Topluma hükmeden güçler isteseydi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere yürürlükte olan her türlü hukuki belgeyi kullanarak Müzeyyen’i, Emine’yi, Güllü’yü ve diğer kadınları koruyabilirdi...
Toplumun genelinin kadın cinayetleri gerçekliğini gördüğü ve üstünü örtemeyeceği yüzleşmeyi yapmak zorunda kaldığı günlerden geçiyoruz. Güne cinayetler silsilesi ile uyanıyoruz. Şiddeti o kadar sansürsüz ve vahşice izliyoruz ki bunlar olurken şiddeti kanıksadığımızı -hissisleştiğimizi- fark edemiyoruz. Toplumun vicdanı kadın cinayetlerine alışamaz ve bunları kanıksayamaz dediğimiz noktada maalesef bir kısım his kayıpları yaşadık.
Feodal kodlarla örülmüş zihnimiz şiddeti derecelendiriyor adeta. Şiddet olayları karşısında acının hiyerarşik sıralaması yapılıyor.
Tepkiler gösterilirken en hafifinden başlayıp en acı olanına giden bir seyir izleniyor. Oysa tepkimizin ölçüsünü çıplak gördüğümüz görüntülerin vahşetine göre değil, kadınların öldürülmesinden, her geçen gün derinleşen cinsiyet eşitsizliğinden yükseltmeliyiz. Zira varlığından bihaber olduğumuz, kayıtlara girmeyen, sayısını tam olarak bilemediğimiz kadınlar her gün öldürülüyor.
Her şiddet vakasının ve kadın cinayetinin bir evveliyatı olduğunu biliyoruz. Katillerle eş zamanlı hareket eden ve katillerin tam da buradan güç aldığı bir ihmaller silsilesi mevcut. Ve boşanma arifesinde öldürülen kadınların sayısı her geçen gün artarken ailenin kutsallığını kadının yaşam hakkının önüne koyan anlayışı sorgulamanın vakti çoktan geldi!
Müzeyyen niçin öldürüldü?
19 Mayıs günü Diyarbakır’da sokak ortasında bir kadın çocuklarının gözleri önünde on bir kurşunla öldürüldü. Adı Müzeyyen’di. Bu cinayete giden sürece bakıldığında onu bekleyen sona nasıl zemin yaratıldığı apaçık görülüyor. Müzeyyen şiddete maruz kalan diğer kadınlar gibi boşanma sürecinde toplumsal baskıya maruz kaldı elbette.
Dışarıdan bakıldığında, avukatlık mesleğinden dolayı haklarını bilen biriydi, başvurabileceği mekanizmalar konusunda erişebilirliği daha kolaydı. Ancak toplumsal baskı, yargının pasifliği, failin yıllarca ördüğü tahakküm Müzeyyen’i yıldırmış ve yalnızlaştırmıştı. Meseleye bir de şiddet uygulayan açısından bakalım. Mesleği doktorluk olan bir fail var karşımızda.
Tıp eğitiminin nitelikleri ve ağırlığından bahsetmeyeceğim elbette. Asli görevi insan hayatı kurtarmak olan ama boşanmamak için her yolu deneyen, her türlü eziyeti çektiren ve sonunda Müzeyyen’in kararlılığını görünce çocuklarının ve toplumun gözü önünde canavarca ve acımasızca öldüren birinin varlığı var ortada. Yani görüyoruz ki ne sınıfsal konum ne de sosyal statü bir engel.
Sistem, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik müfredata bir başlık eklemedikçe belki mesleğinde teknik olarak eğitilen, fakat kadına bakış açısı değişmeyen insanların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor.
Müzeyyen, İstanbul Sözleşmesi’ni bilmiyor muydu?
Peki çaresiz miyiz ? Bu şiddet döngüsünün karşısında ne var ?
Elbette ki çaresiz değiliz ve kendimize ait bir sözleşmemiz var; İSTANBUL SÖZLEŞMESİ!
İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddette faillerin soruşturulması, kovuşturulması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin. Sözleşme taraf devletlere sorumluluklar yükler. Şiddeti gerçekleştiren kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, failin cezalandırılması ve zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü devlete yükler. Şiddete sıfır tolerans taahhüdünü devlet sağlamak zorunda.
Sonu gelmez cinayetlere engel olmak isteniyorsa bu sözleşmenin her bir maddesinin kadınların yaşadığı şiddet dolu deneyimlerden beslendiği ve hayat kurtarıcı nitelikte olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bir hukukçu olan Müzeyyen, İstanbul Sözleşmesi’nden haberdar değil miydi ? Elbette biliyordu, bütün mekanizmaları işletti. Bu şiddetin boyunduruğundan kurtulmak için ilk olarak boşanma davasını açtı. Birçok boşanma davasında tecrübe ettiğimiz gibi müşterek çocuklar, erkek tarafından burada da tehdit olarak kullanıldı. Müzeyyen aldığı geçici velayet kararı ile çocuklarına kavuştu. Müzeyyen fail Mesut Issı’nın boşanma davasını çekmesi için aldığı tehditleri savcılığa gidip şikayet etti. Fakat İstanbul Sözleşmesi, sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak uzlaştırma ve arabuluculuk yapılamayacağını açık bir şekilde belirtmesine rağmen Müzeyyen’in dosyasında taraflar uzlaştırıldı ve dosya kapatıldı. Böylece İstanbul Sözleşmesi ihlal edildi, tehdit ve hakaretlere maruz kalan Müzeyyen’in dosyası da takipsizlikle sonuçlandı.
Göstermelik koruma tedbiri
Müzeyyen çareyi 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanuna başvurmakta aradı. Ve bu olay üzerine gidip bir tedbir kararı aldırdı. 6284 sayılı kanun ile ilgili alınan tedbir kararlarında başvurucuya doldurtulan risk değerlendirme formu Müzeyyen açısından cinayete ışık tutacak nitelikteydi. Müzeyyen kendisinin ve ailesinin ölüm tehdidi aldığını, ısrarlı takibe maruz kaldığını ve failin bir silahının olmadığını söyledi. O gün Müzeyyen’in yüksek risk grubunda olduğu tespit edilmesine rağmen hakkında sadece on beş günlük bir tedbir kararı verildi.
Altı aya kadar verilebilen ve ihtiyaç halinde sayısız defa uzatılabilen tedbir kararından sadece on beş günlük bir müddet bahşediliyor(!) ölüm tehdidi aldığını söyleyen Müzeyyen’in payına. Bu kararı verenler elbette ki bu sürenin tehdit altında olan bir kadını korumayı yetmediğini biliyor. Ancak verilen mesaj çok açık; talebini ciddi bulmuyoruz yine de reddetmiyoruz, göstermelik işlevsiz bir karar verelim demek bu. Bu arada mahkemede bir düğüme dönüşen boşanma davası devam eder ve boşanmak istemediğini söyleyen failin cümleleri zapta işlenir.
Tehditler duruşmalara gidemeyecek hale getirir Müzeyyen’i. Dosya düşer, koruma kararı alınınca dava yenilenir ve kaldığı yerden devam eder. Müzeyyen tekrar tehdit ve hakaretten savcılığa gider. Delil yetersizliğinden tekrar dosya kapatılır. Oysa İstanbul Sözleşmesi; sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayı ile belirlenen suçların etkili bir biçimde soruşturup kovuşturulmasını ve gerekli tedbirlerin alınacağını belirtir. Zira uluslararası belgeler; risk arttığı müddetçe mağdurlar şikayetini geri çekse bile kamu yararına kovuşturmaların sürüdürülmesi gerektiğini söylemektedir. Müzeyyen yeniden tedbir kararı alır ve bu kez şanslıdır (!) otuz günlük tedbir kararı verilir. Müzeyyen ölümle tehdit edildiğini, şiddetin son altı aydır daha da arttığını söyler.
Korumak isteselerdi
Tam üç ay sonra Müzeyyen tehdit ve yaralamadan yine suç duyurusunda bulunur. Bu kez fail eş aleyhine nihayet bir dava açılır ve dosyaya bir darp raporu sunulur. Fakat ne yazık ki Müzeyyen duruşma gününü göremeyecektir. Son aldığı tedbir kararı olan on beş günlük koruma kararı bitiminden on sekiz gün sonra Müzeyyen katledildi. Kendini en savunmasız hissettiği bir anda, çocukların yıl sonu müsameresinin çıkışında.
Topluma hükmeden güçler isteseydi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere yürürlükte olan her türlü hukuki belgeyi kullanarak Müzeyyen’i, Emine’yi, Güllü’yü ve diğer kadınları koruyabilirdi. Yeter ki sistem bunun mücadelesini versin. Ve hep söylediğimiz gibi; kadın cinayetleri politiktir.
Kadın cinayetlerini engellemek için İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması da aynı politikaya denk düşer.
Toplumun genelinin kadın cinayetleri gerçekliğini gördüğü ve üstünü örtemeyeceği yüzleşmeyi yapmak zorunda kaldığı günlerden geçiyoruz. Güne cinayetler silsilesi ile uyanıyoruz. Şiddeti o kadar sansürsüz ve vahşice izliyoruz ki bunlar olurken şiddeti kanıksadığımızı -hissisleştiğimizi- fark edemiyoruz. Toplumun vicdanı kadın cinayetlerine alışamaz ve bunları kanıksayamaz dediğimiz noktada maalesef bir kısım his kayıpları yaşadık.
Feodal kodlarla örülmüş zihnimiz şiddeti derecelendiriyor adeta. Şiddet olayları karşısında acının hiyerarşik sıralaması yapılıyor.
Tepkiler gösterilirken en hafifinden başlayıp en acı olanına giden bir seyir izleniyor. Oysa tepkimizin ölçüsünü çıplak gördüğümüz görüntülerin vahşetine göre değil, kadınların öldürülmesinden, her geçen gün derinleşen cinsiyet eşitsizliğinden yükseltmeliyiz. Zira varlığından bihaber olduğumuz, kayıtlara girmeyen, sayısını tam olarak bilemediğimiz kadınlar her gün öldürülüyor.
Her şiddet vakasının ve kadın cinayetinin bir evveliyatı olduğunu biliyoruz. Katillerle eş zamanlı hareket eden ve katillerin tam da buradan güç aldığı bir ihmaller silsilesi mevcut. Ve boşanma arifesinde öldürülen kadınların sayısı her geçen gün artarken ailenin kutsallığını kadının yaşam hakkının önüne koyan anlayışı sorgulamanın vakti çoktan geldi!
Müzeyyen niçin öldürüldü?
19 Mayıs günü Diyarbakır’da sokak ortasında bir kadın çocuklarının gözleri önünde on bir kurşunla öldürüldü. Adı Müzeyyen’di. Bu cinayete giden sürece bakıldığında onu bekleyen sona nasıl zemin yaratıldığı apaçık görülüyor. Müzeyyen şiddete maruz kalan diğer kadınlar gibi boşanma sürecinde toplumsal baskıya maruz kaldı elbette.
Dışarıdan bakıldığında, avukatlık mesleğinden dolayı haklarını bilen biriydi, başvurabileceği mekanizmalar konusunda erişebilirliği daha kolaydı. Ancak toplumsal baskı, yargının pasifliği, failin yıllarca ördüğü tahakküm Müzeyyen’i yıldırmış ve yalnızlaştırmıştı. Meseleye bir de şiddet uygulayan açısından bakalım. Mesleği doktorluk olan bir fail var karşımızda.
Tıp eğitiminin nitelikleri ve ağırlığından bahsetmeyeceğim elbette. Asli görevi insan hayatı kurtarmak olan ama boşanmamak için her yolu deneyen, her türlü eziyeti çektiren ve sonunda Müzeyyen’in kararlılığını görünce çocuklarının ve toplumun gözü önünde canavarca ve acımasızca öldüren birinin varlığı var ortada. Yani görüyoruz ki ne sınıfsal konum ne de sosyal statü bir engel.
Sistem, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik müfredata bir başlık eklemedikçe belki mesleğinde teknik olarak eğitilen, fakat kadına bakış açısı değişmeyen insanların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor.
Müzeyyen, İstanbul Sözleşmesi’ni bilmiyor muydu?
Peki çaresiz miyiz ? Bu şiddet döngüsünün karşısında ne var ?
Elbette ki çaresiz değiliz ve kendimize ait bir sözleşmemiz var; İSTANBUL SÖZLEŞMESİ!
İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddette faillerin soruşturulması, kovuşturulması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin. Sözleşme taraf devletlere sorumluluklar yükler. Şiddeti gerçekleştiren kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, failin cezalandırılması ve zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü devlete yükler. Şiddete sıfır tolerans taahhüdünü devlet sağlamak zorunda.
Sonu gelmez cinayetlere engel olmak isteniyorsa bu sözleşmenin her bir maddesinin kadınların yaşadığı şiddet dolu deneyimlerden beslendiği ve hayat kurtarıcı nitelikte olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bir hukukçu olan Müzeyyen, İstanbul Sözleşmesi’nden haberdar değil miydi ? Elbette biliyordu, bütün mekanizmaları işletti. Bu şiddetin boyunduruğundan kurtulmak için ilk olarak boşanma davasını açtı. Birçok boşanma davasında tecrübe ettiğimiz gibi müşterek çocuklar, erkek tarafından burada da tehdit olarak kullanıldı. Müzeyyen aldığı geçici velayet kararı ile çocuklarına kavuştu. Müzeyyen fail Mesut Issı’nın boşanma davasını çekmesi için aldığı tehditleri savcılığa gidip şikayet etti. Fakat İstanbul Sözleşmesi, sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak uzlaştırma ve arabuluculuk yapılamayacağını açık bir şekilde belirtmesine rağmen Müzeyyen’in dosyasında taraflar uzlaştırıldı ve dosya kapatıldı. Böylece İstanbul Sözleşmesi ihlal edildi, tehdit ve hakaretlere maruz kalan Müzeyyen’in dosyası da takipsizlikle sonuçlandı.
Göstermelik koruma tedbiri
Müzeyyen çareyi 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanuna başvurmakta aradı. Ve bu olay üzerine gidip bir tedbir kararı aldırdı. 6284 sayılı kanun ile ilgili alınan tedbir kararlarında başvurucuya doldurtulan risk değerlendirme formu Müzeyyen açısından cinayete ışık tutacak nitelikteydi. Müzeyyen kendisinin ve ailesinin ölüm tehdidi aldığını, ısrarlı takibe maruz kaldığını ve failin bir silahının olmadığını söyledi. O gün Müzeyyen’in yüksek risk grubunda olduğu tespit edilmesine rağmen hakkında sadece on beş günlük bir tedbir kararı verildi.
Altı aya kadar verilebilen ve ihtiyaç halinde sayısız defa uzatılabilen tedbir kararından sadece on beş günlük bir müddet bahşediliyor(!) ölüm tehdidi aldığını söyleyen Müzeyyen’in payına. Bu kararı verenler elbette ki bu sürenin tehdit altında olan bir kadını korumayı yetmediğini biliyor. Ancak verilen mesaj çok açık; talebini ciddi bulmuyoruz yine de reddetmiyoruz, göstermelik işlevsiz bir karar verelim demek bu. Bu arada mahkemede bir düğüme dönüşen boşanma davası devam eder ve boşanmak istemediğini söyleyen failin cümleleri zapta işlenir.
Tehditler duruşmalara gidemeyecek hale getirir Müzeyyen’i. Dosya düşer, koruma kararı alınınca dava yenilenir ve kaldığı yerden devam eder. Müzeyyen tekrar tehdit ve hakaretten savcılığa gider. Delil yetersizliğinden tekrar dosya kapatılır. Oysa İstanbul Sözleşmesi; sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayı ile belirlenen suçların etkili bir biçimde soruşturup kovuşturulmasını ve gerekli tedbirlerin alınacağını belirtir. Zira uluslararası belgeler; risk arttığı müddetçe mağdurlar şikayetini geri çekse bile kamu yararına kovuşturmaların sürüdürülmesi gerektiğini söylemektedir. Müzeyyen yeniden tedbir kararı alır ve bu kez şanslıdır (!) otuz günlük tedbir kararı verilir. Müzeyyen ölümle tehdit edildiğini, şiddetin son altı aydır daha da arttığını söyler.
Korumak isteselerdi
Tam üç ay sonra Müzeyyen tehdit ve yaralamadan yine suç duyurusunda bulunur. Bu kez fail eş aleyhine nihayet bir dava açılır ve dosyaya bir darp raporu sunulur. Fakat ne yazık ki Müzeyyen duruşma gününü göremeyecektir. Son aldığı tedbir kararı olan on beş günlük koruma kararı bitiminden on sekiz gün sonra Müzeyyen katledildi. Kendini en savunmasız hissettiği bir anda, çocukların yıl sonu müsameresinin çıkışında.
Topluma hükmeden güçler isteseydi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere yürürlükte olan her türlü hukuki belgeyi kullanarak Müzeyyen’i, Emine’yi, Güllü’yü ve diğer kadınları koruyabilirdi. Yeter ki sistem bunun mücadelesini versin. Ve hep söylediğimiz gibi; kadın cinayetleri politiktir.
Kadın cinayetlerini engellemek için İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması da aynı politikaya denk düşer.