MARAŞ KATLİAMINI UNUTMA, UNUTTURMA!

Ülke Maraş'ta katledenlerin mirasına sahip çıkan bir kontrgerilla ittifakı tarafından yönetiliyor. Demokrasi güçleri ise katliamların hesabı sorulsun, yeni Maraş'lar yaşanmasın diye "Maraş'ı unutma, unutturma" diyor...

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin yolunu açmak için düzenlenen bir kontrgerilla operasyonu olan 24 Aralık 1978 Maraş Katliamı’nın üzerinden 43 yıl geçti.

Kontrgerilla örgütledi, Alevi evleri işaretlendi, MHP’li tetikçiler mezhep çatışması çıkarmak için sağcılara ve solculara ait mekanları eşzamanlı olarak bombaladı, imamlar Alevileri öldürenlerin cennete gideceğini söyledi, devlet saldırganların önünde çekildi ve 19-26 Aralık arasında geçen bir haftalık süreçte en ağırı 24 Aralık’ta olmak üzere Alevi mahalle ve işyerlerine yönelik saldırılarda resmi rakamlara göre 100’ün üzerinde, yaşayanlara göre yüzlerce yurttaş katledildi. Yüzlerce ev ve işyeri yakıldı.

43 yıl sonra bugün Maraş Katliamı hala aydınlatılmış değil, araştırma önerileri AKP-MHP tarafından reddediliyor. Katliamda yaşamını yitirenleri anmak isteyenler her yıl Maraş’ta yasaklarla engelleniyor. TBMM başkanlığı Maraş Katliamı’na “katliam” denmesini kaba bulduğunu belirtmekten çekinmiyor.

Alevi yurttaşların evleri hala işaretleniyor. Ülke Maraş’ta katledenlerin mirasına sahip çıkan bir kontrgerilla ittifakı tarafından yönetiliyor. Demokrasi güçleri ise katliamların hesabı sorulsun, yeni Maraş’lar yaşanmasın diye “Maraş’ı unutma, unutturma” diyor.

Dostluk Yardımlaşma Vakfı ile Açılım Araştırma Belgeleme Filmcilik’in birlikte hazırladığı Unutturulanlar belgesel dizisinin üçüncüsü olan Maraş Katliamı Belgeseli:


Neler yaşandı?*

1970’lerin ikinci yarısında, açık faşizme geçişin koşullarını yaratmak isteyen kontrgerilla, Anadolu Hilali diye de bilinen Alevi-Sünni nüfusun iç içe yaşadığı illerde mezhepsel gerilimi tırmandırmaktadır.

Kahramanmaraş’ta da buna paralel gerginliğin tırmandığı bir dönemde, 19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’na, o dönemin ender milliyetçi filmlerinden biri olan, SSCB’deki “komünist zulmü” anlatan, Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli filmin gösterimi sırasında patlayıcı madde atılır. Patlama MHP’li tetikçilerin işidir.

Kalabalık sağcı bir grup ile Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup MHP’li Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın ve Müslüman Türkiye sloganlarıyla seyirci kitlesini coşturarak CHP il merkezine, PTT ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binalarına saldırır. Bombanın patlamasından hemen sonra, Ülkücü Gençlik Derneği Kahramanmaraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve ikinci başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatları ile bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger, Ankara’ya Ülkücü Gençlik Derneğine telefon ederek yardım talebinde bulunur.

Ertesi gün Alevilerin yoğunlukla oturduğu Yörükselim Mahallesi’nde bir kıraathane bombalanır. Olay sonucunda Gıjgın Dede adlı bir mahalleli vefat eder.

21 Aralık günü Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürülür. 22 Aralık’ta öldürülen iki öğretme­nin cenaze törenine on bin kişi katılır.

Cenaze korteji Ulucami önüne geldiğinde cami içinde ve çevresinde iki bin kişi silahlanmış bir şekilde cenaze kortejini beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamı Mustafa Yıldız, Cuma vaazında halkı saldırıya şu sözlerle hazırlamıştır: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır.”

Faşistlerin öncülüğündeki “karakalabalıklar”, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı eşliğinde cenaze kortejine saldırır. Kortej dağıtılır. Ama kalabalığın “öfkesi” dinmemiştir! Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçenler, CHP’li ve Alevi olan yurttaşlara ait işyerleri tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha yaşamını yitirir. Daha önceden belirlenen evler ve işyerleri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ya da Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) yazılarıyla, “Üç Hilal” işaretleriyle donatılır. Onlar haricindeki ev ve işyerleri yerle bir edilir. O gece faşistler; sokak sokak, ev ev dolaşarak ertesi gün “komünist Alevilerin silahlı saldırılarda bulunacağı” söylentisini yayarlar.

“Bir Alevi öldüren…”

Ertesi gün yani 23 Aralık’ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulucami minarelerinden yankılanacaktır: “Alevi kafirler, Yörükselim’de birçok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!” İşte, ülke tarihine koca bir utanç olarak geçecek olaylar bu yalanla başlayacaktır…

Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı Serintepe, Mağarah ve Yenimahalle semtlerinde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler vahşice öldürülür. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş caniler tam bir katliam yapar…

24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Günlerdir devam eden olayları önlemekte yetersiz kalan askerin yardım çağrısı dikkate alınmamış, şehre askeri güç gönderilmemiştir. O gün sokağa çıkma yasağına sadece Alevi yurttaşlar ve polisler uyar. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeniyle, polis görev dışı bırakılmıştır. Sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden gelen faşistlerin de yardımıyla saldırılar başlar. Öğle saatlerinde CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), TÖB-DER, Polis Derneği (POL-DER) binaları yerle bir edilir. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan “karakalabalıklar”, “Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır. “Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. Sütçü İmam aşkına vurun!…” naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir. Evleriyle birlikte yakılırlar… Bütün bunlar yetmezmiş gibi, hastaneler kuşatılır. Bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür

Şehir tam bir kıyamet günü yaşamaktadır. Faşistlerin bir başka yalanına, “Aleviler, dinsiz ve sünnetsiz” olduğuna inanan gözü dönmüş caniler yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip sünnetli olup olmadıklarını kontrol eder.

25 Aralık günü de devam eden olaylar ancak gece yarısında sona erecektir. 19 Aralık’ta başlayan olayların bilançosu ağırdır: Resmi kayıtlara göre 100’ün biraz üzerinde, yaşayanlara göre ise yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş, binin üzerinde insan yaralanmış, yüzlerce ev ve işyeri tahrip edilip, yakılmıştır.

Katliam gerekçe gösterilerek Diyarbakır, İzmir, Suriye-İran-Irak gibi sınır boylarını çevreleyen iller de dahil olmak üzere birçok ilde sıkıyönetim ilanı gündeme gelmiş ve 26 Aralık 1978 saat 7.00’den itibaren İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elâzığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Şanlıurfa olmak üzere, toplam 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Daha sonra bu illerin sayısı arttırılmıştır. Böylece kontrgerilla amacına ulaşmış, ülkeyi açık faşizme götürme yolunda bir eşik atlamıştır.


Cumhuriyet yazarı Miyase İlknur’un kaleminden, Maraş’ın kadınları ya da kadınların gözünden Maraş Katliamı:

Maraş Katliamı’nın özneleri arasında pek çok kadın var. Kimi sanık, kimi tanık, kimi mağdur, kimi de katliam mağdurlarının koruyucusu, kalkanı olmuş kadınlar

Bu toprakların gördüğü en büyük kırımı yaşadı Maraş. K.Maraş diye yazılan ilin açılımı Kahramanmaraş olarak bilinir. O meşum olaydan sonra başındaki K. harfi Kanlı diye de okunabilir. Kuşkusuz yakın tarihimizde pek çok katliam yaşadık. Yabancısı oldukları bir şehre mihman olarak gelenlerin otel odasında benzin dökülerek yakıldığına da tanık olduk. Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Kayseri’de hain bombalarla onlarca insanımızın katledildiğine de…

Her katliam bir insanlık suçudur. Hiç birinin acısı diğeri ile yarıştırılamaz. Ancak K.Maraş Katliamı diğerlerinden farklı kılan pek çok unsur var. Ön hazırlığının aylar öncesinden yapılması, katledilecek kitlenin evlerinin önceden belirlenmesi, katliama katılacak kitleyi psikolojik olarak hazırlamak için provokatif olayların sahnelenmesi, bir hafta boyunca sürmesi, toplu bir cinnet halini yansıtması, olayın failleri arasında çok sayıda kadın olması, katillerle maktullerin çoğunlukla tanıdık hatta komşu oldukları, kurbanların savaşta bile eşine rastlanmayacak vahşetle katledilmeleri, kurbanların arasında çok sayıda kadın ve çocuğun olması Maraş Katliamı’nı diğer katliamlardan ayıran özellikler.

Hepsi serbest kaldı

K.Maraş Katliamı’nın bir diğer yönü de 804 sanıklı davada 29’u ölüm, 7’si müebbet, 7’si 15-24 yıl, 259’u 5-10 yıl, 26’sı 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırılmasına rağmen 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Yasası nedeniyle tüm sanıklarının serbest kalması.

19-26 Aralık 1978 tarihinde meydana gelen K.Maraş Olayları ile ilgili davanın 1330 sayfalık iddianamesini bugüne kadar onlarca kez okuduk. Okumak ne kelime deyim yerindeyse hatmettik. Bizi en çok etkileyen ise bu katliamın özneleri arasında pek çok kadının olması. Kimi sanık, kimi tanık, kimi mağdur kimi de katliam mağdurlarının koruyucusu, kalkanı olmuş kadınlar.

Şövalye ruhlu kadınlar

Hiçbir ırk, hiçbir millet, hiç bir inanç, hiç bir şehir hakkında genelleme yapılamayacağı gerçeği bu olayda da ortaya çıkıyor. Katliam sırasında saldırganlara “Aha bu ev de Alevi, sağ koymayın öldürün” diyerek saldırgan gruba rehberlik yapan ya da saldırıya uğramış komşularının evini talan eden, saldırganlara evlerinden satır, tahra, tenekelerle gaz taşıyan kadınları da görüyoruz, “öldürecekseniz ikimizi aynı anda öldürün” diye kocasının üzerine atlayan, “Beni öldürün ama çocuklarıma dokunmayın” diye katillere yalvaran, hunharca katledilen kadınları da…. Bir de komşularını evinde saklayan, saldırgan grup geldiğinde de “Onlara dokunmayın, ne istiyorsunuz komşularımdan” ya da “ Benim komşularım gâvur değil Müslüman, hadi gidin işinize” diye posta koyan şövalye ruhlu kadınlar var eli öpülesi.

17 kadın öldürüldü

Maraş Katliamı Davasında yargılanan 804 sanıktan 54’ü kadın. Bunlardan 36 kadın sanık yeterli delil bulunmadığından ya da tek tanığın ifadesi ile suçlandığından beraat ediyor. Firari 68 sanıktan iki firari kadın sanık bulunup sorgulanamadığından davadan tefrik ediliyor. Dokuz kadın sanık hakkında 6 yıl ağır hapis, dört kadın sanık hakkında ise 2 yıl hapis ve 50 TL para cezası veriliyor.

Katliamın yaşamını yitiren 111 kişiden 17’si kadın. Ölenlerin isimlerine bile yer verilmedi dönemin gazetelerinde. İddianamenin sararmış sayfalarında yer aldılar sadece. Bir de köylerindeki mezarlıklarda dikilen beyaz mermer taşların üzerlerinde. O bile şüpheli, zira katledilenlerin büyük bir kısmı belediyenin Şeyh Adil Mezarlığı’na toplu gömülmüşler. Hiç olmazsa biz anılarına saygı gereği katledilen 17 kadının isimlerini zikredelim: Güllü Ergönül, Fatma Baz, Zeynep Aydoğan, Döndü Ünver, Zühre Ünver, Kezban Usta, Hatice Yılmaz, Gülsen Un, Hatice Görür, Gülsüm Akırmak, Zeynep Nergiz, Sebahat İşbilir, Elif Balta, Esma Suna, Fidan Suna, Fatma Bilmez ve Cennet Çimen.

Kim daha şanslı?

Bir de kocasını, çocuğunu, kardeşini, anasını, babasını ya da torunlarını kaybetmiş mağdur kadınlar var. Yakınları gözleri önünde hunharca katledilen bu kadınlar, olayın travmasını aradan geçen 42 yıla rağmen atlatabilmiş değiller. O vahşet tablosu düşünüldüğünde ölenler mi daha şanslı yoksa yakınlarının boğazlanmasını izlemek zorunda kalanlar mı diye de düşünmeden edemiyor insan.

Hamileyim, bari beni öldürmeyin

Maraş katliamında mazlum ve zalim kadınlar çoğunlukla birbirlerini tanıyorlardı. Aynı mahallenin, aynı sokağın insanlarıydılar. Komşuydular. Belki birlikte damda tarhana yaptılar, erişte kestiler. Düğünde kol kola halay çektiler. Peki ne oldu da böyle bir vahşetin faili ve kurbanı oluverdiler? Bosna’da, Kosova’da ne olduysa Maraş’ta da o oldu. Yıllarca planlı bir şekilde kin tohumları ekildi ve o tohumlar göğerince de hasat başladı.

Ölen kadınlar arasında iki isim Esma Suna ile Cennet Çimen, katliamın adeta sembolü oldu. Esma Suna 8 aylık hamile genç bir gelin. Cennet Çimen ise 80’lik gözleri görmeyen bir nine.

Öldü diye bıraktılar

Esma Suna’nın doğumuna az kalmıştır. Saldırganlar Suna ailesinin evini silahlarla ateş altına alırlar, evin içine patlayıcı madde ve benzinli paçavralar atarlar. Sonra evin kapılarını kazma ve baltalarla kırarak içeriye giren faşistler, evde bulanan Fidan, Ali, Fikri ve Mehmet Suna ile Musa Funda’yı kurşuna dizerler. Fazlı ile Elif Suna da sopa ve satırlarla ağır yaralanır ve öldü diye bırakılır. Esma Suna, “Kocamı, kardeşlerimi öldürdünüz bari beni öldürmeyin hamileyim” diye yalvarır. Sopa ve satır ve şiş darbelerinden o da nasibini alır. Karnındaki bebeği kurtarmak için can havliyle sokağa fırlar. Ancak arkasından bu kez ateş ederek Esma’yı yere düşürürler. Öldü sanılarak bırakılır. Bir komşusu Esma gelini sırtlayarak Devlet Hastanesi’ne götürmeyi başarır. Doktorlar Esma’nın yaralarının ağır olduğunu görür ve “bari bebeği kurtaralım” diye sezaryenle bebeği çıkartılar. Operasyon sırasında doktorlar gözyaşlarını tutamaz. Zira annesinin karnına aldığı darbeler nedeniyle bebek de annesi gibi ölmüştür.

Bebeğin anne karnından çıkarıldığı anın resmi Maraş katliamını anlatan resimler arasında ilk akla geleni. Sedat Ergin, yıllar sonra o bebeği anne karnından çıkaran gözü yaşlı doktoru bulup konuşturdu.

Yardım edene dayak

Esma Suna’nın kaynanası Elif Suna, mahkemede o gün olanları şöyle anlatıyor: “23.12.1978 günü sabahı “dükkanlar tahrip edildi” diye haber gelince önce arabayla çocuklarımla birlikte eşim Musa Suna’nın dükkânına bakmak üzere Döngel sitesine gittik. Mahallenin üst tarafından 300-400 kişilik bir grup “Müslüman Türkiye, Maraş Alevilere mezar olacak” sloganları atarak geliyordu. Dönüp evimize geldik. Saat 11.00 sularında o azgın kalabalık bizim evin önüne geldi. Evin karşısındaki Milcan Gök’e ait odun deposundan bu topluluğa sopalar dağıtıldı.

Saldırganlar önce evin alt katındaki ilköğretim müfettişi Süleyman Metin’in evine taş ve sopalarla saldırmaya başladı. Sonrasında gaz döküp Metin ailesinin evini yaktılar. Süleyman Metin’i öldürdüler. Tanıdığımız Musa Funda o sırada duvardan atlayarak eve geldi. Ben camdan “İmdat!” diye bağırarak komşu kadından yardım istedim. “Siz Müslüman değil misiniz, bizi kurtarmak için niye bir şey yapmıyorsunuz?” diye sordum. Komşu kadın evimize merdiven dayayarak bize yardım etmek istedi. Ancak saldırganlar o komşu kadını da döverek evine soktular.

Bizi oyalamayın

Saldırganlar gaza bulanmış bezleri yakıp evden içeri atıyorlardı. Evin her tarafını ateş sarmıştı. Saldırganlardan biri sürekli olarak, “Bize boş yere oyalamayın çıkın dışarı” diye bağırıyordu. Ben de “kardeşler yapmayın bu vicdansızlığı, biz de Müslümanız, yarın pişman olursunuz. Bizim ölüdürseniz de ne olacak geri kalanlarla yarın yine birlikte yaşayacaksınız” dedikçe saldırganlar, “anasını avradını s… o…su neren Müslüman senin” diye küfür etmeyi sürdürdüler.

Saat 16.00’la kadar eve saldırdılar. Sonra “Size bir şey yapmayacağız dışarı çıkın” diye bağırdıklarında kızım Fidan Suna ile yeğenim Aziz Tüzün balkona çıktıklarında Şeker Mehmet’in evinden (365 no.lu sanık Mehmet Çetintaş) yapılan atışla vuruldular. Oğlum Fikri Suna, cenazeleri banyoya taşıdı. Evin her tarafını ateş sarması üzerine çocuklarla beraber banyoya saklandık. Kocam Musa Suna da tuvalete girdi. Yakınımız Musa Suna da tuvaletin önüne yattı. Saldırganlar “bunlar banyoya saklanmışlar” diye bağırınca bu kez misafir odasına geçtik. Bu sırada eşim Musa Suna açılan ateşle başından yaralandı. Artık direnecek cesaretimiz kalmayınca teslim olmaya karar verdik.

“Teslim olacağız ama size güvenmiyoruz biz merdivenden inmeyeceğiz, siz gelip teslim alın bizi” dedim. Onlar içeri gelip bizi teslim alırken oğlum Fikri Suna “Anne yengem vuruldu” diye salondan bağırdı. Sürünerek salona girdiğimde hamile gelinim Esma Suna’nın ve kızım Fidan Suna’nın vurulduğunu gördüm. Mutfak penceresinden ateş etmişler. Çocuklar gelinimin ve kızımın cenazelerini aşağıya indirdiler. O sırada yukarı çıkan saldırganlar eşim Musa Suna’yı soruyorlardı. Tuvalette yaralı bir vaziyette saklanmış olan kocama “çık teslim ol, yavrularımız hep öldü, bir şey yapmayacaklarına yemin ettiler artık onların vicdanlarına kaldı” diye seslendim. Kocam tuvaletin kapısını aralayarak “ne istiyorsunuz, beni tanımıyor musunuz” dedi. Yeğeni Aziz Tüzün’ün cesedini içeriden çıkarmak istedim, ancak gücüm yetmedi.

Ecevit gelsin kurtarsın

Musa Funda ile Aziz Tüzün’ün cesedi içeride kaldı. Merdivenden aşağıya indiğimiz sırada Ali Uzunçay’ın başına demir bir sopa ile vurdular, oğlum Ali Suna’ya da ateş ederek yaraladılar. Yaralı oğlumun koluna girerek yolun ortasına doğru götürdük. Saldırganlar biri beni kolumdan çekiştirerek, “kimden medet umuyorsun, Ecevit gelsin sizi kurtarsın” diye sürükledi. Geri döndüğümde oğlum Ali Suna’nın ölmüş olduğunu, saldırganlar da oğlumun cesedine sopalarla vuruyorlardı. Saldırganlar üç oğlum Fikri, Mehmet ve Fazlı Suna’yı alarak sağ tarafa götürdüler kadınları da komşumuz Cuma Kahya’nın evine soktular. Gelinim Esma Suna’yı hastaneye götürdüler. O da karnındaki bebeği de ölmüştü.”

En yaşlı kurban: Cennet Nine

Cennet Çimen, Maraş katliamının en yaşlı maktulü. Saldırganlar mahalledeki diğer evleri yakıp yıkarken tek gözü hiç görmeyen diğer gözü ise çok az görebilen Cennet Nine, “Ne oluyor?” diye dışarı fırlar. Feryat seslerini duyunca da çevreden imdat ister. Katiller, “Gel nene gel biz seni kurtaracağız” diyerek kolundan tutup bahçeden sokağa çıkarırlar. Sokakta yere yıktıkları 80’lik kadının ayaklarından sürüterek boş bir evin bahçesindeki helaya götürürler. Cennet Nine’nin feryatlarını duyan mahalleli korkudan imdadına gidemez. Cesedini bulduklarında iki gözü tornavida ile oyulmuş. Başı hela çukuruna sokulmuş, üzerine de yanmış bir at arabasının kasası yığılmıştır. İddianamede oğlu Hasan Çimen, tanık Fatma Kara ve Dilber Yılmaz bu hazin tabloyu ayrıntıları ile anlatmaktadır.

* “Neler Yaşandı?” bölümünde Feyza Kürkçüoğlu’nun 21 Aralık 2008’de BirGün’de yayımlanan yazısından faydalanılmıştır. (Sendika.Org)

Daha yeni Daha eski