Siyasal ve toplumsal mücadelede hedefi şaşırmak, mücadelenin yanlış yönlere sapmasına ve sonuçta karşı tarafın bu sapmadan yararlanmas...
Siyasal ve toplumsal mücadelede hedefi şaşırmak, mücadelenin
yanlış yönlere sapmasına ve sonuçta karşı tarafın bu sapmadan yararlanmasına
yol açar.
Son günlerde sosyal mücadelenin çeşitli unsurlarında
böylesine eğilimler dikkat çekmektedir.
Öncelikle, Kürt hareketi içindeki hatalı beyanlara
değineyim. HDP milletvekillerinden bir kısmı ve bu harekete destek veren
kimileri, bir süredir yeniden “Ergenekon” söyleminden medet umar gibiler.
Onlara göre, AKP iktidarının böylesine Kürt düşmanı bir yönelim içine
girmesinin nedeni AKP’nin Ergenekon’la ittifak yapmış olmasıdır. Bu beyanların
gizli alt metni okunduğu zaman şu sonuç çıkıyor: AKP, Ergenekon’la ittifaka
girdiği için bugünkü Kürt düşmanı katliam politikasını yürütmektedir. Yani AKP
iktidarının bu politikadan caydırılması, Ergenekon’la işbirliğine son vermesine
bağlıdır. Bu ittifak bir bozulsa AKP ile yeniden masaya oturulabilir.
Bu argümanı tek tek ele alalım:
Bir kere, aslında Ergenekon diye bir örgüt yoktur. Bu,
AKP-Cemaat ittifakının yarattığı hayali bir ucubedir. Bu ucubenin
yaratılmasındaki amaç, bu yolla TSK içindeki ve dışındaki ulusalcıları
bastırmak ve sindirmek; aynı zamanda AKP’nin başında bulunduğu devletin
işlediği cinayetleri vb. (örneğin Hırant Dink cinayetini) bu muhayyel düşmanın
sırtına yıkarak işin içinden sıyrılmaktı. Bunu da birkaç yıl başarıyla
uyguladılar. Ne var ki, Cemaat kantarın topunu kaçırıp Ergenekon vb. davaları
kendi özel düşmanlarına, gazetecilere falan yaymaya kalkışınca işler tersine
döndü.
Elbette Ergenekon’un muhayyel bir örgüt olarak ortaya
sürülmesinin en büyük amaçlarından biri de, artık tamamen AKP iktidarının
denetimi altına giren devletin gizli ve yasa dışı örgütlenme ve faaliyetlerini
bu yolla kamufle etmekti. Yani aslında “Ergenekon diye bir örgüt yoktur,
muhayyeldir” diyenlerden en fazla rahatsız olan, devletin gizli işler çeviren
aygıtlarıydı. Yani her Ergenekon söylemi, otomatikman devletin gerçek anlamdaki
suç ve infaz aygıtlarının kamufle edilmesine hizmet etmekteydi ve bugün de buna
hizmet etmektedir.
İkincisi, Ergenekon’la kastedilen ve hedef alınan, çok daha
yaygın bir toplumsal eğilim olan ulusalcılıksa, ulusalcılığı, Kürt düşmanı
eğilimleri ve ulus-devletçi takıntıları yüzünden eleştirmenin ötesinde düşman
olarak hedefe koymak da, AKP iktidarının işine gelmiştir ve bugün de
gelmektedir. Ulusalcılar, gerçekten de devletçilikleriyle ve milliyetçi
takıntılarıyla, sosyal mücadelenin en temelli bileşenlerinden olan Kürt
hareketini karşı safa iterek, toplumsal mücadelenin en sağlam güçlerini tecrit
ederek AKP iktidarına hizmet etmişlerdir ve etmektedirler. Bu bakımdan şiddetle
eleştirilmeleri gerekir ama bu, ulusalcılığın düşman ilan edilmesine yol
açmamalıdır. Aslında 17 Aralık’tan bu yana ulusalcılık bölünmüştür.
Ulusalcılığın en sivri ucu olan VP Kürt düşmanlığı nedeniyle açıktan AKP
iktidarının safına geçmiştir. Bir kısım ulusalcı ise, AKP’nin, Cemaatle
kapışmasının ardından ulusalcılara karşı ateş-kes ilanına karşı hayırhah bir
tutum takınmıştır. Gerçi hiçbiri VP kadar ileri gidip açıktan saf
değiştirmemiştir ama 17 Aralık öncesi AKP aleyhtarlıklarından da belli
ölçülerde caymışlardır. Bir anlamda AKP’nin ulusalcılara karşı ilan ettiği
ateş-kes ulusalcı saflarda AKP lehine bir yumuşama sağlamıştır.
Bununla birlikte, ulusalcılığın bir diğer kesimi, AKP
aleyhtarlığını sürdürmüş ve bunu sürdürdüğü oranda da Kürt hareketine
yaklaşmıştır. Bunun en belirgin kanıtı, daha iki üç yıl önce ulusalcılığın sesi
olarak bilinen Cumhuriyet gazetesinin bugünkü konumudur. Keza 7 Haziran
seçimleri öncesinde ulusalcılığa yakın saflarda, sırf AKP’yi yenilgiye uğratmak
için bile olsa bile, nasıl HDP sempatizanı bir dalganın yükseldiği, bir kısım
ulusalcının HDP’ye oy verdiği akıllardadır. Keza CHP de, bir sürü zaafına
rağmen, parlamenter rekabet nedeniyle de olsa, AKP ile uzlaşmaya gitmemiş,
hatta Kürt hareketine ve HDP’ye karşı tutumunu bir ölçüde yumuşatmıştır. O
koşullarda ortaya atılan “CHP-HDP ittifakı oluşmalıdır” kampanyası bu nedenle
de yankı bulabilmiştir.
Özetlersek;
Ergenekon diye bir örgüt olmadığı için AKP’nin kendi
muhayyelesinden çıkmış Ergenekon’la ittifak yapması mümkün değildir;
AKP, devletin kendi yasadışı gizli infaz ve komplo
aygıtlarıyla ittifak değil, kaynaşma halindedir. Yani bugünkü AKP devleti
bizatihi bu aygıtların da sahibidir. AKP’nin Kürt düşmanlığı, şununla ya da
bununla ittifak yapmasından kaynaklanmamaktadır. Kürt düşmanlığı, AKP-devlette
mündemiştir (içkindir).
Ulusalcılardan bir kısmının AKP ile ittifaka gittiği (VP),
bir kısmının ise AKP iktidarına karşı yumuşadığı doğru olmakla birlikte, AKP’ye
karşı sert tutumunu sürdüren önemli bir ulusalcı kesim hâlâ mevcuttur. Hatta
bunlardan bir kısmı, AKP karşıtlığı nedeniyle (Cumhuriyet) Kürt düşmanlığını da
bırakmıştır. Bir kısmı ise (örneğin HalkTv, CHP), AKP ile mi Kürt hareketiyle
mi mücadeleyi esas alacakları konusunda hâlâ sallantıdadırlar. Kürt
hareketinin, AKP’den çok ulusalcılığı hedef
alan bir tutum takınması bu kesimin VP’nin yolunu izlemesine yol
açacaktır. Sosyal mücadelenin bu kadar kızıştığı kritik bir ortamda her
bileşene karşı nasıl davranılacağı son derece hayati önemdedir.
Buradan CHP ve HalkTV gibi, ulusalcı saflardaki sallantılı
unsurların tutumunun eleştirisine geçebiliriz. HalkTV’yi ara sıra izliyorum.
Emekli memur ve bürokratları programlara çıkarırlarken yine biraz
çekiliyorlardı da, Kürtlere karşı savaşın başlatılmasından sonra Ulusal
Kanal’ın peşinden gidip, kalın kafalı generalleri ikide bir çıkartmaları
çekilir gibi değil. Generaller siyasetten anlamaz. İsmi üstünde, onlar
askerdir. Her şeye savaş haritalarından bakarlar. Devşirme geleneğine uygun
olarak daha küçükken ana-baba ocağından koparılıp Kuleli lisesine kondukları
günden beri devletten başka bir şey tanımadıklarından ve emekli olduktan sonra
da devlet tarafından yüksek maaşlarla ve ayrıcalıklarla beslendiklerinden onlar
için devletten daha kutsal bir şey yoktur. Oturup konuşsanız, AKP’ye veryansın
ederler ama “devlet bölücüleri”yle mücadele her zaman gündemlerinin birinci
maddesidir. Daha ötesine kafaları basmaz. Hatta AKP’yi bile “devleti zaafa
uğrattığı” argümanıyla eleştirmeye kalkarlar ki, CHP’nin de son zamanlarda sık
sık tekrarladığı bu argümanın gerçekle bir ilgisi yoktur. AKP, “barış süreci”
denen süreçte de Kürt düşmanlığını hiçbir zaman bırakmamış, kalekollar yaparak
bugünkü savaşa hazırlanmış, KCK davalarıyla Kürt hareketinin kadrolarını içeri
atmış, KCK’nın içine mebzul miktarda ajan sızdırmış, Roboski’de Kürt
köylülerini öldürmüştür. Eh, siz savaşa hazırlanıyor, hatta düşük yoğunluklu
bir savaşı sürdürüyorsanız karşı taraf da armut toplayacak değildi herhalde!
Kısaca söyleyecek olursam, CHP ve HalkTV artık net kararını
vermelidir. Eğer Kürt hareketini ezmeyi baş hedefleri haline getirmişlerse,
onlara VP’nin ayak izlerini katip etmekten başka bir yol gözükmüyor. Yok eğer
AKP diktatörlüğü ile mücadele etmeyi birinci hedefleri olarak görüyorlarsa, o
zaman da onlara Cumhuriyet gazetesinin bugün izlediği yolu salık vereceğiz.
Yazıyı bitirmeden, bir paragrafla da olsa Arınç ve AKP’li
muhalifler meselesine de değineyim. Tweeterde AKP içindeki muhaliflere karşı
keskin mesajlar gözüme çarpıyor. Onlara yakın geçmişlerini hatırlatan mesajlar
bunlar. Elbette sosyal belleği diri tutmak gerekir ama bunu yapacağız diye
bugünkü saflaşmada objektif olarak yanımızda olacak insanları hedef almak
saçmalıktır. Düşmanın toplarının nereyi dövdüğüne bakın, nereye vurmamanız
gerektiğini anlarsınız. AKP muhaliflerinin durumu ve konumu 1950’li yıllardaki
Hürriyet Partisi’ni hatırlatıyor. O zaman da DP’deki ilk çözülmeler 1950’lerin
ortalarında Hürriyet Partisi’ni ortaya çıkarmıştı. Bu parti 1958’de CHP’ye
katılmıştı. 17 Aralık’tan sonra Fetullahçılara nasıl vurmadıysak, bugün de
Arınç’lara, Gül’lere vurmayacağız. Hele 17 Aralık’tan sonra Fetullahçıları baş
hedef alan VP’nin nereye gittiğini gördükten sonra.
Gün Zileli - 8 Şubat 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com