Darbe girişimi gecesi Adil Öksüz’ü bıraktıran güç kimse bugün eski Korgeneral İyidil’i bıraktıran güç de aynısıdır. Bununla verilen mesaj, yapıldığı iddia edilen bütün tasfiyelere rağmen Cemaat’in devlet kurumlarında halen gücünü koruduğudur...


15 Temmuz 2016’da merkezinde Gülen Cemaati’nin olduğu darbe girişimiyle Türkiye’nin hem iç politik denklemi hem de uluslararası ilişkilerinde ciddi sorunlar ve değişimler yaşandı.

Gülen Cemaati’nin küresel çapta kurduğu ilişkilerin boyutlarını yıllardır yazıyorum. Türkiye’de Gülen Cemaati’nin bu düzeyde hızlı gelişmesindeki temel faktör, devletin stratejik olarak desteklemesidir. 12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Tayyip Erdoğan dahil olmak üzere Türkiye’nin etkili politik aktörleri onu aktif olarak desteklediler. Bu destek lider politikacıların değil esasen devletin belirlediği stratejinin önemli bir halkasıydı.

AKP döneminden sonra devlet kurumlarındaki örgütlenmesini büyük bir hızla tamamladı. Yargı, Eğitim, Emniyet, TSK ve ekonomik kurumlar öncelikli olmak üzere devletin stratejik merkezlerinden en alt birimlerine kadar örgütlendi. Bu örgütlenmenin bir ayağını uluslararası çaptaki istihbarat ağlarıyla olan ilişkiler oluşturuyordu. Diğer ayağı da ülke içerisinde hükümet olan partiler içerisinde oluşturduğu muazzam ağ, yani henüz ortaya çıkartılmayan siyasi ayak oluşturuyordu. Bu örgütlenme sayesinde devletin kurumsal yapılarına hâkim oldu.

Cemaat, sanılandan karmaşık ve iç yapısı derin bir örgütlenmeye sahiptir. Gülen Cemaati, şimdi Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak tanımlanıyor. Yani devlet içerisinde devlete karşı kendi paralel örgütünü kurduğu belirtiliyor. Aslında paralel yapı kurmaktan öte devleti bütünlüklü olarak ele geçirmeye yönelik bir strateji izlediler.

Gülen Cemaati, sadece devlet içerisinde bir paralel yapılanma oluşturmadı aynı zamanda kendi içerisinde de paralel bir örgütsel yapı oluşturdu. Bugün üzerinde durulan esas konu, devlet kurumlarında bilinen ve sayıları on binlerle ifade edilen Cemaat üyelerinin tasfiyesidir. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki, cemaatin okullarına veya dershanelerine gitmiş, Bank Asya’da zorunlu hesap açmış, Zaman gazetesine abone olmak zorunda kalmış sayıları yüz binlerle ifade edilen insanlar hakkında FETÖ/PDY üyesi olmak iddiasıyla soruşturmalar açılmış bulunuyor. Ayrıca bunlarla akraba olanlar hakkında da soruşturmalar yapılıyor. Böylelikle devlet “FETÖ ile mücadele”de sayıları milyonları bulan bir Cemaat kitlesi yaratmış oldu. İfade edilen genel hedef şu: FETÖ elemanlarını devletin en küçük biriminde bir tek Gülenci kalmayana kadar tasfiye etmek.

Bu planın işe yaramadığı ve yaramayacağı çok açıktır. Örneğin Cemaat’in örgütsel yapısı gereği kendi içerisinde bilinen 200’e yakın kişi olduğu söylenen Türkiye Şurası’ndan kaç kişi tutuklandı? Ülke genelinde ablalar-abiler olarak bilenen Cemaat’in örgütsel hiyerarşisi içerisinde yer alan yaklaşık 1500 aktif/militan kadrosu olduğu söyleniyor. Bunlardan kaç kişi tutuklandı?

Cemaat’e karşı yürütülen mücadelenin başarısızlığının esasını iki nokta oluşturuyor. Birincisi, Cemaat’in kendi içerisinde oluşturduğu ve çok özel olarak örgütlediği paralel örgütsel yapıya dair hiçbir bilginin olmamasıdır. Bunun anlamı şu: Cemaat tutuklanan ya da aranır durumda olan yani deşifre olan kadrolarının yerine hızla yenilerini atadı. Bunların bir kısmı uzun yıllar yurtdışında kalmış olup Cemaat ile ilişkilerine dair hiçbir bilgi yoktur. Görevlendirilen bu yeni kadroların, Cemaat’e karşıymış, iktidarın yanında saf tutuyorlarmış gibi bir görüntü vermeye özen gösterecekleri açıktır. Cemaat’in bu arka plan örgütsel gücü ortaya çıkarılmadan Cemaat’in tasfiyesi söz konusu olmaz/olamaz. Ayrıca Cemaat’in küresel çaptaki gücü olduğu gibi duruyor. Bunların politik etki alanı iktidardan çok daha fazladır. Bu nedenle Almanya da ABD de doğrudan veya dolaylı olarak darbe içerisinde almış olup deşifre olan Cemaat kadrolarını dahi teslim etmiyor. Onları özel güvenlik koşulları içerisinde koruyorlar.

İyidil’in tahliyesi ve yeniden tutuklanışı

15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Muhabere ve Muharebe Eğitim Destek Komutanı olan Metin İyidil, yargılandığı davada darbe girişiminde yer aldığı iddiasıyla müebbet hapis cezası aldı. Tarafların davayı istinafa taşımasından sonra Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20’nci Ceza Dairesi, İyidil’in beraatine karar verdi.

Bu kararın hukuki olup olmadığı tartışılır. Dava dosyasındaki delillere göre verilmiş bir karar mı? Yoksa arka planda bilinmeyen bir yeni hesap mı var? Bu son derece önemlidir. Dosya kapsamındaki deliller ve istihbarat raporları Korgeneral İyidil’in Cemaat ile ilişkisi olduğunu gösteriyor. İlginç olan mahkeme davayı bozup yeniden yargılanmak üzere kararı veren mahkemeye gönderebilme koşulu varken bunun yerine doğrudan kendisi karar veriyor. Mahkemenin hukuki olarak kendisinin karar verme yetkisi var ve bu inisiyatifi kullanarak İyidil’in beraatına hükmetmiş. Cemaat’e karşı operasyonların süreklilik kazandığı bir zamanda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20’nci Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu karar esasen son derece ciddi politik mesajlar içeriyor.

Mahkeme heyeti, bu kararı verdiğinde ciddi risklerle karşı karşıya kalacağını, haklarında soruşturma açılma ihtimalinin yüksek olduğunu bilecek durumda. İyidil’in tahliyesine karar veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20’nci Ceza Dairesi, bu kararın oldu-bittiye getirilemeyeceğini ve bir müdahalenin olma olasılığının da yüksek olduğunu hesaplamıştır. Buna rağmen böyle bir kararı neden aldı?

Birincisi, darbe girişimi gecesi Adil Öksüz’ü bıraktıran güç kimse bugün eski Korgeneral İyidil’i bıraktıran güç de aynısıdır.

İkincisi, bununla verilen mesaj, yapıldığı iddia edilen bütün tasfiyelere rağmen Cemaat’in devlet kurumlarında halen gücünü koruduğudur.

Üçüncüsü, AKP-MHP ittifakına dayanan iktidarın darbece Gülen Cemaati’yle stratejik bir mücadele vermediği ya da veremediğini gösteriyor. Devletin bütün olanakları kullanılmasına rağmen Cemaat’in devlet kurumları içerisindeki kadrosal gücünü tasfiye edemiyor. Bunu başaramıyor.

Dördüncüsü, neden başka bir general değil de İyidil’in tahliyesi ön plana çıkartıldı? Bu esasen Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Muhabere ve Muharebe Eğitim Destek Komutanı olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Demek ki eskiden başında bulunduğu askeri kurumun bir başka hesabı var. Gülencilerin Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Muhabere ve Muharebe Eğitim Destek Komutanlığındaki gücünü koruma olasılığına dair soru işaretleri beliriyor.

Beşincisi, İyidil’in tahliye edilmesinden sonra yurtdışına kaçırılacağı iddiasıyla Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir’in oğlu, gelini ve İyidil’in avukatı gözaltına alınıp sorgulandılar. Mesele serbest bırakılmaları değil, İyidil’i kaçıracakları gerekçesiyle gözaltına alınmalarıdır. Özdemir, Erdoğan’ın en yakınında duran, hatta havuz medyasının satın alınmasında 100 milyon dolar verdiği iddia edilen, Erdoğan’a en yakın kişilerden biridir. FF Başkanlığına getirilmesinde Cumhurbaşkanı’nın özel bir rolü olduğu biliniyor. Erdoğan’ın en yakınlarından birisinin çocuklarının adının emekli Korgeneral İyidil’in kaçırılması olayına karışması, Gülen’in örgütsel gücü hakkında bize bir fikir veriyor.

Altıncısı, devletin bölgesel politikaları çok ciddi krizlere yol açtı. Bunun iç politikadaki yansıması önümüzdeki süreçte çok daha derinden hissedilecektir. Aynı şekilde bölgesel krize paralel olarak içte de ilginç gelişmeler oluyor. Dahası geçmişte yaşanan bir kısım olayların benzerleri tekrar sahnelenmeye başladı. HDP İstanbul İl Binası’na karşı yapılan silahlı eylem, İstanbul-Sultanbeyli’deki Pir Sultan Abdal Cemevi’ne yönelik gerçekleştirilen saldırı önümüzdeki süreçte iç politik kaosun yönü bakımından bir fikir veriyor. Silahlı saldırıların, suikastların olması kimseye sürpriz gelmemelidir. Açıkçası iç toplumsal krizin geliştirilmesi ve daha geniş bir alanı kapsayan çatışmalı bir ortamın oluşturulması için düğmeye basıldığı anlaşılıyor.

Sonuç

İktidar, darbeci Gülen Cemaati’ne karşı stratejik bir mücadele vermek yerine, Türkiye’nin demokratik toplumsal muhalefetine saldırmayı esas alıyor. Muhalefetin etkisizleştirilmesi için elinde tuttuğu bütün baskı araçlarını devreye sokuyor. Kürtlerin politik gücünü tasfiye ederek, Alevilere yönelik tehditleri arttırıp sindirmeye çalışarak, demokrasi talebini ileri sürenlere karşı yargıyı bir tehdit olarak devreye sokarak, iktidara karşı gelişebilecek toplumsal güçleri etkisizleştirmek istiyor.

Oysa demokratik muhalefet hiçbir şekilde tehlike oluşturmaz. Tersine politik ve toplumsal istikrarın güvencesidir. Darbeci Gülen Cemaati’yle mücadeleyi stratejik bir düzeyde yürütmezse, iktidar için tehlike çanları çalmaya devam eder. Ne var ki bu mücadele de demokrasi güçlerinin verebileceği bir mücadeledir.

Ne İyidil’i tekrar tutuklamak ne de merkezileşen otoriter bir sistem kurmak tehlikeyi ortadan kaldırıyor. Tehlikenin ortadan kalkması, toplumsal barışın sağlanmasıyla olacaktır. Bunun tek yolu demokrasi güçleri arasında kurulacak ittifaktır. Önümüzdeki birkaç ayda, riskleri ve tehlikeleri de içeren yeni değişim olanaklarının oluştuğu, politik ilişkilerin yeniden şekillendirileceği bir sürecin başlayacağı görünüyor. (MUSTAFA PEKÖZ-SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski