Aydemir Güler’le Yazılama Yayınevi’nden çıkan Bir Türkiyelileşememe Öyküsü/ Kürt “açılımı” hakkında yazılar kitabı, Kürt hareketinin Tü...
Aydemir Güler’le Yazılama Yayınevi’nden çıkan Bir
Türkiyelileşememe Öyküsü/ Kürt “açılımı” hakkında yazılar kitabı, Kürt
hareketinin Türkiye'deki gelişmelere kulak tıkayan siyaseti ya da
siyasetsizliği üzerine söyleştik.
Fatma Pınar Arslan - soL Kitap
“Kürt hareketi dinci gericilik konusunda ne düşünüyor? Bilmiyoruz, çünkü yok bir tutumu. Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor? Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil. Kürt hareketi diyor ki bize, ‘ben bütün bunlara Kürtlerin çıkarlarından hareketle bakarım’. Problem burada.”
Sanırım şu soruyla başlamak gerekli, “Türkiyelileşememe” derken ne kastediyorsunuz? Bu hangi tarihte başlayan bir “öykü”?
Kürt hareketinin kendi diline bakarsak, 1990’lardan itibaren bir Türkiye partisi haline gelme, Türkiyelileşme tartışması vardır. Yani bu benim kavramım değil; Kürt hareketinin Türkiye siyasetine armağan ettiği ve kendisiyle ilgili bir problemi tarif ederken kullandığı bir kavram. Neyi anlatıyor? Kürt hareketi öyle bir gelişme rotası buldu ki, kendi tarihselliği içinde güçlendikçe, geliştikçe, Türkiye’deki diğer siyasal dinamiklerin dışına kaydı. Kürt hareketinin gelişmesi, büyümesi, onu Türkiye’yi topluca etkileyecek bir güç haline getirmedi. Giderek gündemi farklılaştı. Bir noktaya kadar, Kürt siyasetçilerin bunu bir sorun olarak gördüklerini ve samimi olarak aşmak istediklerini düşünüyorum. Ama geldiğimiz noktada artık ip kopmuş durumda. Kürt hareketinin artık böyle bir sorunu olmadığını da düşünüyorum.
Bu “Türkiyelileşememe” durumunun geri dönülemez olduğunu mu söylüyorsunuz?
Kestirmeden “bitti, artık bambaşka” gibi, sürecin önünü tamamen kapatacak, kimi olasılıkları tamamen devre dışı bırakıcı değerlendirmelerde bulunmak çok yerinde olmayabilir. Bugün belli bir doğrultuda giden gelişmeler, bakarsın bir kırılma noktası yaşanır ve başka türlü akmaya başlar. Buna ilişkin de, Kürt hareketi özelinde bazı olasılıklar hâlâ var.
Ama şu anda Kürt hareketi, Türkiye’nin diğer meselelerine ilişkin nasıl bir pozisyon alıyor; bu sorunun cevabı yok. Kürt hareketi dinci gericilik konusunda ne düşünüyor? Bilmiyoruz, çünkü yok bir tutumu. Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor? Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil. Kürt hareketi diyor ki bize, “ben bütün bunlara Kürtlerin çıkarlarından hareketle bakarım”. Problem burada.
Böyle bir noktaya gelebilmek için, arkasında büyük bir güç biriktirmesi gerekir bir hareketin. Yani, ben diğer parametrelere değil, sadece kendime bakarak tutum alacağım demek, büyük bir cüret. Bu cüret büyük bir toplumsal, siyasal birikimi yansıtıyor. Kürt hareketi büyüyor, güçleniyor ve Türkiye’den kopuyor.
Siz bu yazıları Haziran Direnişi’nden önce yazdınız. Direnişten sonra bir sunuş eklediniz. Haziran Direnişi bu söyledikleriniz açısından neyi ortaya çıkarmış oldu?
Haziran Direnişi kırılma noktalarından biri. Kürt hareketi, Türkiye’nin ilerici, seküler, solcu dinamikleriyle karşılaştığında da, “ben sizinle değil kendimle ilgileniyorum” demiş oldu. Bu, çok dramatik bir durum. Herkes zannediyordu ki, ve Kürt hareketi de kendisine bunu atfediyordu, Kürt hareketi Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bir rengi olmayı gözetir. Bu varsayım ortadan kalktı. Türkiye’de 10 milyon insan siyasi iktidarın karşısında, tartışmasız solcu bir pozisyonla hareketlenecekler ve bir başka muhalefet hareketi “hayır, ben buna da kendi pozisyonumdan bakarım” diyecek.
O da ne oldu, “İmralı açılımı sekteye uğrar mı uğramaz mı” tartışması. Uğrar tabii ki! Türkiye’de AKP iktidarı yıpranırsa, büyük kitleler sokağa çıkıp AKP’yi istifaya çağırırsa, böyle bir hükümet tabii ki Kürtlerle başka bir süreci örmeye devam edemez. AKP’nin artık bu enerjisi yok. Devam edemeyecek olmasının tek nedeni bu değil, ama bir nedeni de bu. Dolayısıyla Haziran Direnişi bir kırılma noktası. Kürt hareketi, Türkiye’de en kolay buluşabileceği toplumsal hareketlerden ve kesimlerden kendisine sunulan bir fırsatı tepmiş oldu.
Haziran Direnişi’nden sonra Kürt hareketinin, AKP’nin krizi atlatmasında, kolaylaştırıcı ya da zorlaştırıcı, nasıl bir etkisi olmasını bekliyorsunuz?
Bu derleme daha önce yapılmıştı. Birkaç eklemeyle o güncelliği yakalamaya çalıştık. Bugün, bu yazıların bütününde izi takip edilen şeyin geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum. O da şu: Kürt hareketi ile Türkiye’deki siyasal iktidar arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi, iplerin atılması ile sonuçlanamaz. Tanım gereği, Kürt başlığında Türkiye’deki eski statükonun, İkinci Cumhuriyet’in çıkarlarına ve Ortadoğu’daki Amerikan senaryolarına uygun bir şekilde değiştirilmesi lazım. Kürt statükosu, bu anlamda “eski çağda”, yani Birinci Cumhuriyet’te ve Soğuk Savaş döneminde demir atmışken, Türkiye’de İkinci Cumhuriyet, bölgede de yenilenmiş bir Amerikan hegemonyası yürümez. Dolayısıyla, Türkiye’de Kürt hareketiyle ilgili olarak, istendiği kadar derin ayrılıklar, gerginlikler ortaya çıksın, bu köprülerin atılması anlamına gelmeyecekti. Bu elinizdeki kitabın temel tezlerinden biri.
Şimdi de aynı şeyi yaşıyoruz. Kısa süre önce Kürt hareketinin bir lideri, “bu reform süreci iyi gitmiyor, biz güvence istiyoruz, güvenceyi de Eylül başına kadar görmek istiyoruz” dedi. Sonra, bunun üzerinden iki hafta ya geçti ya geçmedi, başka ağızlardan “süreç devam ediyor, reformlar da yapılacak gibi gözüküyor” mesajı gelmeye başladı. Daha başkaları da “biz tarih telaffuz ederken, savaşa dönmeyi, çatışmalara dönmeyi kastetmiyoruz” demeyi ihmal etmiyorlar. Aynı mekanizmanın devam ettiğini düşünüyorum. Çünkü Kürt siyaseti bölge ve ülkede, az önce adını formüle ettiğim dalgayla denize açılmaya karar vermiş bir kere...
Ama objektif olarak, bunun mümkün olmaktan da çıktığını görmek gerek. Türkiye’de Kürt statükosunu İkinci Cumhuriyetçi ve Amerikancı bir şekilde dönüştürecek bir siyasi enerji, egemen güçlerde kalmadı. Bu durumda ne olacak? Bunun cevabı şu anda hiçbir yerde yazılı değil. Ama ben Kürt hareketinin bu şekilde devam edebileceğini zannetmiyorum.
AKP iktidarının Ortadoğu’da sahip olduğunu iddia ettiği konumdan geri çekiliyor olmasıyla da bağlantısı var mı bu söylediklerinizin?
Var tabii. AKP iktidarı Haziran’dan beri, bir dönemin kapandığının gayet iyi farkında. Peki bu açılacak olan yeni döneme kendisini adapte edecek ve yenileyecek mi? Yoksa, yeni dönemin açılmasına, bütün bedelleri göze alarak direnecek mi?
Burada bir belirsizlik var ve çok uzun süre devam etmesi mümkün değil bu belirsizliğin. Demagojik bir şekilde Batı’yı ikide bir eleştirmek mümkündür ama Batı’yla köprüleri atmak mümkün değildir. Batı’yı ikide bir eleştirmenin de bir sınırı vardır. Çok belli ki emperyalizm Ortadoğu’da, bu “kendine uyumlu İslam” ile aldığı riski gözden geçiriyor. Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarının, dünya kapitalizminin modeline “cuk” oturmadığı, bir yerlerinden törpülenmesi, başkalaştırılması gerektiği açığa çıktı. AKP hangi hakla, hangi güçle buna direnebilir? Böyle bir güç birikimi Türkiye’de yok. Benzeri Suriye için de geçerli. Suriye’de plan, siyasi iktidarı, Baas’ı en kısa sürede düşürmek değil artık. Plan değişti ve AKP eskisinde kaldı. Bu pürüzlerin masada olduğu bir konjonktürdeyiz. AKP’nin yakın dönemde başına ne geleceğini de bunlar belirleyecek.
Ortadoğu siyasi iktidar açısından böyle bir belirsizlik sunarken, Kürt hareketi pek net! Kürt hareketi diyor ki, biz dünya yıkılsa Kürtlerin çıkarlarına göre hareket ederiz. Bu hiçbir şey demek değil ki! ÖSO’nun ve El Nusra’nın neden Kürt katliamına yöneldiğine dair bize hiçbir şey söylemiyor. Kürtlerin Suriye’de nasıl bir statüko istediklerine dair hiçbir şey söylemiyor. Türkiye ve Suriye Kürdistanı’ndaki siyasi ağırlıkla Irak Kürdistanı’ndaki siyasi ağırlık birbirinin zıttı; buna dair bir şey söylemiyor. Dolayısıyla ben, bir başka problemin masada olduğunu da görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kürt hareketi, dünyada da, Ortadoğu’da da son derece önemli bir hareket haline geldi. Ama ne yapacağı bilinmeyen, ne yapacağını kendi de bilmeyen bir hareket! Eğer, bir önceki model çalışsaydı; yani, Türkiye’de Kürt statükosunu değiştirecek dinamikler yola huzur içinde, uyumlu bir biçimde devam etseydi; bugün Türkiye AKP’nin iki üç ay sonra iktidarda kalıp kalmayacağını, dağılıp dağılmayacağı değil de, yeni Anayasa’nın ne zaman geçeceğini tartışıyor olsaydı, başka bir durum söz konusu olabilirdi. O zaman herkes Kürt siyasetinin ne yapacağına dair bir fikre sahip olurdu. Kendileri dahil... Ama bütün bölge ve Türkiye belirsizlik içinde. Burada, “benim biricik pusulam Kürt ulusal çıkarlarıdır” demek, bence topu taca atmaktır.
Kitapta, Ortadoğu’da zaten emperyalistler tarafından belirlenmiş yapay sınırların, yine onlar tarafından değiştirilmesi beklentisinden bahsediyorsunuz. Kürt hareketinin Türkiyelileşememesi bu beklentiyle mi bağlantılı?
Kuşkusuz bağlantılı. Ama şu anda Kürt hareketleri, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun, ister istemez, böyle bir programa sahip olup olmadıklarından bağımsız olarak, parçası oldukları toplumların diğer dinamiklerinden ayrışma sürecindeler. Bu giderek, bir objektivite haline geldi. Artık Irak Kürt hareketleri, Irak dinamikleriyle içli dışlı değiller. Kendilerine ait bir dünya inşa oldu; bu dünya üzerinden diğer dinamiklerle ilişki kuruyorlar.
Suriye’de bu ilan edilmiş durumda. Irak siyasetinde Kürtlerin, özellikle 2003 ABD müdahalesinden sonra ağırlıkları çok arttı, dolayısıyla orada daha girift ilişkiler ortaya çıktı. Ama Suriye’de “kopuş” ilan edilmiş durumda. Kürt hareketleri “biz üçüncü bir tarafız” diyorlar. Baas rejimine ve Amerikancı muhalefet hareketlerine karşı bir tür kayıtsızlık hali.
Türkiye Kürt hareketi bu açıdan kopması en güç parçaydı aslında. Bir kere Kürt toplumunun en kalabalık kesimi Türkiye sınırları içinde yaşıyor. İkincisi, Kürdistan’ın diğer parçalarına göre, sosyo-ekonomik olarak çok daha gelişmiş bir yapıya sahip. Üçüncüsü, iç göç büyük bir zenginlik katıyor. Dördüncüsü de, bugün unutuluyor, ama Kürdistan’ın diğer bölgelerinde Kürtler kimliklerini, tarihsel olarak, Kürt ulusallığı üzerinden geliştirdiler. Türkiye’de, öncesinde bir dizi deneme olmakla beraber, asıl Kürt Rönesans’ı, Türkiye soluyla beraber yaşanmıştır. 1960-80 arası Türkiye solunun yükselişidir, işçi sınıfının yükselişidir ve aynı zamanda bir Kürt aydınlanmasıdır. Dolayısıyla bu bağların en zor gevşeyeceği yer Türkiye idi, ama burada da benzer bir yola girdiğimizi görüyoruz.
Bu durum 80 sonrasının bir gerçeği yani?
Kürt hareketinin “Türkiyelileşememe” gibi bir sorununun ortaya çıkması için önce kendi bağımsız gelişiminde yol kat etmesi gerekiyordu. Evet, bu Kürt hareketinin PKK liderliğindeki dönemine, 1980 sonrasına denk düşüyor.
Kürt hareketi bunu hâlâ bir sorun olarak tarif ediyor mu peki?
Kürt hareketi kendi siyasal veya ulusal çıkarlarını merkeze koyuyor, bu iddiayla yaklaşıyor diğer meselelere de. Bu, Kürt hareketini, Türkiye’nin karmaşık siyasal denklemi içinde güçlü kılmıyor. Kürt hareketi, şu anda Türkiye’deki siyasal toplumsal süreçlerde anahtar pozisyonu elinde tutuyor. Bu gücü ellerinde tutarak diyorlar ki, “biz dinci gericilikle, emperyalizmle ilgilenmiyoruz, emekçilerin direnişiyle, Taksim’le, Alevilerle ilgilenmiyoruz, biz Kürt statüsüyle ilgileniyoruz.” Dediğim gibi bunun ardında bir kuvvet birikimi var. Ama bu politika bu kuvveti kemirir!
Çünkü, Kürtler dahil olmak üzere Türkiye toplumu, soru sormaya devam ediyor. Türkiye’deki siyasal, ideolojik, kültürel başlıklarda, emek başlıklarında, hem Türkler hem Kürtler, diğer siyasal hareketlere sordukları gibi, Kürt hareketine de soruyorlar “sen ne düşünüyorsun bu konuda” diye. Kürt hareketi tuhaf bir şekilde, “ben bunla ilgilenmiyorum; ben, beni daha fazla güçlü kılacak nedir, ona bakarım” cevabını veriyor. Bu olacak şey değil. Acaip bir yöntem yanlışı. Her baktığı yerde milliyetçilikle suçlayacak bir şey bulan Kürt siyaseti, milliyetçiliğin dik alasını yapıyor bu yöntemle. Genel kabul görecek değerlerden, ilkelerden yola çıkmak yerine, kendi çıkarıma bakarım dendiğinde, tesadüfen her somut örnekte en doğru pozisyon yakalansa bile, ne fayda... Herkes bu pragmatizm ilkesini görecek, hareket kimsenin güvenini kazanamayacak, yapıtaşları tek tek dökülmeye başlayacaktır. Türkiye’de dinci hareket ile seküler hareket çatışırken kayıtsız kalacaksın! Olacak şey mi?
Abdullah Öcalan’ın, BDP heyetiyle Ada’da ilk görüşmesinde, Suriye’ye ilişkin söylediklerini genelleyebiliriz. O görüşmede diyordu ki, “Suriye Kürtleri, Baas işlerine yarıyorsa ondan yana olsunlar, muhalefet işlerine yarıyorsa ondan yana olsunlar”.
Oysa dünya etnik-ulusal parametreler üstünden belirlenmiyor. Sonuç devre dışına düşme durumudur. Kürt hareketi başına bunun gelmekte olduğunun farkında mı bilmiyorum.
Kitaba dönersek, eski yazıları toplayıp kitap yapmanın zorluğundan bahsetmişsiniz Sunuş’ta. Bu kitabın hangi ihtiyacı karşılamasını umuyorsunuz?
soL okuru için dürüst, açık bir yanıt olsun. Kürt dinamiği ile ilgili Türkiye’de son yılların literatürü mutlak olarak neo-liberal ve Kürt ulusalcısı bir literatür. Buradan sınıf kavramı, sosyalizm, sol kategorileri tasfiye edildi. Türkiye’deki Kürt dinamiğiyle ilgili kitap piyasasında, Kürt ulusalcısı ve neo-liberal bir ağırlığın ortaya çıkması, son on yıla bakarsak, 2003 Irak’taki gelişmelerle beraber çok anlaşılır bir durumdur. Ama önümüzdeki dönem için değil. Çünkü hayat böyle devam etmeyecek. Ortadoğu’da son on yılda denenen Amerikan modeli şu anda büyük problemlerle karşı karşıya. Türkiye’de son on yılda denenen iç toplumsal, siyasal, ideolojik yapılanma çok büyük problemlerle karşı karşıya. Burada bir tarihsel kırılma olasılığının önünde, Kürt dinamiği ne olacak sorusuna verilen cevaplar ya Kürt ulusalcısı ya da neoliberal birtakım tezlerden ibaret. Solun cevabının ise hızla tazelenmesine, yenilenmesine ihtiyaç var. Bu eski, birkaç yıllık yazıların derlenmesiyle hallolur mu? Hayır, hallolmaz. Ama kimi tartışmaları açmamız lazım.
Kitabın uzun Sunuş yazısında, kavramsal tartışmaları açıyorsunuz aslında, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve ezilen ulus kavramlarını...
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tartışmasını daha önce açtık. Bu kavramın, bugünün dünyasında cevap verdiği herhangi bir köklü sorun yok. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir anahtar ise önemli tek bir kapıyı açmıyor.
Artık bunun yanına başka bazı şeyleri de ekleyelim ve bugünü açıklamakta zayıf kalan sol literatürümüzü, solcu kalarak, Marksist-Leninist kalarak, Kürt ulusalcılığına ve neoliberal tezlere asla prim vermeksizin tazeleyelim. Ezilen ulus kategorisi hangi soruları yanıtlıyor, mesela bunu da tartışalım. Bir ulusun birkaç devlet çatısı altında bir parçalanmaya uğramış olması, sonra onlardan bir tanesinde devlet başkanı çıkartması, diğerinde başka bir yol izlemiş olması… Ezilen ulus kategorisi, bu karmaşayı içeren bir kategori değildi ki! Elimizde şu anda başka bir gerçeklik var. Şu an, Türkiye’deki Kürt ulusunun ezilen ulus olduğundan söz edeceksek eğer, bu ulusun temsilcilerinin Türkiye’deki siyasi iktidara en fazla el uzatan siyasi hareket olduğunu da dikkate almamız lazım. Irak’ta Kürtler ezilen ulustu. ABD işgalinin yaslandığı dinamiklerden birine dönüştü. Ezilen ulus kavramı, işe yaradığı zamanlarda bu tür tuhaflıkları içermiyordu. Ortadoğu’da sınırların emperyalizm tarafından, bir dekolonizasyon sürecinin ürünü olarak şekillendirildiğini biliyoruz. İyi de, bugün Ortadoğu’da sınırlarla oynamanın, emperyalizme karşı mücadeleyle gerekçelendirilmesinin mümkün olmadığını da biliyoruz. Sınırlar konusunda dünya komünist hareketini rahatlatan Sovyet faktörü de 20 yıldır yok. Sovyet faktörü sınırlara ilişkin dünya komünist hareketine “kerteriz” sunuyordu. Onun olmadığı koşullarda bizim bu sınırlar meselesini başka kaynaklardan, başka akımlardan etkilenmeksizin, Marksist-Leninist temellerde yeniden önümüze koymamız gerekiyor. Bu tartışmalar üzerinden Türkiye solunun ulusal sorun, Kürt meselesi ve bölge sorunlarına ilişkin üretimini katlayarak artırması gerekli. Bu kitap bunun cevabını içermiyor tabiii ki. Ama hiç değilse bu yönde bir çağrı işlevi görsün...
Fatma Pınar Arslan - soL Kitap
“Kürt hareketi dinci gericilik konusunda ne düşünüyor? Bilmiyoruz, çünkü yok bir tutumu. Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor? Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil. Kürt hareketi diyor ki bize, ‘ben bütün bunlara Kürtlerin çıkarlarından hareketle bakarım’. Problem burada.”
Sanırım şu soruyla başlamak gerekli, “Türkiyelileşememe” derken ne kastediyorsunuz? Bu hangi tarihte başlayan bir “öykü”?
Kürt hareketinin kendi diline bakarsak, 1990’lardan itibaren bir Türkiye partisi haline gelme, Türkiyelileşme tartışması vardır. Yani bu benim kavramım değil; Kürt hareketinin Türkiye siyasetine armağan ettiği ve kendisiyle ilgili bir problemi tarif ederken kullandığı bir kavram. Neyi anlatıyor? Kürt hareketi öyle bir gelişme rotası buldu ki, kendi tarihselliği içinde güçlendikçe, geliştikçe, Türkiye’deki diğer siyasal dinamiklerin dışına kaydı. Kürt hareketinin gelişmesi, büyümesi, onu Türkiye’yi topluca etkileyecek bir güç haline getirmedi. Giderek gündemi farklılaştı. Bir noktaya kadar, Kürt siyasetçilerin bunu bir sorun olarak gördüklerini ve samimi olarak aşmak istediklerini düşünüyorum. Ama geldiğimiz noktada artık ip kopmuş durumda. Kürt hareketinin artık böyle bir sorunu olmadığını da düşünüyorum.
Bu “Türkiyelileşememe” durumunun geri dönülemez olduğunu mu söylüyorsunuz?
Kestirmeden “bitti, artık bambaşka” gibi, sürecin önünü tamamen kapatacak, kimi olasılıkları tamamen devre dışı bırakıcı değerlendirmelerde bulunmak çok yerinde olmayabilir. Bugün belli bir doğrultuda giden gelişmeler, bakarsın bir kırılma noktası yaşanır ve başka türlü akmaya başlar. Buna ilişkin de, Kürt hareketi özelinde bazı olasılıklar hâlâ var.
Ama şu anda Kürt hareketi, Türkiye’nin diğer meselelerine ilişkin nasıl bir pozisyon alıyor; bu sorunun cevabı yok. Kürt hareketi dinci gericilik konusunda ne düşünüyor? Bilmiyoruz, çünkü yok bir tutumu. Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor? Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil. Kürt hareketi diyor ki bize, “ben bütün bunlara Kürtlerin çıkarlarından hareketle bakarım”. Problem burada.
Böyle bir noktaya gelebilmek için, arkasında büyük bir güç biriktirmesi gerekir bir hareketin. Yani, ben diğer parametrelere değil, sadece kendime bakarak tutum alacağım demek, büyük bir cüret. Bu cüret büyük bir toplumsal, siyasal birikimi yansıtıyor. Kürt hareketi büyüyor, güçleniyor ve Türkiye’den kopuyor.
Siz bu yazıları Haziran Direnişi’nden önce yazdınız. Direnişten sonra bir sunuş eklediniz. Haziran Direnişi bu söyledikleriniz açısından neyi ortaya çıkarmış oldu?
Haziran Direnişi kırılma noktalarından biri. Kürt hareketi, Türkiye’nin ilerici, seküler, solcu dinamikleriyle karşılaştığında da, “ben sizinle değil kendimle ilgileniyorum” demiş oldu. Bu, çok dramatik bir durum. Herkes zannediyordu ki, ve Kürt hareketi de kendisine bunu atfediyordu, Kürt hareketi Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bir rengi olmayı gözetir. Bu varsayım ortadan kalktı. Türkiye’de 10 milyon insan siyasi iktidarın karşısında, tartışmasız solcu bir pozisyonla hareketlenecekler ve bir başka muhalefet hareketi “hayır, ben buna da kendi pozisyonumdan bakarım” diyecek.
O da ne oldu, “İmralı açılımı sekteye uğrar mı uğramaz mı” tartışması. Uğrar tabii ki! Türkiye’de AKP iktidarı yıpranırsa, büyük kitleler sokağa çıkıp AKP’yi istifaya çağırırsa, böyle bir hükümet tabii ki Kürtlerle başka bir süreci örmeye devam edemez. AKP’nin artık bu enerjisi yok. Devam edemeyecek olmasının tek nedeni bu değil, ama bir nedeni de bu. Dolayısıyla Haziran Direnişi bir kırılma noktası. Kürt hareketi, Türkiye’de en kolay buluşabileceği toplumsal hareketlerden ve kesimlerden kendisine sunulan bir fırsatı tepmiş oldu.
Haziran Direnişi’nden sonra Kürt hareketinin, AKP’nin krizi atlatmasında, kolaylaştırıcı ya da zorlaştırıcı, nasıl bir etkisi olmasını bekliyorsunuz?
Bu derleme daha önce yapılmıştı. Birkaç eklemeyle o güncelliği yakalamaya çalıştık. Bugün, bu yazıların bütününde izi takip edilen şeyin geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum. O da şu: Kürt hareketi ile Türkiye’deki siyasal iktidar arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi, iplerin atılması ile sonuçlanamaz. Tanım gereği, Kürt başlığında Türkiye’deki eski statükonun, İkinci Cumhuriyet’in çıkarlarına ve Ortadoğu’daki Amerikan senaryolarına uygun bir şekilde değiştirilmesi lazım. Kürt statükosu, bu anlamda “eski çağda”, yani Birinci Cumhuriyet’te ve Soğuk Savaş döneminde demir atmışken, Türkiye’de İkinci Cumhuriyet, bölgede de yenilenmiş bir Amerikan hegemonyası yürümez. Dolayısıyla, Türkiye’de Kürt hareketiyle ilgili olarak, istendiği kadar derin ayrılıklar, gerginlikler ortaya çıksın, bu köprülerin atılması anlamına gelmeyecekti. Bu elinizdeki kitabın temel tezlerinden biri.
Şimdi de aynı şeyi yaşıyoruz. Kısa süre önce Kürt hareketinin bir lideri, “bu reform süreci iyi gitmiyor, biz güvence istiyoruz, güvenceyi de Eylül başına kadar görmek istiyoruz” dedi. Sonra, bunun üzerinden iki hafta ya geçti ya geçmedi, başka ağızlardan “süreç devam ediyor, reformlar da yapılacak gibi gözüküyor” mesajı gelmeye başladı. Daha başkaları da “biz tarih telaffuz ederken, savaşa dönmeyi, çatışmalara dönmeyi kastetmiyoruz” demeyi ihmal etmiyorlar. Aynı mekanizmanın devam ettiğini düşünüyorum. Çünkü Kürt siyaseti bölge ve ülkede, az önce adını formüle ettiğim dalgayla denize açılmaya karar vermiş bir kere...
Ama objektif olarak, bunun mümkün olmaktan da çıktığını görmek gerek. Türkiye’de Kürt statükosunu İkinci Cumhuriyetçi ve Amerikancı bir şekilde dönüştürecek bir siyasi enerji, egemen güçlerde kalmadı. Bu durumda ne olacak? Bunun cevabı şu anda hiçbir yerde yazılı değil. Ama ben Kürt hareketinin bu şekilde devam edebileceğini zannetmiyorum.
AKP iktidarının Ortadoğu’da sahip olduğunu iddia ettiği konumdan geri çekiliyor olmasıyla da bağlantısı var mı bu söylediklerinizin?
Var tabii. AKP iktidarı Haziran’dan beri, bir dönemin kapandığının gayet iyi farkında. Peki bu açılacak olan yeni döneme kendisini adapte edecek ve yenileyecek mi? Yoksa, yeni dönemin açılmasına, bütün bedelleri göze alarak direnecek mi?
Burada bir belirsizlik var ve çok uzun süre devam etmesi mümkün değil bu belirsizliğin. Demagojik bir şekilde Batı’yı ikide bir eleştirmek mümkündür ama Batı’yla köprüleri atmak mümkün değildir. Batı’yı ikide bir eleştirmenin de bir sınırı vardır. Çok belli ki emperyalizm Ortadoğu’da, bu “kendine uyumlu İslam” ile aldığı riski gözden geçiriyor. Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarının, dünya kapitalizminin modeline “cuk” oturmadığı, bir yerlerinden törpülenmesi, başkalaştırılması gerektiği açığa çıktı. AKP hangi hakla, hangi güçle buna direnebilir? Böyle bir güç birikimi Türkiye’de yok. Benzeri Suriye için de geçerli. Suriye’de plan, siyasi iktidarı, Baas’ı en kısa sürede düşürmek değil artık. Plan değişti ve AKP eskisinde kaldı. Bu pürüzlerin masada olduğu bir konjonktürdeyiz. AKP’nin yakın dönemde başına ne geleceğini de bunlar belirleyecek.
Ortadoğu siyasi iktidar açısından böyle bir belirsizlik sunarken, Kürt hareketi pek net! Kürt hareketi diyor ki, biz dünya yıkılsa Kürtlerin çıkarlarına göre hareket ederiz. Bu hiçbir şey demek değil ki! ÖSO’nun ve El Nusra’nın neden Kürt katliamına yöneldiğine dair bize hiçbir şey söylemiyor. Kürtlerin Suriye’de nasıl bir statüko istediklerine dair hiçbir şey söylemiyor. Türkiye ve Suriye Kürdistanı’ndaki siyasi ağırlıkla Irak Kürdistanı’ndaki siyasi ağırlık birbirinin zıttı; buna dair bir şey söylemiyor. Dolayısıyla ben, bir başka problemin masada olduğunu da görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kürt hareketi, dünyada da, Ortadoğu’da da son derece önemli bir hareket haline geldi. Ama ne yapacağı bilinmeyen, ne yapacağını kendi de bilmeyen bir hareket! Eğer, bir önceki model çalışsaydı; yani, Türkiye’de Kürt statükosunu değiştirecek dinamikler yola huzur içinde, uyumlu bir biçimde devam etseydi; bugün Türkiye AKP’nin iki üç ay sonra iktidarda kalıp kalmayacağını, dağılıp dağılmayacağı değil de, yeni Anayasa’nın ne zaman geçeceğini tartışıyor olsaydı, başka bir durum söz konusu olabilirdi. O zaman herkes Kürt siyasetinin ne yapacağına dair bir fikre sahip olurdu. Kendileri dahil... Ama bütün bölge ve Türkiye belirsizlik içinde. Burada, “benim biricik pusulam Kürt ulusal çıkarlarıdır” demek, bence topu taca atmaktır.
Kitapta, Ortadoğu’da zaten emperyalistler tarafından belirlenmiş yapay sınırların, yine onlar tarafından değiştirilmesi beklentisinden bahsediyorsunuz. Kürt hareketinin Türkiyelileşememesi bu beklentiyle mi bağlantılı?
Kuşkusuz bağlantılı. Ama şu anda Kürt hareketleri, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun, ister istemez, böyle bir programa sahip olup olmadıklarından bağımsız olarak, parçası oldukları toplumların diğer dinamiklerinden ayrışma sürecindeler. Bu giderek, bir objektivite haline geldi. Artık Irak Kürt hareketleri, Irak dinamikleriyle içli dışlı değiller. Kendilerine ait bir dünya inşa oldu; bu dünya üzerinden diğer dinamiklerle ilişki kuruyorlar.
Suriye’de bu ilan edilmiş durumda. Irak siyasetinde Kürtlerin, özellikle 2003 ABD müdahalesinden sonra ağırlıkları çok arttı, dolayısıyla orada daha girift ilişkiler ortaya çıktı. Ama Suriye’de “kopuş” ilan edilmiş durumda. Kürt hareketleri “biz üçüncü bir tarafız” diyorlar. Baas rejimine ve Amerikancı muhalefet hareketlerine karşı bir tür kayıtsızlık hali.
Türkiye Kürt hareketi bu açıdan kopması en güç parçaydı aslında. Bir kere Kürt toplumunun en kalabalık kesimi Türkiye sınırları içinde yaşıyor. İkincisi, Kürdistan’ın diğer parçalarına göre, sosyo-ekonomik olarak çok daha gelişmiş bir yapıya sahip. Üçüncüsü, iç göç büyük bir zenginlik katıyor. Dördüncüsü de, bugün unutuluyor, ama Kürdistan’ın diğer bölgelerinde Kürtler kimliklerini, tarihsel olarak, Kürt ulusallığı üzerinden geliştirdiler. Türkiye’de, öncesinde bir dizi deneme olmakla beraber, asıl Kürt Rönesans’ı, Türkiye soluyla beraber yaşanmıştır. 1960-80 arası Türkiye solunun yükselişidir, işçi sınıfının yükselişidir ve aynı zamanda bir Kürt aydınlanmasıdır. Dolayısıyla bu bağların en zor gevşeyeceği yer Türkiye idi, ama burada da benzer bir yola girdiğimizi görüyoruz.
Bu durum 80 sonrasının bir gerçeği yani?
Kürt hareketinin “Türkiyelileşememe” gibi bir sorununun ortaya çıkması için önce kendi bağımsız gelişiminde yol kat etmesi gerekiyordu. Evet, bu Kürt hareketinin PKK liderliğindeki dönemine, 1980 sonrasına denk düşüyor.
Kürt hareketi bunu hâlâ bir sorun olarak tarif ediyor mu peki?
Kürt hareketi kendi siyasal veya ulusal çıkarlarını merkeze koyuyor, bu iddiayla yaklaşıyor diğer meselelere de. Bu, Kürt hareketini, Türkiye’nin karmaşık siyasal denklemi içinde güçlü kılmıyor. Kürt hareketi, şu anda Türkiye’deki siyasal toplumsal süreçlerde anahtar pozisyonu elinde tutuyor. Bu gücü ellerinde tutarak diyorlar ki, “biz dinci gericilikle, emperyalizmle ilgilenmiyoruz, emekçilerin direnişiyle, Taksim’le, Alevilerle ilgilenmiyoruz, biz Kürt statüsüyle ilgileniyoruz.” Dediğim gibi bunun ardında bir kuvvet birikimi var. Ama bu politika bu kuvveti kemirir!
Çünkü, Kürtler dahil olmak üzere Türkiye toplumu, soru sormaya devam ediyor. Türkiye’deki siyasal, ideolojik, kültürel başlıklarda, emek başlıklarında, hem Türkler hem Kürtler, diğer siyasal hareketlere sordukları gibi, Kürt hareketine de soruyorlar “sen ne düşünüyorsun bu konuda” diye. Kürt hareketi tuhaf bir şekilde, “ben bunla ilgilenmiyorum; ben, beni daha fazla güçlü kılacak nedir, ona bakarım” cevabını veriyor. Bu olacak şey değil. Acaip bir yöntem yanlışı. Her baktığı yerde milliyetçilikle suçlayacak bir şey bulan Kürt siyaseti, milliyetçiliğin dik alasını yapıyor bu yöntemle. Genel kabul görecek değerlerden, ilkelerden yola çıkmak yerine, kendi çıkarıma bakarım dendiğinde, tesadüfen her somut örnekte en doğru pozisyon yakalansa bile, ne fayda... Herkes bu pragmatizm ilkesini görecek, hareket kimsenin güvenini kazanamayacak, yapıtaşları tek tek dökülmeye başlayacaktır. Türkiye’de dinci hareket ile seküler hareket çatışırken kayıtsız kalacaksın! Olacak şey mi?
Abdullah Öcalan’ın, BDP heyetiyle Ada’da ilk görüşmesinde, Suriye’ye ilişkin söylediklerini genelleyebiliriz. O görüşmede diyordu ki, “Suriye Kürtleri, Baas işlerine yarıyorsa ondan yana olsunlar, muhalefet işlerine yarıyorsa ondan yana olsunlar”.
Oysa dünya etnik-ulusal parametreler üstünden belirlenmiyor. Sonuç devre dışına düşme durumudur. Kürt hareketi başına bunun gelmekte olduğunun farkında mı bilmiyorum.
Kitaba dönersek, eski yazıları toplayıp kitap yapmanın zorluğundan bahsetmişsiniz Sunuş’ta. Bu kitabın hangi ihtiyacı karşılamasını umuyorsunuz?
soL okuru için dürüst, açık bir yanıt olsun. Kürt dinamiği ile ilgili Türkiye’de son yılların literatürü mutlak olarak neo-liberal ve Kürt ulusalcısı bir literatür. Buradan sınıf kavramı, sosyalizm, sol kategorileri tasfiye edildi. Türkiye’deki Kürt dinamiğiyle ilgili kitap piyasasında, Kürt ulusalcısı ve neo-liberal bir ağırlığın ortaya çıkması, son on yıla bakarsak, 2003 Irak’taki gelişmelerle beraber çok anlaşılır bir durumdur. Ama önümüzdeki dönem için değil. Çünkü hayat böyle devam etmeyecek. Ortadoğu’da son on yılda denenen Amerikan modeli şu anda büyük problemlerle karşı karşıya. Türkiye’de son on yılda denenen iç toplumsal, siyasal, ideolojik yapılanma çok büyük problemlerle karşı karşıya. Burada bir tarihsel kırılma olasılığının önünde, Kürt dinamiği ne olacak sorusuna verilen cevaplar ya Kürt ulusalcısı ya da neoliberal birtakım tezlerden ibaret. Solun cevabının ise hızla tazelenmesine, yenilenmesine ihtiyaç var. Bu eski, birkaç yıllık yazıların derlenmesiyle hallolur mu? Hayır, hallolmaz. Ama kimi tartışmaları açmamız lazım.
Kitabın uzun Sunuş yazısında, kavramsal tartışmaları açıyorsunuz aslında, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve ezilen ulus kavramlarını...
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tartışmasını daha önce açtık. Bu kavramın, bugünün dünyasında cevap verdiği herhangi bir köklü sorun yok. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir anahtar ise önemli tek bir kapıyı açmıyor.
Artık bunun yanına başka bazı şeyleri de ekleyelim ve bugünü açıklamakta zayıf kalan sol literatürümüzü, solcu kalarak, Marksist-Leninist kalarak, Kürt ulusalcılığına ve neoliberal tezlere asla prim vermeksizin tazeleyelim. Ezilen ulus kategorisi hangi soruları yanıtlıyor, mesela bunu da tartışalım. Bir ulusun birkaç devlet çatısı altında bir parçalanmaya uğramış olması, sonra onlardan bir tanesinde devlet başkanı çıkartması, diğerinde başka bir yol izlemiş olması… Ezilen ulus kategorisi, bu karmaşayı içeren bir kategori değildi ki! Elimizde şu anda başka bir gerçeklik var. Şu an, Türkiye’deki Kürt ulusunun ezilen ulus olduğundan söz edeceksek eğer, bu ulusun temsilcilerinin Türkiye’deki siyasi iktidara en fazla el uzatan siyasi hareket olduğunu da dikkate almamız lazım. Irak’ta Kürtler ezilen ulustu. ABD işgalinin yaslandığı dinamiklerden birine dönüştü. Ezilen ulus kavramı, işe yaradığı zamanlarda bu tür tuhaflıkları içermiyordu. Ortadoğu’da sınırların emperyalizm tarafından, bir dekolonizasyon sürecinin ürünü olarak şekillendirildiğini biliyoruz. İyi de, bugün Ortadoğu’da sınırlarla oynamanın, emperyalizme karşı mücadeleyle gerekçelendirilmesinin mümkün olmadığını da biliyoruz. Sınırlar konusunda dünya komünist hareketini rahatlatan Sovyet faktörü de 20 yıldır yok. Sovyet faktörü sınırlara ilişkin dünya komünist hareketine “kerteriz” sunuyordu. Onun olmadığı koşullarda bizim bu sınırlar meselesini başka kaynaklardan, başka akımlardan etkilenmeksizin, Marksist-Leninist temellerde yeniden önümüze koymamız gerekiyor. Bu tartışmalar üzerinden Türkiye solunun ulusal sorun, Kürt meselesi ve bölge sorunlarına ilişkin üretimini katlayarak artırması gerekli. Bu kitap bunun cevabını içermiyor tabiii ki. Ama hiç değilse bu yönde bir çağrı işlevi görsün...
Hiç yorum yok