HIDE
GRID_STYLE
TRUE
SHOW_BLOG

Sahi ne oldu da öyle oldu!

Soruyu ve konuyu Prof. Özdağ gündeme getirdi ama o günlerde neler olmuştu, tek tek söylemedi. Kendisi, İçişleri Bakanı’nın kulaklarını çınla...


Soruyu ve konuyu Prof. Özdağ gündeme getirdi ama o günlerde neler olmuştu, tek tek söylemedi.

Kendisi, İçişleri Bakanı’nın kulaklarını çınlatarak, “Haziran ve Kasım 2015 seçimleri arasındaki sürece benzer şiddet olaylarının bu kez sığınmacılar üzerinden çıkma ihtimali”nden söz edip…

“Dönemin Başbakanı Davutoğlu o gün neler olduğunu açıklamalı” dedi.

Özdağ “gündem yaratma”da kendi açısından başarılı ve onun ideolojik duruşuna, “devlet görevleri” tutkusuna bu sorular biraz ters olsa da, soruyor işte!

Ne kast ederek, bilmiyorum. Bilerek mi, hiç bilmiyorum.

Ama soruyor.

Aslında 7 senedir, az sayıda insan dışında, bütün Türkiye’nin üstünde durması gereken soruyu.

NASIL GELİNMİŞTİ?

Türkiye 2015 Haziran genel seçimlerine giderken aslında öyle ya da böyle bir “Kürt sorununda çözüm süreci” iklimindeydi.

Orada çözüm süreci varken aynı anda “İktidar-Fetö ilişkisi”nde de “Çözülme süreci” başlamıştı.

“Çözüm süreci” iklimi, AKP’den ziyade HDP’ye yarıyor, Demirtaş’ın yarattığı sempatiyle de HDP “Türkiye partisi” olma yolunda oy potansiyelini büyütüyordu.

Demirtaş’ın kampanyasının odak teması gayet netti: “Seni başkan yaptırmayacağız.”

Bu o sırada Cumhurbaşkanı olan ve başkanlık sistemini arzulayan “Erdoğan karşıtı” ve “geniş tabanlı” bir kampanyaydı.

Nitekim Demirtaş ve HDP’nin artan oyları yüzünden, AKP 17 sene sonra ilk kez Meclis çoğunluğunu, tek parti iktidarı imkânını kaybetti.

Merkez sağın parça parça baraj altında kalmasıyla 2002’de yüzde 34’le tek başına iktidar olan AKP ve Erdoğan, bu kez yüzde 41’i bulan oy oranıyla o gücü yitirmişti.

Ve “müsebbibi Demirtaş” idi!

Bu süreç ve sonuç, üç şey anlatıyordu:

1.Açılım ya da çözüm süreci, Erdoğan ve AKP’ye değil, Demirtaş ve HDP’ye yaramıştı.

2. HDP dışındaki kesimlerin de ufak ufak “Erdoğan karşıtı oyları” ile HDP’ye oy vermesine yol açmıştı.

3. HDP’nin Türkiye’de ve Kürtler için “barışçı, parlamenter bir alternatif” ve Demirtaş’ın “Türkiye’de sempati kazanan bir lider” haline gelmesi, iktidar kadar, başka açılardan PKK’yı da rahatsız etmiş olmalıydı.

Haziran 2015 seçimleri sonrası, 1993 gibiydi adeta:

O yıl hayatını kaybeden Özal’ın, Demirel-İnönü koalisyonunun, garip bir uçak kazasında ölen Jandarma Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis gibi “farklı çözüm politikası” tasavvur eden subayların yarattığı “umut”un; seri saldırılar, katliamlarla, Susurluk azgınlığıyla kanlı bir şekilde gömüldüğü günler gibi.

Aslında, 7 Haziran öncesindeki haberlere göre, “Öcalan, bir HDP heyeti ile PKK’nın silah bırakması çağrısı yapıyor”du.

Ki daha sonra Kandil, HDP’nin ağzına tıkacaktı bunu!

Devlet, yani iktidar ve TSK ise sınır ötesi operasyon yapıyordu ama Kobani’ye ve Suriye’deki Kürtlere karşı değil; “Süleyman Şah Türbesi”ni ilerleyen Işid’in elinden kurtarmak için.

Bu operasyonu çok yazdım o dönemde.

Özeti şuydu:

Sınırı geçen askeri birlikler PYD-YPG’den “eskort ve rehberlik” hizmeti almış, tank üstüne bile çıkmışlar, kamyonetlerle yol göstermişlerdi. O trafikte, tank üstünde filme almakla görevli bir astsubay ise, bir tank namlusunun çarpmasıyla “şehit” olmuştu.

Bunu hatırlamayanlar şu soruyu sorup hemen cevabını bulabilir:

Peki Süleyman Şah Türbesi ve içindeki tarihi emanetler, “Türkiye toprağı” sayılan kadim yerinden alınıp nereye taşınmış, kime, hangi toprağa emanet edilmişti?

Söyleyeyim mi?

Daha sonra operasyon hedefi olan Kuzey Suriye’deki Kürt örgütlerine.

NASIL GİDİLDİ?

7 Haziran 2015 seçimleri öncesi durum öyleydi işte.

Seçime iki gün kala HDP mitingindeki patlamayı ve 4 ölüyü saymazsak! O saldırıda ihmali görülen 4 polisin yargılanması ise daha yeni, beraatla bitti!

Seçimin hemen ardından olanları peş peşe yazayım ki, birbirine eklensin:

9 Haziran: Diyarbakır’da Yeni İhya Derneği’ne saldırıda 4 ölü.

20 Temmuz: Suruç’ta Kobani’ye gitmek üzere toplanmış olan gençlere bombalı saldırıda 32 ölü.

22 Temmuz: Ceylanpınar’da iki polisin yataklarında uyurken öldürülmesi. Ki PKK cephesinde bu saldırı üstlenilmedi hemen; “bağımsız birimler” dendi. Ve bu saldırı, süreci bitiren milat oldu.

23 Temmuz: İki “şehit” daha: Diyarbakır’da bir polisin öldürülmesi. Aynı gün sınır ötesinden Işid ateşiyle bir astsubayın ölümü.

24 Temmuz: Işid ve PKK hedeflerine hava operasyonu. İncirlik’in ABD’nin Işid harekâtına açılması.

26 Temmuz: Lice’de patlayıcı dolu otomobille iki askerin öldürülmesi.

27 Temmuz: Malazgirt Jandarma komutanı ile eşi ve çocuklarının bulunduğu otomobile saldırıda Binbaşının “şehit” olması.

4 Ağustos: Org. Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanı olması. (O gün atanan diğer üç kuvvet komutanıyla birlikte, bir yıl sonraki 15 Temmuz “Fetöcü” darbe girişimi sırasında “derdest” edilecekti!)

6 Eylül: Dağlıca’da “17 şehit”

12 Eylül: Davutoğlu ikinci kez başbakan.

10 Ekim: KCK’da “eylemsizlik kararı” çıkarken, Ankara Garı önündeki “barış mitingi”nde bombalarla katliamda 103 ölü.

Olayı kınayan, sonra çok sayıda katliamcı adayı gösteren, derken faili PKK olarak ifade eden, o arada canlı yayında “Anketler saldırı sonrası nasıl?” diye sorulunca “Oylarımız artıyor” cevabını veren Başbakan Davutoğlu!

1 Kasım: Yenilenen seçimlerde, haziranda yüzde 40.87 olan AKP oylarının 49.50’ye çıkmasıyla, yeniden tek parti iktidarı!

Çözüm sürecinin tamamen terk edildiği…

İktidarın muhtemelen “Çözüm ihtimali bize oy kaybettiriyor, HDP’ye yarıyor” kanaatine de vardığı; muhtemelen PKK’nın da “Demirtaşlı demokratik ihtimal”i gömmek istediği bir dönem.

Güneydoğu’da yeni yıkımların, sınır ötesi operasyonların, bir yıl sonraki darbe girişiminin öncesi işte!

Tabii bunlar yorum.

Belki de öyle değildir!

İşte “istihbaratı seven, çözümü sevmeyen milliyetçi” Prof. Özdağ’ın, dönemin başbakanı, bugünün muhalifi Davutoğlu’na “Ne oldu sahi” diye sorduğu süreç.

Sahi ne oldu da öyle oldu?

Neden, ama niçin ve nasıl öyle oldu?

Onca genç, onca barış özlemi duyan insan, onca genç asker ve polis hangi sürecin alevlerinde kayboldu? (UMUR TALU - GAZETE DUVAR)

Hiç yorum yok