İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) tam üyelik sürecinde Eylül ayında yarım ...
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO),
Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) tam üyelik sürecinde Eylül ayında yarım
yüzyılı geride bırakmaya yaklaştığını, üye ülkelerle Türkiye arasındaki
Gümrük Birliği sonrası gerçekleşen dış ticaret açığının toplamda 221
milyar doları geçtiğini bildirdi.
İSMMMO'nun “Türkiye-AB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl” adlı raporuna göre, AB yolunda en heyecan verici gelişme olarak görülen Gümrük Birliği ile dış ticarette verilen açık son beş yılda 100 milyar dolara yaklaştı, toplamda ise 221 milyar doları aştı.
Avrupa Birliği üyeliği, Türkiye kapitalizminin yarım asırlık hedefi. 12 Eylül darbesi sonrasında tüm iktidarların paylaştığı neoliberal politikalar, 1996 yılında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesiyle sonuçlandı. Türkiye’de sol, uzun yıllar boyunca “Onlar ortak biz pazar” diyerek bu politikaya karşı çıkmıştı.
Bugünden geriye bakıldığında, solun itirazının ne kadar haklı olduğunu gösteren bir tablo karşımıza çıkıyor.
İSMMMO’nun raporuna göre Türkiye, Gümrük Birliği'nin imzalandığı 1996 yılını izleyen dönemde AB'ye ihracatta patlama bekledi, ancak açıklanan verilerde tam tersi bir görüntü ortaya çıktı.
Türkiye, AB ülkeleri arasındaki ticari ilişkide sürekli eksi bakiye verdi. Dış ticaretteki negatif denge, son beş yılda hızla arttı. 1996-2009 arasında yıllık ortalama 10 milyar dolar seviyesinde açık verilirken, 2010 yılında bu açık 19,5 milyar dolar, 2011 yılında 28,8 milyar dolar, 2012 yılında da 28,2 milyar dolar oldu. Son beş yılın toplam açığı 100 milyar dolara yaklaşırken 2013 yılının ilk 5 aylık döneminde açık 12 milyar doları buldu. 1996 yılından 2013'ün Mayıs sonuna kadar verilen açık ise 221 milyar doları aştı.
Ticarette paylar düşüyor
Rapora göre; Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerin çarpıcı bir göstergesi de hem ithalatta hem de ihracatta, AB ülkelerinin payının göreceli olarak azalması. Türkiye, Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalarken AB ile ticaretin artacağı ve taraflar arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin en üst düzeye çıkacağı varsayılıyordu. Oysa veriler karşılıklı bağımlılığın giderek azaldığını da ortaya koydu.
Rapora göre, Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı 1996 yılında Türkiye’nin toplam ithalatı içinde AB ülkelerinin payı yaklaşık yüzde 56 seviyesindeydi. 2012 yılına gelindiğinde, bu oran yüzde 37’ye düştü. Aynı şekilde, Türkiye’nin ihracatı içinde de AB’nin payı düşüş gösterdi. Rapora göre, Türkiye her 100 dolarlık ihracatının 54 dolarını AB ülkelerine gerçekleştirirken, bu oran 2012 yılına gelindiğinde yüzde 38,8’e kadar düştü.
Gümrük Birliği ihanetinin öyküsü
Avrupa Birliği, bugüne kadar kendi üyeleri dışında dört ülkeyle Gümrük Birliği anlaşması imzaladı: Andorra, Monako, San Marino ve Türkiye. Türkiye dışındaki üç ülkenin çok küçük ekonomiye ve nüfusa sahip olmaları, anlamlı bir üyelik dışı Gümrük Birliği anlaşmasının yalnızca Türkiye ile yapılmış olduğunu gösteriyor. Türkiye dışındaki hiçbir AB adayı ülkenin böyle bir anlaşmaya yanaşmamasının nedeni, tek taraflı olarak AB’nin gümrük politikalarına tabi olunması ve bu nedenle ticaret hacminde büyük açık oluşması.
Türkiye’nin 1959’da başlayan üyelik sürecinin başından beri gündemde olan Gümrük Birliği’nin üyelikten önce başlatılması, Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin kararıyla gerçekleşti. Dönemin hükümeti, Gümrük Birliği’nin ardından tam üyelik sürecinin yakınlaşacağı mesajı vererek kamuoyunda beklenti oluşturmuştu. Sonuçta kamuoyunda “Gümrük Birliği Kararı” olarak bilinen ve 6 Mart 1995 tarihinde kabul edilen Ortaklık Konseyi Kararı’nın altına, DYP-SHP koalisyon hükümeti imza attı.
Asıl maliyet bundan sonra
Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasının maliyetinin önümüzdeki dönemde giderek artması bekleniyor. Özellikle AB ile ABD arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın hayata geçmesi durumunda, Türkiye’nin ticaret açığında büyük bir artış olacak.
ABD ve AB arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanması durumunda, bunun tarafların ticaret hacimlerine yaklaşık 100 milyar avro düzeyinde artış sağlaması bekleniyor. Ancak Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği Anlaşması hükümleri gereği, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Türkiye’ye gümrüksüz ürün satma hakkı kazanırken, Türkiye aynı haktan yararlanamıyor.
AKP’nin çaresiz adımları
AKP hükümeti, şimdiye kadar, zaten kırılgan olan ekonomiyi uçuruma sürükleyebilecek bu durum karşısında başarısız girişimlerde bulundu. AB-ABD görüşmelerinde Türkiye’nin de yer almasını isteyen hükümet, bu konuda her iki taraftan da olumsuz yanıt aldı. Başbakan Erdoğan, Mayıs ayındaki ABD gezisinde Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve eli boş döndü.
Erdoğan’ın 100’e yakın işadamıyla yaptığı ziyarette, görüşmelere Türkiye’nin de dahil edilmesi veya bu olmazsa, ABD ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması yapılması gibi öneriler sunulmuş, ancak bu öneriler Obama tarafından reddedildi. Bunun yerine alınan tek karar, iki ülke arasında konuyla ilgili çalışacak ortak bir komite kurulması oldu.
Çağlayan’dan samimi itiraflar
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın konuyla ilgili önceden yaptığı açıklamalarda ise sürecin Türkiye’ye maliyetiyle ilgili önemli itiraflar bulunuyor. Türkiye'nin bu anlaşma dışında kalmaması için gerekli çabayı gösterdiğini belirten Çağlayan, şu ifadeleri kullanmıştı:
“AB de bu çabalarımız karşısında her türlü ikiyüzlülüğü göstermeye devam ediyor. Tekrar ediyorum, AB ikiyüzlüdür. AB, Türkiye'ye karşı samimi değildir, AB'nin başkentinde bilhassa bunları söylüyorum. Türkiye, 18 yıldır Gümrük Birliği çerçevesinde, AB'ye tam üyelik müzakeresini 50 yıldır sürdüren bir ülke.”
AB-ABD müzakerelerine paralel olarak Türkiye ile de müzakerelerin başlatılmasını umduklarını belirten Çağlayan, açıklamasında ayrıca şu verileri sunmuş ve mevcut durumun sürdürülemez olduğunu itiraf etmişti:
“Türkiye serbest ticaret anlaşmasının dışında kalırsa, bizim Amerika ile zaten olumsuz olan ticaret hacmimiz daha olumsuza gidebilir. Biz Amerika'ya 1 satıyoruz, 3 alıyoruz. 5,6 milyar dolar ihracatımız var karşılığında 14,1 milyar dolar ithalat yapıyoruz. Tabii bu sürdürülebilir değil. 50 yıllık müttefikliğe yakışan bir olay, bir sonuç değil. Böyle bir şeyde Amerikan malları Avrupa üzerinden gümrüksüz girecek, benim ülkemin ürünü Amerika'ya giderken engelle karşılaşacak. Avrupalıların yapmış olduğu vurdumduymazlığı umut ediyorum ki ABD yapmayacaktır, samimi olacaktır. Umarız ki Amerika, Avrupa'nın yaptığı bu hatayı yapmaz.”
‘Türkiye şaşaalı görüntüsüne rağmen aslında kof bir ülke’
Ekonomist Mustafa Sönmez, AB’yle ekonomik ilişkileri soL’a değerlendirdi: AKP’nin bunu sürdürmekten başka çaresi yok. Ancak blöf yaparlar.
İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın raporuna göre, Gümrük Birliği’nin 1996’dan bugüne ülkemize faturası 221 milyar doları aşmış durumda. Ne anlama geliyor Gümrük Birliği ülkemiz için? Niye içindeyiz bu birliğin?
AB’nin kamu birliği olan ülkeleri kendi dışındaki ülkelere nasıl bir birlik ilişkisine sahiplerse, Türkiye de aynı formatı kabul ediyor. AB ülkeleri Asya’dan özellikle giyim, dayanıklı tüketim malları ithal ediyorlar. Dolayısıyla bu ürünleri ithal etmekte gümrük uygulamıyorlar, malları oradan almak istiyorlar. Bu malların AB’de üretilmesi kârlı olmaktan çıktığı için Asya’da üretilen ve “sizden alırız” dediği ürünler. Türkiye bu ürünlerin kendi pazarına girişini de kabullenmiş oluyor. Kendisine ciddi bir rakip yaratıyor.
Gümrük Birliği’nden dolayı Türkiye’nin kaygısı var. Türkiye için o zaman da yanlıştı, bugün de. Asya ülkelerinin ürünlerine karşı bir tedbir alamıyoruz, kendi ipliğimizi kumaşımızı bile koruyamıyoruz, bundan dolayı Türkiye zarara giriyor. Gümrük Birliği, Avrupa’nın kendisi için geliştirdiği gümrüğe Türkiye’nin hesapsız şekilde onay vermesidir. Yıkıcı etkisinden kendisini koruyamamasıdır.
Gümrük Birliği baştan beri eleştiriliyordu ama her gelen iktidar sahip çıktı.
Avrupa bunu tam üyeliğe geçişi gibi takdim etti. Türkiye de pazarlık konusu yapamadı. Üyeliği, adaylığa giden yolda bir istasyon gibi gördü ve sonucu Türkiye’ye ağır oldu. Türkiye Asya ülkelerinin yıkıcı rekabetine engel olamıyor. Sanayi kapısını kapatmak zorunda kaldı, insanlar işsiz kaldı.
AKP ise son dönemde Avrupa Birliği’ne karşı kimi eleştirel çıkışlarda bulunsa da bunlar daha ziyade günlük konuşmalarda dile getirilen değerlendirmelerden ibaret. Uygulamada ise ülkemize zararlı olan ilişki tamamen korunuyor.
Gümrük Birliği, tam üyelik beklentisiyle kabul edildi. AKP de buna dokunmadı. AKP iktidar olduktan sonra yeni bir uluslararası ilişkiler politikası kurmadı, 2001 krizinde başlatılan programı sürdürdü. Dış kaynakları Avrupa’dan buluyorsunuz, ihracatınızı yüzde 50-60 Avrupa’ya yapıyorsunuz... AKP bunu değiştirebilecek niyette ve kapasitede değildir. Bunu sürdürmekten başka yapacağı bir şey yok. Ancak blöf yaparlar.
Bu gelişmeleri ele aldığımızda, sizin öngörünüz ve değerlendirmeniz nedir?
Türkiye bu ilişkileri içerisinde Avrupa’yla ne yeni bir müzakereye oturabiliyor ne de yeni bir anlaşma sunabilecek durumdadır. Avrupa’ya muhtaç bir ülkenin bunu yapabilmesi için ayaklarının üzerinde durabilmesi, müzakere gücüne sahip olması gerekir. Türkiye son 10 yılda Avrupa’yla hem dış kaynak kullanma hem de dış pazarda mutlak bir bağımlılık ilişkisi geliştirdi. 350 milyar dolar dış borcu olan ülkenin kalkıp da AB’ye “bu birlikte olmak istemiyorum” deme gücü yok. Kendini de mecbur bırakıyor çünkü dış yatırımcılar sizi belli bir kulübün içerisinde, belirli bir çıtada görmedikleri takdirde serseri mayına benzetirler. Dış kaynağın girmemesi halinde ekonomi çarkı da dönmüyor, AKP dış yatırımcılara bizim bir yol haritamız var diyebilmek için bu kulüpten ayrılmıyor.
Bağımsız olmanız ve gücünüzün olması gerekiyor. Güya bölgesel güç, sıfır sorun, Ortadoğu’da oyuncu havasına girdiler ama boylarının ölçüsünü aldılar. Böyle bir şey yok. Avrupa’ya rağmen yapabileceği bir şey yok, pazarlık gücüne sahip olmak için bağımsız güç olmak gerekiyor. Daha kendi kaynaklarını kullanan bir ülke olması gerekiyor. Türkiye ,şaşalı görüntüsüne rağmen kof bir ülkedir. Çok yüksek dış kaynak ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var. Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir.
İSMMMO'nun “Türkiye-AB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl” adlı raporuna göre, AB yolunda en heyecan verici gelişme olarak görülen Gümrük Birliği ile dış ticarette verilen açık son beş yılda 100 milyar dolara yaklaştı, toplamda ise 221 milyar doları aştı.
Avrupa Birliği üyeliği, Türkiye kapitalizminin yarım asırlık hedefi. 12 Eylül darbesi sonrasında tüm iktidarların paylaştığı neoliberal politikalar, 1996 yılında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesiyle sonuçlandı. Türkiye’de sol, uzun yıllar boyunca “Onlar ortak biz pazar” diyerek bu politikaya karşı çıkmıştı.
Bugünden geriye bakıldığında, solun itirazının ne kadar haklı olduğunu gösteren bir tablo karşımıza çıkıyor.
İSMMMO’nun raporuna göre Türkiye, Gümrük Birliği'nin imzalandığı 1996 yılını izleyen dönemde AB'ye ihracatta patlama bekledi, ancak açıklanan verilerde tam tersi bir görüntü ortaya çıktı.
Türkiye, AB ülkeleri arasındaki ticari ilişkide sürekli eksi bakiye verdi. Dış ticaretteki negatif denge, son beş yılda hızla arttı. 1996-2009 arasında yıllık ortalama 10 milyar dolar seviyesinde açık verilirken, 2010 yılında bu açık 19,5 milyar dolar, 2011 yılında 28,8 milyar dolar, 2012 yılında da 28,2 milyar dolar oldu. Son beş yılın toplam açığı 100 milyar dolara yaklaşırken 2013 yılının ilk 5 aylık döneminde açık 12 milyar doları buldu. 1996 yılından 2013'ün Mayıs sonuna kadar verilen açık ise 221 milyar doları aştı.
Ticarette paylar düşüyor
Rapora göre; Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerin çarpıcı bir göstergesi de hem ithalatta hem de ihracatta, AB ülkelerinin payının göreceli olarak azalması. Türkiye, Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalarken AB ile ticaretin artacağı ve taraflar arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin en üst düzeye çıkacağı varsayılıyordu. Oysa veriler karşılıklı bağımlılığın giderek azaldığını da ortaya koydu.
Rapora göre, Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı 1996 yılında Türkiye’nin toplam ithalatı içinde AB ülkelerinin payı yaklaşık yüzde 56 seviyesindeydi. 2012 yılına gelindiğinde, bu oran yüzde 37’ye düştü. Aynı şekilde, Türkiye’nin ihracatı içinde de AB’nin payı düşüş gösterdi. Rapora göre, Türkiye her 100 dolarlık ihracatının 54 dolarını AB ülkelerine gerçekleştirirken, bu oran 2012 yılına gelindiğinde yüzde 38,8’e kadar düştü.
Gümrük Birliği ihanetinin öyküsü
Avrupa Birliği, bugüne kadar kendi üyeleri dışında dört ülkeyle Gümrük Birliği anlaşması imzaladı: Andorra, Monako, San Marino ve Türkiye. Türkiye dışındaki üç ülkenin çok küçük ekonomiye ve nüfusa sahip olmaları, anlamlı bir üyelik dışı Gümrük Birliği anlaşmasının yalnızca Türkiye ile yapılmış olduğunu gösteriyor. Türkiye dışındaki hiçbir AB adayı ülkenin böyle bir anlaşmaya yanaşmamasının nedeni, tek taraflı olarak AB’nin gümrük politikalarına tabi olunması ve bu nedenle ticaret hacminde büyük açık oluşması.
Türkiye’nin 1959’da başlayan üyelik sürecinin başından beri gündemde olan Gümrük Birliği’nin üyelikten önce başlatılması, Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin kararıyla gerçekleşti. Dönemin hükümeti, Gümrük Birliği’nin ardından tam üyelik sürecinin yakınlaşacağı mesajı vererek kamuoyunda beklenti oluşturmuştu. Sonuçta kamuoyunda “Gümrük Birliği Kararı” olarak bilinen ve 6 Mart 1995 tarihinde kabul edilen Ortaklık Konseyi Kararı’nın altına, DYP-SHP koalisyon hükümeti imza attı.
Asıl maliyet bundan sonra
Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasının maliyetinin önümüzdeki dönemde giderek artması bekleniyor. Özellikle AB ile ABD arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın hayata geçmesi durumunda, Türkiye’nin ticaret açığında büyük bir artış olacak.
ABD ve AB arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanması durumunda, bunun tarafların ticaret hacimlerine yaklaşık 100 milyar avro düzeyinde artış sağlaması bekleniyor. Ancak Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği Anlaşması hükümleri gereği, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Türkiye’ye gümrüksüz ürün satma hakkı kazanırken, Türkiye aynı haktan yararlanamıyor.
AKP’nin çaresiz adımları
AKP hükümeti, şimdiye kadar, zaten kırılgan olan ekonomiyi uçuruma sürükleyebilecek bu durum karşısında başarısız girişimlerde bulundu. AB-ABD görüşmelerinde Türkiye’nin de yer almasını isteyen hükümet, bu konuda her iki taraftan da olumsuz yanıt aldı. Başbakan Erdoğan, Mayıs ayındaki ABD gezisinde Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve eli boş döndü.
Erdoğan’ın 100’e yakın işadamıyla yaptığı ziyarette, görüşmelere Türkiye’nin de dahil edilmesi veya bu olmazsa, ABD ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması yapılması gibi öneriler sunulmuş, ancak bu öneriler Obama tarafından reddedildi. Bunun yerine alınan tek karar, iki ülke arasında konuyla ilgili çalışacak ortak bir komite kurulması oldu.
Çağlayan’dan samimi itiraflar
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın konuyla ilgili önceden yaptığı açıklamalarda ise sürecin Türkiye’ye maliyetiyle ilgili önemli itiraflar bulunuyor. Türkiye'nin bu anlaşma dışında kalmaması için gerekli çabayı gösterdiğini belirten Çağlayan, şu ifadeleri kullanmıştı:
“AB de bu çabalarımız karşısında her türlü ikiyüzlülüğü göstermeye devam ediyor. Tekrar ediyorum, AB ikiyüzlüdür. AB, Türkiye'ye karşı samimi değildir, AB'nin başkentinde bilhassa bunları söylüyorum. Türkiye, 18 yıldır Gümrük Birliği çerçevesinde, AB'ye tam üyelik müzakeresini 50 yıldır sürdüren bir ülke.”
AB-ABD müzakerelerine paralel olarak Türkiye ile de müzakerelerin başlatılmasını umduklarını belirten Çağlayan, açıklamasında ayrıca şu verileri sunmuş ve mevcut durumun sürdürülemez olduğunu itiraf etmişti:
“Türkiye serbest ticaret anlaşmasının dışında kalırsa, bizim Amerika ile zaten olumsuz olan ticaret hacmimiz daha olumsuza gidebilir. Biz Amerika'ya 1 satıyoruz, 3 alıyoruz. 5,6 milyar dolar ihracatımız var karşılığında 14,1 milyar dolar ithalat yapıyoruz. Tabii bu sürdürülebilir değil. 50 yıllık müttefikliğe yakışan bir olay, bir sonuç değil. Böyle bir şeyde Amerikan malları Avrupa üzerinden gümrüksüz girecek, benim ülkemin ürünü Amerika'ya giderken engelle karşılaşacak. Avrupalıların yapmış olduğu vurdumduymazlığı umut ediyorum ki ABD yapmayacaktır, samimi olacaktır. Umarız ki Amerika, Avrupa'nın yaptığı bu hatayı yapmaz.”
‘Türkiye şaşaalı görüntüsüne rağmen aslında kof bir ülke’
Ekonomist Mustafa Sönmez, AB’yle ekonomik ilişkileri soL’a değerlendirdi: AKP’nin bunu sürdürmekten başka çaresi yok. Ancak blöf yaparlar.
İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın raporuna göre, Gümrük Birliği’nin 1996’dan bugüne ülkemize faturası 221 milyar doları aşmış durumda. Ne anlama geliyor Gümrük Birliği ülkemiz için? Niye içindeyiz bu birliğin?
AB’nin kamu birliği olan ülkeleri kendi dışındaki ülkelere nasıl bir birlik ilişkisine sahiplerse, Türkiye de aynı formatı kabul ediyor. AB ülkeleri Asya’dan özellikle giyim, dayanıklı tüketim malları ithal ediyorlar. Dolayısıyla bu ürünleri ithal etmekte gümrük uygulamıyorlar, malları oradan almak istiyorlar. Bu malların AB’de üretilmesi kârlı olmaktan çıktığı için Asya’da üretilen ve “sizden alırız” dediği ürünler. Türkiye bu ürünlerin kendi pazarına girişini de kabullenmiş oluyor. Kendisine ciddi bir rakip yaratıyor.
Gümrük Birliği’nden dolayı Türkiye’nin kaygısı var. Türkiye için o zaman da yanlıştı, bugün de. Asya ülkelerinin ürünlerine karşı bir tedbir alamıyoruz, kendi ipliğimizi kumaşımızı bile koruyamıyoruz, bundan dolayı Türkiye zarara giriyor. Gümrük Birliği, Avrupa’nın kendisi için geliştirdiği gümrüğe Türkiye’nin hesapsız şekilde onay vermesidir. Yıkıcı etkisinden kendisini koruyamamasıdır.
Gümrük Birliği baştan beri eleştiriliyordu ama her gelen iktidar sahip çıktı.
Avrupa bunu tam üyeliğe geçişi gibi takdim etti. Türkiye de pazarlık konusu yapamadı. Üyeliği, adaylığa giden yolda bir istasyon gibi gördü ve sonucu Türkiye’ye ağır oldu. Türkiye Asya ülkelerinin yıkıcı rekabetine engel olamıyor. Sanayi kapısını kapatmak zorunda kaldı, insanlar işsiz kaldı.
AKP ise son dönemde Avrupa Birliği’ne karşı kimi eleştirel çıkışlarda bulunsa da bunlar daha ziyade günlük konuşmalarda dile getirilen değerlendirmelerden ibaret. Uygulamada ise ülkemize zararlı olan ilişki tamamen korunuyor.
Gümrük Birliği, tam üyelik beklentisiyle kabul edildi. AKP de buna dokunmadı. AKP iktidar olduktan sonra yeni bir uluslararası ilişkiler politikası kurmadı, 2001 krizinde başlatılan programı sürdürdü. Dış kaynakları Avrupa’dan buluyorsunuz, ihracatınızı yüzde 50-60 Avrupa’ya yapıyorsunuz... AKP bunu değiştirebilecek niyette ve kapasitede değildir. Bunu sürdürmekten başka yapacağı bir şey yok. Ancak blöf yaparlar.
Bu gelişmeleri ele aldığımızda, sizin öngörünüz ve değerlendirmeniz nedir?
Türkiye bu ilişkileri içerisinde Avrupa’yla ne yeni bir müzakereye oturabiliyor ne de yeni bir anlaşma sunabilecek durumdadır. Avrupa’ya muhtaç bir ülkenin bunu yapabilmesi için ayaklarının üzerinde durabilmesi, müzakere gücüne sahip olması gerekir. Türkiye son 10 yılda Avrupa’yla hem dış kaynak kullanma hem de dış pazarda mutlak bir bağımlılık ilişkisi geliştirdi. 350 milyar dolar dış borcu olan ülkenin kalkıp da AB’ye “bu birlikte olmak istemiyorum” deme gücü yok. Kendini de mecbur bırakıyor çünkü dış yatırımcılar sizi belli bir kulübün içerisinde, belirli bir çıtada görmedikleri takdirde serseri mayına benzetirler. Dış kaynağın girmemesi halinde ekonomi çarkı da dönmüyor, AKP dış yatırımcılara bizim bir yol haritamız var diyebilmek için bu kulüpten ayrılmıyor.
Bağımsız olmanız ve gücünüzün olması gerekiyor. Güya bölgesel güç, sıfır sorun, Ortadoğu’da oyuncu havasına girdiler ama boylarının ölçüsünü aldılar. Böyle bir şey yok. Avrupa’ya rağmen yapabileceği bir şey yok, pazarlık gücüne sahip olmak için bağımsız güç olmak gerekiyor. Daha kendi kaynaklarını kullanan bir ülke olması gerekiyor. Türkiye ,şaşalı görüntüsüne rağmen kof bir ülkedir. Çok yüksek dış kaynak ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var. Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir.