Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Devlet destekli siyasal İslam’ın darbelerle imtihanı

Cemaat’in 28 Şubat da dahil darbelere destekçiliği ortada olsa bile Milli Görüş'ün "dik durmadığı" yönündeki iddiası doğr...


Cemaat’in 28 Şubat da dahil darbelere destekçiliği ortada olsa bile Milli Görüş'ün "dik durmadığı" yönündeki iddiası doğru. Yakın tarihe göz atıldığında Cemaat ve Milli Görüş’ün de dahil olduğu İslamcıların devletle ve darbelerle olan yakın ilişkisini görmek zor değil.
28 Şubat Soruşturması’nın başlatılması sonrasında Fethullah Gülen’in 28 Şubat ve diğer darbelere açık desteğinin birçok basın organında tekrar gündeme gelmesi nedeniyle Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Gülen’in darbelere destek olmadığı, bazı değerlendirmelerinden seçmece olarak alınan ifadelerle resmin tamamı verilmeden Gülen’in darbelere destek vermiş gibi gösterildiği iddia edildi.
Oysa Gülen’in 12 Eylül ve 28 Şubat’a ilişkin çeşitli yıllarda yapılmış, çok sayıda açıklaması göz önünde tutulduğunda Gülen’in tutumunun darbeleri desteklemek yönünde olduğu açıkça görülebilmekte.
Vakfın “hizmet”in ve Gülen’in darbeler karşısında tutumunu aklamaya dönük açıklamasından dikkat çeken noktalara göz atalım. Konuşmalarında postal sevgisi açıkça görülebilen Gülen’in açıklamaları vakfın iddialarını yalanlamakta.
"Hizmet’in demokrasi ile insan hak ve özgürlükleri talebinin hiçbir zaman toplumun genel anlayış ve beklentilerinin gerisinde olmadığının" ifade edildiği açıklamada, "dindarlara devlet gücünü de kullanarak yapılan pek çok eziyete karşılık, Hizmete gönül verenlerin çatışma yerine aktif sabrı tercih ettikleri, çatışmaksızın, hak belledikleri yolda çalışmalarını sürdürdükleri" iddia edilmekte.
12 Eylül’e selam duran Gülen, hangi evrensel standarta yaklaşmaya çalışıyor?
Açıklamada Cemaat’in demokrasiye yaklaşımı şu şekilde özetlenmekte:
“İslami geleneğin yüzyıllardır benimsediği bir prensip olan "en kötü devlet, devletsizlikten, kaos ve anarşiden iyidir" anlayışı, asla demokrasiyi arka plana atan ve devleti ve yaptığı her şeyi kutsayan bir anlayış olarak anlaşılmamalıdır. Mevcut düzen içerisinde hukukun üstünlüğüne, evrensel hukuka ve insan haklarına uygun olmasalar da yasaların bağlayıcılığına saygı gösterme ve çatışmaya girmeme, ancak bunları katılımcı bir dirençle demokratik yollarla evrensel standartlara yakınlaştırmaya çalışma Hizmet'in temel hareket tarzıdır.”
Askeri darbeyi alkışlayıp, işkencelere destek veren yazılar yazan Gülen’in “evrensel standartlarının” ne olduğu merak konusu. Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli sayısında “ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyen Gülen, bir ay sonra aynı dergide binlerce insanın işkenceden geçirildiği günlerde kaleme aldığı yazısında şu satırlarla işkencecilere merhametsizlik çağrısı yapıyordu:
"Bir de, merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve su-i istimal edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla sevimsiz ve zararlıdır.”
Gülen’in sözleri vakfın açıklamasını yalanlıyor
Açıklamada Gülen’i darbe mağduru olarak göstermek için şu satırlara yer verilmekte:
Fethullah Gülen’in 12 Eylül’e ilişkin açıklamaları için tıklayınız.
“1971 darbesinde haksız yere tutuklanan, 1980 darbesinde 6 yıl bir suçlu gibi kovalanan, 28 Şubat post modern darbesinin ardından da 13 yıldır memleketinden uzak yaşamaya mecbur bırakılan Sayın Gülen'in darbelere sıcak baktığı hatta desteklediği iddiası çok açık bir çarpıtmadır."
Açıklamadaki mağduriyet edebiyatına en iyi yanıtı Gülen’in kendisinin verdiği görülmekte. Gülen 1995 yılında katıldığı ateş hattı programında 12 Eylül döneminde aranmasına ilişkin Reha Muhtar’a şunları söylüyordu:
“Meselenin bir yanı şudur: Benim inançlarım açısından yakalanmama gayretimin yanında birisi tarafından sanki yakalatmama gibi birşey de oldu. Yoksa isteselerdi yakalarlardı. Ya böyle arayanlar çok ciddi yürekten aramadılar. Eğer o işte de ihlas söz konusu ise ihlaslı aramadılar. Veya böyle ben bazen yanlarından teğet geçtim, görmedikleri de oldu. Hatta asker kışlalarına gidiyor, dostları, arkadaşları ziyaret ediyordum, askeriye beni ararken. Hatta bazı askeri kışlalarda bazı komutanlar resimlerimi bile yapıştırmışlardı.”
Gülen’e sorarsak 28 Şubat’ta muhtıra bile yok
Açıklamada Gülen’in, 28 Şubat döneminde kısıt altında da olsa darbe karşıtlığı yaptığı ama Refah Partisi’nin yaşananlar karşısında dik duramadığı iddia edilmekte:
Fethullah Gülen’in 28 Şubat’a ilişkin açıklamaları için tıklayınız.
“Sayın Gülen, çokça eleştirilen Refah-yol hükümetini çekilmeye davet ettiği 16 Nisan 1997'deki Kanal D'de ki röportajında bile o zor zamanlarda söylenebileceği kadarı ile darbelerin ülkeye zarar verdiğini anlatmaya çalışmıştır. Üstelik bu, siyaset kurumunun dik duramayıp, Hizmet'in ve diğer dini hareketlerin eğitim kurumlarının kapatılmasını ya da devletleştirilmesini öngören 28 Şubat kararlarının imzalamasından bir buçuk ay sonradır.”
16 Nisan’da darbelerin zararını anlattığı iddia edilen Gülen’in 29 Mart 1997’de STV’de yaptığı şu açıklamasında, 28 Şubat’ın bırakın darbe, askeri muhtıra olarak bile tanımlanamayacağını söylüyordu:
“Darbe hiçbir zaman tam bir çözüm değildir. Dağlama en son çaredir. Darbeciler iyi niyetlidir ama her darbe birikim ve tecrübe sahiplerini heba etmiştir. Ülkemiz kriz içinde. Gücü temsil edenler krizi önlemelidir. Bu hükümeti değiştirin demek daha demokratik olur. Burada 'Askeriye muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. İsteselerdi, bu öyle bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler.”
Gülen: “28 Şubat, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini de hızlandırdı”
Zaman Gazetesi, 28 Şubat sonrası kurulan yeni Hükümet’i “Hayırlı olsun” dilekleriyle karşılarken Gülen, Zaman yazarlarından İsmail Ünal’ın kendisiyle yaptığı bir söyleşide Ünal’ın “28 Şubat, ülkenin daha iyi bir noktaya gelmesi adına Türkiye’de bazı süreçleri geciktirdi mi?” sorusuna “Geciktirmedi; aksine hızlandırdı. Hatta 28 Şubat, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini de hızlandırdı” şeklinde yanıt vererek orduya olan minnetini dile getiriyordu.
Gülen’in 28 Şubatçılar’ın adeta avukatlığını yapan açıklamaları ortadayken, Cemaat’in vakfının Refah Partisi’ni dik duramamakla suçlaması Cemaat’in ikiyüzlülüğünü bilenleri şaşırtmadı.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın çelişkiler ve çarpıtmalarla dolu acıkmasında Gülen’in 28 Şubat’taki yandaş tutumun aklanmaya çalışılırken, 28 Şubat’a karşı duramama suçunun Refah Partisi’nin üzerine yıkılmak istendiği görülüyor.
Siyasal İslam en başından beri devletle iç içeydi
Cemaatin 28 Şubat’a karşı dik durmak bir yana yer yer destek vermekten kaçınmadığı ortadayken, Refah Partisi’nin açıklamada da belirtildiği gibi "dik durmadığı" bilinen bir gerçek. Gerek Fethullah Gülen Cemaati’nin gerekse Milli Görüş geleneğinin sağlam bir omurgaya sahip olmadıkları, daha sonraki yıllarda mağduriyet edebiyatından geri durmasalar da darbe dönemlerinde darbecilerle çeşitli ilişkiler ve çıkar ortaklıkları kurdukları bilinmekte.
Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu Milli Görüş geleneğinin geçmişi bu konuda sayısız örnekle dolu. Yakın tarihimize göz atıldığında Milli Görüş’ün devletle olan ilişkilerine çok sayıda örnek bulunabilir. İşte bu örneklerden bazıları:
Kontrgerillacı general Erbakan’ı İsviçre’den getirmişti
12 Mart 1971 Darbesi sonrasında Türkiye İşçi Partisi’nin yanı sıra Milli Görüş Geleneğinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi laikliğe aykırı faaliyetleri nedeniyle kapatılmış, Erbakan’a 5 yıllık siyasi yasak konulmuştu. Bunun üzerine Erbakan İsviçre’ye giderek kendisini sağlama almak istemişti. 12 Mart Darbesi’nin generalleri Muhsin Batur ve Turgut Sunalp, İsviçre’ye giderek Erbakan’ı ülkeye dönmek ve yeni bir siyasi parti kurmak konusunda ikna etmişlerdi. Böylece komünizmle mücadele konusunda kendisine duyulan ihtiyacı hisseden Erbakan Milli Selamet Partisi’ni kurarak 1973 seçimlerine katılmış, bir süre sonra da kendisine konulan siyasi yasağın kalkmasıyla Başbakan Yardımcılığına kadar yükselme olanağı bulmuştu.
Erbakan’ı İsviçre’de ziyaret eden iki kişiden biri olan Ziverbey Köşkü işkencecisi Turgut Sunalp’in kontrgerillanın içinde olması Erbakan’la kurulan ilişkinin niteliği hakkında daha fazla fikir veriyor.
Milli Görüş'ün 141-142. madde sevgisi!
12 Mart'ın darbeci generallerinin onay ve desteği ile tekrar siyasi parti kuran Erbakan, 1974 seçimlerinin ardından Ecevit'in CHP'si ile koalisyon kurmuş, İçişleri, Adalet, Eğitim gibi önemli bakanlıkları elinde toplamıştı.
“Darbe mağduru” olduğu söylenen Milli Görüş, 12 Mart darbesinin hapse attığı devrimcilerin 1974 Genel Affı’ndan yararlanmaması için de elinden geleni yapmış ve kamuoyunun gözleri önünde İskenderpaşa tarikatının şeyhi Mehmed Zahid Kotku’nun talimatıyla 141-142.
Maddeden hükümlü mahkumlar af kapsamı dışında bırakılmasını sağladı. Dönemin Adalet Bakanı, sonraları Sivas'ta aydınları yakanların avukatlığını yapacak olan Şevket Kazan idi.
Milli Görüş hem sokakta hem hükümette komünizmle savaştı
Milli Görüş, 12 Eylül 1980 Darbe’sine kadar, sola karşı mücadelede aktif tutum aldı. Milli Selamet Partisi’nin gençlerinden oluşan Akıncılar diğer paramiliter oluşumlar gibi sokaklarda komünizme karşı savaşmaktan geri durmazken, MSP 1. ve 2. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde görev alarak 12 Mart generallerinin güvenine layık olmaya çalışıyordu.
Kontrgerillacı askerler topluca Refah Partisi’ne üye yapılmıştı
12 Eylül Darbesi sonrası kurulan Refah Partisi’nin de devletle ilişkisini sıkı tuttuğu görülüyor. RP 1993 yılındaki 4. Olağan kongresinde önemli bölümü Özel Harp Dairesi ve Milli İstihbarat Teşkilatında görev almış general ve subayları partiye üye yapıyordu. Bu durum kimi parti üyelerince kontrgerillanın RP’ye girdiği şeklinde yorumlanmıştı.
Kürtlere karşı kirli savaş ve Susurluk’ta Refah Partisi’nin tutumu
Erbakan devletin 1990’lı yıllarda Kürtlere karşı uyguladığı kirli savaşı da desteklemekten geri kalmamıştı. 1991 yılındaki milletvekili seçimlerine Alparslan Türkeş’in lideri olduğu Milliyetçi Çalışma Partisi’yle ittifak halinde giren RP, TBMM’de DEP’li vekillere yapılan toplu linçe katılarak dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay veriyordu.
Kirli savaşın sürdüğü dönemde orduyu destekleyici açıklamalarıyla dikkat çeken RP’nin, Susurluk Kazası sonrasında devletin kirli ilişkilerinin ortaya çıkartılması için yapılan eylemlere karşı tutum alarak safını bir kez daha belli ettiği görülüyor. Erbakan, “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri yapanlarla “Gulu gulu dansı yapıyorlar” sözleriyle dalga geçerken RP’nin Adalet Bakanı Şevket Kazan insanlık adına utanç verici bir açıklama yaparak yapılan eylemleri “mum söndü oynuyorlar” şeklinde tanımlıyordu.
RP Körfez Savaşı’na girmek için Özal kadar hevesliydi
Erbakan’ın Körfez Savaşı sırasında takındığı tutum ise yürüttüğü işbirliğinin sadece Türkiye’deki egemen güçlerden ibaret olmadığını, ABD çıkarlarının savunuculuğu konusunda da iddialı olduğunu gösteriyor. Dönemin Başbakanı Turgut Özal Türkiye’yi ABD’nin yanında savaşa sokmak için var gücüyle çalışırken Erbakan’da boş durmuyor, Suudi Arabistan Kralı’na çektiği destek mesajı içeren telgrafla Amerikancı cephede yer aldığını ortaya koyarak Irak’a ABD öncülüğünde yapılan müdahaleyi “Allah’a yaklaşma” olarak tanımlıyordu.
(soL - Haber Merkezi)