Halkların Demokratik Kongresi 10 yaşında. 15 Ekim 2011’de, yaklaşık 20 sol-sosyalist bileşen ve 820 delege bir araya gelerek Halkların Demokratik Kongresi’ni oluşturmuştu. Tam bir yıl sonra, HDK’nin “seçim partisi” olarak HDP kuruldu ve 7 Haziran 2015’te o büyük başarıyı elde etti. Ardından yaşananlar malûm. Ama HDP gücünü ve “yön gösterici” vasfını koruyor, HDK de tabandan demokrasi-birleşik mücadele yürüyüşünü sürdürüyor. Haziran ayında 11. Genel Kurul’unu yapan HDK’nin yeni eşsözcüleri Esengül Demir ve Cengiz Çiçek’ten geride bıraktığımız 10 yılın muhasebesini ve yakın geleceğin mücadele haritasını dinliyoruz.


On yıl önce Halkların Demokratik Kongresi çatısı altında örgütlenmeyi gerektiren koşullar, ihtiyaçlar nelerdi? 

Esengül Demir: On yıl önce, solun birliği, yan yana gelişiyle ilgili epey yol alınmıştı. HDK’den önce Türkiye sosyalist hareketinin bileşenleri güçlerini birleştirme ihtiyacı duyup yan yana gelmişti. Ama bir yerden sonra tıkanma, dağılma, ayrılma yaşandı. Bu yapıların büyük bölümünde ayrılma nedeni Kürt sorununa bakış açılarındaki farklılıklardı. O nedenle örgütsel formlarını sürdüremediler. Kongre ihtiyacı bütün o geçmişten gelen tartışmaların da ışığında şu gerçeğe işaret ediyordu: Türkiye’de bir taraftan Kürt sorunu, öbür taraftan özgürlük, eşitlik talebi ve halkların yaşadığı ciddi sorunlar var. Bunun yanısıra, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir mücadele hattı, Türkiye sosyalist hareketindeki yapıların da ortak mücadele etme ihtiyacı var.

Cengiz Çiçek, Esengül Demir

Kongre’de yan yana gelenler sadece Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasi yapıları ve devrimciler değildi. Aynı zamanda pek çok sorun alanında yer alan, mücadele eden gruplar da Kongre çatısının altında toplanarak birlikte mücadele etme kararı aldı. Bu örgütler, partiler, inisiyatifler kendi özgün yapılarını koruyarak ve kendi mücadele hatlarını yürüterek, ama ortak bir mücadele alanında yan yana gelmek ihtiyacıyla, 2011’de Halkların Demokratik Kongresi çatısında birleşti. Yirmi yapı faşizme karşı ortak bir mücadele hattı örmede, bunun yönteminin daha katılımcı, demokratik olmasında ortaklaştı. Kongre’nin kurulmasıyla beraber, ortak çözüm yollarını bulmak, herkesin katılımcı olduğu, fikrini ifade ettiği bir mücadele alanını oluşturmak amacıyla “Meclisleşme” yöntemi devreye girdi. Özetle, HDK kuvvetlerin yan yana gelme ve Türkiye’nin temel sorunlarını ortaklaşarak çözme ihtiyacından doğdu.

Cengiz Çiçek: Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada kapitalizme karşı mücadele eden hareketler için, işçi hareketleri, kadın hareketleri, doğa hareketleri, gençlik hareketleri, sosyalist hareketler, ulusal hareketler için Kongre fikriyatı yeni değil. Ama gerek sosyalist blokun dağılmasına, gerekse dünyadaki sosyalist ve ulusal hareketlerin mücadele pratiğine bakıldığında, Kongre fikriyatının tarihsel olarak şu zorunluluğu içerdiği görüldü: Komünist Manifesto’daki “Dünyanın bütün işçileri birleşin” artık “kapitalizme karşı bütün ezilenler birleşin” anlamını kazandı. Bu sadece pratik nedenlerle bir yan yana gelme değil, ortak mücadele fikrini 21. yüzyıl direnenlerinin nasıl yürüteceklerine dair bir teorik bakış.

Bir diğer yönü de şu tabii: Türkiye’de kapitalizm koşullarında oluşmuş, onun yönetim mantığı üzerinden kendini varetmiş bir ulus devlet gerçeği var. Kurulduğu günden beri çeşitli etnik kesimleri, sınıfları, kadınları, gençleri ve inanç gruplarını kendi resmi dünyasının dışına atmaya, ötekileştirmeye çalışan bir ulus devlet bu.

HDK gerek Kürt Özgürlük Hareketi’nin, gerek Türkiye’deki sosyalist ve devrimci hareketlerin tarihsel direniş mücadelelerinin hem zihni hem pratik olarak daha sağlam temellerle bir araya gelişi, demokratik cumhuriyet seçeneği hedefiyle, bu seçeneği örgütlemeye çalışanların yan yana gelişi olarak tanımlanabilir. Bu yan yana gelişin hikâyesinde altını çizmemiz gereken şeyler var. Örneğin, Kongre bir birleşik mücadele fikriyatını ve bunun örgütsel mücadelesini önerirken, aynı zamanda somut olarak ulus devletçi, tekçi, homojenleştirici akla karşı bir üçüncü bir yol önermesi sundu. Şunu dedi: Bu ülke ne dinciliğe ne faşizme teslim olacak ne yeşil faşizme ne beyaz faşizme. HDK buradan hareketle bir özgürlük seçeneği oluşturmaya çalışıyor. 

Şunun da altını çizmek lâzım: Gerek Kürt meselesini, gerekse emek, kadın ve doğa meselelerini bir bütün olarak önümüze koyan bir sistem var. Her meseleyi kendi başına, birbirinden kopuk olarak ele almak söz konusu değil. Kürt meselesi kapitalizm ve ulus devletten kaynaklanıyor, hakeza kadın meselesi de, doğa dahil her türlü talan da. Kongre fikriyatı kendi pratiklerimizin özeleştirisi olarak da ele alınmalı, çünkü Kongre’ye kadar onca mücadeleye, ödenen onca bedele rağmen Kürtlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, inanç gruplarının ayrı ayrı kendi sorunlarıyla ilgilendiği parçalı bir hal vardı. Bu parçalı hal tam da sistemin istediği hal.


HDK Türkiye tarihindeki en uzun ömürlü çatı örgütlenmesi. Bu kadar yıl ve birçok yeni katılımla –kırka yakın bileşen var– sürdürülebilmesinin sebepleri neler?

Çiçek: Doğru analiz, doğru tespit, toplumsal mücadele için olmazsa olmazdır. Doğru tespitler, doğru analizler yapılmasaydı HDK tutmazdı. Çorak bir toprağın su araması gibi, bütün ezilenler Türkiye’de ve dünyada birleşik mücadeleye ihtiyaç duyuyor. Çoğalma, kendini güçlü hissetme, ifade etme ve kendi sesine değer verme ihtiyacı –bu, HDK’nin temel tespiti. Kendisini bugüne taşıyabilmesinin sebebi de bu ihtiyaç üzerinden tarih sahnesine çıkması.

İkincisi, Kongre bileşenlerinin çok önemli mücadele birikimleriyle vücuda gelen yapılar olması. Referansları, tarihsel bilinçleri çok güçlü. Bu birikimleriyle kendilerini yeni koşullara uyarladıklarını görüyoruz. Üçüncüsü, bu mücadele halklara büyük güven verdi, olmaz denen şeylerin olabilirliğini gösterdi. 2011 öncesinde, hangimiz düşünebilirdik hem yeşil Türklerin hem beyaz Türklerin inkâr ettiği yapıların bir araya gelip yüzde 13 oy alabileceğini? Sistemin orta yerine gövdesini koyup hem söz sahibi olmasını hem oyun kurma düzeyine gelmesini?

Bu yapıyı bugünlere taşıyan en büyük etken yan yana gelişin kazandırdığı özgüven ve sinerji. Her birimizi ayrı ayrı düşündüğümüzde, örgütsel çaplarımızın, kapasitemizin çok üzerinde topluma yansıyan muazzam bir sinerji var. Bu sinerji mücadele bilincini ve kararlılığı oluşturdu. En fazla üzerine titrememiz gereken başlıklardan biri bu. 

HDP’nin yüzde 13 oy almasında HDK’nin rolünü vurguladınız. HDP’nin HDK mücadelesinin önüne geçtiği yolundaki eleştirilere nasıl bakıyorsunuz? HDP niçin HDK’nin önüne geçti, bunun koşulları nasıl oluştu?

Demir: HDP sonuçta HDK’nin sözünü taşıyan bir mekanizma. O söz güçlü olduğu için topluma ulaşabildi, toplumla bağ kurabildi. Türkiye’de, hatta dünyada bile çok örneği yok. HDP tüm “ötekiler” denen yok sayılmış, dışlanmış kesimleri yan yana getirdi, onlara temsiliyet sağladı. Bu coğrafyadaki tüm halkların ve dışlanan kimliklerin HDP’de temsiliyeti var. Bu temsiliyetlerin her biri kendi sorunlarını ve çözümlerini kendi tarzlarıyla ifade etme imkânı buldu. Türkiye’de ilk defa olan bir şey bu. Siyaset yapan diğer yapıları da etkiledi, değiştirdi ister istemez.

Öte yandan, dönem barış ve müzakere süreciydi, HDP’nin kurduğu söz halka, kitlelere daha rahat ulaşabiliyor ve karşılık buluyordu. Toplumun özlemlerini, arzularını dile getiren HDP’nin giderek artan görünürlüğü ve etkisi sistemi rahatsız eden bir noktaya geldi. Müzakere sürecinin bitişiyle beraber HDP’ye saldırılar başladı ve savaş sürecine geçildi. Bu saldırılar karşısında HDP’nin sahiplenilmesi gerekiyordu, enerjinin büyük bölümü o mecraya akmış oldu. Altı yıldır demokratik siyaset yürütenlerin tutuklandığı, hapse atıldığı bir süreç var. HDK’nin asli olarak yapması gereken alan örgütlenmesi çalışmasının enerjisi oraya aktığı için HDP daha görünür oldu, HDK ise daha geri planda kaldı.

Çiçek: Bu bütün dünyada böyle, insanlık hâlâ temsili demokrasiye dayalı siyasal sistem dışında bir yapı kuramadığı için parti formundan daha esnek olan Kongre gibi ucu açık formlara istediği düzeyde kavuşamadı. Dünyada bunun denemeleri var, Gezi ya da kapitalizm karşıtı kimi hareketler parti formu dışında örgütlenmeler. Bu aslında 21. yüzyılın eleştirisini içeriyor. Biz de sözünü ettiğimiz kalıplar dışına çıkamadığımız için bu olumsuz sonuçlar yaşanıyor. Türkiye’deki sistemde siyasal partiyle seçime girmek zorundasınız, ama Kongre’de mücadele örgütü oluşturuluyor. Biz aynı zamanda “Yeni yaşamın partisinin Kongresiyiz” diyoruz, yaşadığımız sorunları da “yeni yaşam” arayışının, yeni toplumsal mücadele yöntemlerinin doğum sancıları olarak görüyoruz. 

Şunu da söylemek lâzım: HDP’nin başarısı aslında Kongre fikriyatının başarısı. Kongre bileşenlerinin partinin etrafında, seçim dönemlerinde ve diğer dönemlerde yürüttüğü çoklu mücadelenin başarısı. Partiyi parti yapan, partinin başarılarını büyüten, partiyi canlı tutan, partiyi hâlâ bir direniş hattı kılan Kongre fikriyatıyla bir araya gelen bileşenlerdir. Bu, HDK’nin başarısıdır.


Gezi örneğini verdiniz, Türkiye halkları açısından Gezi bir milât. O günlerde ve sonrasında ortaya çıkan, ama sönümlenen meclis örgütlenmelerinin “yeni yaşam mücadelesi”ndeki önemi nedir?

Çiçek: Hayatlarımızı demokratikleştirmek diyebiliriz. Hayatlarımızı demokratikleştirmediğimiz sürece, kuracağımız sistemleri demokratikleştiremeyiz. Bu çok önemli, çünkü özgürlük iddiasını taşıyan her hareketin başarısızlığının, yenilgisinin ya da yıkılışının nedeni kendisini demokratik kılamaması. Kapitalizmin 250 yıllık tarihsel birikimine rağmen hâlâ krizler içinde olmasının temel nedeni de bu, kendisini demokratik kılamaması. Sömürü ilişkileri içinde, kendisini sürekli kriz halinde tutan bir sistem. Ama aynı kriz sosyalist hareketler, demokratik hareketler, ulusal hareketler için de geçerli. Biz de o krizleri yaşıyoruz, çünkü kendi hayatlarımızı, ilişkilerimizi demokratikleştiremediğimiz, yataylaştıramadığımız sürece, özgürlük dediğimiz şey siyasal bir iddia olmanın ötesine geçemiyor.

Oysa biz ne diyoruz: Kendi hayatlarımızı özgürleştirmemizin tek yolu demokratikleşme. O yüzden “meclis” fikriyatının kendisi demokratik bir yaşam önermesi. Diğer yönüyle, somut olarak ne adına mücadele yürütüyoruz? Toplum adına, halklar adına, ezilen kimlikler adına barış, özgürlük, eşitlik mücadelemizi yürütüyoruz. Ama o yapı kendi içinde söz, karar, eylem süreçlerini demokratik bir şekilde ele alamadığı zaman o mücadele toplum mücadelesi olmaktan çıkıp bireylerin mücadelesi haline geliyor. Sınıflı toplumun bize dayattığı şey de bu: Kurtarıcı figürleri ve bin bir türlü bedele rağmen kendi yaşamlarını özgürleştiremeyen, demokratikleştiremeyen toplumsal kesimler, kitleler… Bu aynı zamanda bizim için bir zihniyet mücadelesi. Böyle yorumlamak lâzım.

Demir: Meclisleşmede bileşenlerin eşit düzlemde olması gerekiyor. Eşit pozisyonda söz söyleyen, ifade eden, emeğini katan yapıların birlikte mücadele yürüttüğü bir form meclis. Gezi’de o form denendi ve Gezi’nin bir aylık zamanı içinde bir hayat yaşandı: Farklı kesimlerden, görüşlerden, yaşam biçimlerinden, sınıflardan gelen insanların bir arada olduğu, birlikte karar aldığı, birlikte eylem örgütlediği bir forumdu Gezi. O kadar zaman geçmiş olmasına rağmen insanların zihninde yer etmesi bu sayede.  Başarılı olamamasının nedeni ise o forumun içinde yer alan yapıların bir süre sonra alanı yönetmeye, kendi kalıplarına sokmaya çalışmasıydı.

Oysa Gezi kalıpların dışında bir yerdi, yeni bir hayat inşa ediliyordu. Sonraları kent forumları, park forumları, mahalle forumları şeklinde devam ettirilmek istendi, ama mümkün olmadı. Çünkü o yapılar bireyleri kaybetti, bireyler çekilince forumlar örgütlerin forumlarına dönüşmeye başladı. Demokrasi, özgürlük, eşitlik talepleri çerçevesinde yan yana gelen, mücadele eden yapılar, kesimler, bireyler bilindik kalıplara girmeden bu mücadeleyi ortaklaşarak yürütebilmeli. O yüzden meclisleşme çok önemli, ama tam anlamıyla kavranmış değil. Yine de yol alarak, hem birlikte çalışarak hem tartışarak hem de sonuç alarak götürmeye çalışıyoruz, çalışacağız.

Çiçek: Meclis, öz itibarıyla, ezilenlerin yaşamlarına, geleceklerine dair sözü ve eylemi kendi ellerine almasıdır. Temsilciler eliyle yürütüldüğünde, grupların, halkların, toplulukların yan yana gelme formu, mücadele formu olmuyor. Ve böylece sistemin istediği şey oluyor, dayanışma ağları, ilişki ağları çözülüyor, parçalanıyor. Bu parçalanmışlık ve dağılmışlık ortamında, topluma her türlü baskı dayatılabiliyor. Faşizme rıza gösterilmesinin nedeni parçalanmış toplum gerçeğidir. Meclis bu anlamda öz iradeyi elinde bulunduran toplulukların yaşam ve mücadele formu olarak değerlendirilmeli. Buna ihtiyacımız var. Yoksa bu kadar eşitsiz bir düzende sisteme karşı mücadele başarılı olamaz. Elimizdeki tek güç kolektiflik ve topluluk gücü.

Biraz daha açmakta fayda var: HDK’nin içinden çıkan HDP temsilciler partisi mi, yoksa Kongre fikriyatını toplumla buluşturan bir yapı mı? 

Çiçek: Bir soruyla başlamak istiyorum. Bizim varlık gerekçemiz ne, bu mücadeleyi niçin veriyoruz? Karşıtımıza benzemek için mi, yoksa hayatlarımızı özgürleştirmek için mi? Buradan baktığımızda, tarihsel deneyimlerimiz artık daha kolektif, daha yatay, daha ortak hattı esas alan yöntemlerle mücadelenin yürütülmesi gerektiğini gösteriyor. 

HDK çok tarihsel bir buluşma, ama bu tarihsel buluşmanın gereği olarak, kendi tarihinin ve güncel mücadelelerinin özeleştirisini yapmak zorunda. Bugün örgütlü yapılar var, kurumlar var, ama faşizme karşı mücadelede gerçekten sonuç alıcı bir tablo ortaya çıkarmak istiyorsanız, eldeki tek güç halk ve kitle gücü. İkizdere’de, Kazdağları’nda direnen köylüdür aslolan. Hasankeyf’te direnen Kürtlerdir aslolan. Asıl ve vekil arasındaki ilişkiye, mücadele merkezinin ve aktörlerin kim olmasına dair bir tartışma bu aslında. Öbür türlü, farkında olmadan aynen sistemin temsilcilerinin yaptığını yapıyoruz, onlar adına ahkâm kesiyoruz, onlar adına tespitlerde bulunuyoruz 

Bu yakınlarda okuduğum bir söyleşide çok önemli bir şey vardı: Bir yörük kadın, Pervin Çoban Savran, doğayla ilişkisini, anlam dünyasını teorik, siyasal sözler dışında, tamamen HDK’nin fikriyatıyla özetliyor, hatta bizden daha iyi özetliyor, daha iyi derinleştiriyor. Esnek zekâsıyla doğadan beslenen, hükmedici olmayan, doğayla dayanışan, ortaklaşan, aslında ortak bir kimlik örgütleyen ve bunun fikriyatını da, direnme gücünü de oradan alan esinlendirici bir kişilik.


Bugün mücadelemizde direnme güçlerimiz yer yer parçalanmışsa, yer yer irademiz kırılmışsa, yer yer çözümsüz, çaresiz kalmışsak, istenen düzeyde siyasal hamle yapamamışsak, bunda tüm özgürleşme iddialarımıza rağmen, farkında olmadan hükmetmeye çalışan, kendini iktidar kılan, ortaklaşmayan, ortak bir kültürü, bir dünyayı kurmayan ve öğrenmeyen, sadece öğretmeye, dikte etmeye çalışan, sadece perspektif sunan konumda olmamızın da payı vardır. Böyle başarılı olamayız. Doğadan perspektif almayan bir sosyalist sosyalist olamaz. Kendi tarihinden, dilinden, kültüründen perspektif almayan bir Kürt mücadelesini sağlam yürütemez. Buna yabancılaşma deniyor, insanın mücadele gerekçesine yabancılaşması. Yabancılaşma sadece kapitalist sistem üzerinden değerlendirilemez. Yabancılaşma bizler için de tartışılması gereken bir başlık. Doğayı ne kadar esas alıyoruz ya da kadın-erkek ilişkilerini? Bir gencin gelecek sorununu sadece teorik, siyasi perspektif üzerinden mi ele alacağız, yoksa 21. yüzyılın gençliğinin açmazlarını, handikaplarını onlardan dinleyerek, öğrenerek mi? Direnen bir yapının bu başlıklarda kendisini toplumsallaştırması, fikriyatın toplumu politikleştirmesiyle, politikanın toplumsallaştırılmasıyla alâkalı. Politikayı toplumsal olarak örgütleyemediğimiz, toplumsala tercüme edemediğimiz sürece işimiz çok zor.

Demir: HDP’nin dönemsel bir amacı, rolü ve görevi vardı: Seçime girmek. Sonrasında çok öne çıkmış olması, aslolanın parti olarak görülmesi önemli bir mesele. Elbette sistem şu anda partilerle işliyor, ama HDK siyasi partiye ihtiyaç duyulmadan, toplumun kendi sorunlarını çözen mekanizmalarını oluşturmayı başarabilirse, temsili demokrasi sorunu da ortadan kalkmış olacak. HDP her ne kadar diğer partilerden daha demokratik olsa da, işleyişi, formu farklı olsa da, bir süre sonra karşıtına benzemesi, temsili demokrasiyi yürütenlerin aktif bir hiyerarşiye dönüşmesi tehlikesi söz konusu. Dolayısıyla, partinin seçim işlevini yerine getirdikten sonra meclislerle yan yana gelip başka bir zemine evrilmesi lâzım. 

Türkiye’de seksen yıldır partiler var, toplum yaşamına dokunmayan, yaşamı değiştirip dönüştürmeyecek mekanizmalar içinde. Bunların birçoğu çürümüş mekanizmalar, bunlara ihtiyacı yok toplumun. Hem anlayış hem işleyiş açısından bunu başarabilirsek, yani işlevini gördükten sonra “kapatılabilecek” bir siyasi yapıyı oluşturabilirsek, partiye ihtiyaç duymayacak bir örgütsel forma dönüşebilirsek, Kongre fikriyatı hayata geçmiş demektir. Parti hedef işlevini gördükten sonra, onun yerine başka bir model, başka bir form koyabilmektir esas olan.


Toplumsal ve siyasal baskı karşısında demokratik güçler çeşitli biçimlerde bir araya geliyor. Bunlardan biri de Demokrasi için Birlik (DİB) tarafından düzenlenen “Demokrasi Konferansı”. Bileşen olarak HDK’nin içinde yer aldığı bu oluşumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çiçek: Demokrasi Konferansı çok değerli bir birlik zemini. HDK elbette içinde olduğu, olmadığı birlik eksenli her zemini fikir olarak destekler. HDK olarak bir kez daha Konferans’a emeği geçen arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza ellerine sağlık diyoruz. Ama, yapılan yeter mi? Tespit aşamasını geçmek zorundayız. Demokrasi Konferansı gibi çalışmalar kendilerini bir toplumsal mücadele olarak örgütleyemezse, mevcut gidişatta halkların örgütlülüğü olarak kendisini taraf kılamazsa, zihnini berraklaştırdığı gibi mücadelesini de berraklaştıramazsa, işlevsiz olur. Elbette Demokrasi Konferansı önemli zihni berraklıklar yaratan çok kıymetli bir çalışma, ama o berraklığı bir halk örgütlenmesi haline getirip kendi tarafını daha da netleştirmezse, gelmekte olanı karşılamıyor demektir.

Demir: Sorunların sahiplerinin Demokrasi Konferansı’nda kendi sözlerini kuruyor olması, bunun Türkiye kamuoyunun bütününe ifade edilmesi çok önemliydi. Eşitlik, demokrasi, açlık sorunlarıyla boğuşan bir toplum var. Bunun karşısında da demokratik Türkiye’nin koşullarının oluşturulması için halkın talepleri var. Konferans bu taleplerin örgütsel ayaklarını oluşturabilir mi, bilemiyoruz. Konferansın örgütsel bir formu yok, bu çalışmadan sonra işlevi bitecek mi, başka bir şeye evrilme olasılığı var mı, bilmiyoruz. Kitlesel bir örgütlenmenin mekanizmalarının kurulması olasılığı pek görülmüyor. Ama katılımcısıyız, gelişmeleri, Konferans’ın nereye evrileceğini yakından takip edeceğiz.

Bir yanda HDK ve Demokrasi Konferansı gibi örgütlenmeler, bir yanda derinleşen yoksulluk, anti-hukuk, anti-demokrasi, hızla artan çevre felâketleri, yükselen ırkçılık ve mülteci karşıtlığı var. Bir yanda da ne yenen ne yenilen muhalefet partileri… HDK’nin güncel duruma bakışı nasıl?

Demir: Türkiye’de insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyor, çözüm arayışı, beklentisi var. Özellikle beş-altı yıldır içinde olduğumuz süreç sürekli yeni sorunlar getiriyor. Ama bunların çoğuna Türkiye’ye özgü sorunlar olarak bakamayız, dünya kapitalist sisteminin krizlerinin de sonuçları ve yansımaları var. Bunlarla birlikte, Türkiye’nin çözemediği kemikleşmiş meseleleri ve onları büyüten bir sistem, bir yönetim mekanizması var. Çevre sorunları Türkiye’nin ve dünyanın her tarafında yıllar yılı kapitalist sermayenin yürüttüğü politikaların sonucu. Bu felâketlerin yaşanacağı biliniyordu, bekleniyordu. Kâr hırsı ve yok etme politikalarının sonuçlarından zarar gören yine halklar ve halkların yaşam alanları oldu. Türkiye’deki mesele, dünyadan farklı olarak, afet ve benzeri sorunlara müdahale edecek mekanizmaların yerle bir edilmiş olması. Cumhuriyetten beri varolan ve işleyen kurumlar bile artık işleyemez halde. İçleri boşaltıldı, liyakatli kadrolar dağıtıldı, iş bilmez, deneyimsiz, birikimsiz kadrolar yerleştirildi. Bu kurumlar da rant alanına çevrildi. O yüzden bu sorunlar çıktığında müdahale edecek mekanizma yok, halk kendi sorunlarıyla baş başa kalmış durumda. Kendi sorunlarını çözmek için adım attığında da karşısına devlet dikiliyor. Yönetimin, kurumların başarısızlığı açık seçik görüldüğü için, çözüm aramak isteyen halka izin verilmiyor. Böyle son derece kilitlenmiş, çözümsüz bir süreç var. 

Gittikçe yakıcı hale gelen göçmenler meselesine gelince, Türkiye neden bu kadar göç alıyor? Çünkü Suriye savaşına müdahil oldu, Irak savaşına emperyalist güçlerin vekalet savaşını yürütmek üzere –ayrıca Ortadoğu’da büyük emperyal hayaller kurarak– dahil oldu. Dahil olarak bir savaşın ateşini harlarsanız, o ateşin ucu size de değer. Beş-altı milyon Suriyeli göçmen, IŞİD’in yurtlarını yerle bir ettiği dönemde kaçıp buralara gelmiş insanlar. Bu mülteci akını Türkiye’nin içine girdiği uluslararası suçlardan da kaynaklanıyor. Türkiye iktidarının ve ortaklarının Suriye, Irak ve Libya’da bulaştığı suçlar, en son açığa çıkan uluslararası uyuşturucu sevkiyatı gibi suçlar nedeniyle de uluslararası güçler onlara bazı roller biçiyor. Türkiye şu anda göçmenlerin, mültecilerin barındığı tampon bölge pozisyonunda.

Artık Batı bu sorunla baş etmek istemiyor, Türkiye’yi görevlendiriyor. Erdoğan ve AKP-MHP iktidarı da içine düştüğü açmazdan ötürü bütün bunları kabul ediyor. Bunun yanısıra, yerini yurdunu bırakıp yaşamak için gelen bu insanlara ilişkin kullanılan dil ve yöntemle ırkçılık sürekli üretiliyor ve besleniyor. Elbette ki, bir anda yığınlar halinde göçmenler geldiğinde, sosyolojik olarak bir hazırlık olmazsa, entegrasyon çalışması yapılmazsa sorun yaşanır. İnsanlar hem sosyal yaşam hem iş alanlarının bölüşümü açısından tepki gösterir. Ama bunu besleyen mekanizmalar ve söylemler var, asıl sorunlu tarafı da o. 

Ana muhalefet partisinin iktidarı yıpratma amacıyla ırkçılığı ve şovenizmi tetikleyen bir dil kullanmasının çok ciddi toplumsal patlamalara, karşı karşıya gelişlere yol açabilecek riskli bir boyutu var. Çözüm üretmesi gereken muhalefet partilerinin yerel yönetimlerde etkileri ve güçleri varsa, en azından buralarda bu göçmenlerin istihdam edilmesi, entegrasyonlarının sağlanması için çaba göstermesi gerekir. Bunun sorumlusu iktidardır dersin, onu hedef gösterirsin, çözüm bulması için baskı oluşturursun, ama ırkçılığı ve şovenizmi tetikleyen bir dil kullanamazsın. Yıllardır Kürtlere yöneltilen ırkçılık var, şimdi bu ırkçılığın bir boyutu da ülkeye gelen Suriyelilere ve Afganlara yönelerek ve büyüyerek devam ediyor, daha da kötü bir noktaya doğru ilerliyor.

Çiçek: SadeceTürkiye’de ve Ortadoğu’da değil, dünyadaki bütün toplumsal muhalefetin sıkıntısı bu. Kapitalist sistem ve temsilcileri her birimizin zihniyetini iğdiş etmiş durumda. Mülteci-göçmen meselesi sadece Suriye ve Afganistan halkıyla sınırlı değil, bütün dünya nüfusu mülteci haline getiriliyor. Dünya kapitalist sistemine, onun üretim ilişkilerine, yönetim modellerine, dayattığı yaşam formlarına karşı yerel, bölgesel ve uluslararası bir mücadele izlenmediği sürece insanlık daha kötüleriyle karşılaşacak. Sadece Ortadoğu ölçeğinde bir şey değil bu, Avrupa’da göçmen ve mülteci olarak yaşayan halkların başına yirmi-otuz yıl sonra Yahudilerin başına gelenlerin gelmeyeceğinin garantisi yok. Belki kısa vadede değil ama, orta vadede yeni diktalar, yeni faşist rejimler, yeni ırkçı –küresel ırkçı– rejimler ortaya çıkabilir. Çünkü rant sistemi ve hegemonik paylaşım savaşı üzerinden kendisini var etmek isteyen bu sistem, yeni faşizan rejimleri doğuruyor. AKP de tam olarak bu. Bu küresel ve bölgesel rejiminin adıdır AKP iktidarı. 


Başa dönerek bitirelim: “Yeniden HDK” diye bir sloganınız var. Bu “yeniden”liği ve yol haritanızı nasıl özetlersiniz?

Demir: Söz güçlü, zaten eylem de gücünü bu sözden de alıyor. HDK’nin kuruluş felsefesi geçerliliğini koruyor. Aslında, HDK tam da bugünün ihtiyacı olan örgütlenme biçimi. Sözü kurduk, ama eylemini gerçekleştirme konusunda çok başarılı olamadık. Meclisleşmelerin daha yaygın kurulması ve örgütsel bağın güçlendirilmesi gerekiyor. Tabii ki yürüyen epey meclis var, bunlarda illa bizim kurucu olmamız gerekmiyor. Bundan sonra yapacağımız, bu formu hayata geçirecek enerjiyi, mekanizmayı oluşturmak, halkın kendi örgütünü kurabileceği yapıların en azından bir kısmını hayata geçirmek. Bunun kısa sürede yapılması mümkün değil, ama hedefimiz bu.

Çiçek: HDK’nin kendi örgütsel yolunu nasıl çizeceği ayrı bir tartışma konusu, ama HDK fikriyatı yolunu yürümek zorunda. Bizleri dehşete düşüren küresel ortama baktığımızda, “Yeniden HDK” yerine, “Her zaman HDK” sloganı daha gerçekçi ve zorunlu gözüküyor. Çünkü faşizm tehdidi, bunun küresel örnekleri çoğalıyor. Daha vahim bir ırkçılık ve faşizm olası. Faşizme karşı mücadele birliği ya da demokrasi ittifakı derken, önümüze konan, ama sadece ona tutunduğumuzda bizi özgürleştirmeyeceğini bildiğimiz sandık siyasetini değil, sokak siyasetinde, yaşam mücadelesinde nerede yer alacağımızı söylüyoruz.

Faşizme karşı mücadele birliği, küresel bir anti-kapitalist mücadele konusunda “yeniden enternasyonal” tartışmaları var. Bunlara da yoğunlaşmamız gerekiyor. Çünkü HDK bütün anti-kapitalist mücadele dinamiklerinin hem tarihsel hem güncel mücadele buluşmalarının –belki küresel çapta baktığımızda küçük bir nokta ama– mihenk taşı. Bu fikriyatı nasıl geliştireceğiz, büyüteceğiz? Faşizm kendisine rıza üretmeye çalışırken bu fikriyatın toplumsal rızasını nasıl üreteceğiz? Toplumsal mücadeleyi nasıl oluşturacağız? Önümüzdeki sorular, meseleler bunlar. 

Dünyaya baktığımızda, bu kapitalist çağ gerçekliğinde, beyaz faşizme ve IŞİD, Taliban ve benzerlerinin temsil ettiği yeşil faşizme tanık oluyoruz. Beyaz ve yeşil faşizmin karşıt görünümlü ikizler olduğunu görüyoruz. Aynı kaynaklardan beslenen, zihin kalıpları aynı olan, ama görünümleri farklı iki faşizm.

Gerek Türkiye’de, gerekse dünyada sosyalistler, devrimciler, yaşamı sadece yorumlamak değil, dönüştürmek isteyenler bu ikiliyle karşı karşıya. Bunlar birbirini besleyen ikizler. HDK’nin hedefi “üçüncü yol”u, politik özgürlük mücadelesi ve toplumsal özgürleşme yolunu oluşturmak. Küresel düzlemde bu iki faşizmle mücadele etmek, Türkiye’de beyaz Türkçülük ile yeşil Türkçülük dışındaki üçüncü yolu ortaya koymak zorundayız.  HDK olarak son aylarda yaptığımız buluşmalarda, görüşmelerde, kurumları ziyaret ettiğimizde, bazen umutsuzluğa tanık oluyoruz. Halbuki tam da o ikizlerden kurtulma zamanındayız. O yüzden korkuya ve umutsuzluğa yer yok. Hem dünya halkları hem Türkiye halkları olarak yeni çıkış yolları bulma olanakları yaratabiliriz. Umutluyuz, ümitliyiz, çünkü kitleler onları harekete geçirecek bir dinamik bekliyor.

Son on yılda yaşananlara baktığımızda, zorda olanlar egemenler ve sermaye grupları. Krizler onların krizleri. Bu krizleri bir özgürlük, bir toplumsal mücadele hamlesine dönüştürdüğümüz oranda, diyalektik gelişimin bir gereği olarak, onlar düşerken biz çıkacağız, çıkmak zorundayız. Bunun için bütün ezilenlerin, dışlananların birleşik mücadelesini örgütlemeliyiz. HDK olarak, hayatlarımızı demokratikleştirmek için bu sistemin temsilcilerine karşı etkili, sonuç alıcı bir toplumsal mücadele örgütlemek görevimiz. (SUZAN DEMİR - BİRARTBİR.ORG)


TÜM MUHALEFET ALANLARININ KONGRESİ

Yeniden HDK

Hatırlayalım, 2011’de, Emek, Barış ve Özgürlük Bloku olarak yan yana gelen ezilenlerin, sömürülenlerin, yok sayılanların önüne çekilen yüzde 10 seçim baraj duvarını yıkma kalkışması 36 vekaletin alınmasıyla sonuçlanmıştı. Yirmiye yakın sosyalist, muhalif parti ve hareketin yan yana gelerek yarattığı bu umut, seçimler sonrasında ve yalnızca seçimlere endeksli olmaksızın Türkiye muhalefetinin tümünü örgütlemek, bir çatı altında birlikte mücadeleyi örmek amacıyla çalışmalarına devam etti.

Aynı yılın ekim ayında, bu işbirliği inanç, LGBTİ+, kadın, emek ve hak örgütleri, sendikalar, ekoloji hareketleri ile genişleyerek 81 ilden 820 delegenin katılımıyla bir Kongre düzenledi. Siyasetin toplumsallaşması, toplumun siyasallaşması üzerine kurulu bu kongrenin adı Halkların Demokratik Kongresi olarak bugüne değin varlığını sürdürdü.

Aradan geçen on yılda, içinden bir partinin de (HDP) çıktığı Halkların Demokratik Kongresi, kuruluş başlangıcındaki varlık amacının dışına düştü, seçimlerde ortak davranma amacıyla içinden çıkan partinin gölgesinde ve gerisinde kaldı. Yerellerde, bileşenleri içinden ve alanlardan seçilen 820 delegenin temsiliyeti ile gerçekleştirilen Kongre, tabandan demokrasi ve halkların, ezilenlerin, sömürülenlerin gerçek meclisleri olma yolunda atılan sahici bir adımdı.

Bu adımı akamete uğratan pek çok iç ve dış gelişme, tartışma ve hatalar olmuşsa da parti formunda örgütlenme ezberi, ülke içinde ve bölgesel yaşanan siyasi gelişmeler, art arda alınan ve iktidarca topluma dayatılan seçimlerin hızı ve yükü, parlamentoya dahil olma pratiğinin gelişmesiyle ortaya çıkan aday belirleme süreçleriyle birlikte, Kongre tipi örgütlenme, meclisleşme ve tabandan doğru toplumun politikleşmesi ve politikanın toplumsallaşması ısrarı yerini, parlamento merkezli bildik parti formuna hız veren çalışma anlayışına bıraktı.

Bununla birlikte, meclisleşme fikriyatı Türkiye muhalif siyasetinde yerini korudu, korumaya devam ediyor: dayanışma ağlarıyla, park forumlarınca, sorun ölçekli örgütlenmelerle, o günden bugüne ortaya çıkmış ekolojik örgütlenmelerle, güvencesiz ve sendikasız çalışan kent emekçilerinin bir araya gelişlerinde… Bu anlamıyla HDK varoluş ihtiyacını tüketmediği gibi, ülke siyasetinde yaşanan sert gelişmelerin de dayatmasıyla başkaca isimler altında yeniden ve yeniden ortaya çıkmakta.

2016-2020 arası faşizmin toplumu kendi inşa sürecine ikna etme çabası yılları olarak anılabilir. Bugün geldiğimiz aşamaya bakarak bu inşaya toplumun biat etmediğini söylemek mümkün. Boğaziçi eylemlerinden İstanbul Sözleşmesi’ne, LGBTİ+ların sokağı terk etmeyişinden lokal işçi direnişlerine ve grevlere, Kanal İstanbul ve İkizdere için sokakları terk etmeyenlerden Şenyaşar ailesine değin pek çok örgütlü ve bireysel direniş alanı AKP-MHP blokunun biat etmeyi yerleştiremediği gerçeğini ortaya koyuyor.

Tüm bunlarla birlikte siyasal, ekonomik ve askeri anlamda kriz yaşayan rejimin sonrası da konuşulur hale geldiyse, yalnızca bu direnişlerle sınırlı kalan bir yönelimden çıkmak, kurucu plana da sahip olmak gerektiği ortada. Parçalı mevzilerde direnmekten çıkıp bütünlüklü bir mücadele hattı yaratmak için bir çatıya ihtiyaç olduğu, pek çok kurum ve yapının kabul ettiği bir gerçek. Tam da bu noktada, zaten bir çatının olduğunu hatırlayabiliriz.

Büyük çaplı bir siyasete soyunmaktan yana olan her kurumun ve bireyin tam da bu büyük çaplı siyaset için bir uzlaşı zemini gerektiğini yeniden hatırlaması gerekiyor. Yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin de biat etmemekte direndiği bir zeminde karşısında başka bir alternatif olasılığının ışığını görmeyen kitlelerle buluşmak, ışık sunmadığımız sürece mümkün görünmüyor.

Konfederal bir yapı olduğunu yeniden ve yeniden hatırlamamız gereken HDK, zorlamaların ve dayatmaların olmadığı bir zeminde toplumsal bileşenlerce yeniden kurulmalı. Kısa, orta, uzun vadeli hedeflerle hareket etmeyi önüne koyarak ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihsel bloku olan üçüncü kutup çizgisinde taktiksel başarıları aşan, örgütsel kazanımlara evrilebilen büyük çaplı bir siyasetin meclisleşmesi, farklılıklarımıza rağmen tüm muhalefet alanlarının Kongre’si olarak ayağa dikilmeli. Bunu barajı yıkarken, Gezi’de, 7 Haziran seçimlerinde başarmış, halkların, ezilenlerin, sömürülenlerin 820 delegesiyle çıkış yapmış bir HDK hâlâ var. Başarabiliriz.

(Ebru Z. Yıldırım, Yeni Yaşam, 9 Temmuz 2021)

Daha yeni Daha eski