İKTİDARIN ZORU, SOSYALİST MUHALEFETİN ZORLUKLARI

Kapitalizm kendini yeniden üretmeye dönük bir sistem. Bu anlamda kendisini yeniden üretmenin asli mekanizmaları kriz ve savaşlarla mümkün olmaktadır. Kriz ve savaşlar kapitalist rasyonaliteye içkin birbirini tetikleyen duraklardır. Bu anlamda esas olarak kapitalizmin dayandığı rasyonaliteye dahildirler ve zaman zemine bağlı olarak açığa çıkar, bu anlamda tarihsel bir işleyişe sahiptirler. Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı bir sistem olarak kapitalist rasyonalite irrasyonaliteyi de içinde barındırır. Siyasal alan söz konusu gerilimin vuku bulduğu yerdir ve dolayısıyla bir çatışma, çelişki ve mutabakat alanıdır. Çatışma, çelişki ve mutabakat süreçlerinin bağımsız ya da eş zamanlı işleyişinin nihai olarak hizmet ettiği amaç, mümkün en yüksek kârdır ve sürecin işleyişi mevcut sınıf kompozisyonu ve tarihsel işleyişine bağlı olarak şekillenecektir. Çünkü mümkün en yüksek kâr amacı doğrudan ifade edilemez, bir meşruiyet sorunu vardır ve  meşruiyeti sağlamanın mekan ve zamana bağlı olmak anlamında tarihsel koşullarının oluşması gerekmektedir.

Geç kapitalistleşmenin özgünlükleri

Bilineceği üzre sınıflı toplumlarda meşruiyet zor ve rıza mekanizmaları üzerinden oluşmaktadır ve siyaseten başarılı bir operasyon bu süreçleri görünmez kılabilmektedir. Zor ve rıza mekanizmalarının en görülür olduğu süreçler kriz ve savaş halleridir doğal olarak. Burada önemli olan, söz konusu sürecin görünür hale getirilmesidir ki bu da “muhalif” olanların çabalaması gereken bir durumdur. Elbette böyle bir işleyişte muhaliflerin bu yöndeki çabalarına ket vuracak mekanizmalar da çalışacaktır. Ancak kriz dönemleri muhalifler açısından fırsat dönemleri olarak da düşünülmelidir. Bu süreçlerde muhalefet, topluma ulaşmak üzere dilini iktidara rağmen iyi kurgularsa kriz sürecini yönetebilir ve siyaseten sonuç alma olasılığı artar. Elbette bu, muhalefetin kullanabileceği “rıza” süreçlerine denk düşen durumlardır. Burada önemli olan yaşanılan süreci geniş kitleler nezdinde görünür kılabilme becerisidir. Meseleye iktidar açısından bakıldığında, iktidarın devletin olanakları üzerinden her iki mekanizmayı eş zamanlı olarak çalıştırma kabiliyetine sahip olmasının sağladığı hareket alanının genişliği, iktidarın manipülasyonlarının, diğer bir deyişle meşruiyet sağlamaya dönük tasarruflarının toplum nezdinde daha hızlı ve fazla kabul görmesini sağlayacaktır. Buraya kadar yapılan tanımlamalar geç kapitalistleşen ülkelerin tarihinden, kendi özgünlükleri çerçevesinde izlenebilir.

Demokrat Parti: Geleneksel muhafazakarlığın tetiklediği İslami muhafazakarlık

Bu çerçevede Türkiye’de yaşanan sürecin özgünlüğü, bir İslam devletinin çözülmesinin üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Kapitalist bir toplumsal projenin, bu anlamda kapitalist bir modernleşme projesinin hayata geçirilmesi de zor ve rıza mekanizmalarıyla olacaktır. Aydınlanma referansıyla hareket eden iktidar, zor ve rıza mekanizmaları üzerinden toplumu denetleme ve yönetmeye başlamıştır. Bilindiği gibi ilk kırılma Demokrat Parti iktidarının 1950’nin ikinci yarısında başlamış ancak 27 Mayıs 1960 darbesiyle ortaya çıkmıştır. Demokrat Parti geleneksel muhafazakârlığı hayata geçirmeye çalışırken İslami muhafazakârlığı da tetiklemiştir. Daha sonra, 1980 faşist darbesine kadar yaşanılan süreç geleneksel muhafazakâr ancak modernleşmenin getirdiği olanakları da kullanan ve dolayısıyla yeni olanı kabullenen bir siyasi ortamı başlatmıştır. Kapitalist bir modernleşme mevcut toplumun çok sınırlı bir kesimine ulaşmış dolayısıyla toplumun çok büyük bir kesimi bu olanaklardan mahrum kalmışlardır. Bu mahrumiyet elbette her düzeyde eşitsizlik üzerine kurulu kapitalist işleyişin rasyoneline uygun olarak ortaya çıkan bir durumdur.

AKP’li yıllar: 1980 darbesinin mantıki sonucu

Altmışlı yılların sonu itibariyle başlayan ve toplumda karşılık bulan sosyal demokrat ve sosyalist muhalefet bilindiği üzere 1980 darbesiyle ağır bir yenilgiye uğratılmış ve yeni başlayan süreç geleneksel muhafazakârlığın yeniden yapılandırıldığı, dinsel muhafazakarlığın ise mayalandığı yeni bir dönemi başlatmıştır. Diğer taraftan derin devlet diye tanımlanan, devletin bir kısım mafya örgütleriyle işbirliği içinde olan kesimi, doksanlı yılların sonuna kadar süreci yönlendirmiş, bu durum toplumsal bir rahatsızlığın açığa çıkmasını da beraberinde getirerek bu ortamda AKP kurulmuş ve ilk seçimde iktidara gelmiştir. AKP iktidarıyla başlayan süreç, 1980 darbesiyle yaşanan kırılmanın mantıki sonuçlarına taşınması anlamına gelmektedir.

Dinsel muhafazakarlığın geleneksel muhafazakarlığı içermesi

“Vesayetçi yapı”, “demokrasi” vb. gibi söylemler üzerinden liberal sol diye adlandırılan tarafların da entelektüel desteğiyle iktidara gelen AKP, zaman içinde bütün direnç noktalarını ortadan kaldırarak mutlak bir iktidar yapısı oluşturmuştur. Mevcut kurumların bir kısmını tasfiye ederek yeni bir kurumsallaşma üzerinden iktidarını tahkim eden AKP iktidarı, liberalizmin sunduğu bütün olanakları kullanarak iktidarını uluslararası ve yerli sermaye nezdinde tahkim etmiştir. Bu süreçte AKP geleneksel muhafazakarlığın temsilcisi rolünü başarıyla hayata geçirmiş ve zaman içinde dinsel muhafazakarlığın hayata geçirilmesinin koşullarını da hazırlamıştır. Yaşadığımız süreç dinsel muhafazakarlığın geleneksel muhafazakarlığı önemli ölçüde içerdiği bir niteliğe sahiptir. AKP iktidarı hüküm sürdüğü süreçte bu politikayı başarıyla yönetmiştir. Ancak gelinen aşamada AKP, toplum nezdinde verdiği görüntüyü kaybetmeye başlamıştır ancak iktidar sürecinde devletin bütün kurumlarını dönüştürdüğü için direnme gücü yüksektir.

AKP’nin yapısal çözülmesinin “çözümü”: Devlet olanakları

Sürece muhalefet açısından baktığımızda, muhalefet siyaseten henüz tam olarak konsolide olmuş bir görüntü vermediği için, diğer bir deyişle bir başkan adayı önermediği için iktidarı da zorlayan bir tavır içinde görünmektedir. Sosyalist muhalefet açısından bakıldığında esas olarak siyasi denklemin içinde duran, meclis nezdinde, HDP’liler ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekilleri aracılığıyla sesini duyurmaya çalışan bir durum söz konusudur.  Bu tarihsellikte ortak bildiri yayınlayan sosyalist yapı ve partilerin yapması gereken mevcut iktidarı değiştirmeye dönük en güçlü bloğu desteklemek olmalıdır.

Meseleye AKP açısından bakıldığında, sahip olduğu devlet olanaklarını kullanarak sürece müdahale etme ve direnme olanaklarını kullanacaktır. Bu, önemli bir noktadır. AKP, bir taraftan yapısal bir çözülme yaşamakta, diğer taraftan elinde olan devlet olanaklarıyla ve tarikatların desteğiyle otoriter bir yapıyı sürdürmektedir. Çünkü tarikatlar yaşanan son yirmi yılda devlet içinde örgütlenmiş ve karar alıcı pozisyonlara yerleşmişlerdir. AKP’nin zafiyet yaşayan siyasi gücü karşısında tarikatlar güçlü bir toplumsal desteğe sahip görünmektedirler ve yaşanacak süreci AKP’nin meşruiyetini kullanarak yönetmektedirler.

Tarikatlar kamusal karar alma süreçlerine dahil

Siyaseten AKP iktidarı, yukarıda vurgulanan meseleleri kendi iç çatışmaları nedeniyle açıkça ifade etmemektedir. Nihai olarak şu söylenebilir: AKP iktidara geldiği süreç ve sonrasında mevcut kurumsallaşmayı bir tarikatlar koalisyonuna göre yeniden yapılandırmıştır. Bu anlamda AKP nezdinde birçok tarikatın karar alma süreçlerinde etkisi vardır. AKP’nin sorunu neoliberalizmin dayattığı koşullara uyup sonrasında “dış güçler” söylemi üzerinden kendini yeniden üretmeye çalışmasıdır. AKP, siyasal İslamcı bir söylemi neoliberal bir söylem ile meşrulaştırmış ve büyük ölçüde hayata geçirmiştir.

Sosyalist hareketlerin seçenekleri, sosyalist siyasetin dili!

Gelinen aşamada sosyalistlerin sosyal demokratları desteklemek dışında bir seçeneği var mı? Yok! En yakın örnek Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) – Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara seçimlerinde yaşandı ve AKP-MHP koalisyonu, sosyal demokratları da içeren sosyalistlerin kendi aralarında bir mutabakata ulaşamadıkları için seçimi kazandı. Bu kadar zayıf olduğu dönemde bu kadar kibirli davranan genel bir sol siyaset anlayışının gerçekle yüzleşmesi için daha fazla bir kayıba gerek yok. Sosyalist muhalefetin uzun bir zamandır toplumsal olarak zayıf bir dönemi yaşadığının bilincine varması ve buna göre pozisyon alması gerekiyor.

Sosyalist hareketlerin bugünkü şartlarda ulaşabileceği, yetmişli yıllarda olduğu gibi sosyal demokrat taban. Dolayısıyla siyasi dilin buna göre kurulması, eğiten, öğreten bir dil kullanmaktan ziyade onların diliyle yaklaşması gerekiyor. Bu noktada biz sosyalistlerin böyle bir bilgiyi unuttuğumuz ve dolayısıyla sahip olmadığımızı kabul ederek başlamamız lazım. Gündelik hayatın zorluklarını gündelik hayatın diliyle ifade etmek, bu dili bulmak ve siyaseten kurmak gerekmektedir.

Mevcut iktidarın çözülmesine dönük bir strateji

Sosyalistler bir devrimi gerçekleştiremiyorsa ki mevcut dönemde bu açık bir gerçek, geniş kitlelerin rahat bir nefes almasına hizmet etmeleri gerekir. Sosyalist etik bunu gerektirir. Mevcut iktidarın çözülmesine hizmet edecek olanaklar kullanılmalıdır. Bilindiği gibi Türkiye’de gündem neredeyse izlenemeyecek kadar her an değişmekte mevcut durum iktidarın manipülasyonuna açık bir zemin yaratmakta ve iktidar bu durumu hala çok iyi kullanmaktadır. Seçimle AKP’nin gideceği anlayışı siyaseten güçlü görünmesine rağmen, bütün devlet kurumlarını denetleyebildiği için zorlu bir süreç göz önüne alınmalıdır. Çünkü AKP, siyasi İslam’ın konsolide olmuş en güçlü örgütlenmesidir ve yirmi yıllık bir iktidar kendi içlerindeki iktidar savaşına kadar Fettullah Gülen cemaatiyle birlikte diğer cemaatler ve mafya bağlantılarının tasarruflarıyla ilişkili olarak düşünüldüğünde, istikrarlı bir yol izlemektedir.

Sonuç olarak mevcut iktidar, sahip olduğu güç ve bağlı olarak kontrol ettiği paramiliter yapılar aracılığıyla hem kendi kitlesini ve de en geniş anlamıyla muhalefeti rehin alma projesini başlatmıştır. Önümüzdeki günler umarım bu öngörüyü doğrulamaz. Ancak süreç bu yönde işlerse sosyalist parti ve yapıların kendi örgütsel önceliklerini bir anlamda dondurarak “genel muhalefet”in desteklenmesine dönük tavır almaları tarihsel bir öneme sahiptir. Zira sosyalistlerin bu toplumdaki siyasi temsili düşük olsa da “dürüstlük” temsili vardır. En azından kendi nezdinde. Ancak bu durum şimdiye kadar hep tarihsel “zorlukla” karşılaşmıştır.

Ne yapmalı? (Mehmet Türkay: Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi (E.)

Daha yeni Daha eski