçen kitabında Sufiler ve Dervişleri sınıflandırdığı iki eğilimden bahseder. Bunlar: 1. Dünyayı kucaklayan (Dünyevilik) 2. Dünyevi oluş halini reddeden (Uhrevilik).
Dünyayı kucaklayan bakış açısına örnek olarak ise icma fikrinin geliştirilmesini örnek vermektedir; bu fikri ve aynı zamanda pratik halin ne denli manipüle edilmeye açık halde yorumlandığını ve toplumsal hayatta egemen olanların bu kavramı kendilerine göre kullandıklarına yukarıda bir nebze de olsa değinmiştik. Karamustafa’nın vurgularından biri ve önemlisi, şeriatın icma (konsensus) fikrinin farklı yorumunun bireyin dinsel ve ahlaki yaşamını cemaatin ritüelleriyle baskı altına aldığını ve giderek zahiri yorumların Bâtıni yorumlara galebe çaldığını anlatmasıdır.
Bu farklı duruşların sonuçta farklı bir algılamayı ortaya çıkardığını bireyci dinsellikle, cemaat temayüllü legalist dünyasallık arasında bir bağ kurulduğunu ve bunun ise Tevhid fikriyatı olduğunu söyler. Bu dünya – öbür dünya dikatomisinin yavaş yavaş ( Allah/ her şeyden öte Allah) anti-teziyle “Allah ne yarattıysa, özellikle bu dünyada, kabul edilmelidir”e evrildiğini belirtir. Toplum yaşamı tamamen kötü bir şey olarak görülmeyip, Allah’a ulaşmak için tüm risklerin göze alınması gereken, bir mücadele alanı olarak görülmeye başlar. Bu süreç sufi düşüncelerin felsefesi gereğince üst noktasına İbn Arabi’de ulaşmıştır.
Melameti hal’de zaruri ve önemli bir noktaya dikkat edilmelidir: Onlara göre bu dünyada saf dindarlığın yaşanması, içsel manevi durumun gizlenmesi ile mümkündür. Bu durumun açık edilmesi din uzmanlarının ve din adına söz söyleyecek seçkin insanların ortaya çıkmasına vesile olur (bu kınanmalıdır) ki bu iki açıdan tehlikelidir. 1. Kişiyi heva içerisine sokar ve büyüklenmeye ve nefsin arzularının artmasına 2. Bu büyüklenmeden hareketle yanlışları görmeme ve gönül gözünün kapanmasına vesile olur. Bu dinin dünyevileşmesi ve kişinin dünyevileşmesini gizleyebilmesine de neden olabilir. (Alişan Şahin - alisansahin@hotmail.com - İTAATSİZ.ORG)
[1]Age. S. 59-64. Şakik Belki’nin ticaretle uğraştığı, Türkistan’a gittiği ve oralarda Budist rahiplerle karşılaşmış ve onlarla ilişki içinde olduğu, döndükten sonra ticareti ve malını mülkünü bıraktığı anlatılır.
[2]Melamiler Ömer Dede’ye kadar kesinlikle bir tarikat değildiler. Kalenderiler ve diğer derviş grupları da 16. Yüzyıla kadar; bektaşiliğe intisab edip onun içinde eriyinceye kadar hiç bir kurumla bağlantı içine girmemişlerdir. Benzer şekilde aşağı-yukarı aynı yüzyılda Ahi teşkilatına da Devlet tarafından el atılmış ve bağımız duran bu hareketler kurumlaşıp devletle ilişki içine girmişlerdir. Özellikle Kalenderiler gibi sapkın hareketlerin dönüştürülmesinde devletin Medreseler ve tekkeleri kullandığı A.T. Karamustafa tarafından iddia edilmektedir.
[3]Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (14 ve 15. Yüzyıllar) s.7 TTK Basımevi, 1992.
[4]Ahmet T. Karamustafa, God’s Unruly Friends, Derviş Groups in the Islamic MiddleP eriod 1200-1550, Oneworldoxford, s. 5, 2006.
[5]Age. S. 9-10
[6]Age. S. 13
[7]Age. s. 28
Melamilikten farklılaşarak ortaya çıkan derviş grupları, Melametiliğin takva sahibi olan ve bundan dolayı toplumda herkes gibi olma ve herkes gibi görünme, ileri çıkmama, mütevazi bir yaşam sürme, başkalarının hatalarını görmeme ve kendi hatalarını açık kılma ve kendi ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışma gibi hallerini başka bir boyuta, toplumdan daha da uzaklaşma noktasına taşımışlar. Toplumda görünmez olan Melamilerin aksine toplumdan ayrılarak ve kınanmayı tercih ederek, toplum, adet, gelenek ve göreneklerinin tersine davranarak görünür olmayı tercih etmişler. Bu halde 12. yüzyılda ortaya çıkan derviş grupları İslam’da mal sahibi olma ve hatta ticaret yapmayı (bu mal biriktirme anlamına gelmiyor kanaatimize göre) öneren hadisleri dahi görmezden gelerek, dönemin konjonktüründe başını alıp giden mal sevgisi ve iktidar heveslilerinin hallerine bir tepki olarak (konu üzerine yazan tüm tarihçiler Sufiliğe ve tarikatlara bir tepki olduğunda hemfikirdir) ortaya çıkmış olmalıdır.
Bu derviş grupları Melamilikte temel kavramlardan biri olan Nefs’in kınanmasını (devamlı şekilde bir özeleştiri) daha ileri boyutlara taşıyarak, toplum dışı ve fakat kendi cemaatleriyle gezginci dervişler olarak ortaya çıkarak aslında kurumsallaşmayı engelleyen duruş sergilemişler, yaşamlarını dilenmekle ve devamlı surette Allah korkusuyla ve devamlı surette öbür dünyaya dönük olarak bir ölçüde bu dünya da iken hep o dünya için, Allahın rızasını elde etmek için, O’ndan korkarak O’na aşklarını ispatlamak ve göstermek için kendi içlerindeki nefslerini öldürme yoluna girmişlerdir. Aslında bu şekildeki fakr anlayışının Melamilerden önce de var olduğunu Şakik Belki’nin düşüncelerinde de görmek mümkündür ki kendisi Melamilerin öncülü olarak da anılır.[1] Şakik’e göre insan zenginliğini kaybedeceğinden korkması gibi fakirliğini de kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek anlamda fakir olamaz.
Melamilikten farklılaşmış olarak ortaya çıktığını söylediğimiz Kalenderilik, Melamilikten tam bir kopuşa oturmuş mudur? sorusuna kesin cevap vermek mümkün olmamakla beraber bir mevcudiyet olarak tarihsel oluşundan kendini farklılaştırarak olmuştur demek mümkündür. Melamilik, kendini grup ve tarikat olarak ortaya koyan bir mevcudiyete sahip olmamasına rağmen, Sufilere ve dönemin tarikatlarına karşı bir düşünce ve hal olarak var idi. Melamiliğe ve Kalenderiliğe zamanının existansiyalizmi denmektedir İslam Ansiklopedisinde. Fakat Kalenderilik tarikat olmamakla beraber bir grup ve toplumsallığı reddeden gezginci, tarikat olmayan bir hal ehli olarak mevcut genelde.
Anadolu Selçukluları döneminde kaleme alınan ve daha çok Kalenderilerden bahseden Muhamed b. El-Hatib’in Füstatü’l-Adele isimli eserine dair Kalenderiler (1992 TTK Basımevi) isimli (belkide bu konuda yapılmış ilk kapsamlı araştırmadır) kitabında yapmış olduğu göndermede A.Y. Ocak, “O devir Anadolusunda bunların tam anlamıyla anarşist bir zümre teşkil ettiğini anlatmaktadır” demektedir. 1994’te yazılan ve biten ve 2006’da Oneworldbook tarafından yayınlanan “God’s Unruly Friends” isimli kitabından Ahmet T. Karamustafa, Melamilere değil fakat Kalenderiler ve diğer gruplara gerek fikri ve gerekse hal olarak anarşist yakıştırmasını yapmaktan bir sakınca görmemektedir. Şahsi olarak bu fikre itirazım olmamakla beraber, Melamilerin Anarşizme değil uzak, tam tersine Batılı bir fikir ve hareket olan anarşizmin temel fikri ve dünya algılama biçimlerine anarşizmden daha içkin olduğunu söylemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Belkide anarşizm açısından onlara dair dikkati çeken en temel hal, Melamilerden başka diğer hareketler olan Kalenderiler, Hayderiler, Abdallar gibi hareketlerin (zaten toplumu reddetmek gibi hallerinin olmasından hareketle de) hiç bir kurum ve devlet işleriyle ilişkiye girmemeleri ve onları tamamıyla reddetme halleridir. Melamiler büyük oranda Ahi teşkilatlarının içinde de olmuşlardır. Ve devlet işlerine müdahil olmamak ve uzak kaçmak gibi kesin duruşlarını 16. yüzyıllara kadar korumuşlardır. Bu fikirde gerek A.Y Ocak, A. Gölpınarlı, A.T. Karamustafa, T. Yazıcı hemfikirdir. Ahilerin ise devlet işlerine ve kurumlarına yaklaşmadıkları konu üzerine yazan tarihçiler ( S. Güllülü, M. Bayram, N. Çağatay ) tarafından belirtilir.[2]
Kalenderilik üzerine yazan tarihçiler Budist ve Maniheist rahiplerin Mezapotamya yöresinde dolaştıklarını ve bazı sufi dervişlerin bu çevrelerle ilişki içerisinde olduklarını vurgulayarak Kalenderilerin hal ve erkanında Budizm ve Manihenizm etkilerine temas ederler. Bu konuda A.Y. Ocak, Goldziher’in Cahız’ın“Kitabü’l-Hayavan” isimli eserinde bahsettiği rahiplerin Budist ve Maniheist dervişler olabileceği fikrine destek vermektedir.[3] Fakat başka bir kaynaktan bunun tersininde mümkün olduğunu Şakik-i Belki’nin hikayesini örnek vererek olası kılıyor ki her iki fikrin doğru olduğunu farzedebiliriz.
“Anarşist dervişlerin” aşağı kültür ve popüler din arasında derin tarihsel kökleri vardır”[4] demekte A. T. Karamustafa Kalenderîleri kastederek.
Tüm Ortadoğu’yu ve çevre coğrafyasını saldırılarıyla hallaç pamuğuna çeviren Moğol saldırılarının Başı Hulagu’nun Kalenderilerle karşılaşıp “Kim bunlar?” sorusuna Nasr-al-Din Tusi’nin (İsmaili bir alim olduğuve Alamut kalesinin düşmesinden sonra Hulagu’nun öldürmeyip yanına aldığı bilinir) vermiş olduğu kötü yanıt üzerine tüm Kalenderilerin katledildiği bilinen bir tarihi gerçektir.
Dervişlerin dinsel tarzları tüm diğer dinsel hallerden farklı bir yerden durur. Özellikle toplumu şok eden dinsel toplumsal davranışları ve toplumsal konformizmi kınayan tavırları bunda etkindir.[5] Bir diğer taraftan ne eski düzene karşı yeni bir düzen önermişler, ne de toplumu yeni bir reforma yönlendirmeyi amaçlamışlardır. Tüm toplumsal, kültürel norm ve yapıları reddetmişlerdir. “Kendi anarşist gündemlerini uygulamak için toplumun kabul etmeyeceği birçok uygulama içine girmişlerdir.”[6] Bu dervişlerin duruşlarında iki kategori var: biri zahidane yaşam, diğeri ahlaki normların tamamen dışına çıkmak. Zahidane yaşam tercihinde esasen İslam toplumunun tüm kurumlarını reddetmek vardır. Bu fakirlik, seyahat, dilenme, cinsel ilişkiyi reddetme ve kendi kendine acı verme şeklinde görünür olur.
Anarşist dervişler, onlara karşı olanlar tarafından suçlandıkları gibi cahil kalabalıklar olarak adlandırılamazlar. Aksine bir çok Müslüman şair, alim ve yazarın sempatisini kazanmışlar. Anarşist dervişlere göre yaşanmakta olan toplumsal yaşam dinsel kurtuluşla uyumlu değildir. Ve insanlığı Tanrıdan uzak tutmaktadır. Kurtuluş insan kültürünün açık, aktif ve toptan reddi ile mümkündür. Bu sapkın dervişler vahşi doğadan çekilmeyip, toplumun ortasında kendisi için toplumsal bir vahşi doğa yaratmaya çalışır ki o alandaki anti-sosyal aktiviteleri Allah’a ulaşmada toplumun başarısızlığının eleştirisi olarak işlev görür. Dolayısıyla bu hareket temelden toplumsal reddediştir ve kendini anti-establishment (tüm kurumlara karşı olmak) olarak kurar.
Mal ve mülk sahibi olmayı reddetme dervişliğin en önemli özelliğidir. Farsça olan Derviş kelimesinin karşılığı fakirdir ki Arapçadır. Dervişin tüm varlığı şunlardan oluşur: Hayvan postu, yün ya da keçe elbise, kep, dilenme kabı, kaşık, kemer, zil, küçük balta, lamba ya da kandil, traş bıçağı, iğne, bir müzik aleti (def, davul ya da ney), esrar kesesi,sopa ve torba.
Kalenderi olarak adlandırılan bu dervişlerin önde gelenleri ve isimleriyle de hareketlerini belirleyen şahsiyetler olan Cemalettin Savi, Kudbettin Haydar ve Utman Baba’nın uzun süre elbise giymedikleri söylenir. Kalenderler, fakirliği iki dünyanın üstünden gören Hz. Muhammed’i bu tavırlarına emsal gösterirken, Abdalan-ı Rum’lar, Hz.Adem’i hiç mal-mülk sahibi olmayıp, çırılçıplak cennetten sürüldüğü an’ı anarak emsal gösterirler.
Toplumun ekonomik olarak yeniden üretimine katılmayı kesinlikle reddetmişler. Ekonomik yeniden üretimden A. T. Karamustafa Kapitalizmin yeniden üretimini kastetmez. Aslında ekonomi denen kavramı tanımı itibarı ile kapitalizmden başlatmak daha doğru bir bakış açısı olur. Burada ifade ettiğimiz şey onların çalışmak yoluyla da topluma katılıma karşı oluşlarıdır. Ve hatta bir başkasının malına dokunmayı bile zül addetmişlerdir. Gezginlik ve dilenme ise mutlak fakirliğin kontrol altında olmasının garantisi gibidir aslında. Doğal olarak gezen insanın bir kaç zaruri ihtiyacından başka bir şeye ihtiyacı yoktur.
Tevekkül içinde ve kazanç için çalışmama pratik merkezi bir manifesto olmuş kalenderîlerde. Bu dönemlerde bu fikre ve tavra karşı birçok hadis devreye sokulmuş. Özellikle Muhammed Al-Şaybani’nin “Kitab al-Kasb”ı bu gözden düşürme çabasına bir örnektir. Bu karalamaya, onların çalışmayı reddetme de dahil tüm hallerini Hıristiyan Monklara benzerliklerine vurgu yaparak gitmiştir.[7]
Birçoğu evlenme ve cinsel ilişkiye girmeyi; seksüel yaşamın kutsal olana adanmayı engellediği gerekçesi ile reddetmiştir. Oruç ve namaz kılmazlar, bir çeşit ritüel olarak ancak tekbir getirirler ve hac’a ise gezgin olduklarından hareketle gitmiş olabilecekleri ihtimal dahilindedir.
Kalenderler “çar darb” dedikleri saç, bıyık, sakal ve kaşlarını tamamen kazırlar. Bu hal “insan suretinin ilahi güzelliği yansıtması” ile gerekçelendirilir. Bu hal Haydari, Şems-i Tebriziler, Celaliler, Abdalan-ı Rumlar ve Bektaşiler tarafında değişik varyasyonlarla kullanılmıştır. Haydariler ve Camiler bıyıklarını uzatıp sakallarını keserlermiş. Karamustafa, Bunun açıkça Muhammed’insünnetinden uzaklaşma demek olduğunu ve saçların olmamasının Ortadoğu’daki İslam coğrafyasında onurun kaybedilmesi anlamına geldiğini belirtir. Şems-i Tebriziler ve Camilerin alkol tükettikleri, diğerlerinin ise esrar kullandıkları (çiğnedikleri) variddir. “19. Yüzyılda kahvehaneler” üzerine yapılan bir çalışmada Dervişlerin esrar içmeye devam ettikleri ve üzerine şiirler yazdıkları anlatılmaktadır.
Bu dervişler, demir yüzük, halka, bilezik, kemer, halhal ve zincir giymeyi severler, dans ve müzikten büyük zevk alırlar. Diğer gruplardan farklı olarak Abdalan-ı Rumların vücutlarına isim ve çeşitli figürler kazıdıkları biliniyor. Bir kısmı toplumun yeniden üretimine meyyal olmayacak cinsel ilişkiyi reddetmeyip, diğer tarz cinsel ilişkiyi reddederlermiş. Maksatları kendi inanç ve doktrinlerini merkezi dinsel formların yerine ikame etmek olduğu söyleniyor. İnançlarında Fena fillah, fakirlik, tecelli ve evliyalık temel başlıklar. Ölmeden önce ölmek fikrine de inanırlar ki bu fikri biz Hristiyan mistisizminde Maister Eckhart’ta da görmekteyiz. Onların anti-sosyalliklerinde ve özellikle bulundukları mekân olarak mezarlıkları seçmelerinde bu fikir temel önemdedir.
Toplumdan uzaklaşmayı motive eden faktör yaşamdan sonra (öbür dünya) meydana gelebilecek şeylerden derin kaygı ve asıl olarak Allah korkusudur. Bunun pratik yansıması ise evliliğe karşı olmak, yalnızlığı tercih etmek, aşırı açlık, vejetaryenlik, fakirlik ve dolayısıyla ekonomik aktivitelerden uzak durmak ve mezarlıklara çekilmek (bu devamlı surette ölümün varlığını anmak ve görmek ve bu dünyanın faniliğini hatırlamak manasında ve kişiyi dünyevi uğraşların biganeliğine derinden inanmaya motive eden bir çeşit düzenli olmayan fakat devamlı yapılan bir ritüel olarak algılanabilir ki nefs’i her daim öldürmeyi motive eder) olmuştur.
Karamustafa sözü geçen kitabında Sufiler ve Dervişleri sınıflandırdığı iki eğilimden bahseder. Bunlar: 1. Dünyayı kucaklayan (Dünyevilik) 2. Dünyevi oluş halini reddeden (Uhrevilik).
Dünyayı kucaklayan bakış açısına örnek olarak ise icma fikrinin geliştirilmesini örnek vermektedir; bu fikri ve aynı zamanda pratik halin ne denli manipüle edilmeye açık halde yorumlandığını ve toplumsal hayatta egemen olanların bu kavramı kendilerine göre kullandıklarına yukarıda bir nebze de olsa değinmiştik. Karamustafa’nın vurgularından biri ve önemlisi, şeriatın icma (konsensus) fikrinin farklı yorumunun bireyin dinsel ve ahlaki yaşamını cemaatin ritüelleriyle baskı altına aldığını ve giderek zahiri yorumların Bâtıni yorumlara galebe çaldığını anlatmasıdır.
Bu farklı duruşların sonuçta farklı bir algılamayı ortaya çıkardığını bireyci dinsellikle, cemaat temayüllü legalist dünyasallık arasında bir bağ kurulduğunu ve bunun ise Tevhid fikriyatı olduğunu söyler. Bu dünya – öbür dünya dikatomisinin yavaş yavaş ( Allah/ her şeyden öte Allah) anti-teziyle “Allah ne yarattıysa, özellikle bu dünyada, kabul edilmelidir”e evrildiğini belirtir. Toplum yaşamı tamamen kötü bir şey olarak görülmeyip, Allah’a ulaşmak için tüm risklerin göze alınması gereken, bir mücadele alanı olarak görülmeye başlar. Bu süreç sufi düşüncelerin felsefesi gereğince üst noktasına İbn Arabi’de ulaşmıştır.
Melameti hal’de zaruri ve önemli bir noktaya dikkat edilmelidir: Onlara göre bu dünyada saf dindarlığın yaşanması, içsel manevi durumun gizlenmesi ile mümkündür. Bu durumun açık edilmesi din uzmanlarının ve din adına söz söyleyecek seçkin insanların ortaya çıkmasına vesile olur (bu kınanmalıdır) ki bu iki açıdan tehlikelidir. 1. Kişiyi heva içerisine sokar ve büyüklenmeye ve nefsin arzularının artmasına 2. Bu büyüklenmeden hareketle yanlışları görmeme ve gönül gözünün kapanmasına vesile olur. Bu dinin dünyevileşmesi ve kişinin dünyevileşmesini gizleyebilmesine de neden olabilir. (Alişan Şahin - alisansahin@hotmail.com - İTAATSİZ.ORG)
[1]Age. S. 59-64. Şakik Belki’nin ticaretle uğraştığı, Türkistan’a gittiği ve oralarda Budist rahiplerle karşılaşmış ve onlarla ilişki içinde olduğu, döndükten sonra ticareti ve malını mülkünü bıraktığı anlatılır.
[2]Melamiler Ömer Dede’ye kadar kesinlikle bir tarikat değildiler. Kalenderiler ve diğer derviş grupları da 16. Yüzyıla kadar; bektaşiliğe intisab edip onun içinde eriyinceye kadar hiç bir kurumla bağlantı içine girmemişlerdir. Benzer şekilde aşağı-yukarı aynı yüzyılda Ahi teşkilatına da Devlet tarafından el atılmış ve bağımız duran bu hareketler kurumlaşıp devletle ilişki içine girmişlerdir. Özellikle Kalenderiler gibi sapkın hareketlerin dönüştürülmesinde devletin Medreseler ve tekkeleri kullandığı A.T. Karamustafa tarafından iddia edilmektedir.
[3]Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (14 ve 15. Yüzyıllar) s.7 TTK Basımevi, 1992.
[4]Ahmet T. Karamustafa, God’s Unruly Friends, Derviş Groups in the Islamic MiddleP eriod 1200-1550, Oneworldoxford, s. 5, 2006.
[5]Age. S. 9-10
[6]Age. S. 13
[7]Age. s. 28