Abdi İpekçi, kendisiyle özdeşleşen Milliyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini sürdürürken, 1 Şubat 1979’da öldürüldü. İpekçi cinayeti dosyası, Türkiye’nin cezasızlık tarihinin özeti niteliğinde. Ancak soruşturma- yargılamalarda yaşananlar ve aktörler, Türkiye’nin içine düştüğü kirli ilişkiler ağından neden çıkamadığının da göstergesi olma özelliğini taşıyor.

İpekçi dosyasında mafyanın devlet tarafından kullanılması, siyasetçiler tarafından ödüllendirilmesi ve hepsinin cezasızlık zırhına büründürülmelerini görmek mümkün. Elbette bütün bunlara imza atan devlet yetkilileri ve siyasetçilerin isimlerini de…

İpekçi cinayeti aydınlatılmak istenseydi, bugün hala hayatımızda olan pek çok isim, henüz yolun başında cezalandırılacak, sonraki kanlı eylemlerine imza atamamış olacaktı.

Ancak 12 Eylül darbesinden sonraki Türkiye kurgusunda bu isimlerin tamamına önemli görevler düşüyordu. Bugün hala devam eden faili meçhul cinayetlere ilişkin davalarda, yasadışı eylemlerde İpekçi dosyasının gölgesi var. O gölge, aynı zamanda Türkiye’nin güneşli günlere neden kavuşamadığını da net biçimde anlatıyor.

Abdi İpekçi, ne zaman, nerede ve nasıl öldürüldü?

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, öldürüldüğünde henüz 50 yaşındaydı. Tehditler alıyordu ama her insan gibi ölümü uzak sayıyordu kendine. Aklında yaklaşan darbeye sürüklenen ülkeyle ilgili ne yapılabileceği vardı. 31 Ocak 1979 günü Bülent Ecevit’le görüşmek için Ankara’ya gitti. Aynı gün İstanbul’a döndü, Süleyman Demirel’le telefonla görüştü. Sonra Cağaloğlu’na geldi. Ömrünü verdiği, ismi kendisiyle bütünleşen gazetesi Milliyet’e… Sami Kohen’in İran dosyasını inceledi, gazeteye basılması talimatı verdi. Sonra uzun süredir çalıştığı kaçakçılık dosyasını inceledi. Eşine, telefonla akşam için hazırlanmasını söyledi, 19.30’da gazeteden çıktı. Çok sevdiği mavi arabasını İstanbul yağmurunun altında kullandı, Nişantaşı’ndaki evine geldi. Sonradan adının verileceği Emlak Caddesi’ne geldiğinde trafik sıkıştı, 70 metre uzaklıktaydı evi… Motor gürültüleri, akşam evine dönen insan kalabalığının sesleri arasından çınlayan otomatik bir silah sesi dünyayı durdurdu. Mavi arabanın camında küçük bir delik açılmıştı. O delikten bir silah uzandı. Ardı ardına tetiğe basıldı. Önce kollarından vuruldu İpekçi, şaşkınca katilinin yüzüne baktı. Üç el daha patladı silah. Üçüncü kurşun, cebindeki kalemi parçaladı. Kalemi kalbinin tam üzerindeydi. Kalbi de yaralandı. Ardından iki daha ateş edildi, saldırgan koşarak ileride bekleyen arabaya binip kaçtı. İpekçi’nin başı direksiyonun üzerine düştü. Araba cadde girişine kadar kaydı, aydınlatma direğine çarpıp durdu. Hemen hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı. Türkiye, İpekçi cinayetinden sonra geri dönülemez bir noktaya hızla koştu. Yepyeni bir tarih defterinin sayfaları açıldı.

Abdi İpekçi’nin katili nasıl belirlendi?

Cinayetten sonra onlarca kişi tek bir eşgal verdi. Bu eşgal bilgisi, Mehmet Ali Ağca’nın tetikçi olduğunu açığa çıkardı.


Ağca kimdir, nasıl yakalandı?

Ağca, cinayeti işlediğinde henüz 21 yaşında, Malatyalı yoksul bir ailenin çocuğuydu. Ağca’nın izine İpekçi’nin ev adresinin yazdığı sayfanın yırtılmış olduğu bir telefon rehberinden ulaşıldı. 5 ay sonra İstanbul’da Küllük Kıraathanesi’nde kâğıt oynarken yakalandı.

Dönemin Sıkıyönetim Askeri Savcısı Ahmet Koç'un 2010’da yaptığı açıklamaya göre, polis yakalandıktan sonra katilin evini aramak için iki hafta bekledi, üzerinden çıkan adres ve telefonları tam 1,5 ay boyunca araştırmadı.

Ağca, Bahçelievler Katliamı'nın hükümlüsü, Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın tetikçilerindendi. Cinayete ismi karışan Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan, Yalçın Özbey gibi. Bahçelievler katliamının öncesi ve sonrası itinayla korunan, kahramanlaştırılan çete, İpekçi cinayetini de gerçekleştirmişti.

Ağca, cinayeti neden işlediğini söyledi mi?

Ağca, yakalandığında çok rahattı. İlk ifadesinde, "İsyan ettiğim için öldürdüm. Açıklayacağım tek şey sağ veya sol eylemci olmadığımdır; bağımsız, tek başına terörist olduğumdur" dedi.

6 ay sonra bundan sonra hep yapacağı gibi ifadelerini değiştirdi, suçlamaları reddetti.

Ağca, cezaevinden nasıl kaçtı?

Ağca, yakalandıktan tam 128 gün sonra, 25 Kasım 1979’da Maltepe Askeri Cezaevi’nden, bir askerin üniformasıyla firar etti. Üniformanın sahibi Bünyamin Yılmaz, yıllar sonra, “Ağca'nın kaçırılması için bana emir verildi. Söz verdim, tükürdüğümü yalamadım. Tek başıma kaçırdım” dedi. Firar sırasında topçu er olarak Maltepe Cezaevi'nde askerlik yapan Yılmaz, Ağca'nın cezaevinden gönderdiği pusulayı götürdüğü Oral Çelik'in kendisine verdiği 20 bin lira ile iki silah verdiğini, bunları İpekçi'nin katili Ağca’ya teslim ettiğini açıkladı. Yılmaz, “Gittik, Oral Çelik geldi, konuştuk. Bana 20 bin lira para, iki tane de silah verdi. Bunları aldım, Ağca'ya teslim ettim bunları. Teslim ettikten sonra elbise hazırlığına başladım. Kendi asker elbisemi götürdüm Ağca'ya verdim, ‘Güzel bir asker traşı ol’ dedim. Yanılmıyorsam 11. ayın 23'ü veya 24'üydü... 24'üydü. Saat yedi sekiz sıralarıydı, alt koğuşa inmesini söyledim. 1-3 nöbetim vardı. Yarım saat kala Ağca'yı çağırdım. Alt tarafta nöbetçi, üst tarafta iki tane nöbetçi var. Alttaki koğuşla üstteki yedi-sekiz koğuş ayrı. Herkesin kafası karışık. Öyle bir olayın olacağını kimse düşünmüyor. 'Nöbetçilere parolayı söyleyip geçtik' dedi.

Ağca da kaçışı için, “Bünyamin Yılmaz denilen bir asker çocukla karşılaştım. Ona masum olduğumu anlattım. Benim cinayet işlemediğime inandı. Bana yardım etmesini istedim. Biraz ülkücü sempatizanıydı. Tek başına yardım etti bana. Burada birçok astsubay, asker ve er şüphe altına girmiş. Gerçekten çok üzüldüm. Hiçbir insanın sorumluluğu yok, sadece Bünyamin Yılmaz vardı... Bana asker elbisesi getirdi, ilk kez Mehmetçiğin elbisesini giydim... Asker elbisesiyle çıktık. Çıkarken bir olayı unutamam... Benim bir ayağım dışarıda, bir ayağım içerde. Tam çıkıyorum, nöbetçi asker 'Saat kaç'  dedi. Allah Allah... Soğukkanlılığımı korudum, saate baktım, hiç unutmuyorum üçe çeyrek vardı...” açıklamasını yaptı.

Yılmaz, daha sonra yakalandı ve 8 yıl cezaevinde yattı.

Ağca, cezaevinden kaçtıktan sonra ne yaptı?

Kaçışını organize eden, Abdullah Çatlı liderliğindeki ülkücü ekip, yurtdışına kaçırılmasını da sağladı. Gitmeden önce yine Milliyet’i, bu kez mesaj vermek için seçti. Gazeteye telefon açıp, posta kutusunun kontrol edilmesini söyledi. Boştu kutu. İkinci telefon, çöpe bakmaları içindi. Çöpten, yeni cinayet planının hedefindeki isim çıktı: Papa…

Papa suikasti girişimi nasıl gerçekleşti?

Ağca, Türkiye’den kaçırıldıktan sonra İtalya’da Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulundu. Papa, 13 Mayıs 1981’deki olay sırasında Vatikan'ın Aziz Petrus Meydanı'nda 10 bini aşkın izleyicisini üstü açık arabası ile selamlamaktaydı. Ağca, Browning marka 9 mm. yarı otomatik tabanca ile 3 mermi ateşledi. Papa, elinden ve karnından vuruldu. Ağca olay yerinde yakalandı. Papa ise 5.5 saat süren bir ameliyatla kurtarıldı.


Ağca ne kadar hapis yattı?

Ağca, Papa suikastı sonrasında yargı sürecinde sürekli olarak değişik ifadeler verdi ve akıl sağlığından yoksun bir görüntü çizmeye çalıştı. Soruşturma ve yargılama aşamasında 128 farklı ifade veren Ağca, kendisini Mesih ilan etti. Mahkeme heyeti 22 Mart 1986'da Ağca'yı ömür boyu hapse mahkûm etti. Ağca, suikast girişimi nedeniyle İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde tutuldu ve 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi.

Papa suikasti ile İpekçi suikasti arasında nasıl bir bağ var?

Her iki eylem, aynı isimler tarafından planlandı ve gerçekleştirildi. Çatlı önderliğindeki suç örgütü Bulgar gizli servisi ile de bağlantılıydı. Bulgaristan’dan yapılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile de bağlantılı oldukları konuşuluyordu. Papa suikastinin de Bulgar gizli servisi tarafından Çatlı’ya verildiği, Çatlı’nın tetikçi olarak Ağca’yı seçtiği kamuoyuna yansıdı. Ancak bu iddiaların hiçbiri net biçimde doğrulanamadı. İpekçi suikastinin de Çatlı’yı kullanan devlet içindeki güçlerin talimatı ile gerçekleştirildiği iddia edildi. Böylece 12 Eylül’e giden yolun kapısı da açıldı. Çatlı, gizli servislerin başvurduğu suç örgütünün lideri konumundaydı.

Çetenin devlet bağları açığa çıkarıldı mı?

Zaman içerisinde bütün bağlantılar açığa çıktı ama bütün bu suçların tamamı neredeyse cezasız kaldı. Bahçelievler Katliamı’nın hükümlüsü Haluk Kırcı da Çatlı’ya bağlı isimlerden biriydi. Ağca gibi Kırcı da “yanlışlıkla” tahliye edildi, daha sonra gözaltına alınıp bırakıldı. Arandığı dönemde Erzurum'da evlenen Kırcı'nın nikâh şahidinin, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar olduğu ortaya çıktı. Cezaevinden kaçırıldıktan sonra Ağca'nın evinde saklandığı isim Çatlı’ydı. Çatlı, Ağca'yı yurtdışına çıkardıktan sonra da koruduğunu açıkladı.  “Devlet görevlisi – mafya– siyaset” ilişkilerini ortaya koyan Susurluk skandalından sonra ceza alan eski Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in, Çatlı ile birlikte düğünde oynarken çekilmiş fotoğrafları açığa çıktı. Ankara’da 1993-96 yılları arasında 19 faili meçhul cinayet Çatlı’nın ekibi ve özel harekat polisleri tarafından işlendi.  Öldürülenler dönemin başbakanı Tansu Çiller’in açıkladığı “PKK’ya destek veren işadamları” listesinde sıralanan isimlerdi. Bu isimler arasında Çatlı ve ekibinin devletten aldığı ihaleleri araştıran bürokratlar, usulsüzlüğe engel olmak isteyen kamu görevlileri ve avukatlar da vardı. Yıllar boyu Çatlı ve ekibinin devlet tarafından himaye edildiği net biçimde anlaşıldı.

Ağca’nın yurt dışına nasıl kaçtığı ortaya çıktı mı?

Açığa çıkan bilgilere göre, İpekçi cinayetinden 15 gün önce Ziraat Bankası Malatya Şubesi'ne Ağca adına 100 bin lira yatırıldı. Ağca ile aynı örgütteki Oral Çelik ve Mehmet Şener Malatyalıydı. Aynı örgütten Yalçın Özbey de liseyi Ağca'nın Malatya'daki okulunda bitirmişti.

Ağca, askeri cezaevinden kaçırıldıktan bir süre sonra, Oral Çelik tarafından Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı'nın memleketi Nevşehir'e götürüldü. Öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’nun yazdığı bilgiler, Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener ve arkadaşları Ömer Ay’ın Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden aldıkları sahte pasaportlarla yurtdışına çıktıklarını ortaya koydu. Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin de o yıllarda Nevşehir Emniyeti'nde çalışıyordu. Nevşehir o dönem çetenin kalelerinden biriydi. Haziran 1980'de CHP Nevşehir İl Başkanı avukat Mehmet Zeki Tekiner ile bir arkadaşı üç ülkücü tarafından öldürüldü. Nevşehir'de cenazeye katılan Bülent Ecevit ve CHP'lilere yaylım ateşi açıldı, 7 kişi yaralandı. Tekiner’in tabutunun üzerinde de 13 kurşun deliği vardı. Bu cinayetten dolayı ömür boyu hapse mahkûm edilen isim, Papa'ya suikast girişiminde Ağca'nın yanında olduğu iddia edilen ve halen İYİ Parti Nevşehir İl Başkanı olan Ömer Ay'dı. Nevşehir Emniyeti'nden Ağca'ya verilen pasaportun numarası “136 635”, Ay'a verilen pasaportun numarası da “136 636” idi! Yıllar sonra Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde çıkan yangınla bütün kayıtlar yok edildi.

Ağca, İpekçi cinayetinden dolayı ceza aldı mı, cezası infaz edildi mi?

Ağca, Papa’ya yönelik suikast girişimini gerçekleştirdiği dönemde, gıyabında yargılandı. Hakkında yapılan yargılamadan sonra Ağca önce idam cezasına çarptırıldı. Cezası, idam cezalarının kaldırılmasının ardından ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Önceki gasp suçları da cinayet suçuyla birleştirildi ve tek bir ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olması kararlaştırıldı. 14 Haziran 2000’de Türkiye’ye iade edilmesinin ardından cezasının infazı başladı.


Ne kadar yatması gerekiyordu, ne kadar yattı?

Siyasi nedenlerle işlenen cinayetlerde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar ömür boyu cezaevinde kalıyor. Ceza siyasi nedenlerle, terör örgütü suçlarından verilmemişse mevcut kanunlara göre kesintisiz 30 yılın cezaevinde geçirilmesi gerekiyor. 1991’deki Terörle Mücadele Kanunu değişikliğiyle, bu tarihten önce işlenmiş suçlarda müebbet hapis cezalarının 10 yıla düşürülmesi kuralı getirildi. Ağca da bu düzenlemeden yararlandırıldı. Ancak şaşırtıcı biçimde ilk tahliye kararı 12 Ocak 2006’da geldi. 8 gün sonra hesap hatası denilerek, cezaevine geri getirildi. İpekçi cinayeti dışında gasp suçundan da 36 yıl hapse mahkûm edilen ancak bu cezaları toplanan Ağca’nın cezaları yeniden toplandı, çıkartıldı, bölündü, çarpıldı. İnfaz süresi 8 yıl 8 ay olarak hesaplandı. 2010’da cezasını tamamladığı belirtilerek serbest bırakıldı. Papa’yı yaraladığı için 19 yıl hapis yatan Ağca, İpekçi’yi öldürdüğü için sadece 10 yıl cezaevinde kaldı.

Ağca, tahliye edildikten sonra ne yaptı?

Ağca, bir televizyon programına katılmak için İstanbul’a gitti. Yanında gönüllü korumaları, alkışlayan taraftarları vardı. Firarına yardımcı olan, suikastlarına yardım eden dokunulmaz kader arkadaşları da yanındaydı. Hemen ardından Ağca’ya şov programı önerildi, köşe yazarlığı, televizyon yıldızlığı teklifleri geldi. Ağca, hiçbir iş yapmadan kaynağı belirsiz paralarla hep rahat yaşadı.

Ağca’nın suç örgütündeki arkadaşları hangi cezaları aldı?

İpekçi cinayetine karıştığı belirlenen isimlerden Yalçın Özbey, yurtdışına kaçtı. 2006’da Belçika'da işlediği suçlarla ilgili olarak tutuklandı. Türkiye’deki dosyası 2010’da zamanaşımına girdi. 1995’te Almanya’da MİT tarafından sorgulandığı, tutanakların imha edildiği anlaşıldı. Belçika’da geçen yıl farklı bir suçtan tutuklandığı ancak Türkiye’ye iade dosyasının yargılamada dikkate alınmadığı ortaya çıktı.

Mehmet Şener hiç yakalanamadı. 1999’da davası zamanaşımına uğradı.

Papa suikastinde ceza almaktan, “Benim yanımdaydı” diye ifade veren Çatlı sayesinde kurtulan Oral Çelik ise 1997’de İtalya tarafından Türkiye’ye iade edildi. Birçok davası zamanaşımından düştü. İpekçi cinayeti nedeniyle tutuksuz yargılandı ve aleyhindeki tüm delil ve raporlara rağmen beraat etti. 1998’de Malatyaspor başkanı oldu. 1999’da farklı bir suçtan üç ay hapis yattıktan, nedense korunmayan bir tanık ifadesini geri alınca, mağdur olmaması adına tahliye edildi ve sonra davası düştü. İlerleyen yıllarda Ağca’yı kaçıranın kendisi olduğunu açıkladı ama 2006’da bu nedenle açılan soruşturma da takipsizlikle bitti. Çelik ne Papa’ya yönelik suikast girişiminden ne de İpekçi cinayetinden dolayı ceza aldı.

Ağca’yı Nişantaşı’na götürüp kaçıran isim olan Yavuz Çaylan sadece 10 yıl ceza aldı, birkaç yılda kurtuldu.


İpekçi ailesi, 43 yılda gelişen bütün bu olayları nasıl karşıladı?

İpekçi’nin katledilişinin 30. yılında kızı Nükhet İpekçi , Milliyet için kaleme aldığı yazıda, “Otuz yılda, insan epeyce bilgileniyor. Mesela benim otuz yılım, hep aynı bilgiyle yaşayıp, o bilginin bilinmemesi için gösterilen çabaları izlemekle geçti” ifadelerini kullandı.

Nükhet İpekçi, geçen yıl, babasının mezarı başındaki anmada yaptığı konuşmada da şunları söyledi:

"Geçmiş, geçip gitmediği için bazı sözler sürekli söylenmek zorunda. Kabak tadı da verse söylenmek zorunda. Herkesin bildiğini, kimse resmen görmez söylemezse, söz söyleme gereği doğan böyle bir yıldönümünde şaşkın bir aymaza benzetilme pahasına, yine aynı soruları sormak zorundayım. Çünkü aslında bu kalakaldığımızın resmi. Artık kalakalmayalım, artık bu kadar çok oyuna gelmeyelim. Bizi bu kadar çok öldürenlere karşı hep birlikte “bir dakika” diyebilelim diye sürekli tekrarlama gereği hissediyor. Tıpkı bir papağan gibi tekrarlayıp kayıplarımızı virgüllerle sıralıyoruz ve sonunda 'kimler yaptı?' diye soruyoruz. Çünkü elimizde somut bilginin, resmi tebliği yok. Örgütleyenler, emir verenler, oyuncular, yardımcı oyuncular, gizleyenler, şahitler, görevi kötüye kullananlar nerede? İpuçları nerede? Yok edilmiş bilgilerin izi nerede? Kaçırılmış ve yeşil pasaportlarla devlet görevlisi olarak dolaştırılmışlar nerede? Ve hatta dosyalar nerede? Bütün bunlar varken yok edilmişse, hiçbirinin gereği yapılmamışsa acaba biz her şey 'kabak gibi aydınlık' diyebilir miyiz?"

Ağca’nın arkadaşları nasıl kurtuldu?

Davayı yıllarca takip eden Avukat Turgut Kazan, İpekçi cinayetinin nasıl örtbas edildiğini geçtiğimiz yıl DW’ye anlatırken çarpıcı örnekler verdi. Kazan, Çelik’in uyuşturucu kaçakçılığından yurt dışında cezaevinde yattıktan sonra Türkiye’ye iade edildiğini ve uçaktan inerken çekilen fotoğraflarının medyaya yansımasının ardından sürpriz bir tanığın ortaya çıktığını anımsatarak, “Ben valiye sordum, çok ciddi bir tanık dedi, o günkü vali. Ama o tanık ile öyle bir oynandı ki. Doğrudan mahkemeye yönlendirilmesi gerekirken tatbikatlar yapıldı, televizyonlar gösterdi ve adam giderek sonunda öyle bir panikledi, öyle bir korkuya kapıldı ki bir çeşit sonuçta hayır benim gördüğüm adam bu değildi diye bir teşhise zorlandı" dedi.

Kazan, Yalçın Özbey konusunda ise şunları anlattı:

“Almanya’da uyuşturucudan cezaevinde yatan Özbey’in ısrarla ‘benim çok önemli söyleyeceklerim var, Türk Konsolosluğu’na haber verin’ diyerek cezaevi yönetimine başvurdu. Cezaevi yönetimi de bunu konsolosluğa bildirdi. Sonuç olarak Özbey ile görüşen konsolosluk görevlisi, Özbey’in çok önemli şeyler söylemek istediğini belirterek durumu Dışişleri Bakanlığı’na iletti. Dışişleri Bakanlığı da nereye bildirebilir, adam dosyada sanık, bir dosyası var, Savcılığa bildirmeleri gerekir hiç değilse. Ama Emniyet ve MİT’e bildiriyor. O tarihte Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dı. MİT ve Emniyet sanıyorum ikişer kişi görevlendiriyor. Ama bir soruşturma dosyası var. Bir Savcılık var. Ona haber verilmeden gidiyorlar. Dört gün ifadesini alıyorlar. Sabahtan akşama kadar. Türkiye’de hiç kimsenin haberi olmuyor.  Özbey, Almanya’da tahliye olduktan sonra bir gazeteciye İpekçi cinayeti ile ilgili ‘bildiklerimin hepsini resmi görevlilere söyledim’ demesinin ardından Meclis’te konuyla ilgili soru önergesi verildi. İçişleri Bakanlığı’nın önergeye verdiği yanıtta, Almanya’da konsolosluk, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Emniyet mensuplarının Özbey ile yaptıkları görüşmelerin tutanaklara bağlandığını anlatıyor. Bunun üzerine Özbey’in beyanlarının dosyaya gelmesi için Emniyet ve MİT’e mahkemeden yazı gitti. Cevap geldi iki yerden de ‘içinde önemli bir şey yoktu, beş yıl geçtiği için imha edildi’. MİT görevlileri mahkemeye geldi, ikisi de bir şey anımsamıyordu.


Bu ifade ortaya çıkartılamadı mı?

Sadece bir bölümü, 2006’da Milliyet tarafından haberleştirildi. Açığa tutan tutanaklarda, Özbey’e, devlet için ne yapabileceğinin sorulduğu, onun da her şeyi yapabileceği yanıtını verdiği ortaya çıktı. Özbey, ifadesinde "Türkiye'deki eylemlerini söylesem aklın durur" dediği Ağca'nın işlediği suçların "yüzde 25'inin ferdi olduğunu" kaydetti. Söz konusu ifadeler,

dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın talimatıyla başlatılan soruşturmada hazırlanan müfettiş raporuna girdi. Bu nedenle tutanaklarda "1995'te Almanya Marl Narkotik Şube Müdürlüğü'nde Yalçın Özbey ile yapılan görüşmenin band tapesi" başlıklı sorgu tutanağının üzerinde görevli "Başmüfettiş'in talebi üzerine tasdiklenmiştir. 26/06/1999" ifadesi yer aldı. Büyük bölümü gizlenen tutanaklara göre, Özbey, şunları anlattı:

“Ağca, Carlos gibi bir adam olmak istiyordu. Cezaevinde büyük bir tokat attı Hacı Çapan'a. 90 kilo malının üstüne oturdu. Etrafında bir sürü insan vardı. İşte o zaman o olaya toplanmışlardı. Mehmet Şener, Oral (Çelik), Abdullah Çatlı ve diğerleri. Belli bir güç oluşturmak için, bir fanteziden başka bir şey değildi. İpekçi konusunda mesela Mehmet Şener'in ufak bir fonksiyonu oldu. Biz Ankara'ya gittiğimiz zaman oturup patronlarımıza, büyüklerimize "İpekçi konusu budur" diyebileceğimiz bir şey, basına falan yansıması söz konusu değil. Devlet bilsin yeter. Ben gerekirse Türkiye'ye gelirim. Papa işi öyle, işi bilen uzmanlar bana sorar, ben cevaplarım. Araba benim arabamdı. Fakat ben arabayı Mehmet Şener'e borçlanmıştım. O beni tezgâha getirdi. Arabayı ona verdim. O araba sonradan bu hadiselerde kullanıldı. Demirel hükümetleri af çıkardı. Ben gittim Kırşehir'de imtihana girdim. O arada da Ağca kaçırıldı. Kaçarken de benim arabam kullanıldı. Hedefte aslında Doğu Perinçek, Uğur Mumcu vardı, ama uyanık, tedbirli insanlardı. İpekçi olayında bilgiyi alan, istihbaratı yapan Ağca'ydı. Kendisi belirledi. Yavuz (Çaylan) da arabayı kullanmıştı. Önce camdan ateş ediyor, sonra yürüyor, öbür taraftan tekrar ateş ediyor. Mehmet Şener tip bir insandır. Mehmet Ali'nin eyleminden faydalanıp kariyer yapmak istiyordu. Mehmet Ali de yakalanınca ilk onun adını verdi. Mehmet Ali tam psikopat. Türkiye'de onun yaptığı eylemleri ben söylesem aklın durur. Yüzde 25'ini ferdi olarak gerçekleştirdi. Ağca'da bir kompleks vardı. Kendine aşırı derecede güven. Ondan sonra parmağı kuvvetli. Yani muazzam silah kullanabilen. Delice bir cesaret.  İpekçi vurulduğunda Oral, ben, Mehmet Ali aynı evde kalıyorduk. Epey eyleme ben de katıldım. Ahmet Kaçmaz'a yapılan bir şey oldu, Mihri Belli'ye sıkılan bir kurşun oldu. Çok büyük soygunlar oldu Ankara'da. Oral ayrıldı, gitti. Sonra baktık resimler gazetelerde dergilerde yayımlanınca "artık gidelim" dedik Avrupa'ya. Amaç sansasyon yaratmaktı. İnan samimi söylüyorum, tesadüfen olan bir hadise İpekçi. O cezaevinden kaçma olayını da Oral organize etti, para karşılığında. Ağca, 3-5 sene içerisinde çıkar.”

Ağca, şu an ne yapıyor?

Son yıllarda çeşitli televizyon programlarına katılan Ağca, artık ciddiye alınmayan bir figüre dönüştü. Yaşamı boyunca yaptığı gibi tutarsız ifadelerini sürdürdü. İpekçi’yi kendisinin değil Mehmet Şener’in azmettirmesiyle Yalçın Özbey’in vurduğunu da söyledi, tetikçinin bir başkası olduğunu da. Papa’ya yönelik suikast girişimini ise Türkiye’de serbest kaldıktan sonra açıkça üstlendi.

İpekçi ailesinin adalet mücadelesi sürüyor mu?

Evet. Aile sadece İpekçi için değil diğer faili meçhul cinayetlerin araştırılması için de mücadele ediyor. Bunun için geçmişe dönük bir araştırma komisyonu kurulması önerisini de sürekli gündeme getiriyor. İpekçi’nin vurulduğu gün üzerinde olan kanlı gömleği de halen aile tarafından saklanıyor. (GÖKÇER TAHİNCİOĞLU - T24)

Daha yeni Daha eski