Bugünkü Türk tarihçiliği, uydurduğu Türk ulusuna bir tarih yaratmak için, Selçukluları da Osmanlıyı da Türk sayar.
Bu yanlıştır.
Biri, yani Osmanlı, Roma-Bizans'ın kendini yenilemesi, diğeri, yani Selçuklular (Bu arada şunu da not edelim, “Anadolu Selçuklu Devleti” de yine bu Türk tarihçiliğinin bir uydurmasıdır. Aslında böyle bir devlet yoktur.) Pers-Sasani-Abbasi'nin kendini yenilemesidir.
Bugün İstanbul'un fethi imiş. Yalan ve yanlış.
Bu tanım olayların dış görünüşüyle oyalanmaktır
Tarih'e biraz da başka bir ışık altında bakalım.
İstanbul feth edilmedi. Görünüşte (Zahiri olarak) öyledir. Gerçekte (Batıni olarak) ise tam tersi doğrudur.
Bugün Bizans, Osmanlıları Feth etmiştir.
Aslında, feth edilen feth edilmiştir.
Yani İran'ın Roma'ya (Bizans) karşı savunma için yerleştirdiği uç beylerinin İstanbul'u alması ile Roma-Bizans kendisine bir gençlik aşısı yapıp ta yirminci yüzyıla kadar yaşama olanağı ve Fars uygarlığını ta Kürdistan’ın doğusuna kadar sürme gücü bulmuştur.
Roma-Bizans, kendisini önce İslam, sonra Selçuk (yani henüz komün gelenekleri yaşayan, İbni Haldun'un tabiriyle asabiyeti yüksek toplulukların) gençlik aşılarıyla gençleşmiş Fars (İran) uygarlığı karşısındaki gerilemesini, onun sınırlarına yerleştirdiği uç beylerini feth ederek durdurdu.
“İstanbul'un fethi” denen şey, bu fethin kesinleşmesidir.
Roma-Bizans böylece kısa zamanda kendini yeniledi ve Fars (Pers-İran) uygarlığını ta Kürdistan'ın doğusuna kadar geriletti.
Selçuklular falan hepsi, Pers uygarlığının veya İmparatorluğunun gençlik aşısına uğramış biçimleriydi.
Ama Osmanlı, Roma-Bizans'ın gençlik aşısına uğramış biçimidir.
Bugünkü Türk tarihçiliği, uydurduğu Türk ulusuna bir tarih yaratmak için, Selçukluları da Osmanlıyı da Türk sayar.
Bu yanlıştır.
Biri, yani Osmanlı, Roma-Bizans'ın kendini yenilemesi, diğeri, yani Selçuklular (Bu arada şunu da not edelim, “Anadolu Selçuklu Devleti” de yine bu Türk tarihçiliğinin bir uydurmasıdır. Aslında böyle bir devlet yoktur.) Pers-Sasani-Abbasi'nin kendini yenilemesidir.
*
"Türk" denen Oğuz veya Türkmen kabileleri, önce Pers uygarlığı tarafından feth edilip, İslam zırhıyla donatıldıkları için, Roma-Bizans'tan bir kopuş, bir İslam'a geçiş gibi görülür bütün bu gelişmeler. Aslında değildir.
Bizzat Osmanlı sultanları bunun en çok bilincindeydi ve kendilerini "Sultan-ı Rum", yani Roma İmparatoru olarak, onun mirasçısı olarak görüyorlardı.
Önceleri Padişah (Şah'ın ayağı) idiler. Yani Fars-Pers sultanı olan Şah'ın ayağı (patisi), sınırını koruyan uç beyi idiler.
Bizans-Roma, İstanbul'un "fethi" ile o “ayakları” kendine Baş "Sultan'ı Rum”-Roma İmparatoru) yaptı.
Kimileri örneğin İstanbul'un fethini Türklerin İstanbul'u alması olarak görüp bunu lanetlerken aslıda Türk tarihçiliğinin yarattığı uydurma ve zerrece bilimsel değeri olmayan tarih anlayışını ve yazımını kabul etmiş olduklarının farkında ile değillerdir.
*
Keza Malazgirt falan da “Türklerin Anadolu'ya girişi” değildir. İslam ve Oğuz barbarlarının (Komün gelenekleri yaşayan toplulukların) aşılarıyla gençleşmiş, Hint ve Roma-Bizans (Akdeniz) arasında yer alan Pers-Sasani-Abbasi (İran) uygarlığının çürüyen Roma-Bizans'ı geriletmeye başlamasıdır.
Roma-Bizans bu saldırıya kendisini yenileyerek, Osmanlı aracılığıyla kendine gençlik aşısı yaptırarak cevap vermiştir.
Olayın Marksist açıklaması böyledir. İbni Haldun, Marks, Engels, Kıvılcımlı bilinmeden onun bu özü anlaşılamaz.
Türk tarihçiliğinin kavramlarını kabul edip ona itiraz etmek aslında o gericiliği yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz ve demokratik bir gelecek kurmanın aracı olamaz.
Burada kısaca değindiğimiz izlek hem tarihi daha derinden ve doğru olarak anlamanın hem de demokratik bir devrim ve geleceğin olmazsa olmazıdır.
*
Peki Türkler İstanbul’u feth etmedi mi, ettiyse ne zaman feth etti?
Türklerin İstanbul’u feth edebilmesi için önce Türklerin ortaya çıkması ve yaratılması gerekiyordu.
Kökeni ta Sümerlere, Mezepotamya’nın Nemrutlarına kadar giden Roma-Bizans-Osmanlı’nın “devlet sınıfları” egemenliklerini sürdürebilmek için Anadolu’nun Hristiyanlarını keserek, sürerek ve onların mallarını Anadolu’nun Müslüman ahalisine rüşvet olarak vererek veya peşkeş çekerek, bu Müslüman ahaliden Türkleri yarattılar.
Sonra bu Türkler, ellili yıllarda, köylere traktörün girişi ve kapitalizmin gelişmesiyle, bu sefer Fatih’in orduları gibi İstanbul’u kuşatan gecekondu semtleriyle İstanbul’u kuşattılar ve 6-7 Eylül gibi pogromlarla ve yine o Roma-Bizans-Osmanlı yadigarı devlet sınıflarının örgütlemesi ve teşvikiyle, İstanbul’u 1950’lerde feth ettiler.
Özetle İstanbul’un Türkler tarafından ele geçirilmesi yirminci yüzyılın ikinci yarısında, 500 yıl sonra gerçekleşmiştir.
Ama İstanbul, şimdilik biraz midesine oturmuş olsa da, kendisini feth eden Türkleri de feth edecektir.
Türklerin İstanbul’u gerçek fethi, yani yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki fethi, tarihin ince bir alayıyla, aynı zamanda İstanbul’un kapitalizm tarafından kapitalizm öncesi “Sünuf-u Devlet”ten fethi anlamına da gelmektedir.
Ancak o Sünuf-u Devlet, Türk devletine egemen olduğundan, İstanbul da bu egemenliğin altında inlemekte ve taşlaşmaktadır.
İstanbul, kapitalizmin en güçlü olduğu bir magapol olarak, bu kapitalizm öncesi Sünuf-u Devlet’i def edebilirse, Türkleri de feth edecektir. Ama o devlet sınıflarını feth edebilmek için önce Türkleri de feth etmelidir.
Belediye seçimlerine biraz da böyle bir tarihin ışığı altında bakmak daha açıklayıcı olabilir.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 29 Mayıs 2019 Çarşamba - demiraltona@gmail.com)
Bu yanlıştır.
Biri, yani Osmanlı, Roma-Bizans'ın kendini yenilemesi, diğeri, yani Selçuklular (Bu arada şunu da not edelim, “Anadolu Selçuklu Devleti” de yine bu Türk tarihçiliğinin bir uydurmasıdır. Aslında böyle bir devlet yoktur.) Pers-Sasani-Abbasi'nin kendini yenilemesidir.
Bugün İstanbul'un fethi imiş. Yalan ve yanlış.
Bu tanım olayların dış görünüşüyle oyalanmaktır
Tarih'e biraz da başka bir ışık altında bakalım.
İstanbul feth edilmedi. Görünüşte (Zahiri olarak) öyledir. Gerçekte (Batıni olarak) ise tam tersi doğrudur.
Bugün Bizans, Osmanlıları Feth etmiştir.
Aslında, feth edilen feth edilmiştir.
Yani İran'ın Roma'ya (Bizans) karşı savunma için yerleştirdiği uç beylerinin İstanbul'u alması ile Roma-Bizans kendisine bir gençlik aşısı yapıp ta yirminci yüzyıla kadar yaşama olanağı ve Fars uygarlığını ta Kürdistan’ın doğusuna kadar sürme gücü bulmuştur.
Roma-Bizans, kendisini önce İslam, sonra Selçuk (yani henüz komün gelenekleri yaşayan, İbni Haldun'un tabiriyle asabiyeti yüksek toplulukların) gençlik aşılarıyla gençleşmiş Fars (İran) uygarlığı karşısındaki gerilemesini, onun sınırlarına yerleştirdiği uç beylerini feth ederek durdurdu.
“İstanbul'un fethi” denen şey, bu fethin kesinleşmesidir.
Roma-Bizans böylece kısa zamanda kendini yeniledi ve Fars (Pers-İran) uygarlığını ta Kürdistan'ın doğusuna kadar geriletti.
Selçuklular falan hepsi, Pers uygarlığının veya İmparatorluğunun gençlik aşısına uğramış biçimleriydi.
Ama Osmanlı, Roma-Bizans'ın gençlik aşısına uğramış biçimidir.
Bugünkü Türk tarihçiliği, uydurduğu Türk ulusuna bir tarih yaratmak için, Selçukluları da Osmanlıyı da Türk sayar.
Bu yanlıştır.
Biri, yani Osmanlı, Roma-Bizans'ın kendini yenilemesi, diğeri, yani Selçuklular (Bu arada şunu da not edelim, “Anadolu Selçuklu Devleti” de yine bu Türk tarihçiliğinin bir uydurmasıdır. Aslında böyle bir devlet yoktur.) Pers-Sasani-Abbasi'nin kendini yenilemesidir.
*
"Türk" denen Oğuz veya Türkmen kabileleri, önce Pers uygarlığı tarafından feth edilip, İslam zırhıyla donatıldıkları için, Roma-Bizans'tan bir kopuş, bir İslam'a geçiş gibi görülür bütün bu gelişmeler. Aslında değildir.
Bizzat Osmanlı sultanları bunun en çok bilincindeydi ve kendilerini "Sultan-ı Rum", yani Roma İmparatoru olarak, onun mirasçısı olarak görüyorlardı.
Önceleri Padişah (Şah'ın ayağı) idiler. Yani Fars-Pers sultanı olan Şah'ın ayağı (patisi), sınırını koruyan uç beyi idiler.
Bizans-Roma, İstanbul'un "fethi" ile o “ayakları” kendine Baş "Sultan'ı Rum”-Roma İmparatoru) yaptı.
Kimileri örneğin İstanbul'un fethini Türklerin İstanbul'u alması olarak görüp bunu lanetlerken aslıda Türk tarihçiliğinin yarattığı uydurma ve zerrece bilimsel değeri olmayan tarih anlayışını ve yazımını kabul etmiş olduklarının farkında ile değillerdir.
*
Keza Malazgirt falan da “Türklerin Anadolu'ya girişi” değildir. İslam ve Oğuz barbarlarının (Komün gelenekleri yaşayan toplulukların) aşılarıyla gençleşmiş, Hint ve Roma-Bizans (Akdeniz) arasında yer alan Pers-Sasani-Abbasi (İran) uygarlığının çürüyen Roma-Bizans'ı geriletmeye başlamasıdır.
Roma-Bizans bu saldırıya kendisini yenileyerek, Osmanlı aracılığıyla kendine gençlik aşısı yaptırarak cevap vermiştir.
Olayın Marksist açıklaması böyledir. İbni Haldun, Marks, Engels, Kıvılcımlı bilinmeden onun bu özü anlaşılamaz.
Türk tarihçiliğinin kavramlarını kabul edip ona itiraz etmek aslında o gericiliği yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz ve demokratik bir gelecek kurmanın aracı olamaz.
Burada kısaca değindiğimiz izlek hem tarihi daha derinden ve doğru olarak anlamanın hem de demokratik bir devrim ve geleceğin olmazsa olmazıdır.
*
Peki Türkler İstanbul’u feth etmedi mi, ettiyse ne zaman feth etti?
Türklerin İstanbul’u feth edebilmesi için önce Türklerin ortaya çıkması ve yaratılması gerekiyordu.
Kökeni ta Sümerlere, Mezepotamya’nın Nemrutlarına kadar giden Roma-Bizans-Osmanlı’nın “devlet sınıfları” egemenliklerini sürdürebilmek için Anadolu’nun Hristiyanlarını keserek, sürerek ve onların mallarını Anadolu’nun Müslüman ahalisine rüşvet olarak vererek veya peşkeş çekerek, bu Müslüman ahaliden Türkleri yarattılar.
Sonra bu Türkler, ellili yıllarda, köylere traktörün girişi ve kapitalizmin gelişmesiyle, bu sefer Fatih’in orduları gibi İstanbul’u kuşatan gecekondu semtleriyle İstanbul’u kuşattılar ve 6-7 Eylül gibi pogromlarla ve yine o Roma-Bizans-Osmanlı yadigarı devlet sınıflarının örgütlemesi ve teşvikiyle, İstanbul’u 1950’lerde feth ettiler.
Özetle İstanbul’un Türkler tarafından ele geçirilmesi yirminci yüzyılın ikinci yarısında, 500 yıl sonra gerçekleşmiştir.
Ama İstanbul, şimdilik biraz midesine oturmuş olsa da, kendisini feth eden Türkleri de feth edecektir.
Türklerin İstanbul’u gerçek fethi, yani yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki fethi, tarihin ince bir alayıyla, aynı zamanda İstanbul’un kapitalizm tarafından kapitalizm öncesi “Sünuf-u Devlet”ten fethi anlamına da gelmektedir.
Ancak o Sünuf-u Devlet, Türk devletine egemen olduğundan, İstanbul da bu egemenliğin altında inlemekte ve taşlaşmaktadır.
İstanbul, kapitalizmin en güçlü olduğu bir magapol olarak, bu kapitalizm öncesi Sünuf-u Devlet’i def edebilirse, Türkleri de feth edecektir. Ama o devlet sınıflarını feth edebilmek için önce Türkleri de feth etmelidir.
Belediye seçimlerine biraz da böyle bir tarihin ışığı altında bakmak daha açıklayıcı olabilir.
(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 29 Mayıs 2019 Çarşamba - demiraltona@gmail.com)