Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Sizin bu dandik düzeninize boyun eğmeyeceğiz

Kadınların cesareti, toplumsal adaletsizliklere karşı seslerini yükseltmekten mi, yoksa bu tür eylemlere karşı güç ve direnç gösteren sistem...


Kadınların cesareti, toplumsal adaletsizliklere karşı seslerini yükseltmekten mi, yoksa bu tür eylemlere karşı güç ve direnç gösteren sistemin karşısında durmaktan mı kaynaklanıyor?

ABD’li kadın hakları savunucusu ve eşitlik savaşçısı hukukçu Ruth Bader Ginsburg belki bu soruya, “Kadınların cesareti, seslerini duyurabilmek ve dünyanın onlara sunduğu engelleri aşabilmek için bir araçtır” diye yanıt verirdi.

Yine aynı ülkeden aktivist, yazar ve insan hakları savunucusu Angela Davis “Bir kadının cesaretini, sadece hayatta kalma yeteneği değil, aynı zamanda başkalarına karşı verdiği savaştır” diye yanıtlayabilirdi, kim bilir.

Kadınlar nasıl mücadele etmesin ki, hep onları yok etmeye, varlıklarını “eşit” değil, “ikincil” konumda tutmaya odaklı bir patriyarka var.

Baştaki soruya sizlerin yanıtlarını da merak etmekle birlikte, kadınların cesaretinin bir yanıyla içgüdüsel, bir yanıyla da adaletsizliklere karşı durmak gücünden geldiğini düşünüyorum.

Çünkü kadınların cesareti, toplumsal adaletsizliklere karşı seslerini yükseltmekten ve bu eylemlere karşı kurumsal gücün ve sistemin oluşturduğu baskılara karşı direnmekten gelir.

Bir yandan, patriyarkal yapılar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren her türlü mekanizmayı içeriyor, diğer yandan, bu yapılar karşısında kadınlar, tarihsel olarak kendilerine biçilen pasif, itaatkâr rollerin ötesine geçerek, sadece kendi haklarını değil, toplumsal adaleti savunuyorlar.

Kadınların cesaretleri, o sistemin karşısında durabilme gücünde, bu gücü kolektif bir şekilde harekete geçirebilmelerinde yatıyor. Bu süreç, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir eylem olmayı gerektiriyor şüphesiz.

Bu güç, bazen doğrudan kendilerini savunmak için sonsuz bir mücadele gücü ve kararlılık halini alıyor.

Örneğin, Türkiye’de çok görünür olmasa da Çin’de kız bebek doğacaksa bu bebeğin anne karnındayken yaşamına son verilebiliyor. Cinsiyet selektivitesinin en yaygın olduğu ülkelerden biri Çin.

Özellikle 1980'lerin sonlarından itibaren Çin’de uygulanan tek çocuk politikası (1990'ların başına kadar) kız çocuklarını tercih etmeyen bir toplum yapısının oluşmasına yol açtı. Birçok aile, erkek çocuklarına olan yüksek talep nedeniyle kız bebekleri doğmadan önce aldırmayı veya terk etmeyi tercih etti.

Hindistan, Pakistan, Endonezya, Bangladeş, Meksika ve Tayland… Bu ülkelerde halen daha kız olarak doğmak neredeyse bir “eksik eteklik”, neredeyse suç.

Hadi diyelim doğdunuz, bir de regl olduğunuzda gördüğünüz işkenceler var. Nepal’de regl döneminde olan kadınlar, “chhaupadi” uygulamasıyla karşı karşıya.

“Chhaupadi”ye göre regl döneminde olan kadınların “kirli” olduğuna ve onlara dokunulmaması gerektiğine inanılıyor. Chaupadi uygulamasında, aileler ve topluluklar, kadınların ve kız çocuklarının neye ve kime dokunabileceklerini kurala bağlıyor.

Bu kurallar kapsamında kadınlar ve kız çocukları evden ayrılmaya ve bir ahırda ya da özellikle bu amaç için inşa edilmiş kulübelerde kalmaya zorlanıyor. Adet kulübeleri genellikle kirli, şiddetli hava şartlarına karşı korunaksız ve güvenliksiz yerler oluyor. Toplumdan tecrit edilen kadınlara sadece yeteri kadar su ve yemek veriliyor.

Ve Türkiye…

Hatırlarsınız belki, Ağustos 2024’te Balıkesir Gönen’de Murat Sevilen isimli baba, kızını doğum gününe gitmek istediği için öldürdü.

Ülkeler değişse de erkek egemen sistemin ortaya çıkardığı sorunlara örnekler maalesef çok.

Kız çocukları ve kadınlar, büyüme mücadelesinde iken sanki onlara bir de otomatik olarak mücadele etme gücü de yükleniyor. Yoksa var olma şansı hep azalıyor.

Doğuştan mücadele refleksi kazanan kadınlar, mutlaka bir cezalandırma ile de karşı karşıya kalıyor.

Geçen hafta basına yansıdı, Marmara Üniversitesi, Semih Çelik’in İstanbul Eyüpsultan'da Ayşenur Halil ve Fatih'te İkbal Uzuner’i öldürmesini protesto eden 25 öğrenci hakkında soruşturma başlattı.

Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nail Yılmaz’ın imzasıyla öğrencilere gönderilen yazıda, protestolar gerekçe gösterilerek “ders, seminer, sınav, uygulama, laboratuvar, atölye çalışması, bilimsel toplantı ve konferans gibi çalışmaların düzenini bozmak” ve “öğrenme ve öğretme hürriyetini engelleyici ya da yükseköğretim kurumlarının işleyiş ve huzurunu bozucu eylemlerde bulunmak” suçlamalarına yer verildi.

Disiplin soruşturması açılan öğrencilerden bazıları, Marmara Üniversitesi Kadın Hakları Kulübü’nden.

Öğrencilere disiplin soruşturması bir rezalet, üzerine gönderdikleri tebligatta “suç” diye önlerine sundukları gerekçeler başka bir rezalet.

Tebligatta, öğrencilere “Senin bu dandik düzenine boyun eğmem”, “Susma sustukça sıra sana gelecek”, “Koruma aklama failleri yargıla”, “Kızını koru, oğlunu eğit”, “Eril adalet değil gerçek adalet” dedikleri için soruşturma açıldığı söyleniyor.

Bir de sanki büyük bir gerçeği ortaya çıkarmış gibi, siyah bezin ölçülerini belirleyerek üzerine '6284 yaşatır' yazmalarını suç unsuru olarak öğrencilere sunuyorlar.

Erkeklerin Ekim’de 49, Kasım’da 32 kadını öldürdüğü, onlarcasını yaralı olarak hayata tutunmak zorunda bıraktığı bir ülkede, üniversite öğrencileri bu durumu protesto ediyor diye cezalandırılmak isteniyor diye yazarken ben utandım.

Siz, sırf kendileri ve başka kadınlar, çocuklar için yaşam hakkının korunmasını istediği için nasıl öğrenciler hakkında disiplin soruşturması açarsınız? Bu nasıl utanmama hali? Nasıl bir aymazlık?

Üstelik bir de öğrencileri, hem 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü hem de 5 Aralık kadınlara seçme seçilme hakkının verildiği güne gönderme yaptıkları, 4 Aralık’ta düzenleyeceği etkinlik günü, okula çağırıp ifade vermelerini istemek nasıl sistemsel hale gelmiş bir kötülük?

Kadın olmak, yaşam hakkı üzerinden empati kurmak, genç olup dünyayı değiştirmek ile ilginiz olmadığı kesin.

Barışçıl bir eylemi, suç diye gencecik öğrencilerin önüne koymanın bu ülkenin geleceğine nasıl faydası olacak?

Birçok araştırmaya göre gençlerin büyük bir kısmı ülkeden gitmek istiyor. Söyler misiniz neden gitmesinler?

Yaşıtlarına yakın iki kadın öldürülmüş ve bunu üniversitede barışçıl bir şekilde protesto ettiklerinde haklarına soruşturma açılıyor. Gelecek belirsizliği ve diğer ekonomik, sosyal sorunları bir yana bırakalım.

Erkek şiddetini, cinayetleri, çocuk istismarlarını, “normal, olabilir, rutin” olarak karşılayan bir gençlik ve toplum mu istiyorsunuz?

Öğrenciler hakkında disiplin soruşturması açılması ile yapılmak istenenin tam karşılığı budur çünkü.

Öğrencileri ve toplumun büyük bir kısmını susturmanın gücünü nereden aldığınızı biliyoruz. Buyurun, birkaçına beraber bakalım.

“Kadın erkek eşitliği demek, kadınların evdeki, annelikteki, eşlikteki görevlerini terk etmesi demek değildir” AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan / 2014

“Kadın, erkekle aynı işi yapabilir, ama kadının asıl vazifesi annelik, eşliktir” Numan Kurtulmuş / 2015

“Kadınlarımızı sadece evdeki görevleriyle sınırlandıran bir anlayışı kabul edemeyiz ama kadınların ailedeki rollerinin de önemini unutmamalıyız.” AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan / 2016

“Kadınların hakları, en önce ailenin huzurunu savunmakla başlar” Fatma Betül Sayan Kaya / 2016

“Kadın ve erkeğin eşitliği, biyolojik farklılıklarını göz ardı etmek demek değildir. Kadın ve erkek farklıdır, farklı görevleri vardır.” AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan / 2017

“Kadınların evde oturup çocuklarını büyütmesi en doğal şeydir.” Bülent Arınç / 2014

“Kadınların şiddet görmesinin tek sebebi, giydikleri elbiseleridir.” AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan / 2011

Kadınlar olarak bizler, korku ve susturma politikalarına karşı dimdik duracağız, bir aradayız. Tıpkı bir ormanın kökleri gibi, farklı ama birbirini besleyen güçleriz, her birimiz, diğerini destekleyerek daha güçlü hale geliriz. “Kadın erkek eşit değildir” diyen cinsiyetçi bakış açınız, tıpkı bir duvar gibi, bizleri birbirimizden ayırmak istese de, o duvarın ötesinde birleşen kolektif mücadelemiz var.

“Anne olmayan kadın eksiktir” gibi söylemlerle bizi “makbul” ve “makbul değil” diye etiketlemeye çalışan, o “kutsal aile” düzeninde sona yaklaştınız. Zaten, bunu siz de görüyor ve biliyorsunuz.

Patriyarka şiddet düzenini meşrulaştıran, öğrencileri cezalandırmak isteyenler de dahil herkese benden bir şarkı...

"Sinirimi zorla, almadan ahımı

Gelmedim oyuna, arama belanı

Elimde kalbim

Senin bu dandik düzenine boyun eğemem..." (EVRİM KEPENEK - BİANET) (FOTOĞRAF: EVRİM KEPENEK)

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA