Kaz Dağları meselesine gelince...
Tamam, bir doğa katliamıyla karşı karşıyayız, eyvallah...
Ağaçlar, ormanlar, bitki örtüsü, hayvanlar, ekolojik denge, ekosistem, ona da eyvallah...
Paraya doymayan aç gözlü, görgüsüz, arsız, hayasız, uğursuz, pislik mi pislik bir güruh, bunlarda da mutabıkız...
Direnilmesi gereken bir durumda dört koldan ve her yol ve yöntemle elbette ki ayaktayız, burada da herhangi bir sıkıntı, bir sorun yok...
Nöbetler falan da tutuluyor ki muazzam bir irade örneğinin memleketin tarihine kazınmasıdır bu...
Fakaaat...
Evet, aynen öyle, fakaaat...
Kaz Dağları'nın halkı galiba başka şeyler düşünüyor ve başka şeyler söylüyor sanki...
Son "su ve vicdan nöbeti", bu sözünü ettiğimiz "sanki"yi destekleyecek fotoğraflarla dolu...
Hiç dikkat ettiniz mi, Kaz Dağları halkı, o bölgenin köylüleri yok o fotoğraflarda...
"Nasıl yok" demeyin sakın, basbayağı yok işte!
"Ne Çanakkale halkı ve köylüleri, ne de Balıkesir halkı ve köylüleri, bu meseleyle pek ilgilenmiyor" dedirtecek fotoğraflardan söz ediyoruz...
Bırakın o kadar geniş bir bölgeyi, altın aranacağı söylenen bölgenin halkı, köylüleri bile yok bu karşı çıkışta...
Peki halk ve köylüler yerine kimler var?
Hiç kimseyi ve hiçbir yapıyı küçümsemediğimi baştan belirterek
ve "malzeme bu işte" diyerek söyleyeyim;
birkaç çevre örgütü,
birkaç sivil toplum kuruluşu
ve az sayıda meslek örgütüyle
kerameti kendilerinden menkul "sosyalist particikler"...
Çünkü o halk ve köylüler, adınız gibi emin olabilirsiniz ki direnişçilerle ve protestocularla aynı düşünmüyorlar...
Aynı düşünüyor olsalar, herkeslerden önce ve çoktan harekete geçmiş olurlardı...
O halk ve köylüler,
taa en başından beri,
bu ağır ekonomik kriz ve işsizlik koşullarında,
karşı bir hatta durmak yerine,
altını arayacak olan şirkette çalışıp üç beş kuruş kazanma hayalleri kuruyorlar...
Yani onlar için öncelik,
doğa katliamı,
ağaçlar,
ormanlar,
bitki örtüsü,
hayvanlar,
ekolojik denge,
ekosistem falan değil,
sadece ve sadece "geçim derdi!"
Birkaç gün önce izlediğim bir videoda, o bölgeden genç bir köylü, direnişçilere nasıl kızdığını, hatta hepsini birden nasıl evire çevire dövmek istediğini küfürlerle süslediği bir öfkeyle dile getiriyordu...
Kendimi bir an için o köylünün yerine koyunca kendisine bir türlü kızamadığımı gördüm.
Yaşamak onun da hakkıydı çünkü ve mevcut koşullar ona yaşamayı bu biçimde getirip dayattıysa, kızmak bir yana, haklı bile olabilirdi.
Bilincindeki o büyük eksiklik elbette ki içimi kanırttı ama, o eksiklik sadece onun değil, hepimizin, herkesin sorunuydu aynı zamanda...
Dolayısıyla, bu yörenin insanlarına,
olan bitene tersinden bakmayı da gösterebilecek,
onları asıl düşmanlarının kim ya da kimler olduğu noktasında ikna edebilecek
ve nihayet de harekete geçirebilecek bir örgütlülük gerçekleştirilemediği sürece,
o bölgede tutulacak bütün nöbetler,
kuru,
cılız,
hiç bir işe yaramayan,
zaman kaybı romantizmlerden öteye geçemeyecektir.
Unutmayalım ki, içerisinde halk olmayan bütün direnişler, protestolar ve karşı duruşlar aslında tek tek birer "romantik mastürbasyon" anlamına gelir.
Bu arada aklımdayken,
kaba popülizmin
ya da halk goygoyculuğunun hiç lüzumu yok diyerek,
bu yazıma,
"Anadolu köylüsüne kayıtsız, koşulsuz güvenmek, oldukça büyük riskleri, yoğun tehlikeleri de içinde taşır"
diye bir not da düşmek istiyorum...
Nereden mi çıkarıyorum bunu? Cevabı çok basit...
1971 Kasım'ı ortalarında, evinden av tüfeğini, dededen kalma mavzerini, odun kestiği baltasını, altıpatlarını kapıp da Deniz Gezmiş avına çıkan ben değildim, Anadolu köylüsüydü...
Bu kadarcığını da unutmadık değil mi?
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın! (HAYRİ GÜNEL)