DİSK’in önündeki emekçi arkadaşımızın Halk TV’deki o röportajda söylediği final cümlelerle bitirelim biz de: “Umudumuz var elbette. Umut olmadan yaşanır mı?”
UMUT OLMADAN YAŞANIR MI?
Pandemi koşullarının da tetiklemesiyle kapitalizm, dünya genelinde, kendi iç krizlerinden birini yaşıyor. Gelişmekte olan ülkeler ile geri bırakılmış ülkeler başta olmak üzere milyarlarca işsiz, emekçi ve emekli açlık sınırının bile altına itilmiş, derin bir yoksulluk yaşıyor.
Ekonomik krizlerin dönemsel olarak pik yaptığı noktalarda bile fatura asla büyük sermaye sahiplerine çıkmaz, çıkarılmaz. Onlar her zaman ‘yangından ilk kurtarılacak’ olanlardır veya yangının bizzat sorumlularıdır, yanmazlar. Kapitalizmde bedel her zaman emekçi tarafından ödenir, zaten öyle olmasa adı kapitalizm olmazdı.
Kafaya çivilenmesi gereken gerçeklik
Yoksulluğun, açlığın, çaresizliğin şakası yok. Emekçiler düpedüz kölelik koşullarında çalışıyor. İş güvencesi olmadan, iş güvenliğinden yoksun ve tedirgin şekilde karın tokluğunun bile güçlükle sağlandığı ağır şartlar dayatılıyor emekçilere.
Bugün (2 Ekim) Halk TV’de, DİSK Genel Merkezi önünde eylem yapan emekçilerle bir röportaj vardı. Şöyle diyordu bir işçi: “Kızım üniversiteyi kazandı. İhtiyaçları için alışverişe çıktık. Bir kot pantolon 170 lira. Bir gömlek 150 lira. Kızım dedi ki, ‘Baba, pantolon almayalım.’ Ben sabahları kahvaltı niyetine simit alıyorum. Ama çoğu zaman yanına meyve suyu alamıyorum.” Lütfen bu emekçi arkadaşın mealen yazdığım cümlelerini bir daha okuyun. Sonra bir daha, bir daha. Bu gerçeklik kafanıza çivi gibi çakılana, yoksulluğun nasıl derinleştiğini hissedene, idrak edene kadar tekrar tekrar okuyun. Yoksulların ve emekçilerin tekrar okumasına gerek yok elbette.
Servet dağılımındaki büyük dengesizlik
Birleşmiş Milletler raporlarına göre dünyada bir buçuk milyar insan yoksulluk içinde yaşıyor, bir milyar insan açlıkla karşı karşıya. İngiltere merkezli OXFAM adlı uluslararası yardım kuruluşunun raporuna göre ise dünyanın en zengin 2 bin 153 kişisinin toplam serveti, 4,6 milyar insanın toplam servetinden fazla. Dünya nüfusunun en zengin yüzde 1’lik kısmının serveti ise 7 milyar insanın toplam servetinin iki katından fazla. Dünyanın en zengin 22 erkeğinin serveti, Afrika kıtasında yaşayan tüm kadınların servetinden fazla.
Herkes kendi servetini, servet derken de neyi varsa, 100 dolarlık banknotlara çevirip üst üste koysa dünya nüfusunun tamamına yakını ancak ayak bileği seviyesine ulaşabilirken en zengin iki kişinin serveti atmosferi geçip uzaya ulaşabiliyor.
Mısır piramitleri beş bin yıl önce yapıldı. Bir kişi o günden bugüne her gün tam 10 bin dolar biriktirmeyi başarsaydı bile bugünün en zengin beş kişisinin servetinin ancak yüzde yirmisini biriktirebilmiş olurdu. İşte sermaye tekelleşmesi bu boyutlara varmış durumda.
Şimdi tekrar okuyalım. “Baba, pantolon almayalım.”
Mücadeleyi büyüterek cevap olacağız
Türkiye’de ise durum çok daha vahim. Saray ve avanelerinin, soyguncu ve talancı yandaş müteahhitlerin servetlerinin toplamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bütçesinin birkaç katına ulaşmış durumda. Yani beş-10 kişinin parası, devletin tüm parasından kat kat fazla. Ballı ihaleler, yedi-sekiz yerden alınan yüksek maaşlar, lüks, şatafat, pudra şekerleri…
“Simidin yanına meyve suyu alamıyorum.”
Yazacak, söyleyecek, eyleyecek çok şey var. İnsanın yüreği daralıyor, öfkesi kabarıyor. Tüm emekçi kardeşlerime tavsiyemdir, öfkeniz biriksin. Bu düzeni değiştirecek olan şey, sizin öfkenizin örgütlü mücadelesidir.
Güçlü bir sol blok
Sol parti ve hareketlere önemli, tarihsel görevler düşüyor. AKP sonrası Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse eğer, sol olmadan, emeğin sesi olmadan yeni rejimin inşasına göz yumulmamalıdır. Hem demokrasinin inşası sürecinde hem de emek mücadelesinin yükseltilmesi için şimdiden yapılacak hazırlıklar hayati derecede önemlidir.
Bunun için parti, hareket, kişi ayırımı yapmaksızın tüm sol ve sosyalist güçler, bir konferansta bir araya gelerek hem seçime kadar nasıl ortak bir mücadele yürüteceklerini hem seçimlerde nasıl ortak bir tutum alabileceklerini tartışabilir. Sol ve sosyalist güçler, hem seçimlerin ardından demokrasinin inşasında nasıl roller alabileceklerini ve hem de emek mücadelesini yeni dönemde nasıl başat hale getirebileceklerini tartışıp netleştirmek ve emekçilerin huzuruna ortak bir tutum belgesi, bir yol haritasıyla çıkmayı başarmak zorundadır.
Kişisel ve partisel çıkarlar gözetilmeden güçlü bir sol blok inşasına gidilebilir. Bu sol blok, tüm demokratik partilerin içine dağılıp seçimleri ve sonrasındaki süreçleri emekçiler lehine etkileme gücüne ulaşabilir. İlle de herkesin bir tek partide buluşup birleşmesi de gerekmiyor. Uygun yöntemlerle, solu iktidar ortaklığına taşıma gayreti içinde olmak gerekir. Meclise, bürokrasiye ve iktidara olabildiğince nitelikli, birikimli sol, emekçi kadroyu taşıyabilmek, temel hedeflerden olmalıdır.
Daha iyisini, siz dışarıdaki arkadaşlar düşünüp yapabilirsiniz elbette. Benimki sadece bir öneri, bir fikir jimnastiği. Eminim, HDP de bu tür çalışmaların içinde yer alacak ve tüm gücüyle destek olacaktır.
DİSK’in önündeki emekçi arkadaşımızın Halk TV’deki o röportajda söylediği final cümlelerle bitirelim biz de: “Umudumuz var elbette. Umut olmadan yaşanır mı?”
Not: Bu yazıyı yazdığım esnada Bingöl’de iki işçinin bir saldırıda katledildiğini öğrendim. Saldırıyı açıkça kınıyor ve yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve sabır diliyorum. Bu tür cinayetlerin tek bir haklı ve meşru gerekçesi yoktur, olamaz. (Selahattin Demirtaş - Edirne Cezaevi) (DİKEN.ORG)