Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

HIDE_BLOG

Sarı çizgiyi geçen çocuklar! (UMUR TALU)

Keşke geçmeseydi! Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi Anons tekrar tekr...


Keşke geçmeseydi! Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi

Anons tekrar tekrar diyordu ki:

"Sarı çizgiyi geçmeyin!" Çünkü perondaki sarı çizgiyi geçmek yasak ve tehlikelidir.

M.E.E. 25 yaşında o sarı çizgiyi geçti!

Şimdi biz zannediyoruz ki sarı çizginin ötesi, peronun altı, ray hattı "tehlikeli" sadece. Sadece orası yasak.

O yüzden sarı çizginin bu tarafında duruyoruz. Hayatlarımız güvende, bir sonraki treni bekliyoruz. Aynı trenler, aynı mutsuz yüzler, aynı aceleler, aynı bıkkınlıklar, aynı hevesler ve hayaller ile aynı hayal kırıklıkları, umutsuzluklar ile aynı mecburiyetler sarı çizginin bu tarafından vagon vagon yükleniyor.

M.E.E. 25 yaşında o sarı çizgiyi geçti. İstanbul, M2 metro, Şişli Mecidiyeköy istasyonu. Hiçbir trene, hiçbir vagona, hiçbir istasyona, hiçbir varış yerine yüklemedi; 25 yaşında ne kadar hüzün, ne miktar üzüntü biriktirebilirse bir insan, hiçbirini. Hepsini kendi yüklendi, o ağırlıkla kendini bu hayattan attı.

Keşke geçmeseydi!

Keşke yolda kalanlar sarı çizgiyi geçenin yarattığı 1 saatlik yolculuk kaybından ziyade, sarı çizginin bu tarafında kalanların, yani kendilerinin, senin, benim hayatımızın kayıpları, tehlikeleri, yasakları üzerine de ses yükseltebilseydi.

Keşke geçmeseydi!

"Ailemin sırtında bir kambur olup asalak gibi yaşamaya çalıştım. Hayallerimden vazgeçmeye zorladım. Ailemden özür dilerim" diye yazmasaydı, kırık kalpli evladım o ölümüne zarafetiyle.

Keşke geçmeseydi!

Mesela bir sarı çizginin bu tarafında, yani hayat ve yaşamak sandığımız "tehlikesiz, yasaksız" cenahında karşılaşsaydık; ister abi deseydi, ister amca, bir şey sorsaydı, ben sorsaydım, okuldan, iş güçten, işsizlikten, dünyadan, bahardan söz etseydik. Ben ondan büyük çocuklarımı anlatsaydım, o hangi tür müzik dinlediğimi sorsa, elimizdeki kitapları merak etseydik.

Keşke geçmeseydi!

Ona umutsuzluğun esasen umudun anası olduğunu filan söyleyebilseydim; inanmasa da gülümseseydi, inandırmak için tarihten ve talihten bahsetseydim.

Keşke geçmeseydi!

Aynı vagona binsek, istediğimiz istasyonda insek, bir çay ısmarlasaydım. Tartışsaydık, gülüşseydik, sonra karşılıklı gözlerimiz dolsaydı son zamanlarda sık olduğu gibi.

Keşke geçmeseydi!

Kalbimden gelen elimden gelebilseydi. Çizginin bu tarafında sadece öylesine bir hayatın olmayabileceğini, mücadelenin, direnmemin, hayal etmenin asla bitmemesi gerektiğini, 68’leri, 78’leri, anıları, acıları, acıların bal eylenişini konuşsaydık, bir yerinde beni susturup bir şiir okusaydı.

Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi.

Geçti ve keşke biz yolcular, sağcılar yolcular, solcular yolcular, orta yolcular, teslim olmuşlar, boyun eğmişler, itaat biat trenlerinde sabah akşam gidip gelenler o 1 saatlik kesintiyi "gençliğe ağıt" diye idrak etseydik. Kimimiz işte bir şiir, kimimiz işte bir şarkı, kimimiz işte bir başkaldırı, kimimiz işte bir isyan mırıldansaydı.

Keşke 1 değil, 2 değil, 3 değil bir sürü manasız saatimize mana yükleyip onun 25 yaşına ekleyebilsek, hepimizden gelen 1 saatlerle bile binlerce saati daha olsaydı ve bir ihtimal ya, o saatler hayallerine biraz hakikat sunsaydı, o saatler umutsuzluğuna biraz umut ışığı yaksaydı.

Bu cennet ülkenin gündelik, süresiz, sınırsız cehennemlerinde binlerce ana baba evlat kaybetti kaybediyor.

Ya mermilerle bombalarla, pusularla, ya iş cinayetleriyle, ya erkek şiddetiyle; ya devlet hiddetiyle, bazen Seyhan gibi kemik kemik, bazen bir somun ekmekte Berkin olup işte; olmadı felaketlerle, kazalarla, depremle selle.

Yetmiyor…

Sarı çizginin bu tarafında sandığımız binlerce gencin ruhu sarı çizgiyi aşıp aşıp duruyor.

Biz geçeni, gideni, kendine kıyanı duyuyoruz. O da şöyle bir. Şöyle bir o da. Üstelik çoğu zaman zerre hissetmeden, anlamak için tek bir sorumuz olmadan, sadece bize kaybettirdiği 1 saate hayıflanıp öfkelenerek belki, kimimiz aklına kendi evladını bile getirmeden, kimi genç aralarından birinin düşüşüne dair bir duygu bile geliştirmeden.

Doğduğunda belki ana baba ebe parmağına hayat diye sarılmış, ağlamaktan gülüşlere koşmuş bir bebek ne zaman nasıl büyüyüp de kendini "asalak, kambur, hayalsiz" buluyor ya, işte o zaman o sarı çizgi şahsi bir şey değildir gülüm.

Sadece bir çizgi vardır aranızda, aramızda!

Babayım, çok şükür çocuk kaybetmedim böyle, ama kaybedenlere omuz vermeye, seslerini yahut sessizliklerini sözcüklere dönüştürüp birbirine ve birilerine duyurmaya çalıştım yıllarca.

En kötüsü ise, yıllarca sözcüklerinle büyüttüklerinin, hayalleri ve yolculukları için sözcük üstüne sözcük ürettiklerinin, sözcükleri onların hayatına yol yaptıklarının; en yakınındakiler olsalar bile, bir gün senden, en ihtiyaç duyduğun anda dahi, tek sözcüklerini bile esirgemeleri.

O yüzden işte M.E.E. keşke o peronda iki dakika önce karşılaşsak, merhabalaşsak, bir sohbete başlayabilseydik.

Ah evladım, o kadar çok birikmişti ki sözcük sözcük sözcüğüm, hemen orada sana da sunacak…

O kadar çok bilenmişti ki yürek yürek yüreğim, hemen orada sana da sarılacak…

O kadar çok direnmişti ki ümit ümit ümidim, hemen orada aklına, kalbine katacak.

Keşke geçmeseydi sarı çizgiyi.

Geçti. Size bıraktığı mektubu okudunuz mu peki?

Ne hissettiniz, ne anladınız? Siz çocuklar, ne anladınız gerçekten? Aklınız ne hissetti, kalbiniz ne düşündü?

Ya siz pıtrak pıtrak Mehmet Şimşek, "Tüketici Fiyatları Endeksi"nize bakıp bakıp da bir şey anladınız hissettiniz mi; atıp tuttuğunuz, kemerini, boğazını sıkıp buyrukçunuzla birlikte ufkunu boğduğunuz bu gençlerin "Tüketici Bedel Endeksiniz"e sıkışıp tükenişinden! (UMUR TALU - T24)

Hiç yorum yok