Fransa'da 19 Ocak grevinde ortaya çıkan görüntüler işçi sınıfının gücünü bir kez daha gözler önüne serdi. Peki Fransa'da işçi sınıfı ne kadar örgütlü? Neden hala 'devrim' yapmıyorlar?
Fransa meydanları ve sokakları 19 Ocak'ta emekçilerin kitlesel yürüyüşlerine sahne oldu. Hükümetin emeklilik reformuna karşı bütün Fransa'da sokağa çıkan emekçilerin sayısı hükümet kaynaklarına göre bir, alternatif kaynaklara göre iki milyonu geçti. Uçsuz bucaksız görünen sendika kortejlerinin Paris'te Bastille Meydanı'na ulaşması anarşistlerle polisler arasında cereyan eden irili ufaklı çatışmalar nedeniyle akşamı buldu.
Gün boyu kızıl insan seli Fransa'nın kentlerini güzelleştirdi. 19 Ocak'ta belki bazılarımıza “Fransa'da galiba devrim oluyor” duygusu veren harika kareler çekildi. Bu sırada “zenginlerin başkanı” soluğu İspanya'da almıştı.
Fransa'da EYT tartışması: 62'den 64'e uzun bir yol var
Kamuoyu yoklamaları Fransızların neredeyse yüzde 70'inin (sendikalara göre 10 çalışandan 9'unun) Macron hükümetinin emeklilik reformuna karşı çıktığını gösteriyor. 19 Ocak genel grevi böyle bir toplumsal zeminde yükseldi. Geçen yıldan beri ulaşım başta olmak üzere birçok sektörden işçilerin çıktığı sayısız grevin getirdiği pratik deneyim de göz ardı edilmemeli.
Fransa'nın emeklilik sistemi 1945 tarihli basit bir sisteme dayanıyor. Çalışanların brüt ücretlerinden yapılan kesintiler doğrudan doğruya emekli maaşlarını karşılıyor. “EYT” sorunu ülkemize özgü değil. Fransa'da da erken yaşta çalışmaya başlayıp yeterli prim gününü tutturmuş olanlar istediği gibi emekliliğe ayrılamıyor, 62 yaşı beklemeleri gerekiyor. Macron'un reformu bu yaşın kademeli olarak 64'e çıkarılmasını öneriyor. Cumhurbaşkanı Macron, Başbakan Borne ve hükümet sözcüsü Véran haftalardır tasarıyı gerekçelendirmek için biriken kamu borçlarından ve emeklilik yaşının 65 olduğu İsveç'ten söz edip duruyorlar. 19 Ocak genel grevi bu isimlere iyi bir yanıt oldu olmasına ama henüz onları bu konuda tam olarak susturabilmiş değil.
Emekçiler mezarda emekli olmak istemiyor
“Fransa'nın DİSK'i” diyebileceğimiz Genel Emek Konfederasyonu (CGT) grevlerin en kalabalık kortejlerini oluşturdu. Konfederasyon'un emeklilik reformuyla ilgili açıklamalarında emeklilik sorununun aslında bir bölüşüm sorunu olduğunun altı çiziliyor. Konfederasyon emekliliğe ayrılma yaşının 60'a düşürülmesini talep ediyor. Eylemlerde de bu talebin öne çıktığı görülüyor. “Ya 60 yaş ya ölüm” yazan dövizler dikkat çekiyor ve başka dövizlerde de halk hükümet yetkililerini “artık emekli olmaya” çağırıyordu.
Konfederasyon'un bir başka talebi emeklilikte eğitim yıllarının da hesaba katılması ve son olarak en düşük emeklilik maaşının 2 bin avroya çıkarılması. (Lütfen görür görmez yirmiyle çarpıp (!) TL üstünden düşünmeyelim.) Bu talepler nasıl karşılanacak? CGT emeklilik için bütçe yaratmanın yolunun maaşlara zam yapılmasından geçtiğini öne sürüyor. Konfederasyon'un hesabına göre özel sektörde ücretlerde yapılacak yüzde 5'lik bir zam çalışanlardan yapılan emeklilik kesintilerine 9 milyar avroluk bir katkıya denk gelecek. Ayrıca, ücretlerde kadın-erkek eşitliğini sağlamanın, yani kadınların maaşlarını aynı işi yapan erkek meslektaşlarıyla eşitlemenin, yine aynı kaleme katkı koyacağı hatırlatılıyor.
“Lö tayming” (zamanlama) doğru muydu, neden ilk çağrıyı sendikalar değil de Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) yapmıştı, tasarının doğrudan reddi mi yoksa referanduma götürülmesi mi talep edilmeliydi... Fransa kamuoyu bunları tartışadursun, 19 Ocak grevinin açıkça başarılı olduğu ortada. Greve genelde sınıfın dertlerinden uzak durmayı tercih ettiği bilinen sarı sendikalar bile (belki de mahalle baskısı yüzünden) katıldı. Uzaktan da olsa destek verenler arasında Marine Le Pen'in partisinden (RN) milletvekilleri bile vardı. Macron'un kendi siyasi ailesinden bile reform konusunda çatlak sesler çıkmaya başladı. Genel grevin etkili olduğunu kimse yadsıyamaz. Ama zafer ilan etmek için henüz çok erken olduğunu söylemek durumundayız... Peki neden? Fransa işçi sınıfı bu mücadelede yaşa değilse neye takıldı?
Muhalefetin zayıf karnı
Fransa'da kayıtlı çalışanların yüzde 10 kadarı sendikalı. Bu oran kamuda yüzde 20'lere yaklaşırken özel sektörde yüzde 8'i ancak bulabiliyor. Tabii ki rakamlar her şeyi açıklayamıyor. Fransa işçi sınıfının en azından mücadeleci bir kesimi grev kararı alıp hayatı durdurma ve son örneğini geçen hafta gördüğümüz üzere sokakları şenlendirme gücünü yitirmiş değil. Ama ne yazık ki buradan kalkıp “Fransa'da örgütlü bir işçi sınıfı var” gibi kestirme bir sonuca varmak doğru olmayacaktır.
Haftalardır Fransa yalnızca işçi sınıfının gündemini, emeklilik hakkına saldırıyı konuşuyor. Bütün siyasi partiler pozisyonunu bu gündeme göre ayarlıyor, sessiz kalanlar ya da tarafını belli etmekten çekinenler rezil oluyor. Ama bu tabloda işçi sınıfının voleyi vurmadan önce pivot ayağını sağlam basmasına izin vermeyen sevimsiz bir ayrıntı var: reform hakkında kürsülerden atıp tutan parlamenterlerin ve üstelik sokağa çıkan işçilerin büyük bölümü daha birkaç ay önce bizzat Macron'a oy verdiler...
Fransız sağı (ve hatta sosyal demokrasisi) uzun yıllardır her fırsatta emeklilik reformunu sayıklıyor. Kendisi de bir proje olarak koltuğa yerleşiveren Macron o koltukta beklenmedik biçimde bu kadar uzun süredir oturmasını belki de bu rüyaya borçlu. Sermaye bunu istiyor ve Macron bunu hiç gizlemedi. Merkez sağ olarak anılan “Cumhuriyetçiler” (LR) reforma destek verirken belki de büyük bir kıskançlıkla inceledikleri tasarıya karşı bula bula “bu haliyle fazla radikal, 64'e tedrici bir geçiş öneriyoruz” koşulunu bulabildiler. Irkçı partilerin temsilcileri komik duruma düşmemek için sokağa çıkmaya çekiniyor ama bir yandan hiç de gizlemedikleri “düşmanımın düşmanı” akıl yürütmesiyle projeyi eleştiriyorlar. Tabii, gördükleri LFI temsilcilerinin suratına her fırsatta şu soruyu yapıştırmayı da ihmal etmiyorlar: “Pardon Madam (ya da Mösyö), acaba başkanlık seçiminin ikinci turunda kime oy vermiştiniz?”
Parlamento sokağın arkasından gidiyor
Emmanuel Macron mezarda emeklilik rüyasını hiç gizlemedi. “Toplumsal diyalog” güzellemelerine rağmen bu tasarının 2023 başında diyalog değil düello biçiminde gündeme getirileceğini herkes başından beri biliyordu. Ne var ki, “seçim aritmetiği” hesapları ve “kötünün iyisi” siyaseti bir kez daha işledi. Böylece 2022 başkanlık seçimlerinin ikinci turunu (katılımın yüzde 72'de kaldığını hatırlatalım) “zenginlerin başkanı” bir kez daha emekçilerin faşizm tehdidine karşı verdiği zoraki oylarla kazandı. Bugün “ama ben Macron'a halk düşmanı reformları için değil Le Pen kazanmasın diye oy verdim” diyen bir işçiyi suçlamak anlamsız. En az bu kadar anlamsız olacak bir başka şeyse seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak Macron'dan siyasi ihtiraslarından vazgeçmesini beklemek. Fransa'da sağlık ve eğitim sistemi dökülürken Mösyö'nün emeklilik reformunu gündeme alması bu konuda ne kadar hassas olduğunun bir kanıtı olmalı.
Sendika konfederasyonları 31 Ocak'ta belki 19 Ocak grevini gölgede bırakacak bir genel grev çağrısında bulundu. Tasarının 6 Şubat'ta mecliste tartışılması bekleniyor. Aslında François Hollande döneminden (daha geriye bile götürülebilir) süregelen siyasi tıkanma ne 2022 seçimlerinde aşılabildi ne de 19 Ocak genel grevinde. Sınıfın gündemi şimdi parlamenterlerin gündemi haline geldiyse ve olur da bir gün bu saldırı püskürtülebilecekse Fransa bunu parlamentoya değil sokağa borçlu olacak.
Fransa parlamentosu oldum olası kadük bir halde. Cumhurbaşkanı da başbakan da erken seçim ilan edip parlamentoyu dağıtma tehditlerinde bulunmaktan çekinmedi. Şu an 577 koltuktan yalnızca 249'una hükmedebilen Başbakan Borne, geçtiğimiz aylarda “acelemiz var” gerekçesiyle bir dizi mali düzenlemeyi mecliste görüşmeye açmaksızın tıkır tıkır geçiriverdi. En kolay ikna edebileceği LR'nin desteğini bile aramadan Anayasa'nın 49.3'üncü maddesine başvuran Borne, 1958'den beri bu yola en çok başvuran ikinci başbakan olmayı birkaç hafta içinde başardı. Bu madde başbakana gensoru riski alarak da olsa yasa tasarılarını meclis oylamasına açmaksızın yürürlüğe koyma izni tanıyor.
Bu sene o sene mi?
Türkiye'den bakınca Fransa bir garip görünüyor olabilir. Gençler kalkıp sandığa gitmezken bilmem kaç yıl sonraki emeklilik hakları için sokağa çıkmaya üşenmiyorlar...
soL okurları bunu ibretlik bir hikaye olarak düşünebilirler. Türkiye siyasetinin “kötünün iyisi” olarak halkı yıllarca oyalayabilecek genç ve gözü kara halk düşmanları ya da “kötünün kötüsü” rolünü yıllarca başarıyla oynayabilecek ırkçılar çıkarma potansiyeli azımsanamaz. Gelin, biz 2023'te sandıktan ne çıkacağıyla kafayı bozmak yerine örneğin motokuryelerin taleplerinin başka hangi şubelerde dile getirileceğine, ay sonunda hesabında beklediği zamlı maaşı alamayan emekçilerin nereye ulaşacağına, sendikal geleneğin zayıf olduğu bir memlekette sınıf mücadelesinin sokağa ve siyasete hangi yollardan taşınacağına kafa yoralım. (İSMET CAN USLU - SOL.ORG)