“Aslında Küba, yalnızca uyanış anlamında bir soyutlamadır. Fidel Castro adındaki mitolojik varlığın ortaya çıkması için böyle bir temel gerekli idi. Adı pek öyle duyulmamış, çoğu kimsenin ada olduğunu bile bilmediği bir ülkede, yerleri kesinlikle belirli olmayan bazı dağlarda, sakallı, uzun saçlı, zeytin yeşili üniformalı adamlar, Küba Devrimi’ni oluşturuyordu. Bu sakallılar, Castro’nun adamlarıydı”


CHE'NİN GÖZÜNDEN FİDEL'E BAKIŞ

Bilmem Fidel olmadan bir “Che efsanesi”nin de olmayabileceğini hiç düşünen olmuş mudur? Che, Arjantin’den çıkıp geze-dolaşa Meksika’ya gelmeseydi ya da Meksika’ya Fidel’in orada bulunduğundan çok önce ya da çok sonra gelseydi muhtemelen karşılaşmayacaklardı. Doktor Che, Meksika’dan annesine yazdığı gibi gezisinin yeni rotasını Avrupa’ya özellikle de Paris’e çevirecekti. Meksiko City’de hem doktor olarak çalışıyor hem bir üniversitenin ekonomi kursuna katılıyor, SSCB Kültürel İlişkileri Enstitüsü’nde Rusça öğreniyor, hem de Marksizm üzerine kitaplar okuyordu. Yaşadığı kentte kendisi gibi Meksika’nın yabancısı siyasi göçmen Kübalılar da vardı. Belki de o karşılaşma olmasaydı, özgürlük ve eşitlik mücadelesinde kelimenin asıl anlamıyla da sınır tanımayan, “İnsanlığın kaderi tehlikedeyse, bir insanın ya da bir halkın maruz kaldığı tehlikeler ya da fedakârlıklar ne ifade eder ki” düsturuyla ete kemiğe bürünmüş bir Che gerçeğinden yoksun da kalabilirdik.

Elbet Che de etten kemikten bir insandı. Mevcut süreç ya da koşullar onun hayalleri, iç sesi ve sağduyusuyla birleşince her attığı adımda kendini geliştiren ve aşan, her adımda kişiliğine güçlü bir dinamizm katan yeni bir insanı ortaya çıkardı. Avrupa’ya, Paris’e, oradan Çin’e ve Hindistan’a geçmek isterken kendini Granma yatında Küba’da devrim için savaşacaklar arasında buldu. Batista’nın devrildiği (1 Ocak 1959) yeni ve sosyalist bir Küba’nın inşasında ekonomi bakanlığından, ulusal bankanın yönetimine değin çok çeşitli alanlarda sorumluluk ve görev aldı. Devrimci Küba hükümetinin dış ilişkilerini yürüttü. Öncesinde hayal edemeyeceği kadar birçok ülkeye hem diplomatik hem bilgilenme, yardımlaşma amaçlı geziler yaptı. (Cezayir, Mısır, Suriye, Hindistan, Pakistan, Çin, SSCB, Yugoslavya, D. Almanya, Çekoslovakya, Fransa, ABD vs.)

Che, Küba’nın ekonomik, teknik ve kültürel açıdan sağlam temeller üzerine inşa edilmesi için bütün enerjisini harcarken emperyalizmin işgali ve saldırısı altındaki ülkelerle yakından ilgilendi. Küba için kendisine ihtiyacın kalmadığını düşündüğü bir anda Kongo’ya, emperyalizme karşı savaşanların, ulusal kurtuluş mücadelesi yürütenlerin yanına koştu (Ekim 1965). Bundan sonraki durağı ise bildiğimiz üzere Bolivya olacaktı.

Akılcılığın vücut bulmuş hali olarak Fidel

Tüm bu süreçlerde onun en yakını, başkomutanı Fidel Castro idi. Che’nin önünün açılmasında, mücadeleye büyük bir cüretle atılmasında onun Fidel’e güven ve inancının rolü çok büyüktü. Küba halkının olduğu kadar aynı düşlerin yolcuları olan farklı ülke devrimcilerinin de yoldaşı olan Fidel’in (d.1926-ö.25 Kasım 2016) ölümünün beşinci yıldönümündeyiz.

Bencilliği öğrenmiş/öğretilmiş bir politika olarak içselleştiren insan, ölümü hep bir trajedi olarak görür. Fidel ise aksine, ölümünü öngörüp geleceği ile barışık yaşamış alabildiğine doğrucu bir kişilikti. Savaş ve mücadele gerçeğinin içinden gelişine, yüzlerce suikast girişimine rağmen 90 yıl yaşadı. Yaşarken ölümünü öngörmeyi ifade etmekten kaçınmadı. 20 Nisan 2016 tarihinde Komünist Parti Kongresine katıldığında “Yakında 90’ıma basacağım, ben de diğer herkes gibi gideceğim. Hepimizin zamanı gelecek, bu son konuşmam olabilir”[1] dedi; daha ne desin… Fidel’den geriye capcanlı bir Küba gerçeği ve kendisiyle bütünleşen bir Che efsanesi kaldı. Eğer insan için ölümsüzlüğün gezdiği bir yer görülürse bilinmelidir ki, orada ölümsüzlüğü, ölümden önceki yaşamı kadar etkili bir Che’nin yanında, onun komutanı Fidel de vardır.

Küba efsanesine doğru kesişen bir yol ve yolculuğun seyri

Che ile Fidel’in yolları Meksiko City’de 1955’te kesişir. Değinildiği gibi Che hem çalışıp hem gezmektedir. Fidel ise Meksika’da politik sürgündür. Yalnız Che, önce Fidel’in kardeşi Raul Castro’yla tanışmıştır. Raul, 1953 Moncada Kışlası baskını sırasında tutsak düşen Fidel’in “Tarih Beni Beraat Ettirecektir” başlıklı savunmasının ilkeleri üzerine Che’ye açıklamalarda bulunmuş ve Che’nin Fidel’le tanışma isteği perçinlenmiştir.

Ve Che, Kübalı göçmen Mana Antonia’nın evinde, bir temmuz akşamında Fidel ile tanışma olanağı bulur ve sohbet ederler. Bu konuda Che “Soğuk bir Meksika gecesinde, ona rastladım ve ilk tartışmamız uluslararası politika ile ilgiliydi. Aynı gece birkaç saat sonra, gelecekteki sefere katılacaklardan biriydim”[2] diyecektir.

Yazmak Che’nin önemli bir alışkanlığıydı. Not alır, günlük tutar, annesine, babasına, teyzesine mektup yazardı. Annesine o Meksika yazında yazdığı bir mektupta Fidel’le tanışmasından bahseder: “Başlangıçtan itibaren Fidel’e karşı romantik bir maceracı sempati beslemeye başladım ve saf bir ideal uğruna yabancı sahillerde ölmeye değeceği düşüncesine bağlı kaldım.” Tanışmanın üzerinden çok geçmeden Moncada Kışlası baskınının ikinci yıldönümü olan 26 Temmuz 1955’te Che, Kübalı devrimcilerin Meksiko City’de bir parktaki kutlama törenine katılır.

Che’nin Fidel’e güvendiği kadar Fidel de Che’ye inanmış ve güvenmiştir. Küba’ya çıkarma yapma hazırlıkları sürecinde Fidel gerillaya katılacakların eğitileceği bir çiftliği kiralaması ve araç gereçten sorumlu personel şefi olması için 1956 Nisan ayında Che’ye görev vermiştir.

Küba’ya devrim için yola çıkacakları eğitenlerin başında İspanya ordusunda komutanlık yapmış olan Alberto Bayo vardır. Eğitim başlayalı henüz iki ay olmuşken, önce bir grup arkadaşıyla Fidel Castro, daha sonra da Che tutuklanır. İçeriden ailesine gelecekteki tutumunu da içeren bir mektup yazar. Ailesinin ta Arjantin’den, kendisini hapisten kurtarmak için diplomatik yolla birtakım girişimde bulunmalarına da karşı çıkarak “İdeallerime tövbe edersem herkes yardımıma koşar. Görevin kendisini çağırdığı herhangi bir yerde canını vermeye hazır bir evlat yerine, Barrabas’a benzer bir oğlunuz olsun istemezsiniz sanırım.(…) Küba’da yanlış olanları düzelttikten sonra, başka bir yere gideceğim doğru. Bir bürokratik ofisin dört duvarı arasına ya da bir alerjik hastalıklar kliniğine kapanırsam Allah belamı versin.”


Che ünlü “Fidel’e Şarkı” başlıklı şiirini de bu tutsaklık ortamında yazar:

Haydi gidelim,

Ateşli peygamberi şafağın,

gizli patikalardan ulaşalım

o yeşil timsahı kurtarmaya, aşkla sevdiğin. 

Haydi gidelim,

isyankâr ve marslı yıldızlarla dolu

cepheyle aşağılamayı bozguna uğratarak

zafere erişmeye ya da ölümle buluşmaya

                                       [yemin edelim

Duyulduğunda ilk atış sesi ve uyandığında

çalılıklar bakirelere yaraşan bir şaşkınlıkla,

orada, yanı başında, olgun savaşçılar olarak

bulacaksın bizi

Saçıldığında sesin dört rüzgâra doğru

adalet, ekmek, özgürlük, tarım reformu,

orada, yanı başında aynı vurgularla, bulacaksın bizi

Ve yerini bulduğunda onca emeğin sonunda

zalime karşı doğruluğun uğraşı, orada, yanı başında, mücadelenin getirdiklerini

                                                        [korurken bulacaksın bizi.

Yaralı böğrünü yaladığı gün canavar

yurtsever bir mızraktır onu orada vuran,

orada, yanı başında, gururlu yüreklerimizle,

bulacaksın bizi.

Sanma ki bozabilirler bütünlüğümüzü

rüşvetle kuşanmış yaldızlı bitler, tek istediğim bir tüfek, mermiler ve bir siper.

Başka hiçbir şey.

Ve şayet engellerse yolumuzu demir,

Amerika tarihine geçen

gerillaların kemiklerini örtmek için

bir mendil isteriz Kübalıların gözyaşlarından

Başka hiçbir şey.

Tutuklanan Kübalılar sınır dışı edilmek üzere serbest bırakılır. Yalnız Arcia Martinez ve Che’nin tutukluluğu daha bir süre devam eder. Serbest kalan Fidel dahil diğer Kübalılar, ülkelerine iade tehlikesi altında yaşar. Che, o nedenle Fidel için “arkadaşlık uğruna denilebilir ki, kendi devrimci konumunu tehlikeye atan bazı şeyler yaptı” der. Çünkü Fidel, Che’ye daha içerideyken “seni burada bırakıp gitmeyeceğim” demiştir. Che, “Bizi Meksika zindanlarından çıkarmak için değerli zaman ve parasını harcamak zorunda kaldığı halde, bu dediğini yaptı, bizi terk etmedi. Fidel’in değer verdiği kişilere karşı bu kişisel tutumu, onun çevresinde yarattığı fanatik bağlılığın asıl nedenidir. Bu tavır kendisinin yanındakilere ilkeli desteğiyle, onların Fidel’e verdiği desteğin karışımıdır ve Direniş Ordusu’nu bölünmez bir bütün haline getirir.”[3]

Küba’ya gizlice gitmeyi planlayan Che ve Kübalı devrimciler 25 Kasım 1956’da Granma adlı yatla hareket edene değin Meksika’da illegal koşullarda yaşayıp eğitim gördüler. Fidel ve Che dahil 85 uzun sakallı kişi Meksika’yı kendi düşlerinin izinde terk etmeyi başardı. Che bu aşamada savaşın sağlık hizmetlerinde görevli bir teğmendi. Hava koşulları yolculuğa uygun değildi. Dalgalar arasında savrulurken perişan oldular. Keşif uçakları tepelerinde, sahil güvenlik birimleri tetikteydi. 2 Aralık’ta açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş durumda Güney Küba sahilinde bir yerden dağınık bir biçimde karaya çıktılar. Aylarca çektikleri açlık, susuzluk yanında asıl önemlisi silahsız kaldıkları oldu ve Sierra Maestra tutunarak üslenme mücadelesi verdiler.

16 Şubat 1957’de Fidel, Sierra Maestra’da II. Pino del Agua Savaşını yönetmişti. Gerillanın bölgedeki varlığı artık uluslararası kamuoyunca da aşikardı. O arada kampa Che ile röportaj yapmak için Arjantinli gazeteci Ricardo Massetti geldi. Röportaj, El Mundo Radyosu içindi. Che bir soruya verdiği yanıtta Fidel’den bahsetmişti: “Fidel, benim üzerimde olağanüstü bir insan izlenimi bırakmıştı. Olanaksıza karşı kafa tutuyor, isyan ediyordu. Bir kez yola çıktığında, Küba’ya varacağına, bir kez vardığında ve mücadeleye başladığında kesinlikle yeneceğine sarsılmaz bir inancı vardı. İyimserliğini paylaşıyordum. Harekete geçmek ve savaşmak zorunluydu. Ülkesinin insanlarına ona güvenebileceğini kanıtlaması gerekliydi, çünkü ne söylüyorsa onu yapıyordu. Fidel şöyle dedi: 1956’da ya özgür ya da şehit olacağız.”[4]

Sierra’da savaş ilerledikçe yeni birlikler oluşturuldu. Gerek Che gerekse Fidel ve savaşın başka öncü komutanları faklı alanlarda yer almak zorunda kaldılar. Che önce yüzbaşı, çok geçmeden de binbaşı -comandante- rütbesine yükseltildi. Savaşın ana komutası Fidel’deydi. Yazı ile iletişim sağlıyorlardı. Birlikten ana birliğe, ana birlikten bağlı birliklere notlar, raporlar, mektuplar gidip geliyordu. Fidel 1957 Temmuz itibarıyla Che’ye hemen hemen her gün mektup yazdı.

Che 21 Ağustos 1958’de Fidel tarafından 8. Gerilla Kolu komutanlığına getirilip yeni görevlerle yükümlü kılındı. Fidel, konuya ilişkin diğer birlikleri de bilgilendiren bir duyuru kaleme aldı. Yazıda “Komutan Ernesto Guevara, Sierra Maestra’dan Las Villas eyaletine kadar eylemlere katılacak olan gerilla kolunu yönetmekle görevlendirilmiştir. Bu bölgede Direniş Ordusu’nun stratejik planına göre hareket edilecektir” denilerek, 8. Kol ve Binbaşı Ernesto’nun plan çerçevesindeki sorumlulukları sıralanır ve en sonunda “Fidel Castro,

Başkomutan, Sierra Maestra” diye de imzalanır. 8. Kol’un oluşturulması ve Fidel Castro’nun komuta merkezinde yönettiği diğer birliklerle olan koordineli çalışması bir bakıma yaklaşmakta olan Küba Devrimi’nin son adımlarından biridir. Ve devrimde tayin edici en önemli rol Che ve Camilo Cienfuegos’undur.[5] Nihai zafer 1 Ocak 1959’da siyasi gücünü ve askeri otoritesini kaybeden Batista’nın devrilmesiyle gelir. Ülke olarak Küba o saatten itibaren dünyada daha çok merak edilmeye, tanınmaya başlar. Hem sosyalist ülkelerin hem halk savaşı veren örgütlenmelerin ilgi odağı olur.

Devrimden aylar sonraki bir tarihte Küba, Afrika-Asya ülkeleri halklarının bir konferansına davet edilmişti. Che, 1959 Ekim ayında Humanismo adlı dergide “Afrika-Asya Perspektifinden Amerika” başlıklı makalesinde, “Aslında Küba, yalnızca uyanış anlamında bir soyutlamadır. Fidel Castro adındaki mitolojik varlığın ortaya çıkması için böyle bir temel gerekli idi. Adı pek öyle duyulmamış, çoğu kimsenin ada olduğunu bile bilmediği bir ülkede, yerleri kesinlikle belirli olmayan bazı dağlarda, sakallı, uzun saçlı, zeytin yeşili üniformalı adamlar, Küba Devrimi’ni oluşturuyordu. Bu sakallılar, Castro’nun adamlarıydı. Haritada yeri belirli olmayan bir adada yaşayan, mitolojik birinin sihirli bir dokunuşuyla harekete geçen bu adamlar, Latin Amerika’yı, yeni Latin Amerika’yı öylesine uzun zamandır diz çökmüş durmaktan uyuşan bacaklarını geren Latin Amerika’yı oluşturuyorlar. (…) Bu ülke Küba’nın gerçeğini belirtmek ve Fidel Castro’nun mitolojik bir soyutlama değil, bir insan, bir halk kahramanı olduğunu söylemek için katılacaktır bu konferansa”[6] görüşüne de yer verdi.

Küba’da bir ordu dergisi olan Verde Olivo’da Che’nin savaş anılarına ilişkin yazıları yanında devrim öncesi ve sonrası güncel birtakım konular üzerine yazıları yer alıyordu. Che, kimi konuşma ve konferanslarında olduğu gibi yeri geldiğinde devrimin çok önemli bir figürü olan komutanı Fidel’den de bahsediyordu. 9 Nisan 1961’de Verde Olivo dergisinde “Küba Tek Olay mı, Öncü mü?” başlıklı makalesinin bir yerinde yine Fidel Castro’dan uzunca söz etti. “En başta gelen belki de en önemli etken, büyüklüğü son yıllarda tarihi boyutlara ulaşan Fidel Castro Ruz adlı doğa gücüdür. Gelecek, Başbakanımızın erdemlerinin kesin değerlendirmesini yapacaktır, fakat onun çağdaşları olan bizler için, Fidel, Latin Amerika tarihinin en büyük kişiliklerinin safındadır. Fidel Castro’yu çevreleyen olağanüstü koşullar nelerdi? Hayatında ve karakterinde onun yoldaşlarının ve ardı sıra gelenlerin çok üstüne yücelten birçok etken vardı. Fidel’in kişiliği öylesine olağanüstüdür ki, hangi harekete katılsa kesinlikle onun lideri olurdu. Öğrenciliğinden başlayarak ülkemizin yöneticisi ve ezilen Latin Amerika halklarının sözcüsü haline gelene kadar, tüm devrimcilik yaşamı boyunca hep bu yüksek kişisel özellikleri taşıdı.

Bugün bulunduğu onur ve kişisel özveri doruğuna hak ederek ulaştı. Bilgiyi ve deneyimi hemen özümlemek, belirli bir durumu, en küçük bir ayrıntıyı bile gözden kaçırmadan tümüyle anlamak, geleceğe sınırsız güven beslemek, gelecek konusunda yoldaşlarından daha uzak ve daha keskin bir görüşe sahip olmak gibi başka özellikleri de vardır. Büyük liderlik yeteneğine, cüret, kuvvet ve cesaret de eklenir. İnsanları birbirine bağlama, birleştirme, zayıflatıcı bölünmeleri önleme gücüyle, lider olarak kitle eylemini yönetmedeki ustalığıyla, halka karşı sevgisiyle, gelecek inancıyla, halkın iradesine kulak vermek için duyduğu olağanüstü istekle, Fidel Castro, hiç yoktan var edilen bugünkü Küba Devrimi’nin hayranlık verici aygıtının kuruluşuna Küba’da herkesten çok emek verdi.

Yine de Küba’daki toplumsal koşulların, öteki Latin Amerika ülkelerinkinden tümüyle farklı olduğu, devrimin bu farklar nedeniyle gerçekleştirildiğini kimse ileri süremez. Ne de bu farklara karşın Fidel’in devrim yapmayı başardığı söylenebilir. Fidel büyük ve yetenekli bir liderdi. Küba Devrimi’ni yönetti, halkı devrim yoluna doğru büyük bir sıçrayışa hazırlayan derin siyasi akımları doğru yorumlayarak, doğru zaman ve doğru hareket biçimini seçti.”[7]

Temmuz 1962’de Che’nin Guatemalalı arkadaşı Alfanso Bauer Küba’ya gelmiş ve Che onu kaldığı otelde ziyaret etmişti. Gerillanın Küba’daki deneyiminden söz ederken “Fidel’e yakın olana herkes, onun kişiliğinden, büyüklüğünden ve çekiciliğinden hareketle, insana kabul ettirdiği disiplinden etkilenip ona bağlanır. Gerilla savaşı sırasında, yerimizden kıpırdayamayacak kadar yorgun olduğumuz zamanlarda, Fidel bizi neşelendirip coştururdu. Kendisi yorulmak nedir bilmez, her zaman okuma ve öğrenmeye zaman ayırır, derin düşünceli ve girişimci bir liderdir. Bu eşsiz özelliklere sahip olan Fidel, çok iyi bir arkadaştır, en kötü koşullarda bile, yoldaşlarını asla terk etmez” diyerek Fidel’in devrimci savaştaki rolüne ayrı bir vurgu yapmış bulundu.

Fidel ve Che, gerçeğin güçlü bir soyutlamasıdır da

Che, Kongo’nun kurtuluş hareketine katılmak için yola çıktığında Fidel’e yazdığı veda mektubunda çoğumuzun bildiği şu sözleri de sarf etmişti: “(…) Başka gökler altında son saatim geldiğinde, son düşüncem yine bu halk ve özellikle sen olacaksın. Bana öğrettiklerin için, bana örnek olduğun için sana minnettarım, eylemlerimin nihai sonuçlarına varıncaya kadar öğretine ve örneğine sadık kalmaya çalışacağım. (…)”

Che, Küba’dan uzakta başka bir göğün altındaki Bolivya’da 8 Ekim 1967’de öldürüldü. Küba Devrimi onun bıraktığı yerden yoluna devam ederek sosyalizmin inşası için mücadeleyi ilk baştaki kararlılığıyla sürdürdü. 1989 yılı itibarıyla sosyalizm uygulamaları dünya genelinde ciddi yaralar almaya başladı. Dış politikasında, ekonomik ve teknik işbirliği açısından Küba zor bir sürece girdi. Emperyalistler Küba’da her an gerçekleşecek bir savrulmayı ve çöküşü boş yere beklediler. Fidel Castro ustalığındaki Küba yönetimi gerçekçi tutum ve analizleriyle insan odaklı bir sosyalizmi yokluklara rağmen sürdürmeyi, dirençli kılmayı başardı. Che, kendisinden sonra bütün bu olup bitenleri eğer görmüş olsa, böylesine keşmekeş içinde yoklukla direnen onurlu Küba ve orada ışığını hiç söndürmeyen Fidel için önceden yaptığı “doğa gücü” nitelemesini düşünüp gülümser ve fazlasıyla gururlanırdı.

Hepimizin Fidel’i, devrimden bir yıl önce 1957 Aralık ayında “Vakar içinde ölmek için kimsenin yardımına muhtaç değiliz”[8] demişti. Bu onur efsanevi her iki kişiliğin birbirine bağlılığının altında yatan doğaüstü bir özellikmişçesine saygımızı sonsuzca hak ediyor. (HATİCE EROĞLU AKDOĞAN - SENDİKA.ORG)

Dipnotlar:

[1] 20 Nisan 2016 tarihli www.cumhuriyet.com.tr

[2] Adys Cupull-Froilan Gonzalez, Cesur Bir Adam, Çev. Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yayınları, 2013 s.90.

[3] age s.108

[4] age s.161-162

[5] Camilo Cienfuegos, Küba Devriminin önde gelen komutanlarından biridir. Che, anılarında C.Cienfuegos’tan hayranlıkla söz eder. C.Cienfuegos, 1959 Ekim ayında Küba’nın güneyinden Havana’ya yaptığı bir uçak yolculuğunda kaybolmuştu.

[6] Adys Cupull-Froilan Gonzalez, Cesur Bir Adam, Çev.Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yayınları 2013, s.205-206

[7] Adys Cupull-Froilan Gonzalez, Cesur Bir Adam, s.240-241

[8] Che Bir Devrimin Öyküsü, Liman Yayıncılık, 2013 s.308

Daha yeni Daha eski