Sorun tek başına ekonomik ve sosyolojik değil, temelde sınıfsal ve siyasal bir sorundur. İktidarı hedef tahtasına oturtmayan, yaptıklarını görmezden gelen her tartışma iktidarın gücünü pekiştirmeye ve faşizmin kendisine soluk borusu bulmasına yol açacaktır...
AKP iktidarının 23 Haziran İstanbul seçimlerini kaybetmesinin ardından Türkiye siyaseti yeni bir evreye girmiş görünüyor. Seçimlerin kaybedilmesi iktidarın hasıraltı edilen pek çok sorununun da gün yüzüne çıkmaya başlamasına neden oldu. İktidar bloku içindeki sürtüşmeler devam ederken, bugüne kadar Erdoğan’a açıktan tek bir laf edememiş ve dahası bugünkü sürece gelmenin yollarını yapmış eski AKP’liler de açıktan karşıt pozisyona geçmiş durumda. Hem iktidar hem de muhalefet yeni bir siyasal zeminin yaratılması gerektiğinin ve mevcut durumun bu şekilde sürdürülemeyeceğinin farkında gibi görünüyor. Muhalefetin kimi unsurları (İYİ Parti, bazı CHP’li belediyeler) tarafından fazlaca dillendirilen sığınmacılar sorunu, iktidarın da benzer pozisyonu ve söylemi sahiplenmeye başlamasıyla birlikte bu yeni sürecin şekilleneceği ana gündemlerin başında gelecek gibi görünüyor.
İktidar bloku, 23 Haziran sonrasında kaybettiği gücünü yeniden kazanmanın, içerideki çatlamaları durdurmanın ve karşısında saflaşan muhalefeti bölen bir hamle yapmanın peşindedir. Suriyeliler üzerinden yürütülen tartışmada böylesi bir hamle fırsatının kapılarını aralayabilir. Peki bu sorun, yeni bir siyasal zemini yaratmanın, muhalefet blokunu büyük oranda sağcılaştırmanın ve AKP faşizmine güç kazandırmanın bir aracına dönüştürülebilir mi? İktidarın geçtiğimiz 7 yılda Suriye savaşını kışkırttığını, cihatçılarla ittifaklarını, silah sevkiyatlarını, Suriyeli sığınmacıları AB’ye karşı pazarlık kozu olarak kullandığını göz önüne aldığımızda yapmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Dahası Erdoğan’ın da çokça benzetildiği dünyadaki faşist hareketler/iktidarlar gücünü buradan sağlamaktadır.
2008 krizinden sonra dünyanın birçok ülkesinde yaşanan halk isyanlarının geri çekilmesi yerini sağcı, faşist hareketlerin yükselişine bıraktı. Özellikle ırkçı, milliyetçi, kadın düşmanı ve faşizan özellikler taşıyan Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle benzeri hareketlerin birçoğu iktidar ya da iktidar ortağı haline geldi. Bu hareketler neoliberal kapitalizmin krizinin derinleştiği bir evrede hedef tahtasına göçmenleri, sığınmacıları ve mültecileri oturtmaya başladı.
Poulantzas’ın daha önce vurguladığı gibi: “faşistleşme süreci devrimci hareketlerin yenilgisinden sonraya dayanır.”[1] Günümüzde de neoliberal kapitalizmin yarattığı sorunlar giderek derinleşmekte ama halk isyanlarının yenilgisi/geri çekilmesi ve işçi sınıfı hareketinin zayıflığı, sorunu yaratanı değil yaşayanı hedef aldıran bir zeminin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle içinde bulunduğumuz ekonomik, toplumsal ve siyasal krizin faturası sığınmacılara, göçmenlere, mültecilere kesilmekte, siyaset zemini sağcılaşmaya başlamakta ve faşist hareketler de bu zeminden güçlenerek çıkmaktadır.
Nazilerin sırrı: Siyasal hedef
Poulantzas, Alman ve İtalyan faşizminin iktidara geliş dönemlerini “faşistleşme süreci” olarak tanımlar. Ekonomik, toplumsal, ideolojik ve siyasal krizin derinleştiği bir ortamda işçi sınıfı hareketinin ve devrimci hareketlerin yenilgisinin ve geri çekilmesinin faşistlerin önünü açtığını söyler. Faşistleşme sürecinde faşistlerin mevcut krizlere siyasal mücadele ile yanıt verdiklerini, Komünist Parti ve Sosyal Demokrat Parti’nin de büyük oranda ekonomik mücadeleyle sınırlı kaldığını söyler. Faşistlerin siyasal yanıtı ve vurgusunda Yahudiler başta olmak üzere tüm birçok etnik grup hedef gösterilir. Öncelerde anlamsız gelen hatta komik bulunan bu propagandalar kapitalizmin krizinin derinleşmesinden ve özellikle 1929 dünya ekonomik bunalımının ardından yaşanan siyasal arayışta geniş kitlelerce kabul görmeye başlar.
1918-1923 yılları arasında yaşanan Alman devrimci sürecinin yenilgisi bu propagandanın inandırıcılığını sağlayan başlıca nedenlerden biri haline gelir. Kapitalizmin krizi derinleşmeye devam etmekte ancak yenilginin verdiği geri çekilme hali devrimci hareketlerin krize siyasal yanıt üretmekte çekimser kalmasına ve çoğunlukla ekonomik alana sıkışmasına neden olmaktadır. Faşistlerin varlığı ve siyasal hedefteki netliği krizli sistemin faturasının Yahudilere kesilmesine, işçi sınıfını sağcılaştırmaya ve faşistleştirmeye yaramıştır. Alman devrimci süreci sırasında ezilenlerin hedefi olan kapitalist sistem ve burjuva devlet, yenilginin ardından yerini iç düşmanlara, göçmenlere, Yahudilere, romanlara ve diğer etnik gruplara bırakmıştır. Kapitalizm karşıtı tepkiler, faşistlerin ırkçılık, gericilik ve milliyetçiliği[2] kullanmasıyla faşizme eklemlenmiştir.
Derdimiz elbette ki tarihin tekerrür ettiğini ispat etmek değildir. Zaten klasik faşist iktidarlarla bugün yükselen faşist hareketler arasında benzerlikler kadar önemli farklılıklar da vardır. Ancak benzeştiği noktalar ve kullandığı yöntemler bugün de geçerliliğini korumaktadır. Kapitalizm yine ağır bir kriz döneminden geçmekte ve şimdilik geri çekilen halk hareketleri ise faşistlerin önünü açmış görünmektedir. Faşistlerin bu zeminleri sonuna kadar değerlendirmeye çalışacağını, sorunları yaratanları değil yaşayanları hedef haline getireceklerini ve böyle güçlenmeye çalışacaklarını varsayabiliriz.
Türkiye’ye dönersek
Türkiye’de de Suriyeli sığınmacılar sorunu son zamanlarda ekonomik ve sosyolojik bir sorun olarak tartışılmaktadır. “Sol değerlere” sahip insanlar tarafından dahi ekonomik krizi derinleştirdikleri, istihdamı engelledikleri ve sosyolojik, kültürel yapıyı bozdukları söylenmektedir. Ancak bu sorun tek başına ekonomik ve sosyolojik değil, temelde sınıfsal ve siyasal bir sorundur. İktidarı hedef tahtasına oturtmayan, yaptıklarını görmezden gelen her tartışma iktidarın gücünü pekiştirmeye ve faşizmin kendisine soluk borusu bulmasına yol açacaktır.
Sorun siyasal bir sorundur çünkü AKP iktidarı kendi çıkarları uğruna 7 yıldır Suriye savaşına dolaylı ve doğrudan destek vermektedir. Suriyeli sığınmacıları iktidarına koz haline getirmekte, AB ile müzakere kapısı aralamaya çalıştığı bir araç olarak görmekte ve Erdoğan bizzat yarattığı soruna sessiz kalarak “sorun çözücü” pozisyon yakalamaya çalışmaktadır.
Sorun sınıfsal bir sorundur çünkü neoliberal kapitalizmin temsilcisi AKP iktidarı son 7 yıldır denetimsiz, merdiven altlarında, en ucuz ve güvencesiz bir şekilde Suriyeliler başta olmak üzere tüm sığınmacıları sermayenin kapanına itmiştir. Göçmen ve sığınmacı emeği son 7 yıldır sermayenin kendisini büyütmesinin en önemli alanlarından biri haline gelmiştir.
İşçi sınıfı hareketini güçlendirmek, siyasal mücadelede hedefini net tutmak mevcut siyasal sıkışmışlığı aşmanın yegâne yoludur. Bu önerme soyut ve hedefsiz görünse de bu perspektiften düşünmeye başlamadan somutlamamız ve bir mücadele hattı örmemiz mümkün olmayacaktır. Sınıf hareketini güçlendirmeyi hedefliyorsak ucuz iş gücü olarak, merdiven altlarında ve güvencesiz bir şekilde çalışan Suriyeliler başta olmak üzere tüm sığınmacılara yüzümüzü dönmemiz gerekir. Soyut önerinin somutlanması da ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Son olarak Türkiye siyaseti yeni bir dönemine girmektedir. İktidarın önündeki gündemlerin başında kaybettiği gücü yeniden kazanmak, iç çatlakları engellemek ve muhalefeti bölmek gelmektedir. Sığınmacılar sorunu bunun için biçilmiş kaftandır. Dahası sadece muhalefeti bölmekle kalmayacağını aynı zamanda faşizme soluk borusu olması için elinden geleni yapacağını da görmemiz gerekir. İktidarın ve muhalefetin sağcı unsurlarının yarattığı bu atmosferi ve siyasal zemini dağıtmak için sığınmacılar, göçmenler ve mülteciler sorununu yaratan siyasal sistemi ve iktidarı hedef tahtasına oturtmak gerekir.
Dipnotlar:
[1] Faşizm ve Diktatörlük
[2] Başka bir yazı konusu ancak yine de burada değinelim. Son günlerdeki tartışmalarda ırkçılık ve milliyetçilik kültürel ve kimliksel bir durum olarak tartışılmaktadır. Ancak bunlar temelde siyasal bir sorundur ve siyasi mücadele içerisinde şekillenirler. Her siyasal durum gibi bugünkü tartışmaları da “ırkçılık, milliyetçilik” diye damgalayarak değil, verili toplumsal koşulları ve nedenleri tartışarak şekillendirmek gerekir. Zira bu tartışmayı yürütenlerin yaptıkları ve sorunu ekonomik ve sosyolojik olarak tariflemelerinin nedeni de budur. Bu soyut ve kavramsal tartışmalardan ziyade bugünkü siyasal, toplumsal ve ekonomik krizlere, kısacası neoliberal kapitalizmin krizine siyasal yanıt ve alternatif üretmenin yollarını aramak gerekir. Yoksa bu temeller ve sorunlar üzerinden yükselen ırkçılığa, gericiliğe, milliyetçiliğe ve faşizme seyirci kalırız. (YENER ÇIRACI - SENDİKA.ORG)
AKP iktidarının 23 Haziran İstanbul seçimlerini kaybetmesinin ardından Türkiye siyaseti yeni bir evreye girmiş görünüyor. Seçimlerin kaybedilmesi iktidarın hasıraltı edilen pek çok sorununun da gün yüzüne çıkmaya başlamasına neden oldu. İktidar bloku içindeki sürtüşmeler devam ederken, bugüne kadar Erdoğan’a açıktan tek bir laf edememiş ve dahası bugünkü sürece gelmenin yollarını yapmış eski AKP’liler de açıktan karşıt pozisyona geçmiş durumda. Hem iktidar hem de muhalefet yeni bir siyasal zeminin yaratılması gerektiğinin ve mevcut durumun bu şekilde sürdürülemeyeceğinin farkında gibi görünüyor. Muhalefetin kimi unsurları (İYİ Parti, bazı CHP’li belediyeler) tarafından fazlaca dillendirilen sığınmacılar sorunu, iktidarın da benzer pozisyonu ve söylemi sahiplenmeye başlamasıyla birlikte bu yeni sürecin şekilleneceği ana gündemlerin başında gelecek gibi görünüyor.
İktidar bloku, 23 Haziran sonrasında kaybettiği gücünü yeniden kazanmanın, içerideki çatlamaları durdurmanın ve karşısında saflaşan muhalefeti bölen bir hamle yapmanın peşindedir. Suriyeliler üzerinden yürütülen tartışmada böylesi bir hamle fırsatının kapılarını aralayabilir. Peki bu sorun, yeni bir siyasal zemini yaratmanın, muhalefet blokunu büyük oranda sağcılaştırmanın ve AKP faşizmine güç kazandırmanın bir aracına dönüştürülebilir mi? İktidarın geçtiğimiz 7 yılda Suriye savaşını kışkırttığını, cihatçılarla ittifaklarını, silah sevkiyatlarını, Suriyeli sığınmacıları AB’ye karşı pazarlık kozu olarak kullandığını göz önüne aldığımızda yapmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Dahası Erdoğan’ın da çokça benzetildiği dünyadaki faşist hareketler/iktidarlar gücünü buradan sağlamaktadır.
2008 krizinden sonra dünyanın birçok ülkesinde yaşanan halk isyanlarının geri çekilmesi yerini sağcı, faşist hareketlerin yükselişine bıraktı. Özellikle ırkçı, milliyetçi, kadın düşmanı ve faşizan özellikler taşıyan Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle benzeri hareketlerin birçoğu iktidar ya da iktidar ortağı haline geldi. Bu hareketler neoliberal kapitalizmin krizinin derinleştiği bir evrede hedef tahtasına göçmenleri, sığınmacıları ve mültecileri oturtmaya başladı.
Poulantzas’ın daha önce vurguladığı gibi: “faşistleşme süreci devrimci hareketlerin yenilgisinden sonraya dayanır.”[1] Günümüzde de neoliberal kapitalizmin yarattığı sorunlar giderek derinleşmekte ama halk isyanlarının yenilgisi/geri çekilmesi ve işçi sınıfı hareketinin zayıflığı, sorunu yaratanı değil yaşayanı hedef aldıran bir zeminin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle içinde bulunduğumuz ekonomik, toplumsal ve siyasal krizin faturası sığınmacılara, göçmenlere, mültecilere kesilmekte, siyaset zemini sağcılaşmaya başlamakta ve faşist hareketler de bu zeminden güçlenerek çıkmaktadır.
Nazilerin sırrı: Siyasal hedef
Poulantzas, Alman ve İtalyan faşizminin iktidara geliş dönemlerini “faşistleşme süreci” olarak tanımlar. Ekonomik, toplumsal, ideolojik ve siyasal krizin derinleştiği bir ortamda işçi sınıfı hareketinin ve devrimci hareketlerin yenilgisinin ve geri çekilmesinin faşistlerin önünü açtığını söyler. Faşistleşme sürecinde faşistlerin mevcut krizlere siyasal mücadele ile yanıt verdiklerini, Komünist Parti ve Sosyal Demokrat Parti’nin de büyük oranda ekonomik mücadeleyle sınırlı kaldığını söyler. Faşistlerin siyasal yanıtı ve vurgusunda Yahudiler başta olmak üzere tüm birçok etnik grup hedef gösterilir. Öncelerde anlamsız gelen hatta komik bulunan bu propagandalar kapitalizmin krizinin derinleşmesinden ve özellikle 1929 dünya ekonomik bunalımının ardından yaşanan siyasal arayışta geniş kitlelerce kabul görmeye başlar.
1918-1923 yılları arasında yaşanan Alman devrimci sürecinin yenilgisi bu propagandanın inandırıcılığını sağlayan başlıca nedenlerden biri haline gelir. Kapitalizmin krizi derinleşmeye devam etmekte ancak yenilginin verdiği geri çekilme hali devrimci hareketlerin krize siyasal yanıt üretmekte çekimser kalmasına ve çoğunlukla ekonomik alana sıkışmasına neden olmaktadır. Faşistlerin varlığı ve siyasal hedefteki netliği krizli sistemin faturasının Yahudilere kesilmesine, işçi sınıfını sağcılaştırmaya ve faşistleştirmeye yaramıştır. Alman devrimci süreci sırasında ezilenlerin hedefi olan kapitalist sistem ve burjuva devlet, yenilginin ardından yerini iç düşmanlara, göçmenlere, Yahudilere, romanlara ve diğer etnik gruplara bırakmıştır. Kapitalizm karşıtı tepkiler, faşistlerin ırkçılık, gericilik ve milliyetçiliği[2] kullanmasıyla faşizme eklemlenmiştir.
Derdimiz elbette ki tarihin tekerrür ettiğini ispat etmek değildir. Zaten klasik faşist iktidarlarla bugün yükselen faşist hareketler arasında benzerlikler kadar önemli farklılıklar da vardır. Ancak benzeştiği noktalar ve kullandığı yöntemler bugün de geçerliliğini korumaktadır. Kapitalizm yine ağır bir kriz döneminden geçmekte ve şimdilik geri çekilen halk hareketleri ise faşistlerin önünü açmış görünmektedir. Faşistlerin bu zeminleri sonuna kadar değerlendirmeye çalışacağını, sorunları yaratanları değil yaşayanları hedef haline getireceklerini ve böyle güçlenmeye çalışacaklarını varsayabiliriz.
Türkiye’ye dönersek
Türkiye’de de Suriyeli sığınmacılar sorunu son zamanlarda ekonomik ve sosyolojik bir sorun olarak tartışılmaktadır. “Sol değerlere” sahip insanlar tarafından dahi ekonomik krizi derinleştirdikleri, istihdamı engelledikleri ve sosyolojik, kültürel yapıyı bozdukları söylenmektedir. Ancak bu sorun tek başına ekonomik ve sosyolojik değil, temelde sınıfsal ve siyasal bir sorundur. İktidarı hedef tahtasına oturtmayan, yaptıklarını görmezden gelen her tartışma iktidarın gücünü pekiştirmeye ve faşizmin kendisine soluk borusu bulmasına yol açacaktır.
Sorun siyasal bir sorundur çünkü AKP iktidarı kendi çıkarları uğruna 7 yıldır Suriye savaşına dolaylı ve doğrudan destek vermektedir. Suriyeli sığınmacıları iktidarına koz haline getirmekte, AB ile müzakere kapısı aralamaya çalıştığı bir araç olarak görmekte ve Erdoğan bizzat yarattığı soruna sessiz kalarak “sorun çözücü” pozisyon yakalamaya çalışmaktadır.
Sorun sınıfsal bir sorundur çünkü neoliberal kapitalizmin temsilcisi AKP iktidarı son 7 yıldır denetimsiz, merdiven altlarında, en ucuz ve güvencesiz bir şekilde Suriyeliler başta olmak üzere tüm sığınmacıları sermayenin kapanına itmiştir. Göçmen ve sığınmacı emeği son 7 yıldır sermayenin kendisini büyütmesinin en önemli alanlarından biri haline gelmiştir.
İşçi sınıfı hareketini güçlendirmek, siyasal mücadelede hedefini net tutmak mevcut siyasal sıkışmışlığı aşmanın yegâne yoludur. Bu önerme soyut ve hedefsiz görünse de bu perspektiften düşünmeye başlamadan somutlamamız ve bir mücadele hattı örmemiz mümkün olmayacaktır. Sınıf hareketini güçlendirmeyi hedefliyorsak ucuz iş gücü olarak, merdiven altlarında ve güvencesiz bir şekilde çalışan Suriyeliler başta olmak üzere tüm sığınmacılara yüzümüzü dönmemiz gerekir. Soyut önerinin somutlanması da ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Son olarak Türkiye siyaseti yeni bir dönemine girmektedir. İktidarın önündeki gündemlerin başında kaybettiği gücü yeniden kazanmak, iç çatlakları engellemek ve muhalefeti bölmek gelmektedir. Sığınmacılar sorunu bunun için biçilmiş kaftandır. Dahası sadece muhalefeti bölmekle kalmayacağını aynı zamanda faşizme soluk borusu olması için elinden geleni yapacağını da görmemiz gerekir. İktidarın ve muhalefetin sağcı unsurlarının yarattığı bu atmosferi ve siyasal zemini dağıtmak için sığınmacılar, göçmenler ve mülteciler sorununu yaratan siyasal sistemi ve iktidarı hedef tahtasına oturtmak gerekir.
Dipnotlar:
[1] Faşizm ve Diktatörlük
[2] Başka bir yazı konusu ancak yine de burada değinelim. Son günlerdeki tartışmalarda ırkçılık ve milliyetçilik kültürel ve kimliksel bir durum olarak tartışılmaktadır. Ancak bunlar temelde siyasal bir sorundur ve siyasi mücadele içerisinde şekillenirler. Her siyasal durum gibi bugünkü tartışmaları da “ırkçılık, milliyetçilik” diye damgalayarak değil, verili toplumsal koşulları ve nedenleri tartışarak şekillendirmek gerekir. Zira bu tartışmayı yürütenlerin yaptıkları ve sorunu ekonomik ve sosyolojik olarak tariflemelerinin nedeni de budur. Bu soyut ve kavramsal tartışmalardan ziyade bugünkü siyasal, toplumsal ve ekonomik krizlere, kısacası neoliberal kapitalizmin krizine siyasal yanıt ve alternatif üretmenin yollarını aramak gerekir. Yoksa bu temeller ve sorunlar üzerinden yükselen ırkçılığa, gericiliğe, milliyetçiliğe ve faşizme seyirci kalırız. (YENER ÇIRACI - SENDİKA.ORG)