Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Filistin davası, “Hamas-İsrail çatışması” değil bütün dünyanın meselesidir (Ramzy Baroud)

Filistin’in bir kez daha tüm Arapların, tüm bölgenin meselesi haline gelmesi gerekir. İsrail anlatısına karşı çıkılmalı, batılı önyargılarla...

Filistin’in bir kez daha tüm Arapların, tüm bölgenin meselesi haline gelmesi gerekir. İsrail anlatısına karşı çıkılmalı, batılı önyargılarla yüzleşilmeli ve yeni, kolektif bir strateji oluşturulmalıdır...


‘Arap-İsrail çatışması’ bir zamanlar Araplar ve İsrail arasındaki bir çatışmaydı. Ancak uzun yıllar içinde mevzu yeni bir boyut kazandı. Medya şimdi bize bunun bir ‘Hamas-İsrail çatışması’ olduğunu söylüyor.

Peki nasıl böyle oldu? Basit; İsrail fazla güçlendi.

İsrail’in Arap ordularına karşı yıllardır elde ettiği sözde şaşırtıcı zaferler, kendisini bölgesel bir süper güç olarak değil, aynı zamanda küresel bir güç olarak görmeye başladığı ölçüde İsrail’i cesaretlendirdi. İsrail, kendi tanımına göre, ‘yenilmez’ hale geldi.

Bu terminoloji, sadece Filistinlilerin ve Arapların direncini kırmayı amaçlayan bir korkutma taktiği değildi. İsrail buna inandı.

İsrail’in 1967’de Arap ordularına karşı elde ettiği ‘mucizevi zaferi’ bir dönüm noktasıydı. Ardından İsrail’in Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Abba Eban bir konuşmasında “BM kürsüsünden İsrail Ordusu’nun görkemli zaferini ve Kudüs’ün kurtuluşunu ilan ediyorum” dedi.

Bu, onun düşüncesinde sadece tek bir anlama gelebilirdi: “İsrail daha önce dünya ulusları karşısında hiç bu kadar onurlandırılmamış ve saygı görmemişti.”

Eban’ın sözlerindeki duygu İsrail genelinde yankı buldu. Hükümetin Arapları alt etme yeteneğinden şüphe duyanlar bile koroya katıldı: İsrail yenilmezdir.

O zamanlar, İsrail’in kazanmasının gerçek nedenleri ve bu zaferin Washington’ın tam desteği ve Batı’nın İsrail’i her ne pahasına olursa olsun destekleme niyeti olmadan mümkün olup olmadığı hakkında pek az rasyonel tartışma yapıldı.

İsrail, galibiyeti asla zarafetle karşılamadı. Bu küçük muzaffer devlet tarafından kontrol edilen bölgelerin çapı üç katına çıkarken İsrail, tarihi Filistin’den geriye ne kaldıysa üzerinde askeri işgalini sağlamlaştırmaya başladı. Hatta yeni işgal edilen Arap topraklarında, Sina’da, Golan Tepeleri’nde ve diğer yerlerde yerleşim yerleri inşa etmeye başladı.

Tam elli yıl önce, Ekim 1973’te, Arap orduları sürpriz bir saldırı başlatarak İsrail’in büyük kazanımlarını tersine çevirmeye çalışmıştı. Başlangıçta başarılı da oldular, ancak ABD İsrail’in savunma ve istihbaratını desteklemek için hızla harekete geçtiğinde bir kez daha yenilmiş oldular.

Bu, ne Araplar için kesin bir zafer ne de İsrail için tam bir yenilgiydi. Yine de İsrail fena bir darbe almıştı. Ancak Tel Aviv, 1967’de Araplarla kurduğu esas ilişkinin sarsılmadığı konusunda iknaydı.

Ve zamanla ‘çatışma’ artık daha az Arap-İsrailli ve daha çok Filistinli-İsrailli hale geldi. Lübnan gibi diğer Arap ülkeleri, Arap cephesinin parçalanmasının bedelini ağır ödedi.

Bu değişen gerçeklik, İsrail’in Mart 1978’de Güney Lübnan’ı işgal edebileceği ve ardından altı ay sonra Mısır ile Camp David Barış Anlaşmaları’nı imzalayabileceği anlamına geliyordu.

Filistin’deki İsrail işgali, daha fazla toprak için doyumsuz bir iştahla daha da şiddetlenirken, batı, Filistin özgürlük mücadelesini asla eylemlerle değil, kelimelerle yönetilecek bir ‘çatışmaya’ dönüştürdü.

Birçok Filistinli aydın, “bunun bir çatışma olmadığı”, askeri işgalin siyasi bir anlaşmazlık olarak tanımlanamayacağı, ancak açıkça tanımlanmış uluslararası yasalar ve sınırlarla yönetildiği savına işaret ediyor ve bunun uluslararası hukukla çözülmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Bu talep henüz gerçekleşmedi. Düzenlenen sayısız uluslararası konferansa, alınan karara, yapılan açıklamaya, yürütülen soruşturmaya, verilen tavsiyeye ve hazırlanan özel rapora rağmen ne adalet sağlandı ne de Filistin’in bir santimi geri alındı. Gerçek bir yaptırım olmadan, uluslararası hukuk anlamsız bir mürekkep lekesidir.

Ama Arap halkı Filistin’i terk etti mi? Gazze’nin İsrail ordusu tarafından harap edilmesini protesto etmek için Ortadoğu’nun dört bir yanında sokaklara dökülen bitmek bilmeyen insan akınlarının öfkesi, ıstırabı ve tutkulu tezahüratları, Filistin’in yalnız olduğunu ya da en azından tek başına savaşmaya bırakılması gerektiğini düşündükleri izlenimi uyandırmıyordu.

Filistin’in bölgesel bağlamından izole edilmesinin felaket olacağı kanıtlandı.

‘Çatışma’ sadece Filistinlilerle olduğunda, sözde çatışmanın bağlamını ve kapsamını, ‘müzakere masasında’ nelere izin verildiğini ve nelerin dışlanacağını İsrail belirliyor. Oslo Anlaşması, Filistinlilerin haklarını böyle çarçur etti.

İsrail Filistinlileri bölgesel çevrelerinden izole etmeyi başardıkça, bölünmeye de bir o kadar yatırım yapıyor.

Çatışma Hamas ve İsrail arasında olduğunda çok daha tehlikeli bir hal alıyor. Sonuçlarıysa, bugün Gazze’de ve tüm Filistin’de olup bitenlerin acilen anlaşılmasına bağlı tamamen farklı bir tartışma konusu.

İsrail’e göre savaş 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’in güneyindeki askeri üslere, yerleşim yerlerine ve kasabalara saldırmasıyla başladı.

İsrail, Batı ve savaşı İsraillilerin kötü durumundan bu kadar endişe duyarak ve Gazze cehennemini tamamen görmezden gelerek ele alan yandaş medya için Hamas saldırısından önceki başka hiçbir tarih veya olayın bir önemi yokmuş gibi gözüküyor.

Başka hiçbir bağlamın, İsrail’in ve halkının barışını ve huzurunu bozan IŞİD benzeri Filistinlilere dair mükemmel İsrail imgesini bozmasına izin verilmiyor.

Gazze savaşını uygun tarihsel bağlamlarda tartışmakta ısrar eden Filistinli sesler –1948’de Filistin’deki etnik temizlik, 1967’de Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’nin işgali, 2007’de Gazze kuşatması, önceki ve sonraki tüm kanlı savaşlar– öylece görmezden gelindi.

İsrail yanlısı medya öylece kulak tıkıyor. İsrail, “başı kesilen bebekler” gibi asılsız iddialarda bulunacak kadar ileri gitmemiş olsaydı bile, medya yine de İsrail anlatısına bağlı kalacaktı.

Yine de İsrail, savaşın anlatılarını, ‘çatışmaların’ tarihsel bağlamını ve Batı’nın Filistin ve Ortadoğu’ya bakışını şekillendiren siyasi söylemleri tanımlamaya devam ettiği sürece, Filistin’deki askeri işgalini sürdürmek için ihtiyaç duyduğu tüm açık çekleri toplamaya devam edecektir.

Bunun sonucunda daha fazla çatışma, daha fazla savaş ve şiddetin köklerine ilişkin daha fazla aldatıcı bilgi körüklenecektir.

Bu kısır döngünün kırılması için Filistin’in bir kez daha tüm Arapların, tüm bölgenin meselesi haline gelmesi gerekir. İsrail anlatısına karşı çıkılmalı, batılı önyargılarla yüzleşilmeli ve yeni, kolektif bir strateji oluşturulmalıdır.

Yani bir diğer deyişle, Filistin artık tek başına bırakılamaz.

(counterpunch.com’daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org için Sena Çenkoğlu tarafından çevrilmiştir)

Hiç yorum yok