Oysa herşey ne kadar da güzel gidiyordu on küsur yıldır, al gülüm ver gülüm yapa yapa, öyle değil mi? Kendi deyiminle, "Ne iste...
Oysa herşey ne kadar da güzel gidiyordu on küsur yıldır,
al gülüm ver gülüm yapa yapa, öyle değil mi?
Kendi deyiminle, "Ne istediler de vermedin"di.
Emniyeti, yargıyı, devlet katını, orduyu...
Bir cümlen vardı geçenlerde sarf ettiğin ve ben çok
gülmüştüm; "Zaten bize oy anlamında katkıları yüzde üç" diyordun.
Madem bu kadar azdı sana sağladıkları güç, niye her
istediklerini verdin?
"Yüzde üç" için bunca mevzi, bunca taviz...
Hiç kimseyi inandıramadın elbette.
Tıpkı daha birkaç gün önce, büyük bir şatafatla
açıkladığın(!) Mustafa Sarıgül yolsuzlukları(!) gibiydi bu "yüzde üç"
hikayesi de...
Koca bir palavra yani!
Sana birşey söyleyeyim mi bu ülkenin bir vatandaşı
olarak; Artık korkuyorsun sen başbakan.
Hem de feci korkuyorsun.
Ve bu korku seni her gün biraz daha kontrolden çıkarıyor.
Sarıgül'le ilişkilendirmeye çalışırken suratının orta
yerine gelip yerleşen, "Nasıl çaktım ama" kıvamındaki ifadenle,
herkesi kendine güldürdüğün o "Dosya Açıklama" fiyaskondan belli bu.
22 yolsuzluk dosyası öyle mi?
Hikayenin devamını neden anlatmadın peki?
22 dosyanın 21'i için senin içişleri bakanının ve
Danıştay'ın "soruşturmaya gerek yoktur" kararından neden söz etmedin?
Bitmedi... geriye kalan 1 dosya için de yine senin
iktidarın döneminde, 2010 yılında, mahkemenin beraat verdiğini neden o salona
ve bütün ülkeye anlatmadın...
Elinde artık kala kala, o müthiş iğrenç, o müthiş berbat,
o müthiş çirkin "çamur at, izi kalsın" taktiği mi kaldı?
Hani sen dünya lideri(!)ydin ya, ondan diyorum...
Artık işin buralara kadar geldiğine göre, demin de dedim
ya, müthiş korkuyorsun sen...
İktidarı ve o iktidarın sağladığı gücü kaybetmekten
korkuyorsun.
O güce dayanarak yaptıklarının, ettiklerinin hesabını
verecek olmaktan korkuyorsun.
Yolun sonuna doğru hızla ilerlerken, düşüşü engelleyecek
değil, belki biraz yavaşlatacak adımların bile artık bir işe yaramadığını göre
göre korkuyorsun.
Korkuyla yaşamak kötüdür başbakan.
Korkuyla yaşanmaz.
Korkuyla yaşamaya yaşamak denmez.
Üstelik senin gibi, epey ciddi sağlık sorunları olan biri
için korkuyla yaşamak, hani gecinden versin ama, her fani için kaçınılmaz olan
sona doğru paldır küldür sürükler insanı.
Senin durumun, korkuyla yaşamayı uzun süre kaldırmaz.
Soruşturmaları engellemek,
Savcıların yerlerini değiştirmek,
HSYK'yı "ayarlamak",
Polisi hallaç pamuğu gibi atmak...
Bütün bunlar, bu büyük ve çok sıkıntılı işler telef eder
adamı.
Yıpratır.
-"Madem bütün olan biten hep birer kumpas, peki ama
o üç bakanı neden görevlerinden aldın?"
-"Neden Erdoğan Bayraktar'ın eline bir istifa
mektubu tutuşturdun da, adam buna isyan edip, 'bütün kararların altında
başbakanın da imzası var, onun da istifa etmesi gerekir' diye bir çıkış
yaptı?"
-"Neden, bir sürü insan, savcılar tarafından
aldırılırken sesin çıkmadı da, sıra oğluna geldiğinde harekete geçtin?"
sorularına muhatap olmak, senin durumunda biri için, kelimenin tam anlamıyla
bir felakettir.
Bak mesela; İzmir’de Liman İşletmeleri’ne yönelik
yolsuzluk operasyonunu gerçekleştiren Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü,
operasyonun durdurulması için Vali Mustafa Toprak ile o dönemdeki Emniyet
Müdürü Ali Bilkay’ın kendisiyle yaptığı telefon konuşmalarını kaydedip
savcılığa verdiği gerekçesiyle açığa alınmış. Bir gazete haberi bu.
Bunun gibi onlarcasını sayabilirim.
Ülkenin seninle birlikte geldiği son durum bu.
Hatay'daki manzarayı da biliyorsun.
Önde silah yüklü tır, sonra tırı takip eden ve
güvenliğinden sorumlu MİT ekibi, onun arkasında, bu ekibi izleyen jandarmalar,daha
arkada, jandarmaları izleyen polisler ve
en arkada da polisleri izleyen savcılar... Dahası var... Savcıları izleyen
müsteşar... Müsteşarı izleyen Bakan... Bakanı izleyen sen...
Komedi filmi gibi değil mi?
Ben elliiki yaşımdayım, böyle kepazelik görmedim, sen
gördün mü?
Dedim ya, ülkenin seninle birlikte geldiği son durum bu.
Bütün bu olup bitenler hep bir korkunun dışa vurumu!
Kolay değil elbette... O tırlarla haydut sürülerine silah
taşındığının ortaya çıkması seni, dünya alem önünde "Savaş Suçlusu"
durumuna bile sokabilir.
Ayıkla pirincin taşını o zaman...
Ama artık başka çaren de yok gibi görünüyor.
Suriye'deki haydutlara silah gönder, karşılık olarak Arap
yarımadasından sıcak para girişi sağla ve son beş yıldır böyle ayakta kalmaya
çalış, sonra da "ülke yönetiyorum" de!
Zor işler bunlar.
Çok zor!
İnsanın içinde binbir türlü korkuyu büyüttükçe büyüten,
besleyen işler...
İşte bu yüzden çok korkuyorsun sen, attığın her adımdan
belli bu.
Gel, yine tekrarlayalım;
Korkuyla yaşamak kötüdür başbakan.
Korkuyla yaşanmaz.
Korkuyla yaşamaya yaşamak denmez.
Senin durumun, korkuyla yaşamayı uzun süre kaldırmaz.
Soruşturmaları engellemek,
Savcıların yerlerini değiştirmek,
HSYK'yı "ayarlamak",
Polisi hallaç pamuğu gibi atmak...
Haydutlara sattığın silahlardan gelen parayla gemiyi
yürütmeye çalışmak...
Bütün bunlar, bu büyük ve çok sıkıntılı işler telef eder
adamı.
Yıpratır.
Bir yandan radyoterapi, bir yandan bunca sıkıntı ve
korku...
Sen bu kadarını kaldıramazsın.
Kaldıramayacaksın!
BU YAZININ DİPNOTU:
18 Nisan 2013 tarihli bir MİT raporu var.
Başbakana sunulan bir rapor bu.
17 Aralık Operasyonunu tam 8 ay öncesinden bildiren
rapor.
Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili olarak, "Bakanların
ilişkisi ortaya çıkarsa sıkıntı büyük olur" diyen çok çok önemli bir uyarı
metni...
Recep Tayyip'in, olacakları çok önceden bildiğini ama
sesini çıkarmamayı yeğlediğini bizlere gösteren bir metin...
17 Aralık'tan beri her bulduğu fırsatta bangır bangır
bağırarak "Kumpas" da "Kumpas" diyen başbakan 8 ay neden
sustu?
Neden 18 Nisan 2013'te bağırmaya başlamadı?
Şimdi, "Kumpas" dediği operasyon, 18 Nisan
2013'te "Kumpas" değil de başka birşey miydi?
Bu 8 ay boyunca neyin pazarlığı yapıldı?
Soru budur!
YAZARIN NOTU:
İHH adlı kuruluş, MEB kararıyla, Türkiye'nin bütün ilk ve
orta dereceli okullarında çeşitli adlar altında, öğrencilerden yardım(?) parası
topluyor.
Toplanan paraların denetimi noktasında büyük bir fluluk
var.
Asıl ilginç olanı da, İHH'nın, KIZILAY, THK, ÇOCUK
ESİRGEME KURUMU gibi bir devlet kuruluşu
olmaması.
Mesele çok önemli. Bir daha ki yazımda bu konuyu
işleyeceğim.
Ama ben yazana kadar örneğin, Silivri Kaymakamlığı,
şimdiye kadar toplanan paraların ne kadar olduğunu ve nereye ya da nerelere
gönderildiğini açıklarsa sevineceğiz.
Paralar halk çocuklarından toplanıyor çünkü ve o
çocuklarla ailelerinin yaşadığı Silivri'nin en büyük mülki amiri de ben
değilim, hali hazırdaki kaymakam... Kapiş!
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın...
HAYRİ GÜNEL
(Bu yazı, Bizim Silivri gazetesinin son sayısında yayınlandı)
Hiç yorum yok