ODTÜ mezunu Onur Yaser Can’ın ölümünden sorumlu tutulan polislerin yargılandığı dava, 25 Ekim’de saat 14.00’te Çağlayan Adliyesi İstanbul 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Kız kardeşi mahkeme heyetine şöyle seslendi: “Adil olun, halkı koruyun.”
Emniyette uğradığı işkence sonucu intihar eden ODTÜ öğrencisi Onur Yaser Can’ın ardından çocuğuna işkence yapanların yargılanması talebiyle uzun yıllardır adliye koridorlarında adalet arayan acılı baba Mevlüt Can da geçtiğimiz günlerde aort damarının yırtılması nedeniyle hayatını kaybetti.
Dört kişilik bir aileden geriye sadece küçük çocuk Ezgi Sevgi Can kaldı. Ağabeyinin, annesinin şimdi ise babasının acısını yaşayan Ezgi Sevgi Can, “Bu adaletsiz ülkenin cezasızlıkla palazlandırdığı polis şiddeti, benim ailemi, yol arkadaşlarımı, umudumu elimden aldı. Öfkeliyim. Katillere, onları yetiştirenlere, onları koruyup kollayan çürümüş hukuk sistemine, işkenceyi görüp susan vicdan yoksunlarına, adalet arama sürecinde kapılarını suratımıza kapatanlara öfkeliyim” dedi.
Can ile babası Mevlüt Can’ın verdiği adalet mücadelesini konuştuk.
Öncelikle başınız sağolsun. Beraber mücadele ettiğiniz babanızı, yol arkadaşınızı kaybettiniz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz ?
Babam benim sadece babam değil aynı zamanda dostum, yoldaşımdı. Özellikle annemi de kaybettikten sonraki süreçte, tıpkı iki dost gibi birbirimize kenetlendik. Bu zor mücadeleyi birlikte yürütmeye, hayatta kalmaya uğraştık. Tıpkı annem ve abim gibi.. Yani ben çok güzel bir babayı ama aynı zamanda da dostumu kaybettim. Bu adaletsiz ülkenin cezasızlıkla palazlandırdığı polis şiddeti, benim ailemi, yol arkadaşlarımı, umudumu elimden aldı. Şu an en yoğun olarak hissettiğim duygu ise öfke. Üzgünüm ama daha çok öfkeliyim. Katillere, onları yetiştirenlere, onları koruyup kollayan çürümüş hukuk sistemine, işkenceyi görüp susan vicdan yoksunlarına, adalet arama sürecinde kapılarını suratımıza kapatanlara öfkeliyim. Ben bu Ekim ayında 33 yaşına gireceğim. Beni, babamı da geçmişe gömmek zorunda bırakan, onu daha saçları bile ağırmadan 62 yaşındayken bu kadar acı çekerek öldüren bu zulme karşı inanılmaz öfkeliyim ve isyanlıyım.
Babanızın adalet arayışı herkese umut oldu. Tanımayanlar için babanızın nasıl biri olduğunu anlatır mısınız?
Babam çok güçlü dağ gibi bir insandı. Mücadeleciydi, isyankardı, yardımseverdi, cömertti ve emekçiydi. Antakya’nın Samandağ ilçesinde, çok yoksul Arap Alevisi bi ailede dünyaya gelip, tüm ömrünü kendini geliştirerek, çalışıp didinerek, durmadan okuyarak son anına kadar mücadele ederek yaşadı. Yani yaşamak onun için çalışmak, emek vermek demekti. Az okuyup çok konuşanlara kızardı. Öğrenin cahil kalmayın derdi. Komikti de, çok güldürürdü beni, bütün aileyi. O acılı haliyle babam bizi güldürürdü. 2010’da abimin öldürülmesinden sonra kendini adalet mücadelesine verdi. Kendi kendinin avukatı oldu. Oğluna yapılan örgütlü işkenceyi ortaya çıkarmak için insan üstü bir çaba sarfetti. Mahkemenin, avukatların ortaya çıkarması gereken dellileri o çıkarttı ortaya. Bugün, dava bu noktaya geldiyse, babamın ve annemin direngen tavrı ve mücadelesi sayesindedir.
Babanızla son duruşma günü sohbet etmiştik. Ancak herhangi bir sağlık sorunu olduğundan hiç bahsetmemişti. Herhangi bir şikayeti var mıydı?
Aort damarının, yani kalbin ortasından geçen ve vücudun her yanına kan götüren ana atar damarının ani yırtılması sonucu oluşan iç kanamadan kaybettik onu. Belli bir şikayeti yoktu ama oğlunu, sevgilisini çok özlüyordu, çok acı çekiyordu ve acısını bastırmak için içiyordu tabii... Bedenine çok da iyi bakmıyordu. Doktora da götüremiyorduk. ‘Bir şeyim olunca giderim’ diyordu. Bir anda gelişti her şey, çok zorlu bir ameliyat geçirdi ve kurtaramadılar. Bu erken gidişe tabi yaşadığı acı ve stres sebep oldu. Babamın ruhu, bedeni, kalbi, damarları bu acıya dayanamadılar. Yani babamın gidişi de anneminki gibi bir cinayettir. Sapasağlam, dirençli, devrimci iki yiğit insanı ve onların yetiştirdiği bir güzel evladı yok ettiler.
-Anneniz gibi babanız da adaleti göremedi.
Biz başından beri mahkemelerde bağırdık. Geciken adalet adalet değildir dedik. Ancak dinletemedik. Zaten işkence, kötü muamele ve cinsel istismardan takipsizlik kararı verilmişti. Dolayısıyla bu suçlardan bırakın ceza almayı hiçbir sorumlu polis ve amiri yargılanmadı dahi. Bu dava hala AHİM’de ve 2012’den beri bir cevap bekliyoruz. Onun dışında 25 Ekim’de polislerin resmî evrakta yaptıkları sahtecilik davası görülecek. Bu dava ise 2011’den beri sürüyor. İlk verilen kararınçok hafif bulduğumuz için biz itiraz etmiştik. Yargıtay da bu kararı bozdu. Dava tekrar görülmeye başladı. Biz ısrarla mahkemeye, bunun basit bir evrakta sahtecilik davası olmadığını, ortada bir değil iki cinayet olduğunu söylüyorduk. Yargılanan sanıklara evrakta sahtecilik emrini veren ve onların amirleri konumunda olan ve işkenceyi yapan ekibin başında olan Hakan Aydın’ın ve emrindeki diğer polis memurlarının da yargılanmaya dahil edilmesini talep ettik. Ancak bu talebimiz reddedildi. Son celsede savcı mütaalasında sanıkların evrakta sahtecilik dışında, sahte evrağı kullanma ve imha etmekten de cezalarını talep etmişti. Umarım mahkeme adil bir karar verir ve en azından bu mütalaaya uyar. Ama ne annem ne de babam verdikleri bu adalet mücadelesinin sonucunu görebilecek. O yüzden davadan çıkacak karar ne olursa olsun benim için yarım bir karar olacak.
- Bahsettiğiniz dava cuma günü görülecek. Yargılamayı yapan mahkeme heyetine neler söylemek istersiniz ?
Şunu söylemek istiyorum. Bu yapılan evrakta sahtecilik, abim Onur Yaser Can’a yapılan fiziki ve sözlü işkence ve cinsel istismarın devamı niteliğindedir. Sanıklar Soner Gündoğru ve Salih Bahar, amirleri işkenceci Hakan Aydın’ın emriyle abimi tekrar ifadeye çağırarak okumasına izin vermeden, zorla yeni ifadeler imzalatarak, onu şüphe altında bırakmış ve ifadesine çıkarlarına uygun eklemeler yapmışlardır. Ona bu ifade tutanaklarından bir nüsha dahi vermemişlerdir. Bunu biz hem geride bıraktığı el yazısından hem tanık ifadelerinden biliyoruz. Dolayısıyla bu bir işkence davasıdır. Çok güzel günler görecek, bu ülkeyi daha güzel bi yer haline getirecek bir aile paramparça edilmiştir. Bunu biz hak etmedik. Biz sadece güzellik verdik. Annem babam güzellikler peşinde, ekmek hak, adalet pesinde koştular bunun için emek verdiler ama karşılığında bu ülke onları hem oğullarından hem canlarından etti. Heyete özetle şunları söylemek istiyorum : Adil olun, cesur olun,katilleri korumayın halkı koruyun. Adil olun ki artık bu ülkede insan öldürmek bu kadar kolay olmasın.
-Mevlüt amca bizleri bir yerlerden görüp duyuyorsa ona duygularınızı nasıl anlatırdınız ?
Ona önce derdim ki aşkolsun babam. Beni nasıl bıraktın da gittin. Hani bırakmam seni diyordun. Biliyorum çok acı çekiyordun, ama biraz daha dayanabilseydin belki torunlarınla tanışacaktın. Ama biliyorum ki hayatta kalmak için, yapabildiğin kadarıyla her şeyi yaptın, sigarayı bile bırakmıştın. Ama acı insanı işte böyle aniden öldürüyor. Koca bir çınar gibi orta yerinden kanayarak gittin. Seni çok özleyeceğim benim kavga arkadaşım. Senin gücünü arkamda bir dağ gibi hissediyorum. Mücadelemizi, gücüm yettiğince sürdüreceğim. Bana bıraktığınız direniş ve sevgi mirasını gururla taşıyacağım. Bu benim için artık bir insanlık, bir varolma meselesi.
Seni çok seviyorum. Bir tanen nar tanen.
NE OLMUŞTU?
İstanbul'da 2 Haziran 2010'da yapılan narkotik operasyonunda esrar satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alınana ODTÜ mezunu 28 yaşındaki mimar Onur Yaser Can, serbest bırakıldıktan sonra ikinci kez emniyete çağrılarak ifadesi değiştirildi. Onur Yaser Can, üçüncü kez ifadeye çağrıldığı günün akşamında 23 Haziran 2010’da emniyette yaşadığı işkenceyi anlatan bir not bırakarak pencereden atlayarak intihar etti. Dosyadaki ifadelere göre, Onur Yaser Can, emniyette çırılçıplak soyuldu, yüzü duvara dönük uzun süre bekletildi, yere çökertildi, öksürtüldü. Hakarete uğradı. Savcılık, Onur Yaser Can'a gözaltında işkence yapıldığına ilişkin suç duyurusuna takipsizlik kararı verdi.
İşkence iddialarına takipsizlik veren savcılık, Onur Yaser Can'ı gözaltına alan iki polis hakkında, gözaltı evrakında sahtecilik yaptıkları gerekçesiyle 8 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. İstanbul 6'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan ilk yargılama sonunda 2 polis memuru 2 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay, yerel mahkeme tarafından verilen kararı usul yönünden bozunca dava yeniden görülmeye başladı.
Acılı anne intihar etti
15 Mayıs 2012'deki ilk yargılamaya ilişkin karar duruşmasına katılan anne Hatice Can, oğlunun acısına daha fazla dayanamayarak 2 Mart 2014'de oğlunun intihar etmek için seçtiği yolu seçti ve evinin penceresinden atlayarak intihar etti.
İmaj kayıtları yok edildi
İstanbul 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden yapılan yargılamada, Onur Yaser Can’ın emniyetteki görüntülerine ve orada yapılan işlemelere ilişkin imajın(birebir kopya) yer aldığı CD’nin emniyette bulunmadığı, yine incelenmek üzere görüntülerin ve bilgilerin yer aldığı imajın da “güvenlik gerekçesi” ile bilirkişi tarafından kırıldığı ortaya çıktı. Mahkeme heyeti, Onur Yaser Can’ın görüntülerinin ve orada yapılan işlemlere ilişkin bilgilerin de bulunduğu imaj kaydının yer aldığı CD’nin yok edilmesi/kaybedilmesine ilişkin "Suç delillerin karartılması" gerekçesi ile ilgililer hakkında suç duyurusunda bulundu.
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki 2 Nisan'da yapılan son duruşmaya katılan baba Mevlüt Can ile kızı Ezgi Can, oğlunun ölümüne ilişkin olayın genişletilmesi talebinde bulunmuştu. Mevlüt Can, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülen davada ise şunları söylemişti: Eşimin ölmesinde biraz da kabahat sizdedir. Biz sizden azıcık adalet görseydik, taleplerimize yanıt verseydiniz eşim hayatta olacaktı. Eşim 3 Mart 2014'te can verdi fakat hala mahkeme tarafından adına tebligatlar çıkarılıyor. Hatta duruşma salonunun kapısındaki listede bile ad yazılı. Davanın başında beri bu sahteciliğin bir amaç uğruna yapıldığını söylüyoruz. Aslında bir şeyleri gizlemek için yapıldı bu sahtecilik. Bu sahtecilik benim oğluma yapılan fiziksel ve psikolojik işkencenin saklanması için yapıldı. Birçok belgeyi biz kendimiz bulduk. Mahkeme hiçbir araştırma yapmadı. Şu an FETÖ'den yurt dışında olan savcı Muammer Akkaş da bu işkenceyi saklamak için takipsizlik vermiştir. Oğlumu bizzat narkotiğin imamı konumunda şu an FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Hakan Aydın bizzat alıp Vatan’a götürmüştür. Amaç oğlumu konuşturma, muhbir yapmak, arkadaşlarını ihbar etmesi hususuydu. Oğlum bu isteklerini yerine getirmeyince ölüme sebebiyet veren işkence ve baskılara maruz kalmıştır. Biz de bu maksat altında sahteciliğin yapıldığını, asıl amacın bu eylemin gizlenmesi olduğunu söylüyoruz. Bir baba olarak söylüyorum bu olayı genişletin.
(SEYHAN AVŞAR - CUMHURİYET)
Emniyette uğradığı işkence sonucu intihar eden ODTÜ öğrencisi Onur Yaser Can’ın ardından çocuğuna işkence yapanların yargılanması talebiyle uzun yıllardır adliye koridorlarında adalet arayan acılı baba Mevlüt Can da geçtiğimiz günlerde aort damarının yırtılması nedeniyle hayatını kaybetti.
Dört kişilik bir aileden geriye sadece küçük çocuk Ezgi Sevgi Can kaldı. Ağabeyinin, annesinin şimdi ise babasının acısını yaşayan Ezgi Sevgi Can, “Bu adaletsiz ülkenin cezasızlıkla palazlandırdığı polis şiddeti, benim ailemi, yol arkadaşlarımı, umudumu elimden aldı. Öfkeliyim. Katillere, onları yetiştirenlere, onları koruyup kollayan çürümüş hukuk sistemine, işkenceyi görüp susan vicdan yoksunlarına, adalet arama sürecinde kapılarını suratımıza kapatanlara öfkeliyim” dedi.
Can ile babası Mevlüt Can’ın verdiği adalet mücadelesini konuştuk.
Öncelikle başınız sağolsun. Beraber mücadele ettiğiniz babanızı, yol arkadaşınızı kaybettiniz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz ?
Babam benim sadece babam değil aynı zamanda dostum, yoldaşımdı. Özellikle annemi de kaybettikten sonraki süreçte, tıpkı iki dost gibi birbirimize kenetlendik. Bu zor mücadeleyi birlikte yürütmeye, hayatta kalmaya uğraştık. Tıpkı annem ve abim gibi.. Yani ben çok güzel bir babayı ama aynı zamanda da dostumu kaybettim. Bu adaletsiz ülkenin cezasızlıkla palazlandırdığı polis şiddeti, benim ailemi, yol arkadaşlarımı, umudumu elimden aldı. Şu an en yoğun olarak hissettiğim duygu ise öfke. Üzgünüm ama daha çok öfkeliyim. Katillere, onları yetiştirenlere, onları koruyup kollayan çürümüş hukuk sistemine, işkenceyi görüp susan vicdan yoksunlarına, adalet arama sürecinde kapılarını suratımıza kapatanlara öfkeliyim. Ben bu Ekim ayında 33 yaşına gireceğim. Beni, babamı da geçmişe gömmek zorunda bırakan, onu daha saçları bile ağırmadan 62 yaşındayken bu kadar acı çekerek öldüren bu zulme karşı inanılmaz öfkeliyim ve isyanlıyım.
Babanızın adalet arayışı herkese umut oldu. Tanımayanlar için babanızın nasıl biri olduğunu anlatır mısınız?
Babam çok güçlü dağ gibi bir insandı. Mücadeleciydi, isyankardı, yardımseverdi, cömertti ve emekçiydi. Antakya’nın Samandağ ilçesinde, çok yoksul Arap Alevisi bi ailede dünyaya gelip, tüm ömrünü kendini geliştirerek, çalışıp didinerek, durmadan okuyarak son anına kadar mücadele ederek yaşadı. Yani yaşamak onun için çalışmak, emek vermek demekti. Az okuyup çok konuşanlara kızardı. Öğrenin cahil kalmayın derdi. Komikti de, çok güldürürdü beni, bütün aileyi. O acılı haliyle babam bizi güldürürdü. 2010’da abimin öldürülmesinden sonra kendini adalet mücadelesine verdi. Kendi kendinin avukatı oldu. Oğluna yapılan örgütlü işkenceyi ortaya çıkarmak için insan üstü bir çaba sarfetti. Mahkemenin, avukatların ortaya çıkarması gereken dellileri o çıkarttı ortaya. Bugün, dava bu noktaya geldiyse, babamın ve annemin direngen tavrı ve mücadelesi sayesindedir.
Babanızla son duruşma günü sohbet etmiştik. Ancak herhangi bir sağlık sorunu olduğundan hiç bahsetmemişti. Herhangi bir şikayeti var mıydı?
Aort damarının, yani kalbin ortasından geçen ve vücudun her yanına kan götüren ana atar damarının ani yırtılması sonucu oluşan iç kanamadan kaybettik onu. Belli bir şikayeti yoktu ama oğlunu, sevgilisini çok özlüyordu, çok acı çekiyordu ve acısını bastırmak için içiyordu tabii... Bedenine çok da iyi bakmıyordu. Doktora da götüremiyorduk. ‘Bir şeyim olunca giderim’ diyordu. Bir anda gelişti her şey, çok zorlu bir ameliyat geçirdi ve kurtaramadılar. Bu erken gidişe tabi yaşadığı acı ve stres sebep oldu. Babamın ruhu, bedeni, kalbi, damarları bu acıya dayanamadılar. Yani babamın gidişi de anneminki gibi bir cinayettir. Sapasağlam, dirençli, devrimci iki yiğit insanı ve onların yetiştirdiği bir güzel evladı yok ettiler.
-Anneniz gibi babanız da adaleti göremedi.
Biz başından beri mahkemelerde bağırdık. Geciken adalet adalet değildir dedik. Ancak dinletemedik. Zaten işkence, kötü muamele ve cinsel istismardan takipsizlik kararı verilmişti. Dolayısıyla bu suçlardan bırakın ceza almayı hiçbir sorumlu polis ve amiri yargılanmadı dahi. Bu dava hala AHİM’de ve 2012’den beri bir cevap bekliyoruz. Onun dışında 25 Ekim’de polislerin resmî evrakta yaptıkları sahtecilik davası görülecek. Bu dava ise 2011’den beri sürüyor. İlk verilen kararınçok hafif bulduğumuz için biz itiraz etmiştik. Yargıtay da bu kararı bozdu. Dava tekrar görülmeye başladı. Biz ısrarla mahkemeye, bunun basit bir evrakta sahtecilik davası olmadığını, ortada bir değil iki cinayet olduğunu söylüyorduk. Yargılanan sanıklara evrakta sahtecilik emrini veren ve onların amirleri konumunda olan ve işkenceyi yapan ekibin başında olan Hakan Aydın’ın ve emrindeki diğer polis memurlarının da yargılanmaya dahil edilmesini talep ettik. Ancak bu talebimiz reddedildi. Son celsede savcı mütaalasında sanıkların evrakta sahtecilik dışında, sahte evrağı kullanma ve imha etmekten de cezalarını talep etmişti. Umarım mahkeme adil bir karar verir ve en azından bu mütalaaya uyar. Ama ne annem ne de babam verdikleri bu adalet mücadelesinin sonucunu görebilecek. O yüzden davadan çıkacak karar ne olursa olsun benim için yarım bir karar olacak.
- Bahsettiğiniz dava cuma günü görülecek. Yargılamayı yapan mahkeme heyetine neler söylemek istersiniz ?
Şunu söylemek istiyorum. Bu yapılan evrakta sahtecilik, abim Onur Yaser Can’a yapılan fiziki ve sözlü işkence ve cinsel istismarın devamı niteliğindedir. Sanıklar Soner Gündoğru ve Salih Bahar, amirleri işkenceci Hakan Aydın’ın emriyle abimi tekrar ifadeye çağırarak okumasına izin vermeden, zorla yeni ifadeler imzalatarak, onu şüphe altında bırakmış ve ifadesine çıkarlarına uygun eklemeler yapmışlardır. Ona bu ifade tutanaklarından bir nüsha dahi vermemişlerdir. Bunu biz hem geride bıraktığı el yazısından hem tanık ifadelerinden biliyoruz. Dolayısıyla bu bir işkence davasıdır. Çok güzel günler görecek, bu ülkeyi daha güzel bi yer haline getirecek bir aile paramparça edilmiştir. Bunu biz hak etmedik. Biz sadece güzellik verdik. Annem babam güzellikler peşinde, ekmek hak, adalet pesinde koştular bunun için emek verdiler ama karşılığında bu ülke onları hem oğullarından hem canlarından etti. Heyete özetle şunları söylemek istiyorum : Adil olun, cesur olun,katilleri korumayın halkı koruyun. Adil olun ki artık bu ülkede insan öldürmek bu kadar kolay olmasın.
-Mevlüt amca bizleri bir yerlerden görüp duyuyorsa ona duygularınızı nasıl anlatırdınız ?
Ona önce derdim ki aşkolsun babam. Beni nasıl bıraktın da gittin. Hani bırakmam seni diyordun. Biliyorum çok acı çekiyordun, ama biraz daha dayanabilseydin belki torunlarınla tanışacaktın. Ama biliyorum ki hayatta kalmak için, yapabildiğin kadarıyla her şeyi yaptın, sigarayı bile bırakmıştın. Ama acı insanı işte böyle aniden öldürüyor. Koca bir çınar gibi orta yerinden kanayarak gittin. Seni çok özleyeceğim benim kavga arkadaşım. Senin gücünü arkamda bir dağ gibi hissediyorum. Mücadelemizi, gücüm yettiğince sürdüreceğim. Bana bıraktığınız direniş ve sevgi mirasını gururla taşıyacağım. Bu benim için artık bir insanlık, bir varolma meselesi.
Seni çok seviyorum. Bir tanen nar tanen.
NE OLMUŞTU?
İstanbul'da 2 Haziran 2010'da yapılan narkotik operasyonunda esrar satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alınana ODTÜ mezunu 28 yaşındaki mimar Onur Yaser Can, serbest bırakıldıktan sonra ikinci kez emniyete çağrılarak ifadesi değiştirildi. Onur Yaser Can, üçüncü kez ifadeye çağrıldığı günün akşamında 23 Haziran 2010’da emniyette yaşadığı işkenceyi anlatan bir not bırakarak pencereden atlayarak intihar etti. Dosyadaki ifadelere göre, Onur Yaser Can, emniyette çırılçıplak soyuldu, yüzü duvara dönük uzun süre bekletildi, yere çökertildi, öksürtüldü. Hakarete uğradı. Savcılık, Onur Yaser Can'a gözaltında işkence yapıldığına ilişkin suç duyurusuna takipsizlik kararı verdi.
İşkence iddialarına takipsizlik veren savcılık, Onur Yaser Can'ı gözaltına alan iki polis hakkında, gözaltı evrakında sahtecilik yaptıkları gerekçesiyle 8 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. İstanbul 6'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan ilk yargılama sonunda 2 polis memuru 2 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay, yerel mahkeme tarafından verilen kararı usul yönünden bozunca dava yeniden görülmeye başladı.
Acılı anne intihar etti
15 Mayıs 2012'deki ilk yargılamaya ilişkin karar duruşmasına katılan anne Hatice Can, oğlunun acısına daha fazla dayanamayarak 2 Mart 2014'de oğlunun intihar etmek için seçtiği yolu seçti ve evinin penceresinden atlayarak intihar etti.
İmaj kayıtları yok edildi
İstanbul 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden yapılan yargılamada, Onur Yaser Can’ın emniyetteki görüntülerine ve orada yapılan işlemelere ilişkin imajın(birebir kopya) yer aldığı CD’nin emniyette bulunmadığı, yine incelenmek üzere görüntülerin ve bilgilerin yer aldığı imajın da “güvenlik gerekçesi” ile bilirkişi tarafından kırıldığı ortaya çıktı. Mahkeme heyeti, Onur Yaser Can’ın görüntülerinin ve orada yapılan işlemlere ilişkin bilgilerin de bulunduğu imaj kaydının yer aldığı CD’nin yok edilmesi/kaybedilmesine ilişkin "Suç delillerin karartılması" gerekçesi ile ilgililer hakkında suç duyurusunda bulundu.
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki 2 Nisan'da yapılan son duruşmaya katılan baba Mevlüt Can ile kızı Ezgi Can, oğlunun ölümüne ilişkin olayın genişletilmesi talebinde bulunmuştu. Mevlüt Can, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülen davada ise şunları söylemişti: Eşimin ölmesinde biraz da kabahat sizdedir. Biz sizden azıcık adalet görseydik, taleplerimize yanıt verseydiniz eşim hayatta olacaktı. Eşim 3 Mart 2014'te can verdi fakat hala mahkeme tarafından adına tebligatlar çıkarılıyor. Hatta duruşma salonunun kapısındaki listede bile ad yazılı. Davanın başında beri bu sahteciliğin bir amaç uğruna yapıldığını söylüyoruz. Aslında bir şeyleri gizlemek için yapıldı bu sahtecilik. Bu sahtecilik benim oğluma yapılan fiziksel ve psikolojik işkencenin saklanması için yapıldı. Birçok belgeyi biz kendimiz bulduk. Mahkeme hiçbir araştırma yapmadı. Şu an FETÖ'den yurt dışında olan savcı Muammer Akkaş da bu işkenceyi saklamak için takipsizlik vermiştir. Oğlumu bizzat narkotiğin imamı konumunda şu an FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Hakan Aydın bizzat alıp Vatan’a götürmüştür. Amaç oğlumu konuşturma, muhbir yapmak, arkadaşlarını ihbar etmesi hususuydu. Oğlum bu isteklerini yerine getirmeyince ölüme sebebiyet veren işkence ve baskılara maruz kalmıştır. Biz de bu maksat altında sahteciliğin yapıldığını, asıl amacın bu eylemin gizlenmesi olduğunu söylüyoruz. Bir baba olarak söylüyorum bu olayı genişletin.
(SEYHAN AVŞAR - CUMHURİYET)