Nerelerden, nerelerden tanıyoruz, nelerden, nelerden dolayı seviyoruz. Hepimizin Kadir İnanır’ı sevmesi için bir nedeni var. Filmleriyle ağl...
Nerelerden, nerelerden tanıyoruz, nelerden, nelerden dolayı seviyoruz. Hepimizin Kadir İnanır’ı sevmesi için bir nedeni var. Filmleriyle ağladık, güldük; sesiyle racon kestik (Ben bu oyunu bozarım), replikler topladık, okuduğu bir şiiri defterimize yazdık (Gülüm seni alır yüce dağ başına kaçarım, yüce dağ başında çadır açarım), yeni yılda kartpostallarını sevdiğimiz kimselere gönderdik ve belki de en önemlisi, aynalar, onunla bize bir şey anlattı: Selvi Boylum Al Yazmalım’ı ayna sahnesinden dolayı kim bilir kaç kez izlemişizdir; İnanır’ın, şöyle bir gelişi vardır, Ahmet Mekin'in aynadan Türkan Şoray'ı bir gözleyişi vardır, kendi içinde konuşması vardır. Can dayanmaz.
Şahsidir: Bir dönem, belki de hayatımın bütün dönemlerinde fotoğrafçılık yaptığım için İnanır’ın fotoğraf hikâyesi bana film gibi gelir. İnanır, o zamanlar Fatsa'dadır, bir tesadüf eseri Saklambaç gazetesinin düzenlediği Fotoroman Kralı yarışmasına katılır. Tesadüf eseri diyorum çünkü İnanır'ın yarışmadan haberi yoktur, bir arkadaşı Samsun’daki Foto Engin’de çektirdikleri bir hatıra fotoğrafını, küçük bir şaka olsun diye yarışmaya gönderir.
O yıl İnanır, Fotoroman Kralı olur; bir süre sonra fotoroman oyunculuğu yapar. Öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değildir bu; bir film fotoğraflar üzerinden anlatılır. İlk örnekleri İtalya’da olan bu tür romanlarda karakterler kelime balonları içinde konuşur, buna küçük duman bulutları denir. Gazeteler bu romanları tefrika ettiler, sonra tür kitap olarak bir yere gelmişti ki, başka bir çağa girdik…
İnanır, fotoroman başarısının ardından sinemaya girer. Bir tarih de atmam gerek: İki yıl sonra Karagözlüm filminde Türkan Şoray’la başrolü paylaşır. Kadir’e kadınlar; Türkan’a erkekler bu filmle âşık olur… Âşık olanlar haksız da değildir.
Sonra unutulmaz göç, işçi, kabadayı, hapishane filmleri ki bu filmlerin bir ucu bize, bir ucu Kürtlere dayanır. Bir filmde yerinden olmuş birilerini anlatır ve yerinden olmuş birinin başına her şey gelir; sevdiği kadın kolunu makineye kaptırır. Dramatik öğelerle bezenmiş olan pek çok film İnanır’ı ortaya çıkartır. Yerinden olmak, kendinden olmaktır. Bir de altmışlı yıllardan beri Almanya diye başka bir gerçek vardır: Almanya, acı vatandır. Buraya gidenler bir gün döneceklerine dair söz vermişlerdir, köydeki tarlalarını yol parası yapmışlardır. Ancak gittikten sonra değişmişlerdir: Lengeri şapka, küçük bir radyoyla izne gelmişlerdir, yanlarında sarışın biri vardır. Türkan ve Kadir, muhteşemdir. Bu filmle kimler ağlamamıştır ki? Analarımıza göre Kadir, burada yanlış yapmıştır, gül gibi kızı bırakıp gitmiştir.
70'li yıllarda solcu filmler vardır. Cüneyt Arkın, duvar yazıları önünden geçer, bizi kedere boğan devrimci bir polistir; çocuklara buruşmuş paralar dağıtır (Bu kederler niyedir Cemil?), Yılmaz Güney zenginden alıp yoksula verir. Kabadayılığın sinemada iş yaptığı zamandır.
İnanır, pek çok kabadayı filminde oynar; Dört Kabadayı, Tophaneli, Aslanlar Kükreyince, Azrail'in Beş Atlısı, Kanlı Para, Kopuk, Vur, Baskın, Korkusuzlar, Silahlara Veda, Tövbekar, Düzen, Fırat, İmparator, İstanbul 1979 vs. Bu filmler arasında İstanbul 1979’un yeri ayrıdır. İnanır, çok zor bir rolü oynar. Sokakta soyulur, çıplaktır!
İnanır, toplumsal içerikli filmlerin oyuncusudur: Köprü (1975), Deprem (1976), Derviş Bey (1978), İsyan (1979), Tomruk (1979) ve Katırcılar (1987) ilk akla gelenlerdir ve İnanır bu filmlerle sol cenahın gönlünde taht kurar.
Mahkûmu da Kadir İnanır gibi iyi oynayan az oyuncu vardır. Bu filmlerin çoğu edebiyat uyarlamalarıdır: Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Kerim Korcan’ın hikâyeleridir. Üçü de aynı zaman diliminde cezaevinde yatmış, aynı davanın adamıdırlar; romanları sinema/edebiyat ilişkisi bağlamında verilecek en iyi örneklerdir. Üçü de güzel uyarlamalardır ve İnanır bu rollerin altından ustaca kalkmasını bilmiştir. Bana göre bunun salt oyunculukla ilgisi yoktur; İnanır, gerçek hayatında hapse girmemiştir, doğrudan darbelerin tanığıdır: İçerdekinin acısını duyarak oynamıştır, bu duyuş adeta içindeki karşı koyuşla birleşir.
72. Koğuş, 1940'larda geçer. İnanır'ın oynadığı en güzel filmdir. Filmin kahramanı Rizeli Ahmet Kaptan, anasının gönderdiği paraları arkadaşlarıyla paylaşır. Bir süre sonra kumara bulaşır, kazanır. Bu kazanç bir süre sonra tersine döner; Ahmet ranzasını, giysilerini, yatağını kaybeder, bunlar yetmezmiş gibi Karılar Koğuşu'nda kalan ve başkasının giysilerini yıkayarak geçimini sağlayan sevgilisinin başka bir cezaevine nakliyle hayatı kararır. Ahmet donarak ölür.
Onun donması karşısında izleyici tepkisiz değildir, filmi izlerken yaz olmasına rağmen bu soğukluğu hissederler.
Elbette, büyük filmlerden biri daha var: Karılar Koğuşu. Toplam altı kadın karakter vardır. Kadınlardan üçü adam öldürmekten, biri zinadan(!), ikisi kişi hak ve hürriyetinden içerdedir. Kulampara kocasını, sevgilisiyle birlikte öldüren iki çocuk annesi Hanım, ilk idam edilen Kürt kadınıdır. Sevgilisini kurtarmak ister. Oysa suç paylaşıldıkça ceza azalacaktır. Hanım buna aldırış etmeden yaşı 18'i doldurmayan sevgilisinin bir an önce kurtulmasını ister. Ona göre kerim ve rahim olan devlet “karı kısmına” dokunmaz. Dahası her an bırakılma umudu taşır. İdamın bir şaka olmadığını anladığı zaman, sabahlar beynine bıçak gibi iner. Asılan Adıyamanlı dil bilmez, bir Kürt’tür ve gerçek hayatta, doğduğum mahalleden komşumdur.
Burada Adıyaman’a bir parantez borcumu ödemem gerekir. Adıyamanlı devrimciler, ‘Namus’un sadece kadına yüklenmiş olduğu gerçekliğini, idam cezasının vahametini, adalet sisteminin zenginden yana işleyen çarklarını değil, Kemal Tahir’in bir Adıyamanlıyı anlatmış olmasını konuştular hep.
Satı ise bir mahalle kavgasına karışmış, komşusunu ısırmış, cinayete sebebiyet vermekten içerdedir. Satı içerdeyken kocası askere alınır ve iki çocuğu hiç kimsenin haberi olmadan evlatlık verilir. Satı kocası askere gittikten sonra kaynanası ile birlikte yaşamak zorunda kalmış, sonuçta bir gün dayanamayıp ağır bir darbe vurarak kaynanasını öldürmüştür. Hubuş ve Tözey hakaretten içerdedirler. Hubuş İslami geleneğe göre yaşayan, ayrıca koca eskiten, dört kez evlenen biridir. Komşularıyla kavga ederken İsmet İnönü'ye küfür etmiştir. Kurtulmak için Malatyalı olduğunu, Türk ve İslam olduğunu belirten uzun bir mektup yazar İsmet İnönü'ye. İnönü böyle bir mektup almış mıdır, bilinmez. Tözey bir genelev kadınıdır. On üç yaşında evlendirilmiştir. Güzel olduğu için köyün ağası tarafından dağa kaldırılmıştır. Kocası ağaya bir şey yapamamış, Tözey'i kabul etmemiştir. Ağa, Tözey'i haremine dahil etmek istemişse de Tözey, tercihini genelevden yana koymuştur.
Tatar Ramazan, İnanır’la atasözüne, halk kahramanına döner. Tatar Ramazan denildiği zaman akla gelen tek kişi vardır: İnanır. Böyle bir özdeşim az bulunur.
12 Eylül'den sonra Bekir Yıldız'ın öyküsünden uyarlanan Darbe’de yine İnanır vardır, bu sefer bir itirafçıyı oynar; itirafçı, cezaevine girmiş, pişmanlıktan yararlanmış, bu yüzden yüzü ameliyatla değiştirilmiş, kayıttan düşmüştür. Herkesi tanıyan, herkesin tanımadığı bir itirafçı... Zor bir oyunculuktur; çünkü herkesi tanır ama kimse tanımaz onu; burada, doğrudan ifadeyle kotarılmış devasa sahneler vardır.
İnanır, pek çok Kürt merkezli filmde oynamıştır. İlk akla gelen İsyan ve Katırcılar’dır; ikisi de klasiktir. İsyan, bir köy filmidir. İnanır, bir dönem yıldızı parlayan, sonra ortadan kaybolan Melike Zobu ile başrolü paylaşır. Kısır ağa, güzel bir kız ve köyün delikanlısı arasında geçen filmde İnanır, yoksul, ama ağa ve oğluna direnen bir köylüyü oynar. Katırcılar ise sınırdadır, karakterleriyle, konusuyla, çekildiği yer itibariyle tümden Kürdistan’dır. İnanır, Halil Ergün ve Necmeddin Çobanoğlu’yla sınırın açmazları içinde yaşayan Kürtleri oynar. Söz konusu edilen coğrafya doğanın kışı zulme çevirdiği bir bölgedir.
Sinan Çetin’in üç önemli ve değerli yapıtından birisi olan Komser Şekspir’de, seyircisi nezdindeki algısına meydan okumuş ve etek giyip kraliçe olmuştur. Kapı filmi ve oradaki Kadir İnanır başlı başına bir yazı konusudur.
Kadir İnanır, gerçek hayatta bir barış emekçisidir. Eğer bir gün bu topraklar adil ve onurlu bir barışla buluşacaksa, şeref kürsüsüne ilk çıkacak insandır. Emeği, cesareti ve özverisi eşsizdir.
Şimdilerde tıp ilmini tekzip etmekle meşgul. Tıbbın henüz çözemediği bir insan diyalektiği vardır. Kadir İnanır bunu kıymetli hekimlere ve yoldaşı Jülide’ye her dakika göstermektedir.
Dayı diye seslenmek istiyorum…
Dayı, ha gayret! Barış ve setler seni bekliyor. (SIRRI SÜREYYA ÖNDER - T24)
Hiç yorum yok