Bu kara düzende “şahsımın” tek önceliği iktidarda kalmak, tek adam yönetimini korumaksa, “demokrasi” iddiası olan her muhalifin de biricik amacı onu oturduğu yerden sandığa giderek indirmek olmalı. Doğru, asıl iş ondan sonra başlayacak. Ama bu adım atılmadan da hiçbir işe başlanamayacak...
Kaza-kırım raporu değil zırvalık-zorbalık envanteri
Zırva tevil götürmez. Okursanız, aşağıda okuyacağınız gibi “fikir yazısı” da olmaz. Zira yazıda “fikir” yok. Yani, atlayarak yahut çapraz okusanız ve “herif sonunda ne demiş?” diye en alttaki paragrafa da inseniz bir “fikir” yahut “somut çözüm önerisi” bulamayacaksınız. Belki bulacaksınız: Erken seçim, hemen!
Tevil götürmeyen zırvalık ve sonu gelmeyecekmiş gibi gözüken (aynı paranın arkayüzü) zorbalıkla savaşımın edilgen bir yöntemi de kayıt düşmek. Alt alta zırvalıkları ve zorbalıkları yazmak. Eğer demokrasi iddiamız sürüyorsa, biricik çözüm önerisi yönetim değişikliği. Bunun yolu belli: Erken seçim.
Olabilecek diğer isteklerin tümü teknik, değindiğim biricik çözüm önerisi ise politik: Sonbaharda erken seçim. Ancak o çözüm önerisi de çözümün kendini değil, olası bir çözüm sürecinin başlangıcını gösteriyor. Çünkü kalıcı çözüm için bize gereken, yönetim değişikliğinin ardından cumhuriyetimizin kökten dönüşümü. Bu da “yeniden kuruluş” demek.
Öyleyse önce öncelik sırası gözetmeksizin ve zırvalıkları, zorbalıklarla harmanlayarak dile getirmeyi deneyelim:
Devlet veya yönetim veya “şahsım”, Türk Hava Kurumu’nun elindeki uçakların bakımlarını yaptırıp, uçar durumda tutmuyor. Aynı uçaklardan gidip Rusya’dan kiralamayı yeğliyor. Yetmiyor, kiralama sürecine dahi tufeyliler karışıyor. O arada kiralanan Rus uçaklarından çoğu hemen arızalanıp yerde kalıyor.
Dörtbuçuk milyon dolara yedi yangın söndürme uçağının bakımını yaptırmak varken 23 milyon dolar harcayıp Rusya’dan üç adet uçak kiralıyor Türkiye. Zaytung haberindeki gibi böylece “kendine ‘fakir fukara’ diyenleri utandırıyor”, hasbelkader #HelpTurkey diyecekler de vatan haini oluyor.
Onüç uçan itibar sarayı arasından en ucuzu seçilip, yarın haraç mezat satılsa on adet en iyisinden gıcır sıfır yangın söndürme uçağı alınabiliyor. Devletin iki saatlik faiz ödemesiyle de, sarayın günlük harcamasıyla da THK’nun kullanılmayan uçaklarının yarın göreve başlayabilecekleri ortada.
Birileri çakma vantrologlar gibi habire Erdoğan adına medyaya haber sızdırıyor. Örnekse, “kabineden şu gidecek bu da gidebilir ama yerlerine gelecekler de önemli” deniyor. Tak, reyis görevden affını isteyen MEB’nın görevden af talebini neden sonra usulen kabul buyuruyor ve yerine de yardımcısını da atayıveriyor tek imzayla. “Ha Ali-Veli, ha Veli-Ali, (mecazen) tek horoz var burada o da şahsım” demiş oluyor, kaçıncı kez. Benim gibi çocuğunun bir ay sonra nihayet okuluna dönmesini bekleyenleri alıyor bir düşünce. Kabinede Ziya Selçuk var diye yaşlı gözlerinde kalpler yanıp sönen “uzmanlar” da ayılıyorlar mı acep?
Aynı doğrultuda, Orman Bakanı Pakdemirli’nin belediyeleri suçlayan açıklamalarının “şahsımı” ne denli hiddetlendirdiği kimi kulaklara üfürülüyor. Sonra “şahsım” televizyona çıkıp canlı yayında, yasada yazanın da, kendi imzaladığı KHK’da yazanın da hilafına “yangın söndürmek belediyelerin işi” deyiveriyor. Buyur buradan yak!
“Şahsım” bir gün önce imzalamış kararnameyi, orman alanlarını turizme, inşaata, betona, yağmaya açma yetkisini kendi de turizmci olan bakanına vermiş. Bir gün sonra “ben böyle bir talimat vermedim” diyor. Aval aval bakakalıyoruz. “Keşke medine maşrapası gibi karşısına dizilmiş oturanların kafalarına çay fırlatsa” diye içimizden geçiriyoruz.
Orman yangınlarını söndürmek dışında, her alan da “şahsımın” alanı: “Bizim voleyboldaki teknik direktörümüzün bu ekibi nasıl kurduğuyla ilgili bazı şeyler anlattılar. Hocayla bir konuşacağız, ne yapmamız lazım.” Yani buna ne denir artık? Galatasaraylıyım kusuruma bakmayın “Derwall gibi” diyeceğim, Giovanni Giudetti’yi de bize sanki Allah göndermiş. Yaptığı iş, verdiği uzun erimli hizmet de ortada. Ne diyecek “şahsım” şimdi onu huzura çağırtıp?
“Şahsım”, helikopterlere sepet takmak “düşüncesinden” söz ediyor. O arada TSK de, Kızılay da ortalarda yok. Eşkıya yola inmiş kimlik kontrolü yapıyor, linç girişimleri artıyor, kartal kanat sahte kabadayı pozunda gezen malûm bakandan tık yok. HalkTV yayını basılıyor, başka muhabirler engelleniyor, Fahrettin’den de tık yok. HalkTV yayının basan somun pehlivanları da hızla salınıyorlar ki, başka niyeti bozuk külhanbeylerinin zinhar şevkleri kırılmasın.
Yayınları denetlemekle yükümlü, yokluğu varlığından kesinlikle daha iyi olacak kurumların başında gelen RTÜK işgüzârlık ediyor. Orman yangınına ilişkin olası yayınları yapabilecek kurumları re’sen tehdit ediyor. MGK’nun işi yok, toplanmış "ülkemiz içindeki ve dışındaki dezenformasyon kampanyaları dâhil olmak üzere güvenlik boyutu da değerlendirilerek bu çerçevede alınan ve alınabilecek ilave tedbirler görüşülmüştür" açıklaması yapıyor.
O MGK’ya “siz gelmeyin” demiş “şahsım”, dışişleri ve içişleri bakanlarına. Öyle yani. Çiftlik adeta. Henüz yangınlar sürerken Dışişleri Bakanı çıkıp bağış istiyor, IBAN paylaşılıyor hemen. “Bakanın telefon trafiği” ekmeği de yeniyor, bizzat Erdoğan da teker teker teşekkür ediyor yardım gönderenlere.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay AFAD Başkanı’yken AB ile yardımlaşma mekanizmasına imza atmış –iyi de etmiş. Bu sistemi işletmek yangınlar başladıktan ancak altı gün sonra akla geliyor. O arada yine Fahrettin takımdan ayrı boş koşular peşinde, “güçlü Türkiye” filan diye slogan attırıyor kendi denetimindeki trol hesaplarına, bunu yaydırmakla mutlu oluyor.
İsrail yardım öneriyor. Derhal reddediliyor. Sonra yine aynı hükümetin bakanları, “işadamımız aynı uçakları İsrail’den şu kadar ücretle kiraladı” diye sevinç ve övünç dolu paylaşımlar yapıyorlar.
Yıl 2021. Laik cumhuriyetimizin yüzüncü yıldönümüne çeyrek kala, eli kılıçlı Diyanet İşleri Başkanı yağmur duasına çıkıyor. O Diyanet’in bütçesini geçtim, kullandığı ek bütçeyle dahi kaç yangın söndürme uçağı satın alınabileceğinin hesabı hemen çıkarılıyor. Kılını kıpırdatan, silkeleyen var mı? Yok.
“PKK yaktı” diye Soylu bile (!) diyemedi, haydi onun da hakkını verelim, iyi de etti. Ama Erdoğan “ciğerlerini sökeceğiz” diyor. Yurttaş da durur mu, yol kesip, linç girişiminde bulunuyor. Neye göre? Plakaya bakarak.
Erdoğan yüz küsur araçlık konvoyla yangın sürerken Marmaris’e gidiyor. Trafiği, ambulansı yangın söndürme aracı dahil tıkıyor. Halkın kafasına, evinin bahçesine çay paketleri fırlatıyor. Ormanlar yanarken traktörden, beyaz etten söz ediyor. TOKİ’nin yapacağı afet evlerini uzun vadeli borçlandırmayla yurdu yanan köylüye öneriyor.
Valilikler belediyeleri yangın söndürme çalışmalarından dışlıyor. İlgisiz bakanlar “eşgüdüm toplantısı” adı altında alanda uğraşan kamu görevlilerini yerli yersiz meşgul ediyor.
Somali’ye 30 milyon dolar hibe ediliyor. THK’nun yangın söndürme uçaklarını yerden kaldırmak, gökte tutmak, yangın söndürmede kullanmak için 4.5 milyon doları denkleştiremeyen “güçlü Türkiye” yapıyor bunu. Ne zaman? Daha yangınlar sürerken.
Yangınları vesile eden Erdoğan, muhalefet etmenin terör tehdidiyle eşdeğer olduğunu kaçıncı kere söylüyor. Bizler de muhalefete dönüp “uyan sunam uyan” demeyelim mi? İrili ufaklı muhalefetin tamamının yapacağı tek hamle TBMM’den çekilmek ve tek maddede, erken seçimde uzlaşmak. Gerisini de getirmek. Korkuyu dağıtmanın, gelecek umutsuzluğunu yenmenin tek yolu bu.
Kötü niyet var. Yağma var. Hepsinden önemlisi bünye, islâmcılık ve milliyetçilik virüsüyle ağır hasta. İslâmcılık ve milliyetçilikten kurtulmak gerektiğini kavrayamamak ise küresel salgında aşı karşıtlığı yapmak gibi. Yanan ormanlık alanlar kendi hallerine bırakılsa, çocuklar, onların çocukları, bir sonraki nesil yine o yeşili görecekler. Ya laik cumhuriyetimizin geleceği?
Bu kara düzende “şahsımın” tek önceliği iktidarda kalmak, tek adam yönetimini korumaksa, “demokrasi” iddiası olan her muhalifin de biricik amacı onu oturduğu yerden sandığa giderek indirmek olmalı. Doğru, asıl iş ondan sonra başlayacak. Ama bu adım atılmadan da hiçbir işe başlanamayacak. Koşuşmak, koşuşturmak, sağlıklı yaşam için hafif tempoda uzun mesafe koşusu değil bize gereken, akıllı koşular ve kısa deparlar.
Ceberrut ve hışır olan aynı zamanda pişkin ve laubali de olursa ne olur? Zorbalıkla, zırvalık atbaşı giderlerse ne olur? Vasatın tasallutu nedir? Al gözüm seyreyle, 24 bölüm tekmili birden. Erdoğan’ın bağlamdan kopuk gibi duran, araya kaynayan “biz başkanımıza inanıyoruz’ diyor, yalanlara inanmıyor” ifadesi, işte bence anahtar cümlecik. Başka deyişle, zorbalıkla zırvalığın buluştuğu gerçekötesi yer tam burası.
Oradan çıkmak için çözüm önerisi: Hemen erken seçim. Çıktıktan sonrası için öneri: İslâmcılık ve milliyetçilik, çoğulcu demokrasi, laik cumhuriyet, hukuk devleti ile bağdaşmaz. Ortak tarihsel ve toplumsal eğrimize de yabancıdır. Geleceğimizi içinden kemiren bu parantez kapatılmalıdır. Amaç cumhuriyetimizi yeniden kurmak olmalıdır. (AYDIN SELCEN - GAZETE DUVAR)