O benim çocukluk kahramanımdı. Çoraplar şimdiki gibi kısa değildi. Tepeden aşağı indirir, onun gibi bileklerimizde toplardık. Bir kısmımız saçlarının arkasında ona benzemek için kuyruk bırakırdı. Tanıdığımız ilk tayt giyen erkekti. Sonrasında örneği az çıktı. Kenar mahallelerde futbol topu pek azdı. Ezilmiş kola kutusu, gazoz kapağı hatta bir taş parçası... Serbest vuruştan önce uzaklaşır, top namına ne varsa ona odaklanırdık. Derin nefes aldıktan sonra bir kez kaleye bakar, koşarak bütün gücümüzle vururduk. Gol olunca iki kolumuzu kanat gibi açar, saha boyunca kuş gibi uçardık. Sırtımızda 8 numara yazardı. Sol ayağımızı, sol elimizi onun gibi kullanmak için çok uğraştık da başaramadık.
İnsanın çocukluğu yaşamının arka bahçesidir. Masamın üstünde Cevad Prekazi’nin Onur Bayrakçeken’le birlikte hazırladığı söyleşi kitabını (Prekazi Vurdu Gol Oldu, Mylos Kitap) görünce o bahçeye bir kez daha çıktım. “Nerede eski bayramlar” iç geçirmesini bırakıp, “Prekazi neden Fethullah’a gitmedi” diye sordum.
Ateist Prekazi’nin Galatasaray’la imtihanı
[Haber görseli]“Ne alakası var” demeyin. Prekazi’nin arkasında oynayan İsmail Demiriz ya da unutulmaz goller attırdığı Uğur Tütüneker’in Gülen’in dizinin dibindeki fotoğrafları nasıl unutulur. Galatasaray kadrosu o dönem Fethullah’ın takipçisiydi.
“Ama Prekazi yabancı” demeyin...
Babasının adı Rıfat, annesinin adı Leyla. Müslüman bir Arnavut aileden geliyor. Annesi hayatını hafızlık yaparak kazanıyordu. Buna rağmen Prekazi’nin Galatasaray’daki havaya nasıl karışmadığını merak ettim.
Birkaç tane yanıtı var. Babası onu “oğlum, iki din var, unutma: İyi ve kötü insan” nasihatiyle büyütmüştü. Prekazi inancını kendi seçmiş, ateist olmaya karar vermişti.
Peki, Galatasaray’daki futbolcu arkadaşları biliyor muydu?
“Biliyorlardı herhalde” diyor. Trabzon deplasmanında kazanmak için toplu namaz kılan arkadaşlarıyla mağlubiyet sonrası tartışmalarını şöyle anlatıyor:
“‘Ee’ dedim, ‘ne oldu?’ Tabii ki herkese saygı duyuyorum, ama Allah takım mı tutuyor sanki? Sen kendine güveneceksin, çalışacaksın. Başka türlü kazanamazsın. Sadece futbolda değil, hiçbir şeyde kazanamazsın.”
Ateist olmak o dönem “cemaat” olarak bilinen yapıya uzak durmaya yetmez, diyebilirsiniz. Öyle ya, Abant Platformu’na ya da Türkçe Olimpiyatları’na menfaat karşılığı eleman yazılanları biliyoruz.
Mareşal Tito’nun askeri
Okudukça daha fazlası olduğunu fark ediyoruz. Prekazi bir sosyalist. Çakmağında resmini taşıdığı Che Guevara da onun çocukluk kahramanı. Prekazi isyan ediyor: “İnsanlar ter akıtarak mı zengin oluyor? Hayır, hırsızlıkla. Su ya, su satıyorsun! Su nereden çıkıyor? Dünyanın değil mi o? Herkes su alabilmeli. Okul bedava olmalı, doktor bedava, ilaç bedava olmalı.”
Emekçi bir aileden geliyor. Ailesi Türkiye’deki evinde misafir olduğunda, apartmandaki kapıcıya tonlarca kömür taşıtıldığını görünce iki gün boyunca gidip yardım ediyor. “Prekazi’nin ağabeyleri Yugoslavya’da kapıcı mıydı” sorusuna verilen “Bizde kapıcı diye bir şey yok” yanıtının Türkiye’de anlaşılamadığını okuyoruz.
Türkiye’de Atatürk’ü, Yugoslavya’da Tito’yu önder biliyor. Telefonu bugün bile “Uz Marsala Tita” marşıyla çalıyor. Her yıl 29 Ekim’de Cumhuriyet kutlamalarına katılıyor. Takım arkadaşları cemaatlerde dolaşırken o Atatürk’ü anıyor. Atatürk’e olduğu gibi Tito’ya yapılan saldırılar da onu sinirlendiriyor, “yok Yugoslavya böyle, Tito şöyle... Hadi be oradan!” dedikten sonra devam ediyor:
“2. Dünya Savaşı sona erdiğinde Yugoslavya ne haldeydi biliyor musun? Yıkık bir ülkeydi. Tito yıkılmış bir Yugoslavya’yı ayağa kaldırdı. Her şey onun zamanında yapıldı. (...) Hangi üniversiteye gitmek istediğini sen seçiyordun. Devrimden sonra okur-yazar oranı çok arttı. Çoğu kitap ücretsizdi. Her okulda spor salonu vardı. (...) Müzik konuşuyorduk mesela; Avrupa’da bile birçok ülkede öyle zengin müzik yoktu. İnsanlar Belgrad’da istedikleri her plağı bulurdu. Moda? New York, Paris, Belgrad...”
Prekazi, Tito devriminin kazandırdıklarını anlatmakla bitiremiyor.
Yugoslavya’yı öldürdüler, çaldılar
[Haber görseli]Peki, Prekazi hangi ülkeden? Artık olmayan bir ülkeden, Yugoslavya’dan. Geçmişte herkesin “Yugoslavım” dediğini anlatıyor. Emperyalizmin, Soğuk Savaş’ın bitişiyle etnik meseleleri nasıl kaşıdığını, bir ülkeden nasıl 6 ülke çıkardığını da. Geriye tepelerinden yağan bombalarla halen yıkık duran binalar ve küresel şirketlerin yağmaladığı madenler kalıyor.
Prekazi’nin doğduğu, Avrupa’nın tek bölünmüş şehri Mitroviça’yı bugün bir köprü ayırıyor. Bir yanında Kosova öbür yanında Sırbistan bayrakları dalgalanıyor. Halen “ben Yugoslavım” diyen Prekazi, kimi zaman “Yugoslavya’yı öldürdüler” diyor, kimi zaman ise “hırsızlar Yugoslavya’yı çaldılar” tarifini yapıyor. Hangisi doğru? Belki ikisi de...
“Tito’nun ölümünden önce kimse kimseye milliyetini sormazdı ki... Hepimiz Yugoslavdık” diyor Prekazi. Etnik milliyetçiliğin Yugoslav ulusundan Sırp, Hırvat, Boşnak ya da Arnavut yaratmasını sorguluyor. Türkiye’yi de sık sık uyarıyor.
Cemaat toplantılarından çıkıp pavyonlara giden takım arkadaşlarından farkı var Prekazi’nin. Bilmiyordum, Galatasaray’a gelmeden önceki takımı Partizan’ın stadyumunda dev bir kütüphane varmış bir zamanlar. Prekazi, takım kamplarında odasında kitap okuyor. Maçlara eski kasetçalarında dinlediği müzikle geliyor. Bildiğimiz futbolcular gibi değil. Blues meraklısı, rock konserlerine gidiyor. Rousseau’dan, Hemingway’den, Tolstoy’dan ya da Maalouf’tan bahsediyor. İstanbul’un özgün lokantalarını geziyor, betonlaşmasından şikâyet ediyor. Eski plak dükkânlarını dolaşıyor, Beyoğlu’nun arka sokaklarından haberdar. Zeki Müren’i ve Müzeyyen Senar’ı hayranlıkla hatırlıyor. Tarık Akan’la arkadaş. Alp Yalman’dan ya da Erman Toroğlu’dan nefret ediyor.
Öğrenmek bedavaydı bize
Anlatacak çok şey var...
FETÖ’cü takım arkadaşlarından bahis açılınca Prekazi iç çekiyor: “Ne biliyordu ki onlar, kullandılar onları. Senin kendi aklın yok mu, neden başkalarının aklıyla hareket ediyorsun?”
“Kendi aklınla düşün” bir baba nasihati Prekazi’ye. Birikimini, “İyi ki Yugoslavya’da doğmuşum. Çok şey öğrendim. Çünkü öğrenmek bedavaydı bizde. Şimdi her şey paralı oldu” sözleriyle açıklıyor.
FETÖ’ye de, yerine gelenlere de, çatışmalarımıza da, yoksulluğumuza da bir çözüm arıyoruz ya. Kurtuluş hâlâ umudu olan “büyük insanlık”ta değil mi?
Prekazi ve Yugoslavya bize yeterli ders olur mu? (BARIŞ TERKOĞLU - CUMHURİYET)