Tarihsel toplumsal bir olguyu incelerken onun tarihsel gelişim sürecini gözden geçirmek gerek, yoksa bir çok şey birbirine karışır; alta Alevi dergahları ile çelebilerin devletle ilişkisini eleştiren bir arkadaşın eleştirilerine karşı yazdıklarımı koyacağım:

Konuyu şöyle düşünmenizi öneririm: Bir zamanlar Âli Osmanlı Devletinin Alevi dergahlarına yaptığını, bu günlerde Âli Osmanlı’nın yaptıklarını, onun zihniyetinde olanlar HDP’li belediyeleri onların elinden alıp yerine kayyımlar atayarak yapıyorlar; eskiden Büyük (âli) Osmanlı devleti bunu Alevi dergahlarına yapardı.

1550 Kanunu Sultan Süleyman, kaynı Server Paşayı yani sersem Ali baba namıyla bilinen zatı Hacı Bektaş Dergahının başına atıyor. Babağanlık denen akım böyle doğuyor; tarihte Dedebaba namıyla anılan ilk kişi Sersem Ali Babadır.

Âli Osmanlı devleti 1826’da da Babağanları dergahtan kovup, onları yasaklayıp, bir kısmını katledip bir kısmını da sürgün ettikten sonra, Hacı Bektaş Dergahını Nakşibendi tarikatkine veriyor; işte bu süreçte 1834’de Dergaha cami Minaresi yapılıyor.

Şimdi Diyarbakır belediyesine atanan kayyImI düşünün; bu uygulama elli -yüz yıl sürerse kelli felli bazı devrimciler, bazı Kürt milliyetçileri … vs, vs Diyarbakır belediyesi gibi belediyelere atanan kayyımlardan iş almak, ihale almak, işe girmek, ona bazı işlerini yaptırıp ondan yararlanmak için bazı şeyler yapacaklardır; belki de bu işbirliği süreci şimdiden başlamıştır bile. Yani bir tarihi süreci göz önüne almadan cımbızlarsanız garip görüntüler bulursunuz. Sevgili dostumun yaptığı biraz böyle olmuş gibi gibi geldi bana. Dostumuz 1826’da Dergaha atanan Nakşibendi şeyhi ile işbirliği yapan birilerini bulmuş galiba ki, mal bulmuş mağrip gibi çığlıklar atıp Alevileri Nakşilerle işbirliği yapmakla suçluyor; olmaz böyle şey.

Alevi tarihinde yaşanılan süreci geçen yıl bir yere şöyle anlatmıştım; bu konuları konuşurken bu tarihi düşünelim diye o yazıyı buraya kopyalıyorum:

Değerli muhabbet ehli Dostlar.

Babagan’lar denilen Bektaşiler le Çelebiler arasındaki ayrılığı “Alevilikte yol ayrılıkları” adlı yazımda yazmıştım; burada tekrar etmeyim.

Babaganlık yani Bektaşilik 1550’de, Sersem Ali Dedebaba diye anılan Kanununin nikahlı ilk eşi olan Mahi Devran’ın abisi Arnavut kökenli Server Ali Paşa’nın gelip dergaha el koymasıyla başlar. Bu bir devlet operasyonudur. Bu yol da, eskiden bu yana gelen gidişatta bir bozulmaya yol açıyor.

Dergahlar 1550 ya da 1551’de Sersem Ali Babanın Hacı Bektaşa gelip Dergahı almasıyla fiilen Dergah Alevilerin elinden çıkmıştır; artık Osmanlı devletince yönetilir olmuştur.

Dedebabaları Osmanlı devleti atar.

Brecht “Vahşi fillerin en büyük düşmanı evcilleştirilmiş fillerdir” der. Babagan’lar Padişahın atadığı adamlar olduğundan evcilleşmiş bir Alevilik yapmaya çalışırlar. Eskiden beri Dergahta postnişinlik yapan Çelebiler, Dergahtan uzaklaştırılırlar. Dergahı devlet adamlarının yönettiği bir dönem başlar.

Daha sonra 1826’da Vakayi Hayriye döneminde, Bektaşilik denen Babaganlıkta yasaklanır, Dergahlar Nakşibendi şeyhlerine verilir. 1834’de Dergaha cami yapılır.

1826 da Vakayi Hayriye denen dönemin anlaşılması için kısaca şunları da söylemeliyim:

Bu dönem başlamadan bir – bir buçuk yıl önce (yani 1824 yılında) Hacı Bektaş Postnişini Feyzullah Çelebi silahla vurularak öldürülür. Feyzullah Çelebi’den boşalan postnişinlik makamına oğlu Hamdüllah Çelebi geçer. 1826’daki Vakayi Hayriye diye başlayan dönemde Hamdüllah Çelebi şeriat mahkemesinde yargılanır; önce ölüm cezasına çarpıtılır, sonra bu ceza Amasya’ya sürgün cezasına çevrilir. Hamdüllah Çelebi’nin Türbesi Amasya’dadır.

Babaganlık denilen “Bektaşilik” Atatürk’ün kurduğu resmi Komünist partisine benzer. O komünist partisi ne kadar komünistse, Babagan’lar da aynen o kadar Alevidir, ne eksik ne fazla. Atatürk’ün kurduğu komünist partisi, Moskovaya heyet gönderir, Komintern’e üye olmak ister. Vs vs.

İşte yaşanılan bu tarihsel süreçten dolayı, Cumhuriyet döneminde yani 677 sayılı yasa ile Dergahlar kapatıldığında, bu dergahlar fiilen Alevilerin elinde olan kurumlar değildi; bundan dolayı da Aleviler dergahların kapatılmasına asla ses çıkarmamışlardır. Çünkü bu kurumlar taaa 1551 de Alevilerin elinden alınmıştı. Bilgisizliğin kimseye faydası yok. Her şeyi kendi süreci içinde değerlendirmek gerekir.

1925’de, 677 sayılı yasa ile Dergahlar kapatıldığında, Hacı Bektaş Dergahı, Arnavut kökenli Salih Niyazi Dedebaba ile 39’u Arnavut biri de Türk olan 40 tana Dervişin elindeydi. Dergahın bir tane de Nakşibendi şeyhi vardı. Aslında dergah hukuken Nakşibendi tarikatınındı ama fili kontrol Dedebabanın başını çektiği kesimin elindeydi.

Yani şunu bilmeliyiz ki Atatürk dergahları kapattığında bu dergahlar çoktandır Alevilerin elinde değildi, Alevilerin sırtında bir kamburdu.

Alta Hacı Bektaş Dergahına yapılan tekke camisinin üzerinde yapım yılını gösteren resmini göreceksiniz; 1834 yazıyor. Yani Dergah Nakşibendi tarikatının olduğu için onlarda Dergaha cami yapmışlardı; o cami orada hala duruyor.

Bir de şu iyice bilinmeli:

Hacı Bektaş dergahının olduğu bölge Dulkadiroğlu beyliğine aitti.

1488 yılında Osmanlı Dulkadiroğlu beyliğine saldırır, Alaüddevle komutasındaki Dulkadiroğlu askerleri Osmanlıyı Yener, bu Ahsenü’t Tevarih’in 590. Sayfasında yazıyor, kitap Türk Tarih Kurumu Yayınlarından çıktı.

Alaüddevle, Osmanlı 1514’de Şah İsmille savaşmaya gideceği Zaman, Osmanlı ordusunun topraklarından geçmesine izin vermez.

Balım Sultan’ın asıl adı Hızır Bali; Balım Sultan 1500 yılında Hacı Bektaş Dergahına post nişin olur. O tarihte Şah İsmail ününün doruğundadır, Kalender Çelebi yine öyle orada var, Pir Sultan var. Böyle bir dönemde Osmanlı Hacı Bektaş Dergahının başına bir Sırp’ı atasa bunlar, bunca ulu kişi buna sessiz kalır mı? Akıl var mantık var. Lütfen Balım Sultan ile ilgili yanlış şeyler yazmayalım. Tarihi süreci bilip düşünmeden böyle yazanlar yanlış yapıyor. Biz bildiğimizi söyleyip yanlışa dur diyeceğiz.

Balım Sultan, ölmeden önce 1516 -1517 yılında mezarını yaptırıyor, 1520 ölünce bu mezara sırlanıp kapısının üzerine bir hitabe yazılıyor. Hitabede Hacı Bektaş Veli’nin torunlarından Balım Sultan diye yazılıyor. Bedri Noyan, Balum Sultan Hakkı’nda bilgi verirken bakın şöyle yazıyor:
“Yazıtta, kendisi, Hacı Bektâş Velî hazretlerinin soyundan gelme ve torunu olarak gösterilmiş ise de, bütün bilimsel kaynakların bunu reddettiği bilinmektedir” der, Bedri Noyan, Bütün yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç yayınları Ankara, birinci cilt, sayfa 483.

1520’de Balımsultan öldüğünde türbesinin kitabesini yazanları, Dedebaba Bedri Noyan beş asır sonra düzeltmeye kalkıyor, buna inanan Alevi’de oluyor işte. Abdülbaki Gölpınarlı, Balım Sultanın “türbesinin kapısındaki tabela 925 (1519) tarihini taşımaktadır” diyor.

Balım Sultanın Türbesinin üzerinde yazılan hitabenin hem orijinal Arap alfabesi ile olanı hem de bunun günüz diline çevrilmiş olanı Tevfik Oytan’ın Bektaşiliğin iç yüzü kitabında var.

(RIZA AYDIN - https://yalansz.wordpress.com/2019/09/09/dergah-ve-kayyim/?fbclid=IwAR10zssaRxsCCi4uGC755V0DWx3qP2tgalNDlbGJfASV7jMKKCPMXVgCkxs)
Daha yeni Daha eski